Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 30.09.2020 tarihli, 2020/1029 E. ve 2020/4660 K. sayılı kararında özetle; Banka Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun 29.05.2015 tarihli kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilen ve 22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 107. maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası A.Ş.'de gerçekleştirilen mutat hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etmek kapsamında değerlendirilmeyeceği, örgüt talimatı doğrultusunda, örgüte yarar sağlamak amacıyla hesap açma işlemlerinin yapıldığının ortaya koyulması gerekliliği karşısında; şirketin de ortağı olan sanığın, öncelikle örgütle iltisaklı Asya Katılım Bankası A.Ş.’de ve diğer bankalarda bulunan şahsi ve ortağı olduğu şirketlerdeki hesaplarına ilişkin açılış tarihlerinden itibaren hesap hareketlerini gösteren kayıtların getirtilerek, kendisinin ve şirketlerinin finansal durumu, iş hacmi, başka bankalarda aynı tarihlerde gerçekleştirdiği bankacılık faaliyetleri ve mevduat işlemleri, adı geçen bankadaki hesapların kapanış ile mevduatların sonlandırıldığı tarih hususlarında, konusunda uzman bilirkişiden rapor alınıp, sanık savunmaları ve tüm dosya kapsamı nazara alınarak, sanığın örgüt ile iltisaklı Asya Katılım Bankası A.Ş.'de gerçekleştirilen hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet veya örgüte yardım etmek kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği gözetilerek,
Dosya kapsamı itibariyle örgütsel bağlarını ortaya koyan herhangi bir kod adı veya örgütsel iletişim ağı kullandığı saptanamayan, FETÖ/PDY’nin terör örgütü olduğu kamuoyu tarafından bilinir hale gelmeden önce örgütle iltisaklı bir kısım faaliyetlerin sempati düzeyini aşar nitelikte olmadığını, silahlı terör örgütünün hiyerarşisine dahil olunduğunun kabulü için süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk içeren faaliyet biçiminde değerlendirilmesi mümkün bulunmadığından, sanığın terör örgüt üyesi olduklarına ilişkin kabul yeterli gerekçeyi içermediği halde, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/1, Anayasa m.141/3, CMK m.34/1 ve m.230/1-b-c’ye de aykırılık oluşturacak şekilde mahkumiyet hükmü kurulması Kanuna aykırı olup, karar bozulmalıdır.
Yargıtay’ın bu yönde başka kararları da mevcut olup, “ilgili tarihlerde diğer bankalar nezdinde hesap hareketlerine de bakılması gerektiği” kriteri önem taşımaktadır.
Yargıtay’ın incelenmesini gerekli gördüğü bu kritere karşı; kişinin başka bankalarda hesap hareketlerinin olması halinde, FETÖ/PDY iltisaklı bankaya yardım ettiği iddiasıyla cezalandırılmayacağı, birçok kişinin bu kriter sayesinde cezasız kalacağı ve bu nedenle Ceza Hukukunun caydırıcılık etkisini de gösteremeyeceği ileri sürülebilir.
Yargıtay’ın asıl tespit etmesi gereken husus; şüphelinin banka faaliyetlerinde bulunmakta iken, bankanın terör örgütü ile iltisaklı olduğunu bilip bilmemesi ve para yatırma eyleminin çağrı üzerine gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğidir.
Şüphelinin diğer banka hesaplarında bulundurduğu meblağ çok daha yüksekse ve buralarda bulunan parasını çekip Bank Asya’ya yatırmadı ise, şüphelinin saikle hareket etmediği kanısına varılabilir. Yürütülen bir ceza yargılamasında; mahkemenin asıl tespit etmesi gereken hususlardan birisi de sanığın kastını ve terör suçları bakımından saikini tespit etmek ve bu doğrultuda suçun manevi unsurunun oluşup oluşmadığına karar vermektir. Bu durumda, sanığın diğer bankalarda bulunan hesapları daha da önem kazanmaktadır.
