Ölüme Sebep Olan Tabii Afet mi, Yoksa İhmal mi?

Abone Ol

Bu yazımızda; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 07.11.2017 tarihli, 2017/860 E. ve 2017/454 K. sayılı kararı doğrultusunda, doğal afetin yıkıcı etkisinin kişilerin kusurları ile çoğaldığı hallerde, buna sebep olan kusurlu kişilerin ceza sorumluluğu, olası kast bilinçli taksir tartışması kapsamında değerlendirilecek ve bu değerlendirme üzerinden, 06.02.2023 tarihinde gerçekleşen Kahramanmaraş Depremleri sonucunda meydana gelen ölüm neticeleri bakımından bazı tespitlere yer verilecektir.

1. Karara Konu Olay (Artvin’de Gerçekleşen Sel Olayı)

Artvin ilinin Şavşat ilçesinde bulunan, Tigirat deresinde 15.07.2009 tarihinde gerçekleşen sel felaketinde, taşkın koruma inşaatı kapsamında yapılan bentleri ve koruma duvarı yıkılarak, dere suyu dere yatağından taştığı için 5 kişi hayatını kaybetmiş, 1 kişi yaralanmıştır. Yerel mahkeme bu olay hakkında yaptığı değerlendirmede, sanıkların basit/adi taksir ile öldürme ve yaralamadan; Yargıtay Ceza Dairesi olası kast ile öldürme ve yaralamadan; Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise bilinçli taksir ile öldürme ve yaralamadan sorumluluğunun doğduğuna karar vermiştir.

İnşaatı yapan şirketin, projede öngörülen işi bitirme tarihi 06.01.2010 olup, sel felaketinin gerçekleştiği anda, 13 adet ıslah sekisi (suyun debisini engelleyici yapı), 1015 metre taşkın koruma duvarı, 26 adet birit tamamlanmıştır (İşin tamamı: 14 adet ıslah sekisi, 1698 metre taşkın koruma duvarı, 69 adet birit inşasıdır). Sel sebebiyle 7. sekiden başlamak üzere aşağıya doğru 6, 5, 4, 3, 2 ve 1. sekiler ile taşkın koruma duvarının bir bölümü yıkılmıştır.

2. Yerel Mahkemenin Değerlendirmesi

Artvin Ağır Ceza Mahkemesi 29.10.2010 tarihli ve 16-75 sayılı kararında, (ihaleyi alan şirketin ortakları ve ayrı ayrı şirketi temsile yetkili müdür olan) sanıkların, adi/basit taksir kabulü ile birden fazla kişinin ölümüne ve bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına, 2 yıl süre ile meslek ve sanatlarını icradan yasaklanmalarına karar vermiştir.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 01.03.2013 tarihli ve 11165-4980 sayılı bozma kararı sonrasında yerel mahkemenin, 09.10.2013 tarihli ve 52-87 sayılı direnme kararında;

- Sanıkların suça konu taşkın koruma bentlerini; projede aranan C16/20 ve C20/25 sınıfı beton malzemesinin üçte birini kullanarak (kullanılan betonun beton olmaktan ziyade tarla duvarı yapımında kullanılabilecek nitelikte olduğu), sanıkların üzerlerine düşen, ihale sözleşmesinde ve şartnamesinde yer alan koşulları yerine getirmeyerek, kalitesiz malzemelerden, hatta odun parçası, dere alüvyonu, naylon poşet, toprak topakları, çakıl taneleri kullanmak suretiyle hatalı ve kusurlu davranarak inşa ettiği,

- Taşkın bentlerinin yapılış amacının, çevrenin taşkından korunması olduğu düşünüldüğünde, kalitesiz malzeme ile yapılan taşkın bentlerinin basınç dayanıklılık gücüne dayanamayacağının açık olduğu, bu sebeple sözkonusu taşkın bentlerinin projede öngörülen amaca hizmet etmediği,

- Taşkın bentlerinin olay tarihindeki yağış sebebiyle biriken suyun basıncı nedeniyle kolaylıkla yıkıldığı ve bentlerden biriken suyun sel felaketine yol açtığı,

