KARARLAR

Müsadere/Mülkiyetin Kamuya Geçirilmesi

Anayasa'nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.

Abone Ol

Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin bireyin çıkarları ile kamunun genel yararı arasında bulunması gereken adil dengeyi bozmaması gerekmektedir. Müsadere veya el koyma yoluyla yapılan müdahalenin ölçülülüğü; bir yandan takip edilen meşru amacın önemi ile başvurucuya yüklenen külfet diğer yandan da-müdahalenin doğası gereği- her somut olay bakımından başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışları dikkate alınarak değerlendirilmelidir.

Mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu gösteren makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda elkoyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir.

Müsadere dışındaki tedbirler hakkında Anayasa Mahkemesi kamu makamlarının kamu yararı bulunan hâllerde özel mülkiyette bulunan taşınmazların mülkiyetini tek taraflı bir iradeyle kamuya geçirmelerinin anayasal olarak mümkün olduğuna ancak başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında adil bir denge kurulabilmesi için zararının tazminat veya başka yollarla telafi edilmesi gerektiğine karar vermiştir.

İlgili Kararlar:

♦ (Kırca Mühendislik İnş.turz.tic. ve San. A.Ş., B. No: 2014/6241, 29/9/2016)  
♦ (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017)
♦ (Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/9/2017)
♦ (Mehmet Salih Baltaci, B. No: 2017/14768, 27/11/2019)
♦ (Hasan Dere, B. No: 2018/22595, 15/6/2021)
♦ (Güneygaz Lpg Dolum Tevzii Ticaret ve Sanayi A.Ş., B. No: 2018/31619, 19/10/2021)
♦ (Alexandra Liana ve diğerleri, B. No: 2018/20732, 13/1/2022)
♦ (Abdurrahman Baltacı, B. No: 2019/28582, 25/5/2022)
♦ (Filiz Freifrau Von Thermann ve diğerleri, B. No: 2019/14470, 20/12/2022)
♦ (Fisun Balıkçıoğlu, B. No: 2019/18367, 11/1/2023)
♦ (Bilgi Sever ve diğerleri, B. No: 2020/1325, 1/2/2023)
♦ (Mehmet Raşit Ergun, B. No: 2019/29881, 13/4/2023)

---

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HASAN DERE BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/22595)

 

Karar Tarihi: 15/6/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Hasan DERE

Vekili

:

Av. Levent UYSAL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kanuni bir dayanağı bulunmadan verilen müsadere kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 19/7/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Bireysel Başvuru Aşamasına Kadar Olan Süreç

8. A. Fabrikası önünde yasak yöntem olan trol ağları ile su ürünleri avcılığı yapıldığının tespit edilmesi üzerine Yalova İl Emniyet Müdürlüğü ekipleri olay mahalline gitmiş, tekneyi durdurmuş ve 20/2/2018 tarihli tutanağı tutmuştur. Söz konusu tutanakta; Aksa açıklarında hareket hâlinde bulunan ''NİHAT REİS'' isimli tekne ile trol tabir edilen yasak yöntemle su ürünleri avcılığı yapıldığının tespit edildiği belirtilmiştir. Tutanakta ilgili kolluk görevlilerinin yanı sıra tekne içinde bulunan beş balıkçının da imzası bulunmaktadır.

9. Yalova Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü, tekne sahibi başvurucu ve teknede bulunan beş balıkçı hakkında yasak yöntemle balık avlama eylemi nedeniyle 23/2/2018 tarihinde İdari Yaptırım Tutanakları düzenlemiştir. İlgili tutanaklarda tekne sahibi başvurucu hakkında 21.000 TL, diğer tayfaların her biri hakkında ise ayrı ayrı 8.000 TL idari para cezası uygulanmıştır.

10. İdari yaptırım kararından sonra 2/3/2018 tarihli ikinci bir tutanak ile tekne üçüncü kişiye yediemin sıfatıyla teslim edilmiştir.

11. Yalova Valiliği 9/3/2018 tarihli üst yazı ile teknede el konulan su ürünlerinin ve teknenin müsaderesine karar verilmesi istemiyle kolluk tarafından tutulan belgeleri Yalova Sulh Ceza Hâkimliğine göndermiştir.

12. Yalova 1. Sulh Ceza Hâkimliği yasak olan trol avcılığında kullanıldığı gerekçesiyle 8/5/2018 tarihinde, ''NİHAT REİS'' isimli balıkçı teknesinde bulunan su ürünleri ile teknenin 22/3/1971 tarihli ve 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu'nun 24. maddesinin (a) bendi ile 36. maddesinin (i) bendi ve 4/12/2004 tarihli 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 259. maddesi uyarınca müsaderesine itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir.

13. Başvurucu 23/5/2018 ve 30/5/2018 tarihli dilekçelerle müsadere kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçelerinde başvurucu; müsadere kararına konu su ürünleri ve balıkçı teknesi ile ilgili olarak 1380 sayılı Kanun'da mülkiyetin kamuya geçirilmesi uygulamasının düzenlenmediğini, 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesine göre müsaderenin hukuken mümkün olmadığını ve Yargıtay içtihatları ile emsal mahkeme ilamları gereğince de müsadere kararının kaldırılması gerektiğini belirtmiştir.

14. İtirazları inceleyen Bursa 3. Sulh Ceza Hâkimliği 5/6/2018 tarihinde itirazların ayrı ayrı reddine kesin olarak karar vermiştir.

15. Nihai karar 20/6/2018 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir.

16. Başvurucu vekili 25/6/2018 tarihinde kanun yararına bozma yoluna gidilmesini talep etmiştir.

17. Başvurucu 19/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Bireysel Başvuru Sonrası Yargılama Süreci

18. Başvurucunun kanun yararına bozma yoluna gidilmesi istemini değerlendiren Bakanlık 14/11/2018 tarihli yazısı ile kanun yararına bozma talebinde bulunmuştur.

19. Yargıtay 19. Ceza Dairesi (Daire) 9/5/2019 tarihinde kanun yararına bozma talebini yerinde görerek ilk derece mahkemesi kararını bozmuş ve teknenin -sahibi olan- başvurucuya iadesine karar vermiştir. Daire anılan kararında idari yaptırım kararına dayanak teşkil eden kanun hükmünün 31/12/2008 tarihinden sonra yürürlükten kalktığına işaret etmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

20. İlgili hukuk için bkz. Mustafa Teke, B. No: 2016/12039, 9/5/2019, §§ 19-25.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 15/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu, kendisine isnat edilen eylemin kabahat niteliğinde olup bunun için öngörülen yaptırımın idari para cezasından ibaret olduğunu ve balık avcılığında kullanmış olduğu teknenin müsaderesine karar verilmesinin kanuni bir dayanağının bulunmadığını iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca müsadere kararı ile birlikte devletin mülkiyetine geçmesi sonucunda teknenin açık artırma ile satışının mümkün hâle geldiğini belirterek adil yargılanma hakkı, mülkiyet hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkı yanında adil yargılanma hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmişse de iddialarının özünü teknesinin müsadere edilerek tasarruf yetkisinin engellenmesi oluşturduğundan şikâyetlerinin bir bütün olarak mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

25. Somut olayda müsadere kararı verilen balıkçı teknesinin İstanbul Limanı'nda başvurucu adına kayıtlı olduğu ve ekonomik bir değer ifade ettiği dikkate alındığında başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğunda tereddüt bulunmamaktadır (benzer yöndeki karar için bkz. Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 41-53).

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

26. Anayasa Mahkemesi daha önce müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yönündeki tedbirlerin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiş ve mülkten yoksun bırakma sonucuna yol açsa dahi niteliğini ve amacını gözeterek müdahaleleri mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiştir (Bekir Yazıcı, § 57; Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 67-70; Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 62-67; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 58-62).

27. Somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucuya ait balıkçı teknesine yasak avcılıkta kullanıldığı gerekçesiyle el konularak teknenin mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açık olup şahıslara ait avcılık araç ve gereçlerinin yasak avcılıkta kullanılmasını önlemeyi amaçlayan müdahalenin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

28. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

29. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkelerin düzenlendiği Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

i. Genel İlkeler

30. Genel ilkeler için bkz. Mustafa Teke, § 35.

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

31. Somut olayda başvurucu bağlama limanında adına kayıtlı bulunan tekne ile balık avcılığı yaparken yasak yöntemler kullandığının tespiti üzerine idari yaptırıma tabi tutulmuş ve 1380 sayılı Kanun'un 36. maddesinin (i) bendi gerekçe gösterilerek söz konusu teknenin müsaderesine karar verilmiştir. Ancak kanun yararına bozma neticesinde Yargıtayca müsaderenin kanuni bir dayanağının bulunmadığı belirtilerek teknenin iadesi sağlanmıştır.

32. Anayasa Mahkemesi somut olay bağlamında Yargıtay Dairesinin görüşünden (bkz. § 19) ayrılmayı gerektiren bir durumun söz konusu olmadığını tespit etmiştir. Buna göre başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunmadığı açıktır.

33. Bununla birlikte ihlalin bütün sonuçlarıyla giderilip giderilmediği belirlenmelidir. Teknesinin iadesine karar verilmesi başvurucunun mağduriyetini kısmi olarak gidermiş durumdadır. Ancak başvurucu ayrıca fiilî elkoyma ve müsadere nedeniyle uğradığı zararın da giderilmesini talep etmektedir. Olayda başvurucunun teknesine fiilen 20/2/2018 tarihinde el konulmuş, daha sonra 8/5/2018 tarihinde müsadere kararı verilmiş, nihayet ancak Yargıtay Dairesinin 9/5/2019 tarihli kararıyla iade yönünde hüküm tesis edilmiştir. Dolayısıyla kanuni bir dayanağı olmadan uygulandığı anlaşılan elkoyma ve müsadere sürecinin yaklaşık 1 yıl 2 ay devam ettiği görülmektedir. Bu sürenin ise makul olmadığı açıktır. Bu itibarla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan ve kanuni dayanağı bulunmayan müdahalenin yol açtığı zararları giderebilecek bir hukuk yolu mevcut olmayıp zararları da karşılanmadığından başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla müdahale, kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasındaki adil dengeyi bozmuş olup ölçüsüzdür.

34. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

35. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

36. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

37. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).

38. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

39. Anayasa Mahkemesi, kanuni bir dayanağı bulunmadan başvurucuya ait teknenin müsaderesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda ihlalin yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

40. Başvuru konusu olayda bireysel başvuru aşamasında teknenin iadesine karar verilmiştir. Bununla birlikte eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için başvurucunun zararlarının da karşılanması gerekmektedir. Başvurucu maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Buna göre mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek manevi zararları karşılığında başvurucuya net 8.100 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

41. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

42. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 8.100 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜNEYGAZ LPG DOLUM TEVZİİ TİCARET VE SANAYİ A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/31619)

 

Karar Tarihi: 19/10/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

M.Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Güneygaz LPG Dolum Tevzii Ticaret ve Sanayi A.Ş.

Vekili

:

Av. Ahmet KİRKİL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, akaryakıt istasyonunda yapılan denetimler sonucu teknik düzenlemelere uygun olmadığı tespit edilen sıvılaştırılmış petrol gazının değeri kadar paranın müsaderesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 31/10/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuruya Konu Uyuşmazlığın Arka Planı

8. Başvurucu, Karapınar Mahallesi Karapınar Caddesi No: 271 Merkez/Adıyaman adresinde dağıtıcı lisansı ile depolama tesisi işleten bir şirkettir.

9. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından yapılan denetimler kapsamında 25/8/2015 tarihinde başvurucu Şirkete ait tesisten petrol gazı (LGP) numunesi alınarak analiz için Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Petrol Araştırma Merkezine gönderilmiştir.

10. ODTÜ Petrol Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen analiz raporunda, alınan numunenin teknik düzenlemelere aykırı nitelik taşıdığı belirtilmiştir. Bunun üzerine Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (Kurul) tarafından 10/3/2016 tarihinde başvurucunun savunmasının alınmasına karar verilmiştir. Başvurucunun savunması ve Denetim Daire Başkanlığının görüşlerini değerlendiren Kurul 2/3/2005 tarihli ve 5307 sayılı Kanun'un 16. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinin (4) numaralı altı bendi uyarınca 8/6/2017 ve 8/3/2018 tarihlerinde başvurucu hakkında ayrı ayrı 419.205 TL tutarlarında idari para cezası uygulanmasına karar vermiştir. Kurul ayrıca 5307 sayılı Kanun'un 17. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca denetim tarihi itibarıyla numune alınan tankta bulunan ürün miktarı esas alınarak müsadere işlemlerinin başlatılmasına karar vermiştir.

B. İdari Dava Süreci

11. Başvurucu, hakkında tesis edilen idari para cezasının kesilmesi işlemlerine karşı sırasıyla farklı tarihlerde Ankara 17. ve 18. İdare Mahkemelerinde iptal davaları açmıştır.