Bu hususların yanı sıra, Bank Asya ile ilgisi bulunmayan bir kişi çağrı üzerine hesap açıp para yatırmışsa, suçun maddi unsurunun gerçekleştiği kabul edilmeli, manevi unsurun oluşup oluşmadığı tartışmalı olduğu vakit ise, maddi durumu iyi olanları ve bankalarda hesapları bulunanları yargının koruması gerektiğine dair mutlak bir kanaate ulaşılmamalı, eşitliğe ve adalete aykırı sonuçların ortaya çıkması önlenmelidir. Örneğin bir öğretmen, bankada hesabı olmayıp yeni hesap açtığından bahisle cezalandırılabileceği gibi, maddi durumu iyi ve bankalarda hesabı olan, o gün gidip hareketsiz hesabına veya yeni hesap açmak suretiyle bankaya parasını yatıran bakımından da suçun maddi unsurunun oluştuğu kabul edilecektir. Elbette burada suçun manevi unsuru kapsamında failin kusuru önemli olup, BDDK’nın denetim ve gözetiminde olan, faaliyet izni olan, bu sırada Bankaya para yatıran, hesap açan, bankadan parasını çeken, bu faaliyeti örgüt liderinin çağrısından sonra yapan veya bankacılık işlemi bu tarihe denk gelen, yine Bankaya BDDK tarafından elkoyulduktan sonra parasını çekip hesabını kapatan mevduat sahiplerine ilk bakış, onların silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmediğinin kabulü yönünde olmalı, bunun aksi iddia edildiğinde ise, sırf hesap açma, para yatırma veya çekme zamanlarından hareketle değil, bir bütün olarak ve failin örgüte yardım suçunda aranan örgütün amacına hizmet için yöneticiye veya üyeye para verdiğinin veya örgütün “finans ayağı” olarak kabul edilen bankasına para yatırdığının tereddütsüz bir şekilde tespiti gerekir.
Ticari faaliyetler kapsamında birçok banka ile çalışan bir tüzel kişiliğe, sırf bu örgütle iltisaklı veya irtibatlı banka ile çalıştığı iddiasıyla, fail ile terör örgütü arasında illiyet bağı kurulması ve silahlı terör örgütünü bilerek ve bu örgütün amacına yardım için destekte bulunduğunun kabulü doğru değildir. Örgüte yardım suçunun kabulünde, suçun maddi unsurunun para ve sair destek suretiyle gerçekleştiğinin ve bunun da özel kastla olduğunun tespiti gerekir. Fail; fiilin gerçekleştiği tarihe kadar Bank Asya’ya gitmemiş, hesap açtırmamış, para yatırmamış veya yıllar önce bir hesap açmakla birlikte bu hesapta işlem gerçekleştirmemişse, failin bankada yeni bir hesap açması veya hareketsiz hesabına para yatırması halinde suçun maddi unsurunun gerçekleştiği kabul edilebilecektir.
Elbette şüphelinin yalnızca başka bankalarda hesabının olması, suçun manevi unsurunun oluşmadığı veya başka bankalarda hesabının bulunmaması halinde de suçun manevi unsurunun gerçekleştiği söylenemez. Her somut olay bakımından inceleme ve değerlendirme ayrı yapılmalı, maddi unsurun tespitinden sonra, yani banka hesabının faile ait olduğu, failin hesabı açıp para yatırma ve çekme işlemlerinin yaptığı, bu konuda imzada ve iradede bir sakatlığın bulunmadığı anlaşılmakla, suçun manevi unsurunun oluşup oluşmadığına, yani failin, örgütün amacına yönelik para yatırıp yatırmadığına dair iradesine, suçun işlenmesine dair özel kasta sahip olup olmadığına ve fail tarafından banka işlemleri hakkında yapılan açıklamaya ve savunmaya bakılmalıdır. İddia makamı, yardım suçunun gerçekleştiğini ve bu suçun fail tarafından işlendiğini kanıtlamalıdır. Failin diğer bankalarda hesabının var olup olmaması, somut olayın özelliklerine göre bir delil başlangıcı veya iz ve eser olarak kabul edilebilir. Sırf failin başka bankalarda hesaplarının olup, yoğun bankacılık faaliyetlerinde bulunduğu gerekçesiyle suçun maddi unsurunun gerçekleşmediği ileri sürülemez. Suçun maddi unsurunun, yani terör örgütü ile iltisaklı veya irtibatlı veya tüm veya önemli ölçüde bankacılık faaliyetlerinin ve kazanç ile paranın terör örgütüne özgülenmiş bir bankaya yatırılması veya bu nitelikte bir bankada hesap açılması veya terör örgütü ile iltisaklı, irtibatlı ve bu özelliğin fail tarafından bilinen finans, factoring, leasing firmaları ile terör örgütüne destek olmak için ticari faaliyette bulunulması, bu firmaların ve dolayısıyla örgütün desteklenmesi, suçun maddi unsurunun gerçekleşmesi için yeterli olup, suçun varlığı için aranan manevi unsurun gerçekleşip gerçekleşmediği de tespit edilmek suretiyle sonuca varılmalıdır. Suçun manevi unsuru gerçekleşmemişse veya failin, fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımında bulunan maddi unsurları bilmediği tespit edilmişse, bu durumda kastı kaldıran/esaslı hata gündeme gelecek ve failde suç işleme kastının olmadığı sonucuna varılacaktır.
