Örgütlü Suçlarda İnfaza Dair Mevzuat Değişikliği Önerisi

Abone Ol

Örgütlü suçlarda cezaların infazı konusunda; Türk Ceza Kanunu’nun 6/1-j, 58/9 ve 220 hükümleri ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107/4 hükmünde yer alan kavramların farklılığından kaynaklanan, belirli ve öngörülebilir niteliği taşımayan, çelişkili ve adil olmayan uygulamalarla karşılaşılabilmektedir. Sorunun çözümü; 5275 sayılı Kanun m.107/4, TCK m.6/1-j ve m.220 hükümlerinin, birbirlerine uygun çatı kavramlar kullanılarak yeniden düzenlenmesi ile mümkün olabilecektir. Aksi halde; örgütlü suçların infazında, hem adaletsizlik ve hem de yeknesaklıktan uzak uygulamalar varlığını sürdürecektir. Şöyle ki;

1. TCK m.220’de sırasıyla; örgüt kuran, yöneten, örgüte üye olan kişilerin, (dar anlamda) mensubiyetten dolayı ceza sorumluluğu belirlendikten sonra, 4. fıkrada bu kişilerin, yani örgütü kuran, yöneten ve örgüte üye olanların “örgüt faaliyeti çerçevesinde” suç işlemesi halinde ayrıca cezalandırılacağı ifade edilmektedir. Maddenin devamında ise; “üyesi olmadığı örgüt adına suç işleyen” (Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen 6. fıkra) ve “örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte yardım eden” (7. fıkra) kavramları kullanılarak, bu kişilerin ceza sorumluluğu düzenlenmektedir. TCK m.220’nin lafzından ve sistematiğinden anlaşılan; “örgütün faaliyeti çerçevesinde” bir suçun ancak örgütün kurucusu, yöneticisi ve üyesi tarafından işlenebileceği, örgüt üyesi olmayanların ise fiilin niteliğine göre “örgüt adına suç işleyen” veya “örgüte yardım eden” konumunda olabileceğidir.

2. TCK m.6/1-j’de ise; örgüt mensubunun, “bir suç örgütünü kuran, yöneten, örgüte katılan veya örgüt adına diğerleriyle birlikte veya tek başına suç işleyen kişi” olduğu düzenlenmektedir. Tanımda geçen “örgüt adına … suç işleyen kişi” ibaresi; AYM tarafından haklı gerekçelerle iptal edilen TCK m.220/6 ile çelişkili olarak, üyesi olmadığı örgüt adına suç işleyen kişiyi “örgüt mensubu suçlu” konumuna getirmektedir. Bu durumda, kişinin ceza infazı ağırlaşmaktadır. Kanaatimizce; AYM’nin iptal kararı, TCK m.6/1-j’de yer alan tanımının da değiştirilmesini zorunlu hale getirmiştir.

“Örgüt adına suç işleyen kişi” ibaresi TCK m.220/6’da örgüte üye olmayan kişiler için kullanılırken; TCK m.6/1-j’de ise, örgüte üye olup olmadığına dair ayırım yapılmaksızın kapsayıcı bir ifade ile örgüt adına suç işleyen kişilerin örgüt mensubu suçlu olduğu tanımının yapılması çelişkilidir.

3. TCK m.220’nin lafzına ve sistematiğine göre; kişinin örgüt faaliyeti çerçevesinde suç işleyebilmesi için, öncelikle örgüte üyelik, yöneticilik, kuruculuk sıfatlarından birisi ile bağlı olması gerektiği düşünüldüğünde, bu kez 5275 sayılı Kanun m.107/4’ün uygulanmasında yaşanan sorunlar gündeme gelmektedir. Örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmadığı halde; örgüt üyelerinin işlediği faaliyet suçuna katılan ve esasen en fazla “üyesi olmadığı örgüt adına suç işlediği” kabul edilebilecek veya bazen sırf işlediği veya katıldığı söylenen suçtan dolayı dosyası örgütlü suç dosyasında bulunan kişiler hakkında, 5275 sayılı Kanun m.107/4’e göre 2/3 koşullu salıverilme oranı uygulanmaktadır. Oysa TCK m.220/4 ve 6’da; örgüt üyeleri yönünden faaliyet suçu, örgüte üye olmayanlar yönünden ise örgüt adına suç işleme kavramları kullanılmaktadır. 5275 sayılı Kanun m.107/4’de geçen faaliyet suçu ibaresinin ise; örgüte üye olan ve olmayan herkes için kapsayıcı şekilde anlaşılıp uygulanması, infazda mahkumiyet hükmünün sınırlarının kişi aleyhine aşılması ve şahsilik prensibine aykırı sonuçların doğmasına sebep olmaktadır.