12. Ankara 17. İdare Mahkemesi 28/11/2018 tarihli kararıyla, depolama tesisinden alınan LPG numunelerine ilişkin düzenlenen analiz raporlarında başvurucunun teknik düzenlemelere aykırı LPG ikmalinde bulunduğunun sabit olduğu gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir.

13. Ankara 18. İdare Mahkemesi de 27/3/2019 tarihli kararıyla, dava konusu idari para cezasının mükerreren verildiği anlaşılmakla dava konusu Kurul kararının başvurucunun hukukunu etkileyen, tek başına sonuç doğuran, bu hâliyle de iptal davasına konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem olduğunu belirtmiş ancak Ankara 17. İdare MahkemesininE.2017/2675 sayılı esasına kayıtlı dava ile bu davanın tarafları, konusu ve sebebinin aynı olduğu anlaşıldığından sonradan açılan davanın esasının derdestlik nedeniyle incelenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine hükmetmiştir.

14. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre başvuru tarihi itibarıyla söz konusu davalar istinaf aşamasında olup bireysel başvurunun incelenmesi tarihi itibarıyla derdesttir.

C. Müsadere Süreci

15. EPDK 25/8/2015 tarihli numune alma tutanağında belirtilen LPG'nin değeri kadar paranın başvurucudan müsadere edilmesi istemiyle 27/3/2018 tarihinde Adıyaman Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) başvuruda bulunmuştur. Dilekçede EPDK, yapılan laboratuvar analizlerine göre numunesi alınan LPG'nin teknik kriterlere aykırı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca -muhafaza altına alınmadığından- mevcut olmadığı için ürünün değeri kadar paranın müsaderesi gerektiğini ifade etmiştir.

16. Hâkimlik, numune alma tutanağındaki müsadere konusu edilen LPG'nin parasal değerinin tespiti için Adıyaman Valiliği Sanayi ve Teknoloji İl Müdürlüğüne (Müdürlük) müzekkere yazmıştır. Müdürlük 10/7/2018 tarihli yazısı ekinde Hâkimliğe gönderdiği yazıda LPG'nin parasal değerinin 14.910,28 TL olduğunu bildirmiştir.

17. Hâkimlik 1/8/2018 tarihli kararıyla davanın kabulüne, 25/8/2015 tarihli numune alma tutanağındaki 11.000 kg LPG'nin parasal değeri olan 14.910,28 TL'nin müsaderesine karar vermiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:

i. 5307 sayılı Kanun'un 4. maddesinin dördüncü fıkrasının (ğ) bendinde söz konusu Kanun'a göre faaliyette bulunanların piyasa faaliyetlerinde teknik düzenlemelere uygun LPG sağlamak ile yükümlü olduğu, yine aynı Kanun'un 17. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise teknik düzenlemelere uygun olmayan LPG ile piyasa faaliyetinde bulunan lisans sahiplerinin lisansının iptal edileceği ve teknik düzenlemelere uygun olmayan LPG'nin mahkeme kararı ile müsadere edileceği belirtilmiştir.

ii. LPG'yi ikmal eden kişi ve firmalar zararı tazmin etmekle yükümlü olup 5/6/2007 tarihli ve 26543 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasasında Uygulanacak Teknik Düzenlemeler Hakkında Yönetmelik'in 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre piyasaya arz olunacak LPG'nin sırasıyla TS, EN veya ISO standartlarına uygun olması zorunluluk arz etmektedir.

iii. 10/5/2006 tarihli ve 26164 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasasında Yapılacak Denetimler ile Ön Araştırma ve Soruşturmalarda Takip Edilecek Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) 15. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre test ve analiz sonuçlarının ilgili teknik düzenlemeye aykırı çıkması ve lisans sahibinin olaya ilişkin olarak yapacağı savunmasının kurulca yetersiz görülmesi hâlinde, geçici mühürleme yapılarak kanun uyarınca mahkemeden müsadere kararı alınmasını teminen kurumca ilgili mahkemeye başvuruda bulunulabilecektir.

iv. Numune alınmasından müsadere kararının verilmesine kadar geçecek süre zarfında numune alınan ürünün ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkânsız kılınması hâlinde ilgili mahkemeden numune alma tutanağında belirtilen ürün miktarının değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilmesi talep edilebilecektir. Nitekim bu durum 5307 sayılı Kanun'un 16. ve 17. maddelerinde öngörülen idari para cezası ve/veya idari yaptırımların uygulanmasına engel teşkil etmeyecektir.

18. Başvurucu, karara itiraz etmiş; Şanlıurfa 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/9/2018 tarihli kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir.

19. Nihai karar başvurucu vekiline 2/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucu 31/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

21. İlgili hukuk için bkz. Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/9/2017, §§ 27-34.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Anayasa Mahkemesinin 19/10/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

23. Başvurucu, mülkiyet hakkına müdahalenin kanuni bir dayanağı bulunması gerekirken müsadere kararının tek başına yönetmelik hükümlerine dayandırılmış olmasından yakınmaktadır. Başvurucu, idari para cezasının iptali için açılan dava akabinde EPDK tarafından şahsına gönderilen yazıda şahit numunenin yeniden analiz ettirilmesi hususunun bildirildiğini belirtmektedir. Başvurucu, söz konusu yazı gereğince alınan Türk Akreditasyon Kurumunun 27/12/2017 tarihli raporu ile numunenin test edilen özelliklerinin TS 2178 kriterlerine uygun olduğunun tespit edildiğini, LPG'nin tüm teknik verilere uygun olduğunu ifade etmektedir. Başvurucu ayrıca numune alınan LPG'nin Türkiye Petrol Rafinerilerinden (TÜPRAŞ) alınan faturalı ürün olduğunu da iddia etmektedir. Başvurucuya göre tüm bu hususlar değerlendirilmeden ve gerekçeli kararda tartışılmadan müsadere kararı verilmesi hukuka aykırıdır. Başvurucu, sonuç olarak bu gerekçelerle Anayasa'nın 13., 35., 36. ve 38. maddelerinde düzenlenen ilke ve hakların ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

B. Değerlendirme

24. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, Anayasa'nın 13., 36. ve 38. maddelerinde düzenlenen ilke ve hakların da ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyetlerinin özü; sahibi olduğunu belirttiği LPG'nin kaim değerinin müsaderesi hakkındadır. Dolayısıyla şikâyetin konusu başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye ilişkin olduğundan başvurucunun bütün şikâyetlerinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

27. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31). Somut olayda başvuruya konu müsadere edilen LPG'nin kaim değeri olan para tutarı başvurucunun mal varlığına dâhil olduğundan bunun mülk teşkil ettiği kuşkusuzdur.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

28. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

29. Somut olayda teknik düzenlemelere aykırı olduğu gerekçesiyle başvurucunun sahibi olduğu depolama istasyonunda numune alınan tanktaki LPG'nin değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilmiştir. Buna göre müsadere yoluyla başvurucunun mülkünden yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur. Müdahalenin türünün ise yol açtığı sonuçlar yanında ayrıca amacı da gözetilerek belirlenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla esas itibarıyla mülkün toplum yararına aykırı olarak kullanılmasının önlenmesi kontrol edilerek düzenlendiğine göre başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir (konu ile ilgili çok sayıdaki karar arasından bkz. Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 54-58; Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 42-48).

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

i. Genel İlkeler

30. Genel ilkeler için bkz. Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 52-59.

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

31. Başvuru konusu olayda başvurucunun akaryakıt istasyonunda EPDK tarafından yapılan denetimler kapsamında 25/8/2015 tarihinde akaryakıttan numune alınmıştır. Alınan numunenin laboratuvarda yapılan analizleri sonucu teknik düzenlemelere aykırı olduğu saptanmıştır. Başvurucu öncelikle Türk Akreditasyon Kurumunun raporu ile numunenin test edilen özelliklerinin TS 2178 kriterlerine uygun olduğunun tespit edildiğini, LPG'nin tüm teknik verilere uygun olduğunu ve numune alınan LPG'nin TÜPRAŞ'tan alınan faturalı ürün olduğunu ifade etmiş ve bu hususların Hâkimlikçe gözardı edilerek müsadere kararı verildiğini belirtmiştir. Ancak bireysel başvuru bakımından Anayasa Mahkemesinin görevi başvuruya konu olguların ceza hukuku veya idare hukuku anlamında bir değerlendirmesini yapmak değildir.

32. Başvurucu bunların yanında müsadere kararının hukuka aykırı olduğunu da ileri sürmektedir. Anayasa Mahkemesinin hukuk kurallarının uygulanmasına yönelik şikâyetler bakımından görevi sınırlı olup Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren durumlar dışında derece mahkemelerinin hukuk kurallarını uygulama ve yorumlama bakımından takdir yetkisine karışamaz. Ancak yukarıda da değinildiği üzere somut olayda müsadere yoluyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin mevcut olduğu kuşkusuzdur (bkz. § 29). Mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin ise Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerinde öngörülen koşullara uygun olması zorunludur. Bunun için ise öncelikle müdahalenin belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanuni temelinin bulunması gerekmektedir. Diğer bir deyişle somut başvuru bakımından Anayasa Mahkemesi, öncelikle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden müsadere tedbirinin belirtilen şekilde kanuni bir dayanağının olup olmadığını tespit etmek durumundadır.

33. Anayasa Mahkemesi Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti. kararında benzer iddiayı incelemiştir. Anılan kararda müsadere kararının dayanağı olan 5307 sayılı Kanun'un 17. maddesinde yalnızca LPG'nin müsadere edileceği belirtilmekle birlikte mahkemesince ayrıca ilgili Kanun'un 54. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ürünün kaim değerinin de müsaderesinin mümkün olduğunun kabul edildiği hususuna işaret edilmiştir. Kararda ayrıca26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile suçlar ve karşılığı ceza ve güvenlik tedbirlerinin türlerinin düzenlendiği, 30/3/2015 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ile de "karşılığında idarî yaptırım uygulanmasının öngörüldüğü haksızlık" olarak nitelendirilen kabahatler ve idari yaptırımların hükme bağlandığı hatırlatılmıştır. Anayasa Mahkemesinin tespitine göre 5326 sayılı Kanun'un 18. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, kabahatin konusunu oluşturan veya işlenmesi suretiyle elde edilen eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine yalnız kanunda açık hüküm bulunan hâllerde karar verilebileceği düzenlenmiştir. Aynı maddenin (6) numaralı fıkrasına göre kaim değerinin mülkiyetinin kamuya geçirilmesine de karar verilebilir. Dolayısıyla 1/6/2005 tarihinden sonra suçlar için müsadere hükümleri, kabahatler için ise mülkiyetin kamuya geçirilmesi hükümleri uygulanmaktadır. Ayrıca 5307 sayılı Kanun'da teknik düzenlemelere uygun LPG bulundurmama fiilî bir suç olarak düzenlenmemiş, anılan fıkrada -üç defa işlenmesi koşuluyla- lisans iptali yaptırımını gerektiren idari bir kabahat olarak tanzim edilmiştir (Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 64-67).

34. Anayasa Mahkemesinin mezkûr kararında sonuç olarak 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesi, 5237 sayılı Kanun'un 2. ve 5. maddeleri ile konuya ilişkin Yargıtay içtihatları birlikte dikkate alınmış ve başvuruya konu olayda teknik düzenlemelere aykırı olduğu gerekçesiyle LPG'nin kaim bedelinin müsaderesinin açık, belirli ve öngörülebilir bir kanun hükmüne dayanmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesine göre bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına müsadere yoluyla yapılan müdahale Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerinde öngörülen kanunilik ilkesini ihlal etmiştir (Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., § 76).

35. Somut olayda LPG'nin değil kaim bedelinin müsaderesine karar verilmiştir. 5307 sayılı Kanun'un 17. maddesinin ikinci fıkrasında ise yalnızca LPG'nin müsadere edileceği açık olarak belirtilmiş olup bu düzenlemede ürünün kaim değerinin müsaderesine ilişkin kurala yer verilmemiştir. Sulh Ceza Hâkimliği ise LPG'nin kaim bedelinin müsadere edilebileceği sonucuna varmıştır. Ancak konuya ilişkin 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre yalnızca aynı maddenin birinci fıkrasında sayılan "kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan" veya "suçun işlenmesine tahsis edilen" ya da "suçtan meydana gelen eşyanın" kaim değerinin müsaderesine imkân tanınmıştır. Bu durumda bir suç olarak düzenlenmediği açık olan teknik düzenlemelere aykırı LPG bulundurma fiili yönünden LPG'nin kaim değerinin müsaderesine ilişkin açık, belirli ve öngörülebilir bir kanun hükmünün bulunduğu söylenemez.

36. Müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı tespit edildiğinden Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerinde öngörülen diğer unsurlar olan meşru amaç ve ölçülülük kriterlerine riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Sonuç olarak mevcut başvuruda Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti. kararında ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmayıp başvurucunun mülkiyet hakkına müsadere yoluyla yapılan müdahalenin Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerinde öngörülen kanunilik ilkesini ihlal ettiği kanaatine varılmıştır.

37. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

39. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesi taleplerinde bulunmuş olup tazminat talebinde bulunmamıştır.

40. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

41. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

42. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

43. Anayasa Mahkemesi, başvurucuya ait akaryakıt istasyonunda yapılan denetimler sonucu teknik düzenlemelere uygun olmadığı tespit edilen sıvılaştırılmış petrol gazının değeri kadar paranın müsaderesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

44. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Adıyaman Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

45. Dosyalardaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adıyaman Sulh Ceza Hâkimliğine (2018/2044 D. İş) GÖNDERİLMESİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına ve ilgisi nedeniyle Enerji Piyasası Düzenleme Kurumuna GÖNDERİLMESİNE 19/10/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALEXANDRA LIANA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/20732)

 

Karar Tarihi: 13/1/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 1/3/2022-31765

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Alexandra LIANA

 

 

2. Benjamin Schaller STEINER

 

 

3. Eric IRVING STEINER

 

 

4. Natalia STEINER HERCOT

 

 

5. Steiner Gayrimenkul Yatırım ve Danışmanlık Ltd. Şti.

Başvurucular Vekili

:

Av. Ramazan ARSLAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, özel kolleksiyona kayıtlı olan taşınmaz kültür varlıklarının bedelsiz olarak müzeye tesliminin istenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 4/7/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Gerçek kişi olan başvurucular 2007 yılında ölen Y.E.S.nin çocukları ve mirasçılarıdır. Başvurucuların beyanına göre Y.E.S. nin Türk ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) vatandaşlığı bulunmaktadır. Gerçek kişi olan başvurucular Alexandra Liana Avusturya vatandaşı, Benjamin Schaller Steiner ABD vatandaşı, Eric Irving Steiner ABD vatandaşı ve Natalia Steiner Hercot Fransız vatandaşıdır. Beşinci başvurucu ise murislerinden kalan kültür varlıklarıyla koleksiyonculuk faaliyetinde bulunmak üzere gerçek kişi başvurucular tarafından kurulan bir tüzel kişiliktir.

A. Olayın Arka Planı

9. Y.E.S., Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürlüğünde (Müdürlük) kayıtlı bir kültür varlığı koleksiyoncusudur. Y.E.S.nin koleksiyonuna kayıtlı 300'ün üzerinde kültür varlığı bulunmaktadır. Başvurucuların beyanına göre Y.E.S. 1990 yılında kendisi de koleksiyoncu olan Y.D.den kültür varlığı niteliğinde bir taşınmaz satın almış ve bu taşınmazda koleksiyonculuk faaliyetine başlamıştır. Başvurucuların beyanına göre Y.E.S. içindeki yedi parça kültür varlığıyla birlikte evi satın almıştır. Y.E.S.nin koleksiyonuna hiçbir zaman kaydedilmeyen söz konusu yedi parça kültür varlığı evin duvarlarında süs unsuru olarak monteli bulunmaktadır. Y.D. de başvuru dosyasından anlaşılamayan bir tarihte ölmüştür. Ayrıca anılan evde Y.E.S.nin koleksiyonuna kayıtlı bulunmayan iki kültür varlığı daha bulunmaktadır.

10. Y.E.S.nin ölümünden sonra hiçbiri Türk vatandaşı olmayan gerçek kişi başvurucular, Steiner Gayrimenkul Yatırım ve Danışmanlık Limitet Şirketini (beşinci başvurucu) kurmuştur. Şirket 19/2/2014 tarihinde koleksiyon izin belgesi alarak Müdürlük gözetiminde koleksiyonculuk faaliyetine başlamıştır. Y.E.S.nin koleksiyonuna kayıtlı tüm kültür varlıkları Şirketin koleksiyonuna aktarılmıştır.

11. 27/1/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na 4/2/2009 tarihli ve 5835 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle eklenen geçici 8. maddeyle 11/3/2005 tarihinden önce bir şekilde koleksiyoncular tarafından edinilmiş ve bağlı bulunduğu müzedeki envanter defterine kaydı yaptırılmış taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyoncular arasında hiçbir surette değiştirilemeyeceği ve satılamayacağı hükme bağlanmış, bu taşınmaz kültür varlıklarından müze ve ören yerlerindeki eserlerin bütünleyicisi olduğu tespit edilen parçalar ile müze koleksiyonlarını tamamlar nitelikte olanları Kültür ve Turizm Bakanlığının bedelsiz olarak alma hakkının saklı olduğu belirtilmiştir.

12. Müdürlük 20/8/2010 tarihli işlemle Y.E.S.nin koleksiyonuna kayıtlı eserlerin veraset davası sonuçlanıncaya kadar yediemin olarak Müze Müdürlüğüne teslim edilmesini gerçek kişi başvuruculara ihtar etmiştir. Başvurucular bu işleme karşı Muğla 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme 23/12/2011 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, murisin Avusturya (Başvuru formunda ABD olarak belirtilmiştir.) mirasçıların ise üç farklı ülke vatandaşı olması sebebiyle veraset ilamı alınmasının gecikebileceği belirtilmiş ve bu nedenle devlet malı niteliğindeki taşınır kültür varlıklarının yediemin olarak Müdürlüğe tesliminin hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Karar, Danıştay Ondördüncü Dairesinin (Daire) 18/3/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi ise Dairenin 26/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

13. Müdürlük 6/4/2011 tarihli işlemle Y.E.S.nin Y.D.den satın aldığı yedi kültür varlığının on beş gün için bulunduğu yerden sökülerek Müdürlüğe getirilmesini ihtar etmiştir. Gerçek kişi başvurucular bu işleme karşı Muğla 2. İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Muğla 2. İdare Mahkemesi 13/12/2011 tarihli kararıyla davayı incelemeksizin reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, dava konusu işlemin Muğla 1. İdare Mahkemesinde dava konusu 20/8/2010 tarihli işlemin uygulanması mahiyetinde olduğu belirtilmiştir. Karar, Dairenin 18/3/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Daire tarafından 28/1/2015 tarihinde reddedilmiştir.

14. Müdürlük 7/12/2011 tarihli işlemle Y.E.S.nin evinin duvarlarında yer alan ve taşınmaz kültür varlığı niteliğindeki yedi eserin bulunduğu yerden alınarak Müdürlüğe getirilmesi için söz konusu adreste çalışmalara başlanacağını, ayrıca müteveffanın koleksiyonuna kayıtlı diğer eserlerin mirasçıların koleksiyoner belgesi alma işlemleri sonuçlanıncaya kadar Müdürlüğe yediemin olarak teslim edilmesini ihtar etmiştir. Gerçek kişi başvurucular bu işleme karşı Mahkemede dava açmıştır. Mahkeme 21/9/2012 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ancak Mahkeme davanın kapsamının müteveffanın koleksiyonuna kayıtlı diğer eserlerin Müdürlüğe yediemin olarak teslim edilmesiyle sınırlı olduğunu kabul etmiştir. Mahkeme, yine başvurucuların vatandaşlık durumuna atıf yaparak mirasçılık belgesi alınmasının uzaması ihtimali nedeniyle kolleksiyonculuk belgesinin alınmasının da uzayabileceğini, bu sebeple devlet malı niteliğindeki taşınır kültür varlıklarının yediemin olarak Müdürlüğe tesliminin hukuka uygun olduğunu ifade etmiştir. Karar, Dairenin 26/11/2015 tarihli kararıyla işlemin Y.E.S.nin evinin duvarlarında yer alan yedi adet taşınmaz kültür varlığı eserin bulunduğu yerden alınacağı ihtarıyla ilgili kısmı yönünden karar verilmediği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme 30/12/2016 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmaz kültür varlığı niteliğindeki eserlerin koleksiyonlara kaydettirilmesinin mümkün olmadığına vurgu yapılarak bunların yediemin olarak Müdürlüğe teslim edilmesi yolunda işlem tesis edilmesinin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Kararda ayrıca yedi adet taşınmaz kültür varlığının Y.E.S.nin koleksiyonuna kayıtlı olmadığına da işaret edilmiştir. Bu kararın sonraki aşamalarıyla ilgili olarak dosyada herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

B. Bireysel Başvuruya Konu Süreç

15. Müdürlük 14/12/2015 tarihli yazıyla Y.D.nin koleksiyonunda kayıtlı yedi adet taşınmaz kültür varlığı ile Y.E.S.nin koleksiyonunda kayıtlı diğer taşınmaz kültür varlıklarının Müdürlüğe teslim edilmesini ihtar etmiştir. Söz konusu işlemde Dairenin 28/1/2015 tarihli karar düzeltme kararına atıfta bulunularak Y.D.nin koleksiyonunda kayıtlı yedi adet taşınmaz kültür varlığının Müdürlüğe teslimi gerektiğine ilişkin işleme dair yargısal sürecin kesinleştiğinden söz edilmiştir. Yazıda mirasçıların Steiner Gayrimenkul Yatırım ve Danışmanlık Limitet Şirketini kurdukları ve anılan Şirketin 19/2/2014 tarihinde koleksiyonculuk belgesi alarak murislerinin koleksiyonundaki kültür varlıklarıyla koleksiyonculuk faaliyetine başladığı hatırlatılmış ancak 23/3/2010 tarihli ve 27530 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıkları Koleksiyonculuğu ve Denetimi Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) 7. maddesinin (3) numaralı fıkrası karşısında taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyonculuk faaliyetine konu edilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir.

16. Başvurucular bu işlemin iptali istemiyle 22/1/2016 tarihinde Mahkemede dava açmıştır. Dava dilekçesinde özetle şunlar ileri sürülmüştür:

i. Murislerinin koleksiyonundaki eserlerin mirasçılık ve komisyonculuk belgelerinin alınmasına kadar Müdürlüğe teslim edilmesi yolundaki işlemlerle ilgili açılan davalar, anılan belgelerin alınmış olması sebebiyle konusuz kalmıştır.

ii. Teslimi istenen eserlerin taşınmaz kültür varlığı niteliğinde olduğunun ne şekilde belirlendiği izah edilmemiştir. Bilirkişi incelemesi yaptırılması hâlinde bunların taşınmaz niteliğinde olmadığı anlaşılacaktır. Eserler taşınmaz nitelikte olsa bile bunların iadesinin kanuni dayanağı bulunmamaktadır. Müdürlük 23/3/2010 tarihli Yönetmelik hükmüne dayanmış ise de murislerinin anılan eserleri edindiği 1990'lı yıllarda taşınmaz kültür varlıklarının envantere kaydedilemeyeceğine ilişkin bir hüküm mevcut değildir.

iii. 2863 sayılı Kanun'a 4/2/2009 tarihinde eklenen geçici 8. maddede "bir şekilde" elde edilen taşınmaz kültür varlıklarından bahsedilmiştir. Bu da 11/3/2005 tarihinden önce envanter defterine kaydedilen taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyoncularında kalabileceğini göstermektedir.

iv. Müdürlük tarafından gerekçe gösterilen Yönetmelik hükmü bütün taşınmaz kültür varlıklarının müzelere teslimini gerektirmemektedir. Zira taşınmaz kültür varlıklarının özel mülkiyette bulunması hukuken mümkündür. Nitekim 2863 sayılı Kanun'da buna imkân veren hükümler mevcuttur.

v. Müdürlüğün hâlihazırda özel mülkiyette bulunan bir kültür varlığına bedelini ödemeden el koyması mümkün değildir.