Terör örgütüne yardım suçu bakımından, suçun maddi unsuru ile manevi unsuru veya özel kast karıştırılmamalı, tespitlerin geçerli olgulara dayandığı tespit edilmeli ve yeterli inceleme sonucunda bir karara varılmalıdır.
Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki; Yargıtay tarafından benimsenmiş bu soyut kriterler, uygulamada kişilerin haksız yere cezalandırılmasına, yargılamaların Ceza Yargılaması Hukukunda benimsenmiş olan itham sistemine ters düşmesine ve ispat külfetinin suçlanan tarafa geçmesine neden olabilmektedir.
Soyut kriterler ve tespitler ile bunların sahaya ve somut olaya tatbiki, ilk bakışta kolay gibi gözükse de FETÖ/PDY gibi karmaşık ve örgüt kurma suçunun unsurları ile tam örtüşmeyen, faaliyet suçlarının tespiti yönünden zorluk yaşanan terör örgütünde esasen zor ve zahmetlidir.
Şöyle ki;
- Suç veya terör örgütü üyeliğinin unsurlarının birçok yargı kararında yer aldığı, özellikle FETÖ/PDY’den sonra bir yapının silahlı terör örgütü sayılması için aranan şartların değiştiği, kolaylaştığı, örgüt mensubunun faaliyet suçunun kolaylıkla tespit edilemediği,
- FETÖ/PDY’nin geleneksel bir yapılanma olmadığı, hiyerarşik yapıya dahil olma, faaliyet suçlarını işlemede kararlılık, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk içeren örgüt faaliyetlerinin zor olduğu, gizli haberleşme programlarının kullanılmasının örgüt üyeliği için yeterli görüldüğü,
- FETÖ/PDY, silahlı terör örgütü sayıldığından, bu örgütün yöneticisinin veya üyeleri ile örgüte üye olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek yardım edenlerin tespitinde somut olayın özellikleri ve toplanan delillere göre karar verildiği, ancak bu tespitin kolay olmadığı, örgüt üyeliğinin kabulünde tam bir kanuni ve vicdani kanaate ulaşılması gerektiği,
- Örgüte yardım suçunda asıl sorunun maddi unsurdan ziyade manevi unsurdan kaynaklandığı,
- Yargı kararlarında bazı tarihlerin milat kabul edildiği, fakat üyeliğin özellikleri, yardım eden kişinin niteliği ve yardımın türü dikkate alınarak, dava zamanaşımı yönünden mutlak ve ortak bir tarihin esas alınamayacağı, FETÖ/PDYye bakıldığında bu örgüt yapılanmasının 15 Temmuz 2016, 17/25 Aralık 2013 ve öncesinde kendilerini “Cemaat” ve “Hizmet Hareketi” olarak tanıtan ve tanınan bu yapının uzun süre önce kurulup geliştiğinde tereddüt bulunmadığı,
- Esasen hukuki gözüken veya hukukun boşluklarından yararlanan, “Cemaat” adı altında tüzel kişiliği bulunmayan, ancak okul, üniversite, banka, sigorta şirketi, dernek, vakıf, şirket olarak farklı tüzel kişiliklere sahip oldukları, bunların bir kısmının doğrudan illegal yapılanmaya bağlı olup, diğerlerinin ise irtibatlı olup, yardımlaşmada ve dayanışmada bulunduğu, bu süreçlere katılan kişilerin ise yapılanmanın illegal yönünü ve özellikle de “silahlı terör örgütü” özelliğini bilmedikleri,
- FETÖ/PDY’nin lideri ile üst kademe yöneticilerinin nihai amaçlarının belli olup, bu kapsamda suç işledikleri ve legal görünümlü birçok faaliyeti kendilerine sempati duyanlara ve kendileri ile birlikte hareket edenlere işlettikleri, birçok insanın kast kaldıran esaslı hataya düşürüldüğü,