- İlgili ihalenin, Tigirat deresi havzasında yer alan yerleşim yerlerinin ve arazilerin; dere taşkınlarından, suyun akış hızının fazla olması sebebiyle kıyı oyulmalarından ve yamaç göçmelerinden korunması amacıyla yapılacak inşaatı konu aldığı,

- Projenin hayata geçmesi ile yerleşim yerlerinin ve arazilerin dere taşkınlarından zarar görme riskinin azaltılmasının hedeflendiği, yapılacak ıslah sekileri ile dere yatağının durumunun iyileştirilmesi, dere yatağından daha fazla toprağın kaybolmasının engellenmesi ve yamaçların stabil hale gelmesinin amaçlandığı,

- Bu amaçla yapılan inşaat işinde nihai amacın insan hayatının tehlikelerden korunmasını sağlamak olduğu, sanıkların da bu amacı gerçekleştirmeye yönelik işi yapan kişiler olduklarının gözardı edilemeyeceği, insan hayatına yönelik inşaat yapan sanıkların insanların ölüm neticesini kabullendiklerinden bahsedilemeyeceği,

- Dolayısıyla sanıkların; ıslah sekilerini yaparken sekilerin yıkılması sonrası dere aşağısındaki yerleşim yerlerinin sular altında kalıp insanların ölmesi konusunda kayıtsız kalınarak ve ölürse ölsün düşüncesiyle hareket ettiklerinin, hareketlerinin hukuka aykırı bir netice meydana getirebileceğini öngördüklerinin, ölüm neticesini doğrudan istememekte iseler de, neticelerin gerçekleşip gerçekleşmemesi karşısında kayıtsız olduklarının, ne pahasına olursa olsun gerçekleşmesini istedikleri neticeye bağlı olarak gerçekleşmesi olası olan neticeleri de kabullendiklerinin, göze aldıklarının, neticeleri doğrudan istemiyorlarsa da, gerçekleşmesini de kabullendiklerinin söylenemeyeceği,

- Sanıkların olası kastla olursa olsun diyerek hareket etmek suretiyle hatalı ve hileli inşaat faaliyetlerine devam ettiklerinden söz etmenin mümkün olmadığı,

- Sanıkların öngörebilme olanak ve ödevinin varlığına rağmen fen ve sanat kurallarına aykırı, eksik ve hatalı imalatlar yapmak suretiyle taksirli hareket ettiği,

- Sanıkların fiilini olası/muhtemel kastla gerçekleştirdiklerinin kabulü halinde ölen kişi sayısınca ceza tayin edilmesinin, sanıkların fiiline nazaran çok ağır yaptırıma tabi tutulacağı, bu durumun fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmedileceği ilkesine uygun olmadığı,

Gerekçeleriyle sanıkların gerçekleştirdikleri fiilin basit/adi taksir ile öldürme ve yaralama olduğuna karar vermiştir.

3. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin Değerlendirmesi (01.03.2013 Tarihli ve 11165-4980 Sayılı Karar)

Dairenin oyçokluğu ile (Bir muhalif üye, yargılama konusu olayda sanıkların bilinçli taksir ile hareket ettiği gerekçesi ile karşı oy kullanmıştır.) verdiği kararın gerekçesinde;

- Sel felaketi sonucunda yıkılan 7 numaralı ıslah sekisinde dere alüvyonundan alınan çakıl ve blok boyutundaki malzemenin gerekenden fazla olduğu, blok boyutlarının oldukça büyük olduğu, hatta bu bentten basınç dayanıklılık testlerinin yapılması için gerekli karot numunelerinin dahi alınamadığı, bu bendin adeta alüvyon malzeme ile doldurulup üzerinin beton sıva ile kaplandığı,[1]

- Sanıklar tarafından projeye aykırı olarak dere yatağından alınan malzemeler ile hazırlanan betonun avuç içinde ovalamak ile kırılması kadar basınç dayanıklılığının düşük olduğu, dayanıklılığı bu seviyede olan beton ile yapılan bu tür inşaatların derenin taşması halinde suyun dinamik etkisine yeterli direnç gösterme kabiliyetlerinin bulunmadığı,