17. Davalı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verilen cevap dilekçesinde özetle şu hususlar ileri sürülmüştür:

i. Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanan 13/3/2009 tarihli raporda Y.D.nin envanterinde kayıtlı olan yedi parça kültür varlığı incelenmiştir. Söz konusu raporda da tespit edildiği üzere taşınmaz kültür varlığı niteliğindeki yedi eser sehven Y.D.nin envanterine kaydedilmiştir. Ayrıca bunların el değiştirme işlemi Yönetmelik'in 12. maddesine uygun olarak gerçekleşmemiştir. Gerçekte taşınmaz kültür varlığının bir parçası olan eserlerin orijinallerinden koparılması onları taşınır kültür varlığına dönüştürmez.

ii. Başvuruculardan defalarca söz konusu yedi parçanın teslimi istendiği hâlde başvurucular bunun gereğini yerine getirmemiştir. Bunun üzerine dava konusu işlemin tesis edilmesi ihtiyacı hasıl olmuştur.

iii. Başvurucuların 1990'lı yıllarda taşınmaz kültür varlıklarının envantere kaydedilemeyeceği yolunda bir hüküm bulunmadığı iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. 2863 sayılı Kanun'un 6. ve 26. maddeleri dikkate alındığında taşınır kültür varlıklarının envantere kaydedilmesine imkân sağlandığı anlaşılmaktadır. Taşınmaz kültür varlıklarının özel müze ve koleksiyonlarda bulundurulamayacağı hususunda mevzuat açık ve nettir. Nitekim bu hususta mevzuatın yeterince açık olmadığı gerekçesiyle açılan davanın reddine ilişkin ilk derece mahkemesi kararı Dairece onanmıştır.

iv. Y.E.S. ve Y.D.nin envanterlerinde bulunan eserler sehven kaydedilmiş taşınmaz kültür varlığı niteliğindedir. Bu sebeple bunların iadesi gerekmektedir. Müze görevlilerinin mevzuata yeterince hâkim olmaması nedeniyle taşınmaz kültür varlıklarının özel koleksiyonlara kaydedildiğinin tespiti üzerine 2863 sayılı Kanun'a 5835 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle geçici 8. madde eklenmiştir. Başvurucuların eserlerin taşınmaz kültür varlığı niteliğinde olmadığı şeklindeki iddiaları bilinçli bir saptırmadır.

v. 2863 sayılı Kanun'un 6. maddesi uyarınca devlet malı niteliğinde olan taşınmaz kültür varlıklarının özel mülkiyete geçmesi ve miras yoluyla intikal etmesi mümkün değildir. Ayrıca başvurucuların Y.D.nin koleksiyonuna kayıtlı ve Y.E.S.nin koleksiyonuna hiçbir şekilde kaydedilmeyen yedi adet taşınmaz kültür varlığı üzerinde hak iddia etmeleri hukuken olanaksızdır.

18. Mahkeme 12/5/2017 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmaz kültür varlıklarından kopmak ya da ayrılmak sureti ile taşınır hâle gelen ve 2863 sayılı Kanun'un 6. maddesinde örnekleme yoluyla sayılan parçaların koleksiyonculuk faaliyetine konu taşınır kültür varlığı olarak nitelendirilmesine imkân bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda, taşınmaz kültür varlığından ayrılan parçaların taşınır kültür varlığı niteliği kazanacağının kabulünün eski eserlerin tahribatını ve beraberinde ticaretini artırıcı bir etkiye yol açacağı belirtilmiştir. Kararda nihai olarak taşınmaz kültür varlığı niteliğinde olması nedeni ile kolleksiyonculuk faaliyetine konu edilmesi mümkün bulunmayan, devlet malı niteliğini haiz yedi kültür varlığının duvarlarına monteli olduğu evin satışı ile birlikte özel mülkiyete geçmesinin hukuken söz konusu olamayacağı vurgulanmış ve dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu açıklanmıştır.

19. Gerçek kişi başvurucular bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Tüzel kişi başvurucu ise istinaf yoluna başvurmamıştır. İstinaf dilekçesinde esas itibarıyla dava dilekçesinde ileri sürülen iddialar tekrarlanmıştır. İstinaf dilekçesinde ek olarak Mahkemenin kararının gerekçesiz olduğundan yakınılmıştır. Dilekçede, Mahkemece hiçbir araştırma yapılmadan eserlerin taşınmaz kültür varlığı niteliğinde olduğunun kabul edildiği belirtilmiştir. Dilekçeye göre söz konusu yedi eser 2863 sayılı Kanun'un 23. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan taşınır kültür varlıklarındandır. Nitekim Müdürlük de bunları taşınır kültür varlığı olarak tescil etmiştir.

20. Bu arada davalı idare 5/9/2017 tarihli dilekçe ile açıklama talebinde bulunmuştur. Mahkeme 19/9/2017 tarihli kararla davalı idarenin açıklama talebini kabul ederek hüküm fıkrasından önceki paragrafa yaptığı eklemeyle Y.E.S.nin koleksiyonuna kayıtlı diğer kültür varlıklarının tesliminin istenmesinde de hukuka aykırılık bulunmadığını açıklığa kavuşturmuştur. Başvurucular 3/1/2018 tarihli dilekçe ile bu hususu bölge idare mahkemesinin dikkatine sunmuş ve Mahkemenin davanın kapsamının ötesine geçtiğini iddia etmiştir.

21. İzmir Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 10/4/2018 tarihli kararıyla istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Bu karar 4/6/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

22. Başvurucular 4/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

23. Başvurucular temyiz yoluna da başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, ilk derece mahkemesi ve istinaf kararlarının gerekçesiz olduğundan, ayrıca Mahkemenin hükmün açıklanması kapsamında verdiği kararla davanın kapsamını genişletecek şekilde hüküm kurduğundan şikâyet etmiştir. Temyiz dilekçesindeki diğer iddialar önceki aşamalarda sunulan dilekçelerdekilerle paralel niteliktedir. Bölge İdare Mahkemesi 2/8/2018 tarihinde temyiz istemini, kararın kesin olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Kararda, bu karara karşı yedi gün içinde temyiz yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir.

24. Başvurucular, temyiz isteminin reddine ilişkin karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz istemini inceleyen Daire 27/12/2018 tarihli kararıyla gerçek kişi başvurucular yönünden temyiz istemini esastan reddetmiş, tüzel kişi başvurucu yönünden ise Şirketin istinaf yoluna başvurmamış olması sebebiyle incelemeksizin reddetmiştir. Daireye göre temyiz ancak istinaf yoluna gidildikten sonra başvurulabilecek bir kanun yoludur. Bu nedenle istinaf yoluna başvurmayan Şirketin temyiz isteminin incelenmesi mümkün değildir. Nihai karar 22/5/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

25. 2863 sayılı Kanun'un "Tanımlar ve kısaltmalar" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Tanımlar:

 (1) 'Kültür varlıkları'; tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya tarih öncesi ya da tarihi devirlerde sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan yer üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıklardır.

...

 (14) (Ek: 8/8/2011-KHK-648/41 md.) 'Taşınır tabiat varlıkları'; jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli taşınır tabii değerlerdir.

..."

26. 2863 sayılı Kanun'un "Devlet malı niteliği" kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Devlete, kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazlar ile özel hukuk hükümlerine tabi gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazlarda varlığı bilinen veya ileride meydana çıkacak olan korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları Devlet malı niteliğindedir."

27. 2863 sayılı Kanun'un "Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları" kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:

"Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları şunlardır:

a) Korunması gerekli tabiat varlıkları ile 19 uncu yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmazlar,

b) Belirlenen tarihten sonra yapılmış olup önem ve özellikleri bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığınca korunmalarında gerek görülen taşınmazlar,

c) Sit alanı içinde bulunan taşınmaz kültür varlıkları,

d) Milli tarihimizdeki önemleri sebebiyle zaman kavramı ve tescil söz konusu olmaksızın Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda büyük tarihi olaylara sahne olmuş binalar ve tesbit edilecek alanlar ile Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kullanılmış evler.

Ancak, Koruma Kurullarınca mimari, tarihi, estetik, arkeolojik ve diğer önem ve özellikleri bakımından korunması gerekli bulunmadığı karar altına alınan taşınmazlar, korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı sayılmazlar.

Kaya mezarlıkları, yazılı, resimli ve kabartmalı kayalar, resimli mağaralar, höyükler, tümülüsler, ören yerleri, akropol ve nekropoller; kale, hisar, burç, sur, tarihi kışla, tabya ve isihkamlar ile bunlarda bulunan sabit silahlar; harabeler, kervansaraylar, han, hamam ve medreseler; kümbet, türbe ve kitabeler, köprüler, su kemerleri, su yolları, sarnıç ve kuyular; tarihi yol kalıntıları, mesafe taşları, eski sınırları belirten delikli taşlar, dikili taşlar; sunaklar, tersaneler, rıhtımlar; tarihi saraylar, köşkler, evler, yalılar ve konaklar; camiler, mescitler, musallalar, namazgahlar; çeşme ve sebiller; imarethane, darphane, şifahane, muvakkithane, simkeşhane, tekke ve zaviyeler; mezarlıklar, hazireler, arastalar, bedestenler, kapalı çarşılar, sandukalar, siteller, sinagoklar, bazilikalar, kiliseler, manastırlar; külliyeler, eski anıt ve duvar kalıntıları; freskler, kabartmalar, mozaikler, peri bacaları ve benzeri taşınmazlar; taşınmaz kültür varlığı örneklerindendir.

Tarihi mağaralar, kaya sığınakları; özellik gösteren ağaç ve ağaç toplulukları ile benzerleri; taşınmaz tabiat varlığı örneklerindendir."

28. 2863 sayılı Kanun'un "Korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıkları" kenar başlıklı 23. maddesi şöyledir:

"Korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıkları şunlardır:

a) (Değişik: 17/6/1987 - 3386/9 md.) Jeolojik, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait, jeoloji, antropoloji, prehistorya, arkeoloji ve sanat tarihi açılarından belge değeri taşıyan ve ait oldukları dönemin sosyal, kültürel, teknik ve ilmi özellikleri ile seviyesini yansıtan her türlü kültür ve tabiat varlıkları;

Her çeşit hayvan ve bitki fosilleri, insan iskeletleri, çakmak taşları (sleks), volkan camları (obsidyen), kemik veya madeni her türlü aletler, çini, seramik, benzeri kab ve kacaklar, heykeller, figürinler, tabletler, kesici, koruyucu ve vurucu silahlar, putlar (ikon), cam eşyalar, süs eşyaları (hülliyat), yüzük taşları, küpeler, iğneler, askılar, mühürler, bilezik ve benzerleri, maskeler, taçlar (diadem), deri, bez, papirus, parşümen veya maden üzerine yazılı veya tasvirli belgeler, tartı araçları, sikkeler, damgalı veya yazılı levhalar, yazma veya tezhipli kitaplar, minyatürler, sanat değerine haiz gravür, yağlıboya veya suluboya tablolar, muhallefat (religue'ler), nişanlar, madalyalar, çini, toprak, cam, ağaç, kumaş ve benzeri taşınır eşyalar ve bunların parçaları,

Halkın sosyal heyetini yansıtan, insan yapısı araç ve gereçler dahil, bilim, din ve mihaniki sanatlarla ilgili etnografik nitelikteki kültür varlıkları.

Osmanlı Padişahlarından Abdülmecit, Abdülaziz, V. Murat, II. Abdülhamit, V. Mehmet Reşat ve Vahidettin ve aynı çağdaki sikkeler, bu Kanuna göre tescile tabi olmaksızın yurt içinde alınıp satılabilirler.

Bu madde kararına girmeyen sikkeler bu Kanunun genel hükümlerine tabidir.

b) Milli tarihimizdeki önemleri sebebiyle, Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna ait tarihi değer taşıyan belge ve eşyalar, Mustafa Kemal ATATÜRK'e ait zati eşya, evrak, kitap, yazı ve benzeri taşınırlar."

29. 2863 sayılı Kanun’un 26. maddesinin altıncı, yedinci ve sekizinci fıkraları şöyledir:

"Gerçek ve tüzelkişiler, Kültür ve Turizm Bakanlığınca verilecek izin belgesiyle korunması gerekli taşınır kültür varlıklarından oluşan koleksiyonlar meydana getirebilirler.

Koleksiyoncular faaliyetlerini, Kültür ve Turizm Bakanlığına bildirmek ve yönetmelik gereğince, taşınır kültür varlıklarını envanter defterine kaydetmek zorundadırlar.

Koleksiyoncular, ilgili müzeye tescil ettirerek, koleksiyonlarındaki her türlü eseri onbeş gün önce Kültür ve Turizm Bakanlığına haber vermek şartı ile kendi aralarında değiştirebilir veya satabilirler. Satın almada öncelik Kültür ve Turizm Bakanlığına aittir."

30. 2863 sayılı Kanun'a 5835 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle eklenen geçici 8. maddesi şöyledir:

"11/3/2005 tarihinden önce bir şekilde koleksiyoncular tarafından edinilmiş ve bağlı bulunduğu müzedeki envanter defterine kaydı yaptırılmış taşınmaz kültür varlıkları, koleksiyoncular arasında hiçbir surette değiştirilemez ve satılamaz. Ancak bu taşınmaz kültür varlıklarından; müze ve ören yerlerindeki eserlerin bütünleyicisi olduğu tespit edilen parçalar ile müze koleksiyonlarını tamamlar nitelikte olanları Kültür ve Turizm Bakanlığının bedelsiz olarak alma hakkı saklıdır.."

31. 15/3/1984 tarihli ve 18342 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan mülga Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıkları Koleksiyonculuğu ve Denetimi Hakkında Yönetmelik'in ilgili maddeleri şöyledir:

"Amaç

Madde 1 – Bu Yönetmeliğin amacı, korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıklarına sahip olanlar ile koleksiyoncuların uymaları zorunlu esasları ve bunların gözetim ve denetim ilkelerini belirlemektir.