- Bu nedenle; Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin kararlarında “örgüt için suç işlemeye hazır olma” saiki ile hareket edilmesine önem verildiği, esasen örgüt kurma, yönetme ve örgüte mensup olma suçlarının unsurunu tanımlayan TCK m.220 ve m.314’de özel kastın aranmadığı, hatta örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayıp da örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçunda da “örgütün amacına hizmet” adı ile özel kasta, yani saike önem verildiği, esasen TCK m.220/7’de tanımlanan bu suçun da yine üyelik gibi genel kastla işlenebileceği, fakat uygulamada yerleşik olarak bu suçlarda özel kastın arandığı,
- Uygulamada temel sorunun üyelikte süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk içeren faaliyetlerin tespiti ile faaliyet suçu işlemek için hazır bulunma kriterinin tespitinden kaynaklandığı, yine örgüte yardım suçunda da yapılanmanın silahlı terör örgütü olduğunu failin bilmesinde ve örgütün amacını gerçekleştirmek için yardımın gündeme geldiğinin tespitinde sorunlar yaşandığı,
- Kastı kaldıran hatayı düzenleyen TCK m.30/1 ile “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine yer veren CMK m.223/2-e ve m.223/5’in gözardı edilebildiği, bu müesseselerin tatbikinde “eşitlik” ve “farklı uygulama” sorunları yaşanabildiği görülmektedir.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin yukarıda yer verdiğimiz 30.09.2020 tarihli kararına göre örgüt üyesi;
Örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir veya talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tam bir teslimiyet duygusu ile yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için, somut olayda örgütle üye arasında organik bağ kurulması ve süreklilik[1], çeşitlilik ile yoğunluk içeren eylem ve faaliyetlerin varlığı aranmalıdır. Ancak bazı faaliyetler vardır ki, bunların niteliği, ağırlığı, sonuçları ve örgüte faydası önemli olup, bunlarda süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk kriterleri aranmaz. Örneğin, örgütün nihai amacına ulaşması için yapılması gerekli faaliyetlerde bulunulması veya bunlara iştirak edilmesi. Bu durumda da elbette suçun maddi unsurunun yanında manevi unsuruna, yani örgüt için suç işlemeye hazır olma kastına failin sahip olduğunun belirlenmesi gerekir.
Örgüte sempati duyulması, örgütün amacının, değerlerinin, fikirlerinin benimsenmesi, buna ilişkin kitapların okunup bulundurulması, örgütün liderine veya yöneticilerine saygı duyulması gibi faaliyet ve davranışlar, salt örgüt üyeliğinin kabulü için yeterli olmayıp, aynı şekilde sosyal münasebetler, örgütün amacı için yapılan sistematik toplantılar ve görüş alışverişlerinin dışında kalan toplantılar, bir araya gelmeler, seyahatler, örgüt üyeliği suçunun kabulü için yeterli değildir. Bununla birlikte; örgüt mensubiyetini gösteren özellikler, yani yalnızca örgüt üyesinin sahip olabildiği unsurlar, bu kapsamda örgütün gizli haberleşme yöntemini kullanan veya örgüte mensubiyeti gösteren izleri, eserleri ve belgeleri bilerek ve isteyerek taşıyan ve yanında bulunduran kişinin örgüt üyesi olduğunun kabulünde hukuki sakınca olmayacaktır. Yine örgüte süreklilik arz edecek şekilde üye ve sempatizan kazandıran, bu amaçla örgütsel toplantıları düzenleyen, örgüte katılmayı ve destek olmayı özendiren, sürekli şekilde örgüte maddi destekte bulunan, örgüte yöneticileri ile üyelerinin korunmasını sağlayan, bunları tekil değil çok sayıda gerçekleştirmek suretiyle örgüte ve amacına gönül veren kişilerin de örgüt üyesi olduğu sonucuna varılmalıdır.