- Farklı zamanlarda beton dökümü yapılması sebebiyle beton kalitesinde süreksizliğin görüldüğü, bentlerin yapımında kullanılan betonun tarla duvarı yapımında dahi kullanılamayacağının durumun vahametini belirtmek açısından bilirkişi raporlarında örnekleme yolu ile açıklandığı,

- Betondaki hataların çok önemli miktarda olduğu ve düzeltilmesinin mümkün olmadığı, dere yatağının içinde bırakılan geçmişten kalma yapı kalıntılarının taşmaya neden olduğu, hafriyat kazısından çıkan malzemenin kontrol altına alınmayıp dereye bırakıldığı, yapıda projeden farklı uygulamalar bulunduğu,

- DSİ’nin dönem dönem yaptığı tahlil sonuçlarında bulunan değerlerin normal olduğu görülmüşse de, bentlerin yapımı aşamasında inşaat işinde çalışan müştekilerin; tahlil numunelerinin bentlerden değil, küçük kovalar halindeki harç birikimlerinden yüklenici tarafından alınıp laboratuvara gönderildiği, DSİ Bölge Müdürlüğünden numune alınmaya gelinmeden önce yüklenicilerin bundan haberdar olduğu, DSİ görevlilerinin numuneleri kendilerinin almadığı, yüklenicilerin verdikleri numuneleri aldıkları ve inşaatın hileli malzeme kullanılarak yapıldığı şeklinde beyanda bulundukları,

- Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından taşkın koruma amaçlı inşa edilen bentlerden alınan numunelerle ilgili yaptırılan araştırmalar sonucunda, beton numunelerinde bulunan değerlerin düşüklüğünün bu beyanları doğruladığı,

- Olaydan önce 20.06.2008 ve 11.07.2008 tarihlerinde idare tarafından yapılan kontrollerde betonun olması gerekenden daha iri kum ve çakıldan oluşan agrega malzemesi içerdiği tespit edilerek yüklenicinin yazılı olarak uyarıldığı, 17.04.2009 tarihinde şartnameye uygun yapılmaması sebebiyle bazı taşkın koruma duvarlarının idare tarafından yıktırılıp yüklenicilere yeniden yaptırıldığı,

- Projede öngörülen C20 sınıfı beton imalatının yüklenici tarafından yerine getirilmediği, DSİ’nin ihale aşamasında yaklaşık maliyeti KDV hariç 2.149.083,35 Lira belirlemesine rağmen yüklenici teklifinin 1.350.245,00 Lira olmasının aşırı düşük teklif niteliğinde kabul edildiği, idarenin hesapladığı maliyet bedeli ile teklif edilen bedel arasındaki farkın büyüklüğünün de tüm bunların nedenini ortaya koyduğu, yüklenici sanıklar tarafından hileli yapı malzemesinin kullanıldığı, kullanılmış kötü malzemeyi örtmek için sıva yapıldığı, üretilen betonda bir beton kütlesinde görülebilecek tüm olumsuzlukların bulunduğu, fen ve sanat kurallarına aykırı eksik ve hatalı imalatların yapıldığı,

- Bilirkişi raporlarındaki belirlemelere göre; sanıkların, yukarıda sayılan olumsuzluklara rağmen muhtemel tehlikeli neticeleri göze almak ve hatta kabullenmek suretiyle yapıları hatalı ve hileli olarak inşa ettikleri, idarece şartnameye uygun yapılmadığı tespit edilen taşkın koruma duvarlarının iki kez yıktırılmasına rağmen kullanılmış kötü malzemeyi örtmek için bentlere beton sıva yaparak idarenin denetimini engelledikleri, böyle bir olayda öngörülmek ile birlikte gerçekleşmeyeceği düşünülen ve istenmeyen bir neticeden bahsedilemeyeceği, bilinçli taksir unsurları aşılarak, bu şekildeki inşaatın projede öngörülen debiyi dahi aşmayan böyle bir taşkına sebep olabileceğini öngörmelerine rağmen olursa olsun düşüncesi ile hareket ederek hatalı ve hileli inşaat faaliyetlerine devam ettikleri,

Gerekçeleri ile sanıkların her bir öldürme neticesi bakımından olası kastla hareket ettiklerini ortaya koymaktadır.