Kapsam

Madde 2 – Bu Yönetmelik, korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıklarına sahip olanlar ile koleksiyoncuların uyması gereken işlemlerin esaslarını ve bunların hak ve sorumluluklarını kapsar.

...

El değiştirme

Madde 12 – Koleksiyoncular, ilgili müzeye tescil ettirerek koleksiyonlarındaki her türlü eseri on beş gün önce en yakın müze müdürlüğüne haber vermek şartı ile kendi aralarında değiştirebilir veya satabilir. Satın almada öncelik Bakanlığa aittir."

32. Yönetmelik'in ilgili maddeleri şöyledir:

" Amaç

MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı, korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıklarına sahip olanlar ile koleksiyoncuların uymaları zorunlu usul ve esaslar ile bunların gözetim ve denetim ilkelerini belirlemektir.

Kapsam

MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik, korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıkları ile bunlara sahip olanları ve koleksiyoncuları kapsar.

...

El değiştirme

MADDE 9 – (1) Koleksiyoncular, koleksiyonlarındaki her türlü taşınır kültür ve tabiat varlığını on beş gün önce bağlı olduğu müze müdürlüğüne haber vermek şartı ile kendi aralarında değiştirebilir, Bakanlık denetimindeki özel müzelere ve koleksiyonculara devredebilir veya öncelik Bakanlığa ait olmak üzere satabilirler.

(2) Kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve tüzel kişiler satacakları eşya ve terekeler arasında bulunan veya yapacakları müzayedelerdeki satışlara konu olan koleksiyonları, müzayedede satılacağını ilan etmeden otuz gün önce müze müdürlüklerine haber vermeye ve göstermeye mecburdurlar. Bu koleksiyonlar hakkında, 20/4/2009 tarihli ve 27206 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tasnifi, Tescili ve Müzelere Alınmaları Hakkında Yönetmelik hükümlerine uygun olarak işlem yapılır. Bunlardan hazineye intikal etmiş olup da müze koleksiyonlarına girmesi lüzumlu görülenler, 18/1/2007 tarihli ve 26407 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Taşınır Mal Yönetmeliği hükümlerine göre Bakanlığa devredilir.

..."

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129).

35. AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52).

36. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için Pine Valley Developments Ltd. ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31).

37. AİHM içtihadında bir şeyin mülkiyete konu olabilecek ekonomik bir değer ifade edip etmediği; bunun kişisel mülkiyete konu olup olmadığı, devredilebilip devredilemeyeceği veya intikale konu olup olamayacağı gibi bazı unsurlar dikkate alınarak belirlenmektedir (Smith Kline and French Laboratories Ltd/Hollanda (k.k.), B. No: 12633/87, 4/10/1990; Lenzing AG/Birleşik Krallık, B. No: 38817/97, 9/9/1998). AİHM, Anheuser-Busch Inc./Portekiz kararında daha önce daireler tarafından verilen kararları ve bu kararlardaki başvurucuların mülkiyet hakkı bağlamında yasal statüsünü değerlendirdikten sonra başvurucu şirketin ticari marka tescili için başvuru sahibi olarak yasal statüsünün mülkiyete ilişkin menfaate yol açtığı için -ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında bulunduğunu gösterdiğine işaret etmiştir. AİHM, işarete ilişkin tescilin ve tescilin sağladığı yüksek korumadan yararlanacağını ancak üçüncü tarafın meşru haklarını ihlal etmemesi koşuluyla kesinleşeceğini, bu anlamda tescil başvurusuna ekli hakların şarta bağlı olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte tescil başvurusunda bulunduktan sonra başvuru sahibi şirketin diğer ilgili maddi koşullar ve usul koşullarını yerine getirmesi hâlinde ilgili mevzuat kapsamında incelenmesini beklemeyi hak edeceği açıktır. Bu nedenle başvurucu şirket, belirli koşullar altında iptal edilebilmelerine rağmen bir ticari markanın tescili başvurusu ile bağlantılı olarak yasalara göre tanınan, mülkiyete ilişkin bir dizi hak kazanmaktadır. AİHM, bu durumun mevcut davada ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesini uygulamayı yeterli kıldığını ve mahkemenin başvuran şirketin meşru bir beklentiye sahip olduğunu iddia edip edemeyeceğini değerlendirmesine gerek bırakmadığını belirtmiştir (Anheuser-Busch Inc./Portekiz, §§ 66-78).

38. Beyeler/İtalya (B. No: 33202/96, 5/1/2000) kararına konu olayda başvurucu bir koleksiyoncudan müzayedeci aracılığıyla ünlü ressam Vincent Van Gogh'un bir tablosunu satın almıştır. Bu satış, ilgili mevzuat çerçevesinde kamu makamlarına bildirilmiş ancak ilgili bakanlık iki aylık zamanaşımı süresi içinde ön alım hakkını kullanmamıştır. Ancak başvurucunun bu tabloyu yurt dışına satması engellenmiş ve kamu makamlarınca ön alım hakkı çerçevesinde bu tablo satın alınmıştır. AİHM, İtalyan kanunlarına ve somut olaydaki uygulamalara işaret ederek ön alım hakkı kullanılmadan önce bu tablo yönünden mülkiyet hakkı kapsamında başvurucunun bir menfaatinin olduğunu ve tablonun satışından ön alım hakkının kullanıldığı tarihe kadar bu tablonun maliki olduğunun kamu makamlarınca tanındığını vurgulamıştır (Beyeler/İtalya, § 105).

39. AİHM, olayın karmaşıklığı ve başvurucunun hukuki durumunun müdahalenin belirli bir kategori içinde değerlendirilmesini önlediğini belirterek müdahaleyi mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelemiştir (Beyeler/İtalya, § 106). AİHM, somut olayda zamanaşımı süresinden sonra da ön alım hakkının kullanılmasının müdahaleyi kanunilik ölçütü yönünden öngörülemez ve keyfî olmasına yol açtığını belirtmiştir. Bununla birlikte AİHM müdahalenin sonuçlarını ölçülülük bağlamında incelemeyi tercih etmiştir (Beyeler/İtalya, §§ 109, 110). Kararda, kültürel mirasın korunması yönündeki meşru amaca vurgu yapılmakla birlikte kamu makamlarının zamanında harekete geçmemesi ve piyasa değerinin altında tabloyu satın alması nedeniyle başvurucunun mülkiyet hakkı ile müdahalenin taşıdığı kamu yararı arasındaki adil dengenin bozulduğu sonucuna varılmıştır (Beyeler/İtalya, §§ 117-122).

40. Waldemar Nowakowoski/Polonya (B. No: 55167/11, 24/7/2012) kararında ise başvurucunun antika silah koleksiyonu mülkiyet hakkı kapsamında görülmüştür. AİHM'e göre antika silah koleksiyonu yapan başvurucunun koleksiyonunun müsadere edilmesi, başvurucunun bu konuda üzerine düşen gerekli özeni yerine getirmediği söylenebilirse de ruhsatı bulunan diğer antika silahların da koleksiyonun bozulmaması amacıyla müsadere edilmesi tazminat gibi herhangi bir güvence ölçütü de sağlanmadığından ölçülü değildir (Waldemar Nowakowoski/Polonya, §§ 44-58).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

41. Anayasa Mahkemesinin 13/1/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

42. Başvurucular;

i. Türk ve Amerikan vatandaşlığı bulunan murislerinin 1990 yılında Y.D.den aldığı tarihî eser niteliğindeki evde koleksiyonculuk faaliyetine başladığını ve 300'ün üzerinde kültür varlığının bulunduğunu belirtmiştir. Murisin ölmesi üzerine koleksiyonundaki parçaların mirasçılara intikal ettiğini ancak mirasçıların yabancı olması sebebiyle kültür varlığı koleksiyoncusu sıfatını kazanamadıklarını, bu sebeple tüzel kişi başvurucu Şirketi kurduklarını ifade etmiştir.

ii. Derece mahkemelerinin kararlarının gerekçesiz olması sebebiyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemenin bilirkişi incelemesi yaptırmadan eserlerin taşınmaz kültür varlığı olduğunu kabul etmesinden yakınmıştır.

iii. Davanın konusu sadece Y.D.den alınan yedi kültür varlığı olduğu hâlde Mahkemenin hükümden sonra verdiği tavzih kararında davanın kapsamını genişleterek murislerinin diğer eserleri hakkında da karar verdiğini öne sürmüştür.

iv. 2863 sayılı Kanun uyarınca özel kişilerin elinde bulunan kültür varlıklarının ancak bedeli ödenerek müzelere alınabileceğini savunmuştur. Miras hukukuna göre mülkiyetlerine geçen kültür varlıklarının bedeli ödenmeksizin Müdürlüğe tesliminin istenmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

43. Bakanlık görüşünde, beşinci başvurucunun istinaf yoluna başvurmaması sebebiyle olağan başvuru yollarını tüketip tüketmediğinin değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık, Y.E.S.nin koleksiyonuna kaydedilmeyen yedi parça eser yönünden başvurucuların mağdur statüsünün bulunmadığının tartışılması gerektiğini ifade etmiştir. Kültür varlıklarının devlet malı niteliğinde olduğunu belirten Bakanlık, taşınmaz kültür varlıkları için koleksiyonculuk izni verilmesinin mümkün olmadığı ve bunların satılmasının ya da devredilmesinin de yasak olduğu gözetildiğinde mülkün var olup olmadığının tartışılması gerektiğini vurgulamıştır. Bakanlık esas yönünden ise müdahalenin kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunduğunu, ölçülü olduğunu ileri sürmüştür.

44. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında esas itibarıyla başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

45. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

46. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların şikâyetinin özü, murislerinden kalan kültür varlığı koleksiyonunun tazminatsız olarak Müdürlüğe teslimle yükümlü kılınmalarının mülkiyet hakkını ihlal ettiğidir. Başvurucuların adil yargılanma hakkıyla ilgili olarak ileri sürdüğü iddiaların mülkiyet hakkının usul güvenceleri kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Beşinci Başvurucunun Olağan Başvuru Yollarını Tüketip Tüketmediği Sorunu

47. Başvurucu Şirketin mahkeme kararına karşı istinaf yoluna başvurmamış olması sebebiyle Şirket yönünden olağan başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği meselesinin tartışılması gerekir.

48. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).

49. Öte yandan başvuru yollarının tüketilmesi, çok katı olarak uygulanması gereken mutlak bir kural değildir (Rasul Kocatürk [GK], B. No: 2016/8080, 26/12/2019, § 38). Başvurucu, anayasal şikâyetiyle ilgili olarak oluşturulmuş olağan başvuru yoluna bizzat başvurmamış veya başvursa bile söz konusu anayasal şikâyetini açıkça ileri sürmemiş olsa dahi başvurucunun anayasal şikâyeti anılan yargı merciinin önüne bir şekilde taşınmış ve ilgili yargı mercii başvurucunun anayasal şikâyetiyle ilgili olarak değerlendirme yapmışsa bu takdirde -bizzat başvurucu tarafından yapılması hâlinde farklı bir sonuca ulaşılacağı ortaya konulmadıkça veya işin mahiyetinde bu durum anlaşılmadıkça- olağan başvuru yolunun tüketildiğinin kabulü gerekir. Aksi yaklaşım başvuru yollarının tüketilmesi kuralının amacıyla bağdaşmaz. Bireysel başvurunun kabul edilebilirliği yönünden önemli olan husus bireysel başvuru konusu anayasal şikâyetin olağan başvuru mercileri önünde tartışılmış olmasıdır. Meselenin olağan başvuru mercii önüne başvurucu tarafından taşınması önemli olmakla birlikte bunun bireysel başvuru açısından mutlak bir gereklilik olarak yorumlanması aşırı katı ve şekilci bir yaklaşım olur. Bu sebeple bazı hâllerde başvurucu dışındaki kişilerin müracaatı üzerine olağan başvuru mekanizmalarınca değerlendirme yapılması hâlinde de başvuru yolunun tüketildiğinin kabul edilmesi uygun olacaktır.