Failin örgüte üye olma kastını taşıması gerekir. Üye olmak, hiyerarşik yapıya dahil olmak demektir. Örgüte giriş ve çıkış sıkı prosedüre bağlı olur ki, bunun tersi o yapının örgüt olmadığını, bir iştirak veya Türk Ceza Hukuku’nda henüz kabul edilmeyen “çete” olduğunu gösterir.
Yargıtay’a göre; örgüte üye olan kimse, bir suç veya terör örgütüne girerken, bu özelliğini bilmeli ve üye olma suçunda “suç işlemek amacı” saikinin varlığı failde tespit edilmelidir. Belirtmeliyiz ki uygulamada; FETÖ/PDY üyeliğinde önceden belirlenen belirli kriterlerin somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğine bakıldığı, bunların varlığının tespiti halinde, maddi unsura ilişkin “süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk” ile manevi unsura ait “suç işlemek amacı” saikine genel ifadelerle yer verildiği, bunların somutlaştırılmadığı, yani soyut kriterlerin somut olayda gerçekleştiğinin tespiti yerine, üyelik bakımından varlığı aranan belli hususların gerçekleşip gerçekleşmediğine bakılması ile yetinildiği görülmektedir.
Yargıtay’ın şüphelilerin FETÖ terör örgütünün bir mensubu olup olmadıklarının tespiti için incelediği Bank Asya, ByLock, HTS kayıtları, SGK kaydı, dernek veya vakıf üyeliği, sohbet toplantılarına katılma, himmet toplama, okul yönetiminde bulunma, üyelik iptali veya gazete ve dergilere abonelik, mesleklere göre mütevelli heyetinde olma ve benzeri diğer kriterlerin çoğu soyut nitelikte olup, suça konu olabilecek herhangi bir fiilin veya faaliyetin gerçekleştiğini kanıtlamaya yeterli olmayacakları gibi, bireylerin kastının tespitinde tek başına elverişli de olmayabilirler. Ancak bu tespiti tüm kriterler için yapmak doğru olmayacaktır. ByLock gizli haberleşme kaydının örgüt içi muhaberatta kullanıldığı kabul edildiğinden, bu programı cep telefonuna indirip kullananların örgüt üyesi sayıldıkları, ancak görüşme içerikleri belirlendiğinde veya failin bilerek ve isteyerek yüklemediği veya gizli haberleşme programının cep telefonuna başkası tarafından izinsiz ve habersiz yüklendiği veya program cep telefonunda bulunmadığı halde var gibi kabul edilmek suretiyle hataya düşüldüğü durumların bu kabulün dışında bırakıldığı, ceza sorumluluğunun oluşmasını sağlayan başka somut deliller olmadıkça hatalı veya kusur dışı ByLock iddiasından dolayı üyelik iddiasından faile ceza verilmeyeceği benimsenmelidir. Bu nedenle; Yargıtay’ın, silahlı terör örgütü üyeliği suçunda somut kriterler araması isabetli olup, sırf bazı soyut kriterlerin varlığı örgüt üyeliğinin kabulü için yeterli sayılmamalı, hiyerarşik yapıya dahil olma, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk içeren örgütsel faaliyetler ile failde özel kastın varlığı tespit edilmelidir.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin yukarıda yer verdiğimiz 30.09.2020 tarihli kararında örgüte yardım suçu şu şekilde tanımlanmıştır;
“Suç örgütünün tanımlanıp yaptırıma bağlandığı 5237 sayılı TCK’nın 220. maddesinin 7. fıkrasında yardım fiiline yer verilmiştir. ‘Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, örgüt üyesi olarak’ cezalandırılacağı belirtilmiş, anılan normun konuluş amacı, gerekçesinde; ‘örgüte hakim olan hiyerarşik ilişki içinde olmamakla beraber, örgütün amacına bilerek ve isteyerek hizmet eden kişi, örgüt üyesi olarak kabul edilerek cezalandırılır.’ şeklinde açıklanmış, 765 sayılı TCK’nın sistematiğinden tamamen farklı bir anlayışla düzenlenen maddede yardım etme fiilleri de örgüt üyeliği kapsamında değerlendirilerek, bağımsız bir şekilde örgüte yardım suçuna yer verilmemiştir.