4. Ceza Genel Kurulunun Değerlendirmesi

Kurulun yaptığı değerlendirme sonucunda, oyçokluğu ile verdiği kararda (İki Kurul üyesi yargılama konusu olayda sanıkların olası kastla hareket ettikleri gerekçesi ile karşı oy kullanmışlardır.);

- Bilirkişi raporunda; betonlarda projede öngörülen dayanıklılık kriterinin sağlanmadığı, bu derece düşük dayanıklılıkta beton elde etmek için herhangi bir uğraş vermenin bir anlamı bulunmadığı, hiçbir hesaplama yapılmaksızın karıştırılan kum, çakıl ve bir miktar çimentonun dahi bu değerden daha düşük dayanıklılığa sahip olmayacağı, bu seviyede dayanıklılığı düşük betonun tarla duvarı yapımında dahi kullanımının doğru olmadığının belirtildiği,

- Beton karot dayanıklılığının minimum değeri 16 Newton/milimetrekare olan C16/20 sınıfı betonun, yargılama konusu olayda, karot numuneler üzerinde belirlenen ortalama dayanıklılığının 9.14; minimum değeri 20 Newton/milimetrekare olan C20/25 sınıfı betonun ise, yargılama konusu olayda ortalama dayanıklılığının 7.60 Newton/milimetrekare olduğunun tespit edildiği,

- Betonun zemine yeterince gömülmesi ve topluk yapılması halinde C20/25 sınıf betonun bu tür taşkınlarda tahribata sebep olması ihtimalinin son derece düşük olduğu,

- Pazar yerindeki taşkın koruma duvarlarının derenin morfolojik yapısı dikkate alınmadan yapıldığı için dere yatağını daralttığı,

- Mahkemece yapılan keşif sonrası jeoloji mühendisi bilirkişi tarafından düzenlenen raporda; 7 numaralı bendin, projede öngörülen yerden 50 metre yukarıda inşa edildiği, bu nedenle bendin suyun enerjisini kırma ve azaltma konusunda eksik ve yetersiz kaldığı, aynı zamanda suyun aradaki mesafeyi enerjisini daha da artırarak kat etmesinden dolayı 7 numaralı koruma bendinin bir kısmını yıkarak, suyun akış yönündeki 6 adet sekinin de yıkılmasına sebep olduğunun düşünüldüğü, ancak asıl sorunun, bentlerin yapıldığı yerdeki taşıma gücü değerleri olmayıp betonarme değerleri olduğunun tespit edildiği,

- DSİ 26. Bölge Müdürlüğünce yapılan teknik inceleme sonucu düzenlenen raporda; beton basınç dayanıklılığının çok düşük değerde olduğu, yaklaşık 25 metreden döküm yapılarak betonun ayrışmaya uğratıldığı, malzemenin elenmediği ve yıkanmadığı, yıkılmayan 6 adet bendin mevcut halde hizmet veremez durumda oldukları, 13 numaralı bendin savak gövdesi altından projeye göre 1,5 metre olması gereken temel derinliğinin yaklaşık 0,3 metre derinlikte imal edildiği ve genel olarak temel derinliklerin projeye uygun yapılmadığının belirtildiği,

- Olaydan önce DSİ tarafından yapılan kontrollerde inşaatta kullanılan betonun projede öngörülen beton sınıflarına uygun olmadığının tespit edilip bu hususta sanığın ortağı ve yetkilisi olduğu şirketin yazılı olarak uyarıldığı,

- Katılanların, numunelerin bentler yerine daha fazla çimento kullanılan harçlardan alınıp incelemeye gönderildiğini beyan ettikleri,

- Sanığın ölüme veya yaralamaya neden olabileceğini öngörmesine rağmen, olay tarihindeki kadar şiddetli yağmur yağmayacağı ve bentlerin yıkılmayacağı düşüncesiyle hareket edip özellikle şansına güvenerek, öngördüğü ancak istemediği birden fazla kişinin ölümüne ve bir kişinin yaralanmasına neden olduğu,

Gerekçeleriyle sanığın (Diğer sanığın ölmesi sebebiyle hakkında düşme kararı verilebilmesi için hüküm bozularak, dosya ilk derece mahkemesine gönderilmiştir.), bilinçli taksir ile birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebep olduğu sonucuna varılmıştır.