4. Bir diğer sorun; mahkumiyete konu suçları örgüt adına veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlediğine dair kesin karar bulunmayan hallerde, kesinleşen mahkumiyetlerinin ceza infazının nasıl yapılacağında yaşanmaktadır. Örneğin; kişinin örgütle bağının olup olmadığı, varsa bu bağın hangi boyutta olduğu ile ilgili yargılaması temyizde bozma sonrası devam ederken, aynı dava dosyası içerisinde daha evvel istinafta kesinleşen ve “faaliyet suçu” olarak kabul edilen suçlardan verilen cezaların infazının 5275 sayılı Kanun m.107/4’e göre yapılması telafisi imkansız zararlara sebep olabilmektedir. Yargılama neticesinde kişinin örgüte kuruculuk, yöneticilik veya üyelik suretiyle bağlı olmadığı tespit edildiğinde; daha evvel kesinleşen mahkumiyetin infazında “faaliyet suçu” kabulü ile 5275 sayılı Kanun m.107/4’ün uygulanması dayanaksız kalmaktadır. Ayrıca; örgüt üyeliğinden beraat kararı verilen hallerde bile, iddia konusu diğer suçların örgüt faaliyeti çerçevesinde işlendiği gerekçesiyle infazda yine 5275 sayılı Kanun m.107/4 uygulanmaktadır. Oysa örgüte üye olmayan bir kişinin, faaliyet suçu işlediğinin ileri sürülmesi mümkün değildir. Bu durumda en fazla “örgüt adına suç işleme” gündeme gelebilir ki; örgüt adına suç işleyen kişi, 5275 sayılı Kanun m.107/4 kapsamına alınmamıştır. “Kişi örgüte üye olmadığından örgüt faaliyeti çerçevesinde suç işlememişse de; örgüt adına işlediği suç, örgütün faaliyet suçudur, 5275 sayılı Kanun m.107/4’de ‘örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyet halinde’ ibaresi kullanılmış olup, kişinin örgüt adına işlediği suçun örgütün faaliyet suçu olması halinde 107/4’ün tatbiki mümkündür.” şeklinde bir düşüncenin, kişi aleyhine yorumdan ibaret olduğu ve “kanunilik” ve “şahsilik” ilkeleri karşısında kabulüne imkan bulunmadığı kanaatindeyiz.

5. Örgüt adına suç işleyen kişi hakkında; TCK m.6/1-j’de yer alan tanım sebebiyle, TCK m.58/9’un uygulanmasında “kanunilik” prensibi yönünden sorun olmasa da, örgüt adına suç işleyen kişinin TCK m.220’ye göre örgüt mensubu olmadığı dikkate alındığında, hakkında TCK m.58/9’un tatbiki isabetli değildir.

Sonuç olarak; öncelikle TCK m.6/1-j tanımının gözden geçirilmesi, “veya örgüt adına diğerleriyle birlikte veya tek başına suç işleyen” kişi ibaresinin metinden çıkarılması, İnfaz Kanunu m.107/4’ün örgüt mensubu (kurucu, yönetici ve üye) olmayanların cezalarının infazında m.107/4’ün uygulanıp uygulanmayacağı konusunda kanun koyucunun iradesi hangi yönde olacaksa (bizce nitelikli infazın tatbikini engelleyecek şekilde), bu iradeyi ortaya koyan belirli ve öngörülebilir düzenlemeye gidilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin TCK m.220/6 ile ilgili iptal kararının gerekçelerinin cezaların infazını ilgilendiren bu hükümler yönünden de değerlendirilmesi ve TCK m.6/1-j, m.58/9 ile İnfaz Kanunu m.107/4 arasında kavramsal uyumun sağlanması gerekir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Beyza Başer Berkün

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)