Yardım fiilini işleyen failin örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmaması, yardımda bulunduğu örgütün TCK’nın 314. maddesi kapsamında silahlı terör örgütü olduğunu bilmesi, yardımın örgütün amacına hizmet eder nitelikte bulunması yardım ettiği kişinin örgüt yöneticisi ya da üyesi olması gereklidir. Yardımdan fiilen yararlanmak zorunlu değildir. Örgütün istifadesine sunulmuş olması ve üzerinde tasarruf imkanının bulunması suçun tamamlanması için yeterlidir.
Yardım fiilleri örgüte silah sağlama ve terörün finansmanı dışında tahdidi olarak sayılmamıştır. Her ne surette olursa olsun örgütün hareketlerini kolaylaştıran ve yaşantısını sürdürmeye yönelik eylemler yardım kapsamında görülebilir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 11.11.1991 tarih, Esas 9-242, Karar 305). Yardım teşkil eden hareketin başlı başına suç teşkil etmesi gerekmez. Yardım bir kez olabileceği gibi birden çok şekilde de gerçekleşebilir. Ancak yardım teşkil eden faaliyetlerde devamlılık, çeşitlilik veya yoğunluk var ise örgüt üyesi olarak da kabul edilebilecektir”.
Yargıtay bu kararında örgüte yardım suçuna ilişkin teorik açıklamaları yapmıştır. Örgüte yardım suçunda saik/özel kast arayan Yargıtay, yardım suçunun maddi unsuruna konu fiili icra eden failde örgütün amacına yardım etmeyi içeren bilme ve isteme iradesinin varlığını aramaktadır. Yardım suçunda özel değil genel, yani suç işleme kastının varlığına inandığımız halde, Yargıtay’ın yardım suçunda özel kastı aradığı bilinmektedir. Her ne kadar özel kast aransa da uygulamada, özel kastın varlığı ve diğer unsurlara ilişkin Yargıtay kararlarına atıflar yapıldığı, fakat somut olay bakımından bu unsurların gerçekleştiğine dair tespitlerin yapılmadığı veya şüpheli bırakıldığı görülebilmektedir.
Sosyal medya hesaplarının takibi, internette çıkan haberlerin okunup paylaşılması fiilleri, üyelik ve yardım suçları kapsamında değerlendirilmez. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu m.7/2’de tanımlanan terör örgütü propagandası için aranan unsurlar varsa, açıklamanın ve paylaşımın terör örgütü propagandası sayılması gündeme gelir. Propaganda suçu zaten üyelik suçunun içinde vardır, yani fail örgüte üye ise, propaganda da o suçun içinde kabul edilmelidir. Örgüte yardım suçu ise; sadece propagandanın olmadığı, üyesi olmadığı örgüte yol göstermek, amacına ulaşması ve faaliyet suçlarını işlemesi için destek niteliği taşımalıdır. Örgütün faaliyetlerini, cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermeye veya bunları övmeye veya bu yöntemlere başvurmaya teşvik edecek şekilde açıklamalar propaganda kapsamında değerlendirilmesi gerekirken, söz, açıklama ve sistematik paylaşımların örgüte desteğe dönüştüğü, TMK m.7/2’de sayılan seçimlik hareketleri aştığı yerde örgüte yardım suçu gündeme gelebilecektir.