50. Somut olayda istinaf yoluna sadece gerçek kişi başvurucular tarafından müracaat edilmiştir. Öncelikle somut olaydaki Şirketin kuruluş amacının Türk vatandaşı olmamaları sebebiyle koleksiyonculuk yapmaları mümkün bulunmayan başvurucuların, murislerinden kalan kültür varlıklarıyla ilgili olarak koleksiyonculuk faaliyetinde bulunulması olduğu dikkate alınmalıdır. Diğer bir ifadeyle Şirketin tek faaliyetinin miras yoluyla başvuruculara intikal eden kültür varlıklarına ilişkin olarak koleksiyonculuk faaliyetinde bulunulması olduğu hesaba katılmalıdır. Dolayısıyla Şirketin envanterine kayıtlı kültür varlıkları ile başvurucular arasında sıkı bir bağlantı bulunmaktadır. Öte yandan başvurucu Şirket istinaf yoluna başvurmamış ise de bireysel başvuruda ileri sürülen tüm şikâyetler istinaf dilekçesinde dile getirilmiş ve Bölge İdare Mahkemesi bu şikâyetleri inceleyerek istinaf istemini esastan reddetmiştir. Başka bir deyişle başvurucunun tüm şikâyetlerinin bunlar yönünden tüketilmesi zorunlu olağan başvuru mercii tarafından incelendiği görülmektedir. Ayrıca bizzat beşinci başvurucunun müracaat etmesi hâlinde Bölge İdare Mahkemesinin farklı bir sonuca ulaşacağına inanılması için hiçbir neden bulunmamaktadır. Bu sebeple beşinci başvurucu yönünden de olağan başvuru yollarının tüketildiği sonucuna ulaşılmıştır.

b. Gerçek Kişi Başvurucuların Beşinci Başvurucunun Koleksiyonuna Kayıtlı Eserler Yönünden Mağdur Statüsüne Sahip Olup Olmadığı Sorunu

51. Başvurucuların murisinin koleksiyonuna kayıtlı olan kültür varlıkları, idari işlemin tesis edildiği tarihte başvurucular tarafından kurulan Şirketin envanterine kayıtlıdır. Dolayısıyla bu parçalar -öncesinde Y.E.S.nin envanterine kayıtlı olan parçalar- yönünden gerçek kişi başvurucuların mağdur statüsünün bulunup bulunmadığı tartışılmalıdır.

52. 6216 sayılı Kanun’un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.

53. Buna göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bunlar, başvuruya konu edilen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden başvurucunun güncel bir hakkı nedeniyle kişisel olarak ve doğrudan etkilenmesidir. Bu çerçevede ortaya çıkan sonuç nedeniyle başvurucunun mağdur olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).

54. Kural olarak tüzel kişilerin mal varlığına kamu makamlarınca müdahale edilmesi hâlinde bu işlemin doğrudan mağduru şirket olup bireysel başvurunun da şirket tarafından yapılması gerekir. Bununla birlikte istisnai hâllerde şirket aleyhine tesis eden işlemden menfaati etkilenen kişiler de şirket tüzel kişiliğinden ayrı olarak bireysel başvuruda bulunabilir.

55. Olayda öncesinde Y.E.S.nin koleksiyonuna kayıtlı olan kültür varlıkları mirasçılar tarafından kurulan Şirketin envanterine 2014 yılında geçirilmiştir. Dolayısıyla kamu makamlarınca 14/12/2015 tarihinde tesis edilen bireysel başvuru konusu işlemin mağdurunun Şirket olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Şirketin ortaklarının başvuru yapmasını haklı kılan istisnai hâllerden biri de somut olayda mevcut değildir. Bu sebeple öncesinde Y.E.S.nin koleksiyonuna kayıtlı olan kültür varlıkları yönünden gerçek kişi başvurucular tarafından yapılan başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Diğer Hususlar Yönünden

56. Başvurunun diğer kısmının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

i. Genel İlkeler

57. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

58. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

59. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, § 51).

60. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

61. Somut olayda mülkün varlığı bağlamında öncelikle kültür varlıklarının özel mülkiyete konu olmasının mümkün olup olmadığı, ardından da başvurucuların mülkiyetinin bulunup bulunmadığı hususlarının tartışılması gerekir.

 (1) Kültür Varlıklarının Özel Mülkiyete Konu Olabilirliği Meselesi

62. 2863 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasında devlete, kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazlar ile özel hukuk hükümlerine tabi gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazlarda varlığı bilinen veya ileride meydana çıkacak olan korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğinde olduğu hükme bağlanmıştır. Belirtilmelidir ki taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının devlet malı niteliğinde olması bunların özel mülkiyete konu olmasına engel teşkil etmemektedir. Nitekim 2863 sayılı Kanun'un çeşitli maddelerinde taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarıyla ilgili olarak maliklerin yetkilerini kısıtlayan, devlete gözetim ve denetim yetkisi veren birtakım hükümler sevk edilmekle birlikte bunların hâlihazırda özel mülkiyette bulunanların üzerindeki özel mülkiyetin kalkmasını öngören veya kamu mülkiyetinde bulunanların özel mülkiyete geçmesini engelleyen açık bir hüküm bulunmamaktadır. Kanun koyucu kültür varlıklarının daha iyi korunabilmesi için bunlara devlet malı statüsü vermiş ise de özel mülkiyeti yasaklamış değildir. Devlet malı niteliği özel bir statü olup kamu mülkiyetini zorunlu kılmamaktadır. Devlet malı niteliğindeki varlıklara ilişkin olarak birçok kanunda devlete geniş gözetim ve denetim yetkisi bahşeden hükümler sevk edilmiştir. Devlet malı niteliğinde olma devletin denetim ve gözetim yetkisini genişleten bu hükümleri harekete geçiren bir statüden ibarettir. Dolayısıyla Türk hukuk sisteminde taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının özel mülkiyete konu edilmesinin yasaklanmadığı anlaşılmıştır.

 (2) Başvurucuların Mülkünün Bulunup Bulunmadığı

63. İkinci olarak başvurucuların bireysel başvuruya konu kültür varlıkları üzerinde mülkiyet haklarının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir. Bu bağlamda öncesinde gerçek kişi başvurucuların murisinin koleksiyonuna kayıtlı olan parçalar ile Y.D.nin koleksiyonuna kayıtlı parçaların ayrı ayrı ele alınması gerekir.

 (a) Öncesinde Y.E.S.nin Koleksiyonuna Kayıtlı Eserler Yönünden

64. Başvurucuların murisinin koleksiyonuna kayıtlı olan kültür varlıklarının mirasçılar tarafından kurulan Şirkete 2014 yılında devredildiği ve Şirketin envanterine kayıtlı olduğu tartışmasızdır. Kamu makamları bu eserlerin taşınmaz kültür varlığı olduğunu ve dolayısıyla özel koleksiyonun parçası olamayacağını iddia ederek müzeye teslim edilmesi yolunda işlem tesis etmiştir. Kamu makamlarının bu eserlerin özel mülkiyete konu edilemeyeceği gerekçesine değil özel koleksiyonun parçası olamayacağı gerekçesine dayandıkları not edilmelidir. Kamu makamlarının temel iddiası taşınmaz kültür varlıklarından bir şekilde koparılan parçaların da taşınmaz kültür varlığı niteliğinde olduğu, mevzuatın sadece taşınır kültür varlıklarıyla ilgili olarak özel koleksiyonculuk faaliyeti yapılmasına müsaade ettiği, bu durumda koleksiyona dâhil edilmesi mümkün olmayan taşınmaz kültür varlıklarının müzeye teslimi gerektiği yolundadır. Başvurucu Şirket ise öncelikle bu eserlerin taşınmaz kültür varlığı niteliğinde olduğunun ortaya konulmadığını ileri sürmekte, bir an için aksi kabul edilse bile 1990'lı yıllarda taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyonculuk envanterine kaydedilmesinin önünde kanuni bir engel bulunmadığını iddia etmektedir.

65. Başvurucu Şirket, eserlerin taşınmaz niteliğinde olduğunun kamu makamlarınca ortaya konulamadığını ileri sürmekte ise de bunların taşınmaz kültür varlıklarından bir şekilde kopan veya koparılan parçalar olmadığı yolunda bir iddiası bulunmamaktadır. Başvurucu bu hususun bilirkişi tarafından ortaya konabileceğini soyut olarak belirtmektedir. Başvurucunun soyut nitelikteki bu iddiası kültür varlıkları konusunda uzman olan kamu makamlarınca ulaşılan kanaatin keyfî ve temelsiz olduğundan kuşkulanılması için yeterli görülmemiştir. Bu durumda öncesinde Y.E.S.nin koleksiyonuna kayıtlı eserlerin taşınmaz kültür varlığı olduğunun kabulü gerekir.

66. Öte yandan 2863 sayılı Kanun'un 26. maddesinin altıncı, yedinci ve sekizinci fıkraları gözetildiğinde yalnızca taşınır kültür varlıklarının özel koleksiyonculuk faaliyetine konu edilebileceği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla 2863 sayılı Kanun'un anılan hükmü karşısında taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyonculuk faaliyetine konu edilmesinin mümkün olmayacağı açıktır. Esasen taşınmaz kültür varlıklarının mahiyeti gözetildiğinde bunların koleksiyonculuk faaliyetine konu edilmesi de düşünülemez.

67. Bununla birlikte taşınmaz kültür varlıklarının mütemmim cüzü mahiyetinde olup bunlardan bir şekilde kopan veya koparılan parçaların mahiyetiyle ilgili olarak bir dönem hukuki karmaşa yaşandığı anlaşılmıştır. Taşınmaz kültür varlıklarından koparılan bu parçaların taşınır kültür varlığı biçiminde işlem gördüğü ve somut olaydaki gibi özel koleksiyonların envanterlerine kaydedildiği görülmüştür. Bu uygulamanın taşınmaz kültür varlıklarının orijinal dokusuna zarar verdiğini gözlemleyen kanun koyucu 5835 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle 2863 sayılı Kanun'a eklenen geçici 8. maddeyle özel bir düzenleme sevk etmiştir. Bu düzenlemeyle 11/3/2005 tarihinden önce bir şekilde koleksiyoncular tarafından edinilmiş ve bağlı bulunduğu müzedeki envanter defterine kaydı yaptırılmış taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyoncular arasında hiçbir surette değiştirilemeyeceği ve satılamayacağı hükme bağlanmıştır. Ayrıca bu taşınmaz kültür varlıklarından müze ve ören yerlerindeki eserlerin bütünleyicisi olduğu tespit edilen parçalar ile müze koleksiyonlarını tamamlar nitelikte olanları Kültür ve Turizm Bakanlığının bedelsiz olarak alma hakkının saklı olduğu belirtilmiştir.

68. Görüldüğü üzere anılan hüküm dahi 11/3/2005 tarihinden önce özel koleksiyonlara dâhil edilen taşınmaz kültür varlıkları üzerindeki özel mülkiyeti otomatik olarak ortadan kaldırmamakta, sadece devir ve satış yasağı getirmekte ve bunların bedelsiz olarak müzelere alma hususunda idareye takdir yetkisi tanınmaktadır. Tüm bunlardan ortaya çıkan sonuç 11/3/2005 tarihinden önce taşınır kültür varlığı gibi kabul edilerek özel koleksiyonlara kaydedilmiş bulunan taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyon sahipleri veya bunların mirasçıları yönünden mülk teşkil ettiğidir.

69. Somut olayda ihtilaf konusu eserlerin 11/3/2005 tarihinden önce Y.E.S.nin koleksiyonuna kayıtlı olduğu konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Taşınmaz kültür varlığı niteliğindeki söz konusu eserlerin kamu makamlarınca taşınır kültür varlığı olarak işlem gördüğü ve özel koleksiyona kaydedildiği anlaşılmaktadır. Değinilen parçaların Y.E.S.nin mirasçıları tarafından kurulan Şirketin mülkiyetine geçişinin usulüne uygun olmadığına yönelik olarak kamu makamlarının bir iddiası da mevcut olmadığına göre Şirketin öncesinde Y.E.S.nin koleksiyonuna kayıtlı olan kültür varlıklarıyla ilgili olarak mülkiyet hakkına sahip olduğu sonucuna varılmaktadır.

 (b) Y.D.nin Koleksiyonuna Kayıtlı Olan Yedi Eser Yönünden

70. Y.D.nin koleksiyonuna kayıtlı olan yedi adet kültür varlığının durumunun da değerlendirilmesi gerekir. Sözü edilen yedi parçanın Müdürlük kayıtlarına göre Y.D.nin koleksiyonuna kayıtlı olduğu ve hiçbir dönemde Y.E.S.nin koleksiyonuna kaydedilmediği anlaşılmıştır. Başvurucuların da aksi yönde bir iddiası bulunmamaktadır. Ancak başvurucular, bu parçaların içinde bulunduğu ev ile birlikte 1990 yılında satın alınmakla murislerinin mülkiyetine geçtiğini, dolayısıyla murisin ölümüyle de mirasçılara intikal ettiğini savunmaktadır.