5. Değerlendirmemiz

Esasen olası kast, bilinçli taksirin yoğunlaşmış hali olup, olası kastın kabulü halinde doğacak ceza sorumluluğunun ağırlığı olası kast bilinçli taksir tartışmasını gündeme getirmektedir, çünkü birden fazla ölüm ve/veya yaralama neticelerinin olası kast ile gerçekleştirildiğinin kabulü halinde, sanık hakkında, her bir mağdur bakımından ayrıca ceza verilecektir. Oysa fiilin bilinçli taksirle gerçekleştirildiğinin kabulü halinde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesinin 2. fıkrası gereğince tek bir ceza verilecektir.

Olası kast ile bilinçli taksirin ayırımını yapmakta kaynaklanan sorunlardan birisi, bu iki kurumun kapsamının Kanunda soyut olarak gösterilmesi olmakla birlikte, uygulamada yaşanan asıl sorunun, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, bilinçli taksir ile olası kast sorumluluklarının cezanın ağırlığı bakımından oldukça farklı sonuçlar doğurmasıdır. Bazı olaylarda bilinçli taksirin uygulanması gerekirken, verilen cezanın hakkaniyete ve hakimin vicdanına uymaması, yeterli görülmemesi sebebiyle olası kastın varlığı kabul edilmektedir. Bazı olaylarda ise tam tersine, olası kastın uygulanması gerekirken verilecek cezanın oldukça ağır olması sebebiyle bilinçli taksirin varlığı kabul edilmektedir.

Bu sorunun giderilmesi için kanaatimizce, olası kast sorumluluğunun ayrı bir manevi unsur türü olarak kabul edilmemesi, aslında bu manevi unsur türünün, failin gerçekleştirdiği neticenin ağırlığı ve kusurunun yoğunluğu dikkate alınarak bilinçli taksir kapsamında değerlendirilmesi, ancak bilinçli taksirin yoğunlaşmış hali olduğundan, faile verilecek cezanın daha ağır olması gerekmektedir.

Genel Kurul kararı değerlendirildiğinde sel felaketinin gerçekleştiği bölgenin Ülkemizin en fazla yağış alan bölgesinde yer aldığı, katılanların beyanında olayın yaşandığı bölgede 40 yıldır sel felaketinin yaşandığı, o bölgede sürekli yaşanan sel felaketi sebebiyle ihale konusunun da taşkının önlenmesine yönelik inşaat olduğu, bu durumda olayın gerçekleştiği bölgede yağmur yağması ve sel felaketinin gerçekleşmesinin öngörülebilir olmadığının kabul edilemeyeceği, bu konuda değerlendirmenin objektif olarak yapılmasının gerektiği, failin şansına güvenmesinin neticenin öngörülebilirliği bakımından önemsiz olduğu, sanığın inşaatını yaptığı işin sel ve taşkın sonucunda meydana gelebilecek hayati tehlikeleri önlemeye yönelik olduğu, subjektif olarak yapılacak değerlendirme ile, sanığın inşaatta kullandığı malzemelerin eksik olması, kalitesiz malzeme kullanması, bu kalitesizliğin son derece ağır olması, ihale şartnamesine aykırı davranması, idare tarafından uyarılmasına ve hatta yıkım yapılmasına rağmen, betonun dayanıklılığına dikkat edilmemesi ile kusur ve ihmalinde ısrar etmesi, yaşanan taşkının, projede koşulları öngörülen betonun gerekli dayanıklılığa sahip olması durumunda, bu tür yıkıcı etkisinin olmayacağının tespit edilmesi, betonun gömülü olması gereken derinliklerinin şartnameye uygun olmaması, betonun dökülme şeklinde hata yapılması, bu sebeple betonun iyi sıkışarak donmaması, yapılan denetimlerde verilen numunelerin sahadan değil, ayrıca elde edilen daha dayanıklı malzemelerden verilmesi, dere yatağının içinde bırakılan geçmişten kalma yapı kalıntılarının taşmaya neden olması, hafriyat kazısından çıkan malzemenin kontrol altına alınmayıp dereye bırakılması, failin soyut şansa dayalı güveninin bilinçli taksiri gündeme getirmeyeceği,