Yukarı yer alan açıklamalar ışığında;
Örgüte üye olma suçunun oluşabilmesi için örgüt ile fail arasında organik bir bağ kurulması, altlık-üstlük ilişkisini gösteren hiyerarşiye dahil olma, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluğu gösteren eylem ve faaliyetlerin varlığı gereklidir.
Organik bağ, faili emir ve talimat almaya açık tutan, hiyerarşik konumunun tespit edilmesini sağlayan bir unsurdur.
FETÖ/PDY’de hiyerarşik ilişki gevşek değil güçlü olup, mensuplar arasında dikeyde ve yatayda sıkı bir disiplin ve işbirliği bulunmaktadır. Özellikle dini ve vicdani duyguların istismar edilmesi suretiyle verilen talimatların sorgulanmaksızın yerine getirildiği, bu kapsamda dini ve buna bağlı duygular kullanılarak, insanların hataya düşürüldüğü ve suçun maddi unsuru bakımından üye gibi gözükse de, manevi unsurda özel kastı ortadan kaldıran, TCK m.30/1’in tatbikini gerektiren hallerin olduğu bilinmektedir.
Silahlı terör örgütüne yardım suçunda; örgüte silah sağlama ve maddi destekte bulunma dışında örgüte, örgütün yöneticisine veya mensubuna bilerek ve isteyerek farklı şekillerde yardım edilmesi mümkündür. 6415 sayılı Terörizmin Finansmanın Önlenmesi Hakkında Kanunu’nun 3. ve 4. maddelerinde tanımlanan suç ve cezalar ile yardım suçunu birbirinden ayrı değerlendirmek ve burada “kanunilik” ilkesinden taviz vermemek gerekir. 6415 sayılı Kanunda tanımlanan terörizmin finansmanı suçunda özel kast aranması gerekirken, örgüte yardım suçunda özel kastın varlığına gerek olmadığını düşünmekteyiz ki, bu sonuca “kanunilik” ilkesi gereğince ilgili hükümlerin lafzından ulaşmaktayız.
Belirtmeliyiz ki, örgütün hareketlerini kolaylaştıran ve faaliyetlerini sürdürmeye destek olan fiiller, örgüte yardım kapsamında değerlendirilmelidir. Yardım niteliği taşıyan fiilin başlı başına suç teşkil etmesi aranmaz. Ancak örgüte yardım suçunun gerçekleşebilmesi için; fail, bir örgütün varlığını ve bu örgütün silahlı terör örgütü olduğunu bilmeli, örgütün amacına destek olması için yardım fiilini icra etmelidir ki, yardımın fail tarafından istenen sonuca ulaşmasına gerek bulunmamaktadır.
Örgüte yardım bir kez olabileceği gibi birden çok ve farklı şekillerde de gerçekleşebilir, ancak yardım teşkil eden faaliyetlerde süreklilik ve sistematiklik varsa, bu fiilleri icra edenlerin sorumluluğu yardım suçu olarak değil üyelik olarak nitelendirilecektir.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
-----------------
[1] Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 25.06.2020 tarihli, 2020/1585 E. ve 2020/3095 K. sayılı kararına göre; “Mütemadi Suç: Öğretide ekseriyetle kabul gören ve Dairemizce de benimsenen yerleşik yargısal kararlara göre, örgütü yönetmek ya da örgüte üye olmak suçları mütemadi (kesintisiz) suçlardandır. Yani fiilin icrası süreklilik arz eder. Bu suçlarda örgüt hiyerarşisine dahil olup faaliyetlere başlanmakla suç tamamlanmıştır. Ancak fiilin icrası devam ettiği müddetçe fiilin ifade ettiği haksızlık da süreceğinden suç işlenmeye devam edecektir. Failin kendi isteğiyle ya da irade dışı olarak örgütten ayrılması halinde suç bitmiş olacaktır. Mütemadi suçların tamamlanmasıyla bitmesi aynı anlamı taşımamaktadır”. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin bu yönde başka kararları mevcuttur. Bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 28.03.2019 tarihli, 2019/1 E. ve 2019/2097 K. sayılı kararı.