71. Anılan yedi eser Y.D.nin koleksiyonuna kaydedilmekle taşınır kültür varlığı olarak işlem görmüştür. 2863 sayılı Kanun'un 1990 tarihinde de yürürlükte bulunan 26. maddesinin sekizinci fıkrasında koleksiyoncuların ilgili müzeye tescil ettirerek koleksiyonlarındaki her türlü eseri on beş gün önce Kültür ve Turizm Bakanlığına haber vermek şartı ile kendi aralarında değiştirebileceği veya satabileceği hükme bağlanmıştır. Buna göre taşınır kültür varlıklarının koleksiyoncular arasındaki satışının geçerli olabilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığına haber verilmesi ve satışın tescil ettirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Olayda ise başvurucular Y.D. ile Y.E.S. arasındaki satış işleminin Kültür ve Turizm Bakanlığına bildirildiğini ve tescil ettirildiğini ortaya koyamamaktadır. Bu durumda Y.D.nin koleksiyonuna kayıtlı bulunan yedi parçanın mülkiyetinin usulüne uygun olarak Y.E.S.ye devredildiğinin ve akabinde de mirasçılara intikal ettiğinin kabulü mümkün değildir.

72. Bu durumda Y.D.nin koleksiyonuna kayıtlı bulunan yedi parça yönünden başvurucuların mülkünün bulunduğu ortaya konulamadığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

73. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

74. Başvurucu Şirketin envanterine kaydedilen kültür varlıklarının Müdürlüğe teslim edilmekle yükümlü kılınması mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. Başvurucunun koleksiyonunun müzeye devredilmesi mülkten yoksun bırakılmasına yol açmaktadır. Bireysel başvuruya konu işlem başvurucunun fiillerinin bir yaptırımı olarak tesis edilmediği de gözetildiğinde müdahalenin mülkten yoksun bırakma biçimindeki ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

75. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

76. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

77. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında, mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gerektiği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini temel bir ilke olarak benimsemiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).

78. Başvurucu Şirketin koleksiyonuna kayıtlı eserlerin müzeye teslimi yolunda tesis edilen idari işlemin dayanağı olarak 5835 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle 2863 sayılı Kanun'a eklenen geçici 8. madde gösterilmiştir. Anılan kural 11/3/2005 tarihinden önce bir şekilde koleksiyoncular tarafından edinilmiş ve bağlı bulunduğu müzedeki envanter defterine kaydı yaptırılmış taşınmaz kültür varlıklarından müze ve ören yerlerindeki eserlerin bütünleyicisi olduğu tespit edilen parçalar ile müze koleksiyonlarını tamamlar nitelikte olanlarının bedelsiz olarak alınması konusunda Kültür ve Turizm Bakanlığına yetki tanımaktadır. Dolayısıyla başvurucu Şirketin envanterine kayıtlı olan ve taşınmaz nitelikte olduğu kabul edilen kültür varlıklarının bedelsiz olarak müzeye teslim edilmesi yönündeki işlemin kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır.

ii. Meşru Amaç

79. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

80. Başvurucu Şirketin envanterindeki taşınmaz kültür varlıklarının müzeye teslim etmekle yükümlendirilmesinin amacı bunların korunmasıdır. Anayasa'nın 63. maddesinde devletin tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama ödevi düzenlenmiştir. 2863 sayılı Kanun'un taşınmaz kültür varlıklarından koparılan parçaların koleksiyonculuk faaliyetinde kullanılmasını yasaklayan hükümlerinin Anayasa'nın 63. maddesi kapsamında kamu otoritelerine yüklenen ödevden bağımsız olduğu düşünülemez. Dolayısıyla başvuru konusu kültür varlıklarının müzeye teslimi mecburiyeti getirilmesinin kamu yararına yönelik bir amacının bulunduğu anlaşılmaktadır.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

81. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

82. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

83. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasının yanında gerekli olması da gerekir. Gereklilik yukarıda da belirtildiği üzere hakka müdahale teşkil eden birden fazla araç arasından hakkı en az zedeleyen aracın seçilmesini ifade etmektedir. Hak ve özgürlüğü sınırlayan tedbirlerden hangisi diğerlerine nazaran hakkın norm alanına daha az müdahale edilmesi sonucunu doğuruyorsa o tedbirin tercih edilmesi gerekir. Bununla birlikte hakka müdahale oluşturacak aracın seçiminde kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir payının bulunduğu da kabul edilmelidir. Zira yetkili kamu makamları, öngörülen amaca ulaşılması bakımından hangi aracın etkili ve verimli sonuçlar doğuracağına ilişkin olarak isabetli karar verme noktasında daha iyi bir konumdadır. Özellikle alternatif aracın bulunmadığı veya mevcut alternatiflerin öngörülen meşru amaca ulaşılması bakımından etkili olmadığı ya da daha az etkili olduğu durumlarda kamu makamlarının araç seçimi hususundaki tercih yetkisinin gereklilik kriterini sağlamadığının söylenebilmesi için çok güçlü nedenlerin bulunması gerekir (D.C., B. No: 2018/13863, 16/6/2021, § 48).

84. Öte yandan mülkiyet hakkına yönelik müdahaleler orantılı olmalıdır. Orantılılık, sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mülkiyet hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (D.C., § 49).

85. Seçilen aracın ulaşılmak istenen amaçla kıyaslandığında bireye orantısız bir külfet yüklemiş olduğunun saptanması, ihlal sonucuna ulaşılabilmesi için bazı hâllerde tek başına yeterli olmayabilir. Kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların var olup olmadığı da büyük önem taşımaktadır. Elverişli ve gerekli olduğu hükmüne varılan aracın seçilmiş olması nedeniyle kişiye yüklenen aşırı külfeti hafifleten hukuksal mekanizmalar mevcutsa bir ihlalin olmadığı sonucuna varılabilir (D.C., § 50).

86. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olup olmadığı değerlendirilirken başvurucunun ve idarenin kusurlarının bulunup bulunmadığı da gözönünde bulundurulur. Bu bağlamda tarafların yasal yükümlülüklerinin neler olduğu, bunların yerine getirilmesinde ihmalkârlık gösterilip gösterilmediği ve ihmalin varlığının tespiti hâlinde bunun hukuka aykırı sonucun doğmasında bir etkisinin bulunup bulunmadığı da dikkate alınır (D.C., § 51).

87. Öte yandan idarenin iyi yönetişim ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü bulunmaktadır. İyi yönetişim ilkesi, kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 68; Ayten Yeğenoğlu, B. No: 2015/1685, 23/5/2018, § 44).

88. Anayasa Mahkemesi kamu makamlarının kamu yararı bulunan hâllerde özel mülkiyette bulunan taşınmazların mülkiyetini tek taraflı bir iradeyle kamuya geçirmelerinin anayasal olarak mümkün olduğuna ancak başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında adil bir denge kurulabilmesi için zararının tazminat veya başka yollarla telafi edilmesi gerektiğine karar vermiştir (devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmaz yönünden bkz. Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32; orman niteliğindeki taşınmaz yönünden bkz. Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, § 37).

89. Usule ilişkin güvencelerin varlığı orantılılık değerlendirmesinde önemli bir rol oynayabilir. Bu bağlamda müdahalenin hukuka aykırılığının ileri sürülebileceği veya müdahale nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesinin istenebileceği hukuk yollarının olmaması da bazı durumlarda kişiye yüklenen külfeti ağırlaştıran bir unsur olarak görülebilir. Bu bakımdan kişinin hukuka aykırılık iddialarının bir mahkeme tarafından etkili bir biçimde incelenmesi müdahalenin orantılılığı bakımından ehemmiyet arz etmektedir (D.C., § 52).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

90. Olayda başvurucu Şirketin koleksiyonunda kayıtlı olan taşınmaz kültür varlıklarının sehven envantere kaydedildiği belirtilerek bunların müzeye teslimi yolunda idari işlem tesis edilmiştir. Taşınmaz kültür varlıklarından koparılan parçaların korunması oldukça önemlidir. Dahası bunların korunması Anayasa'nın 63. maddesiyle kamu makamlarına yüklenen bir ödevdir. Kamu makamlarının bu koruma ödevini hangi yöntemle yerine getireceklerine ilişkin olarak Anayasa herhangi bir sınırlama getirmemiştir. Dolayısıyla bunların kamu mülkiyetine geçirilerek mi yoksa devletin geniş gözetim ve denetimi altında olmak şartıyla özel mülkiyette bırakılarak mı korunması gerektiği hususunda kanun koyucunun takdir yetkisinin bulunduğu kabul edilmelidir.

91. 2863 sayılı Kanun incelendiğinde gerek taşınır gerekse taşınmaz kültür varlıklarının özel mülkiyete konu edilmesinin yasaklanmadığı görülmektedir. Bununla birlikte Kanun özel mülkiyette bulunan kültür varlıklarıyla ilgili olarak maliklerin kullanım ve tasarruf yetkilerini sınırladığı gibi devlete bunlar üzerinde geniş bir denetim ve gözetim yetkisi de tanımıştır. Örneğin taşınır kültür varlıklarının özel mülkiyette tutma biçimini koleksiyonculuk faaliyetiyle sınırlamıştır. Koleksiyonculuk belgesi alınması koşuluyla taşınır kültür varlıklarının devletin gözetimi ve denetimi altında özel mülkiyette bulundurulması mümkün hâle getirilmiştir. Bunun yanında 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesinde taşınmaz kültür varlıklarından, 24. ve 25. maddelerinde ise taşınır kültür varlıklarından uygun görülenlerin mülkiyetinin anılan maddelerde öngörülen usul ve esaslar çerçevesinde kamuya geçirilmesine de imkân sağlanmıştır.

92. Somut olaya konu eserler ise gerçekte taşınmaz kültür varlıklarının parçası iken bir şekilde orijinallerinden kopmuş veya koparılmıştır. Taşınmazların parçası olan bu tür kültür varlıkları bir dönem taşınır kültür varlığı gibi işlem görmüş ve özel koleksiyonların envanterlerine kaydedilmiştir. Danıştay Altıncı Dairesinin mahkeme kararında da atıfta bulunulan kararında belirtildiği üzere taşınmaz kültür varlığından ayrılan parçaların taşınır kültür varlığı niteliği kazanacağının kabulünün eski eserlerin tahribatını ve beraberinde ticaretini artırıcı bir etkiye yol açacağı düşüncesiyle kanun koyucu birtakım yasal düzenlemeler yapmıştır. Bu manada 11/3/2005 tarihinden sonrası için bunların taşınır mal gibi koleksiyonlara kaydedilmesi kesin biçimde yasaklanmıştır. Bu tarihten öncesinde koleksiyonlara kaydedilenler yönünden ise koleksiyoncular arasındaki devir ve satışlar yasaklanmış, bunun yanında kamu makamlarına bunları bedelsiz olarak müzeye alma yetkisi tanınmıştır. Olayda idarenin bedelsiz olarak müzeye alma yetkisini kullandığı anlaşılmıştır.

93. Taşınmaz kültür varlıklarının bir parçası mahiyetindeki kültür varlıklarının bedelsiz olarak müzeye alınmasının bunların korunması amacının sağlanması için elverişli bir araç olduğu görülmektedir.

94. İkinci olarak belirtilen aracın gerekli olup olmadığı incelenmelidir. Gereklilik, hedeflenen amaca ulaşılması için hakka en az müdahale teşkil eden aracın seçilmesini ifade etmektedir. Somut olayda başvurucu Şirketin koleksiyonuna kayıtlı bulunan eserlerin müzeye tesliminin istenmesinin sebebinin bunların koleksiyoncusu tarafından iyi korunamaması değil gerçekte taşınmaz kültür varlığının bir parçasını teşkil etmesi olduğu bir kez daha anımsanmalıdır. Öte yandan 5835 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle 2863 sayılı Kanun'a eklenen geçici 8. madde 11/3/2005 tarihinden önce bir şekilde koleksiyoncular tarafından edinilmiş ve bağlı bulunduğu müzedeki envanter defterine kaydı yaptırılmış taşınmaz kültür varlıklarının her durumda müzelere aktarılması mecburiyeti getirmediğinin, bu konuda kamu makamlarına takdir yetkisi tanıdığının vurgulanması gerekir.