Hususları doğrultusunda; inşa edilen taşkın duvarlarının ve ıslah sekisinin dayanıklı olmadığı hususu, inşaatı yapan kişiler tarafından bilindiğinden, su seviyesinin yükselmesiyle, derenin dayanıklı olmayan taşkın duvarını yıkması ve yatağından çıkması ile yerleşim yerlerinde hayati tehlikenin meydana geleceği öngörülebilir neticeyi gündeme getirecektir. Bu durumda sanıkların adi/basit taksir ile hareket ettiğinin kabulü mümkün olmaz. Olası kast bilinçli taksir ayırımı bakımından ise, sanıkların yukarıda açıklanan kusurlarının ağırlığı gözönüne alındığında, öngördüğü neticenin istenmediğini ileri sürmek kabul edilemeyecektir. Failin, kusur ve ihmalinin ağır olduğu durumlarda, neticenin gerçekleşmesi konusunda kayıtsız kaldığı, neticenin gerçekleşmesini göze aldığı kabul edilmelidir. Fail o kadar ihmalkar ve kusurlu davranıyor ki, bu durumda neticenin gerçekleşmesini istemediği savunmasına itibar edilemeyecek, olası kast ile sorumluluğu gündeme gelecektir. İnceleme konusu olayda, sanıkların kusurlarının ağırlığı, öngörülen neticenin gerçekleşmemesine yönelik çaba sarf edilmediği gerekçesiyle sanıkların olası kastla öldürme ve yaralama suçlarından sorumlu olması gerekirdi.

Ayrıca belirtmeliyiz ki; karara da yansıyan, yargılama konusu olayda, sadece inşaat şirketinin sorumluluğu gündeme gelmeyecektir. Bizzat numune almadan, şirketin verdiği kovalar üzerinden denetim yapan idarenin, ihale bedelinin nerede ise yarısına ihale sözleşmesi yaparak, kalitesiz malzeme ile inşaat yapılmasına göz yumarak ihaleyi yapan kişilerin, projenin iyi etüt edilmeyerek ve derenin yapısına uygun yapılmayarak hazırlayan kişilerin de kusurları oranında yaşanan felaketten sorumlu olmaları gerekecektir.

Yukarıda yer alan fotoğraf, Kahramanmaraş ilimizin Onikişubat İlçesinde yer alan bir sitede, 2020 yılında yapılan 8 katlı bir binadan gönderilmiştir. Görüldüğü üzere, kolonun beton yerine taş doldurularak inşa edildiği anlaşılmaktadır.

İfade etmeliyiz ki; Kahramanmaraş ve diğer illerimizde gerçekleşen deprem felaketinin devamında yukarıda yer alan fotoğraf gibi, akıl ve mantığa sığmayan fotoğraflar karşımıza çıkmaktadır. Bu kadar açık kusur ve ihmalin bulunduğu, kalitesiz ve dayanıksız malzemenin kullanıldığı inşaatlarda meydana gelen ölüm neticelerinin olası kastla gerçekleştirildiği kabul edilmelidir. Failin neticenin gerçekleşmeyeceğine dair güveninin soyut, tamamen şansa dayalı olduğu bu gibi durumlarda, bilinçli taksirin varlığından bahsedilemez. Fail, neticenin gerçekleşmesi bakımından kayıtsızlıkla hareket etmekte, neticenin gerçekleşmesine göz yummaktadır. Bu sebeple, olası kast sorumluluğu gündeme gelmelidir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Alperen Gözükan

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

---------------

[1] Belirtmeliyiz ki; tartışma konusu olmasa bile, inşai faaliyette hileli hareketle kamu makamını aldatmaya yönelik icra hareketlerinin olduğu, ifa kabiliyetini taşıdığı durumda nitelikli dolandırıcılık suçunun gündeme geleceği, bunun yanında yine edimin ifasına fesat karıştırma suçunun da tartışılabileceği, ancak fikri içtima kapsamına giren bu durumun somut olayda tartışmaya açılmadığı, konunun sadece meydana gelen insan ölümleri ve bunun hukuki nitelendirmesi ile sınırlı tartışıldığı anlaşılmaktadır.