95. Özel mülkiyette bulunan kültür varlıklarının bedelsiz olarak müzelere teslim edilmek suretiyle özel mülkiyetin ortadan kaldırılması oldukça ağır bir müdahaledir. Bu şekildeki ağır bir müdahalenin müstahak görülebilmesi için son derece zorlayıcı nedenlerin bulunması gerekir. Salt kültür varlıklarının korunması ihtiyacı -bunların başvurucuda kalması hâlinde daha az korunacağı ortaya konulmadıkça- özel mülkiyetteki bir kültür varlığının tazminatsız olarak kamu mülkiyetine geçirilmesini haklı hâle getirmez. Önceki mevzuatın aslında bunların mülk edinilmesine müsaade etmediği ancak memurların bilgi eksikliği sebebiyle bunların sehven özel koleksiyonların envanterlerine kaydedildiği düşüncesi de tazminatsız nakli haklılaştırmamaktadır. 11/3/2005 tarihinden önceki mevzuatın taşınmazlardan kopan parçaların taşınır kültür varlığı gibi muamele görmesine izin vermemesi anılan dönemde bunların koleksiyoncularca edinilmiş olmasının kamu makamlarınca tanındığı gerçeğini değiştirmemektedir. Kamu makamları taşınmaz kültür varlıklarının bütünleyicisi olup bunlardan kopan parçaların özel koleksiyoncuların envanterine kaydedilebileceği yolunda bir inancın oluşmasına kendi tutum ve davranışlarıyla neden olmuştur. Kamu makamlarının eylemsizliği ve hatta aktif katkısı sebebiyle oluşan hukuksal duruma güvenerek söz konusu kültür varlıklarını edinen kişilerin bu güvenlerinin korunması gerekir.

96. Kuşkusuz bu durum taşınmaz kültür varlıklarının parçasını oluşturan eserlerin kamu mülkiyetine geçirilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Ancak bunların tazminatsız olarak müzeye teslim edilebilmesi için çok daha güçlü nedenlere ihtiyaç vardır. Somut olayda ise kamu otoriteleri bunların korunması gereksiniminden başka bir neden gösterememiştir. Dahası kamu makamları başvurucu Şirketin bunları gereği gibi korumadığını ve müzeye teslimi hâlinde daha iyi korunacağını da iddia etmemiştir. Bu koşullarda idarenin başvurucu Şirketin envanterine kayıtlı olan kültür varlıklarının tazminatsız olarak müzeye teslim edilmesini haklılaştıran bir sebep ortaya koyabildiğini kabul etmek güçtür.

97. Öte yandan mahkeme kararında açıklanan ihtilaf konusu eserlerin taşınmaz kültür varlığı niteliğinde olması nedeni ile kolleksiyonculuk faaliyetine konu edilmesinin mümkün olmadığı görüşünün de yukarıda değinilen mevzuat karşısında sorunlu olduğu görülmektedir. 5835 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle 2863 sayılı Kanun'a eklenen geçici 8. madde dahi 11/3/2005 tarihinden önce koleksiyoncuların envanterlerine kaydedilenlerle ilgili olarak oluşan mülkiyet durumunu kendiliğinden ortadan kaldırmamakta, bu konuda idareye takdir yetkisi tanımaktadır. Dolayısıyla Mahkemenin mevzuatın taşınmaz kültür varlığının koleksiyonculuk faaliyetine imkân sağlamadığı yönündeki gerekçesinin ilgili ve yeterli olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

98. Bu koşullarda Şirketin koleksiyonuna dâhil olan taşınmaz kültür varlıklarının tazminatsız olarak müzeye teslim edilmesi biçiminde başvurucuya ağır külfet yükleyen bir aracın kültür varlığının korunması amacına ulaşılması için en hafif müdahale teşkil eden araç olduğu sonucuna ulaşılamamıştır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin gereklilik kriterini karşılamadığı değerlendirilmiştir.

99. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

100. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

101. Başvurucular ihlalin tespit edilmesi, yeniden yargılama yapılmasına ancak bu talebin kabul edilmemesi hâlinde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 1.000.000 TL maddi, 1.000.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

102. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

103. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

104. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

105. İncelenen başvuruda idarenin başvurucu Şirketin koleksiyonuna kayıtlı olan kültür varlıklarının tazminatsız olarak müzeye teslim edilmesini haklılaştıran bir sebep ortaya koyamaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlal idarenin işleminden kaynaklanmıştır. Bununla birlikte derece mahkemeleri de bu ihlali giderememiştir.

106. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Muğla 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

107. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucu Şirkete ödenmesine, diğer başvurucular tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerlerinde bırakılmasına karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Y.D.nin koleksiyonuna kayıtlı olan yedi eser yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Şirketin koleksiyonuna kayıtlı olan eserler yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın gerçek kişi başvurucular açısından kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 3. Şirketin koleksiyonuna kayıtlı olan eserler yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvurucu Şirket açısından KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucu Şirketin koleksiyonuna kayıtlı olan eserler yönünden Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Muğla 1. İdare Mahkemesine (E.2016/159, K.2017/922) GÖNDERİLMESİNE,

D. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucu Şirkete ÖDENMESİNE, diğer başvurucular tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerlerinde BIRAKILMASINA,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucu Şirketin Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/1/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ABDURRAHMAN BALTACI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/28582)

 

Karar Tarihi: 25/5/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 11/8/2022-31920

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Abdurrahman BALTACI

Vekili

:

Av. Mustafa BİÇER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, orman sınırları içinde kaldığı kesinleşmiş orman kadastrosu sonucunda tespit edilen tapulu taşınmaz için tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 1952 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

6. Ankara ili Mamak ilçesi Üreğil Mahallesi'nde kâin 28 parsel sayılı ve 38.000 m² büyüklüğündeki taşınmaz, tarla vasfıyla gerçek kişiler adına tapuda kayıtlı iken başvurucu tarafından 1996 yılında 170.000.000 TL bedelle satın alınmıştır. Taşınmaz, anılan tarihte başvurucu adına tescil edilmiştir.

7. Söz konusu taşınmazın 2.680 m²lik bölümünün 22/11/1994 tarihinde ilan edilen orman kadastrosu tutanaklarında "Alıçlar-1 Devlet Ormanı" sınırları içinde kaldığı tespit edilmiştir. Ancak taşınmazın tapu kaydı revizyon görmediği gibi taşınmazın orman sınırları içinde kaldığına dair tapu siciline herhangi bir şerh de işlenmemiştir.

8. Mamak Belediye Encümeninin 8/5/2014 tarihinde kabul edilen ve Ankara Büyükşehir Belediyesi Encümeninin 19/6/2014 tarihli kararıyla onaylanan parselasyon planında başvurucuya ait 38.000 m²lik taşınmazın bir kısmı düzenleme ortaklık payı olarak kesilmiş; bir kısmı kamu ortaklık payı adı altında kamu hizmeti alanı, bir kısmı ise konut alanı olarak ayrılmıştır. Taşınmazın 1994 yılında kesinleşen orman kadastrosuyla orman sınırları içinde kaldığı tespit edilen 2.680 m²lik bölümü ise parselasyon planının dışında bırakılmıştır.

9. Başvurucu -kendi beyanına göre- Orman Genel Müdürlüğüne yaptığı başvuruya verilen 15/9/2014 tarihli cevap üzerine taşınmazın bir bölümünün orman sınırları içinde kaldığından haberdar olmuştur.

10. Başvurucu 19/8/2015 tarihinde Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) Hazineye ve Orman Genel Müdürlüğüne karşı tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 5.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur. Taşınmazın orman olarak tespit edilmesiyle birlikte mülkünden yoksun kaldığını belirten başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına da değinerek mülkiyet hakkına yönelik bu sınırlandırma nedeniyle devletin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca tazminat ödeme yükümlülüğünün doğduğunu ifade etmiştir. Başvurucuya göre devlet, hatalı olarak oluşturulan tapu kaydından dolayı ortaya çıkan zararları karşılamakla yükümlüdür. Başvurucu, taşınmazı satın aldığında tapu sicilinde taşınmazın orman olduğunu gösteren herhangi bir şerhin bulunmadığını da vurgulamıştır.

11. Asliye Hukuk Mahkemesi 10/11/2016 tarihinde taşınmaz mahallinde keşif yapmıştır. Keşif sonrası teknik bilirkişi heyetince hazırlanan 12/12/2016 tarihli raporda, taşınmazın 2.680 m²lik kısmının "Alıçlar-1 Devlet Ormanı" sınırları içinde kaldığı tespiti yapılmıştır. Raporda ayrıca taşınmazın orman bitki örtüsüyle değil buğday anız örtüsü ile kaplı olduğu, bu nedenle tarım arazisi görüntüsü verdiği belirtilmiştir.

12. Asliye Hukuk Mahkemesi 30/12/2016 tarihli kararıyla davayı; Hazine yönünden pasif husumet nedeniyle, Orman Genel Müdürlüğü yönünden ise esastan reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmazın 2680 m2lik kısmının 22/11/1994 tarihide askı ile ilan edilip itiraz olmaksızın kesinleşen orman kadastro tutanağıyla "Alıçlar- 1 Devlet Ormanı" sınırları içinde kaldığının tespit edildiği belirtilmiştir. Kararda, taşınmazın parselasyon planı dışında bırakılan 2680 m2lik kısmı başvurucu adına tapuda kayıtlı ise de söz konusu tapunun hukuki değerini yitirdiği, bu nedenle kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan davanın Orman Genel Müdürlüğü yönünden esastan reddi gerektiği ifade edilmiştir. Kararda ayrıca Hazinenin taşınmaza el attığına dair bir tespitin bulunmadığı gözetildiğinde Hazine yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesinin lazım geldiği vurgulanmıştır.

13. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 22/6/2017 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesi kararının Hazine aleyhine kurulan hüküm fıkrası yönünden başvurucunun istinaf istemini reddetmiş, buna karşılık Orman Genel Müdürlüğü aleyhine kurulan hüküm fıkrası yönünden başvurucunun istinaf istemini kabul ederek işin esasını incelemiş ve farklı bir gerekçeyle davayı esastan reddetmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, Asliye Hukuk Mahkemesinin taşınmazın kesinleşen orman kadastro çalışmaları sonucunda devlet ormanı sınırları içine alınması nedeniyle tapunun hukuki değerini yitirdiği yönündeki gerekçesinin isabetli olmadığını belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi taşınmazın orman bitki örtüsüyle kaplı olmadığı ve tarım arazisi görüntüsü verdiği yolundaki bilirkişi raporunda yer alan tespite atıfla fiilî el atma olgusunun gerçekleşmediğini ve davanın bu gerekçeyle reddi gerektiğini ifade etmiştir.

14. Bölge Adliye Mahkemesi kararı, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 23/5/2019 tarihli kararıyla onanmıştır. Nihai karar 17/7/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

15. İlgili hukuk için bkz. Sabahat Günindi, B. No: 2018/15204, 9/6/2021, §§ 21-35

V. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Anayasa Mahkemesinin 25/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

17. Başvurucu, taşınmazın 2.680 m²lik kısmının tapuda şeklen adına kayıtlı olsa da kesinleşmiş orman kadastrosu sonucunda orman olarak tespit edilmiş olması sebebiyle tapunun hukuki değerini yitirdiğini belirtmiştir. Başvurucu, orman vasfında olması sebebiyle tapuya bağlanması hukuken mümkün bulunmayan bir taşınmaz için tapu oluşturulmasının kadastro işleminin hatalı yapıldığını gösterdiğini, bu nedenle tazminat talebinin 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında kaldığını ifade etmiştir. Orman Genel Müdürlüğünün taşınmazın bedelini ödememesinin aynı zamanda kamulaştırmasız el atma teşkil ettiğini ileri süren başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesinin taşınmazın bitki örtüsüyle kaplı olmamasından hareketle fiilî el atmanın bulunmadığı yolundaki gerekçesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir. Başvurucu, somut olayda fiilî el atmanın bulunmadığı kabul edilse bile taşınmazın orman olarak tespit edilmesinin hukuki el atma mahiyetinde olduğunu vurgulamıştır. Başvurucu, AİHM kararlarına atıfta bulunarak taşınmazın orman niteliğinde olduğu gerekçesiyle mülkünden tazminatsız olarak yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını belirtmiştir.

18. Bakanlık görüşünde, olayın arka planına ve yargılama sürecine ilişkin açıklamalara yer verildikten sonra mevcut başvuruda başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edilip edilmediğinin ve bu bağlamda ölçülülük ilkesine uygun şekilde yargılama yapılıp yapılmadığının değerlendirmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu belirtilmiştir.

19. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

20. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

21. Başvurunun niteliği dikkate alındığında öncelikle zaman bakımından yetki meselesinin tartışılması gerekir. Anayasa Mahkemesi somut olaya benzer nitelik taşıyan Sabahat Günindi kararında başvurucunun tapu kaydının hiçbir zaman iptal edilmediğine dikkat çekerek Anayasa Mahkemesi ve AİHM tarafından etkili bir hukuk yolu olarak görülen 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre açılan tazminat davasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra kesinleştiğine vurgu yapmış ve başvurunun zaman bakımından yetkisinin kapsamında kaldığını değerlendirmiştir (Sabahat Günindi, §§ 40-43). Eldeki başvuruda Sabahat Günindi kararında ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmamaktadır.

22. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

23. İhtilaf konusu taşınmaz, kadastro çalışması sonucunda orman olarak tespit edilmiş ise de taşınmazın tapusu iptal edilmemiştir. Şu hâlde başvurucu adına olan tapu iptal edilmediğine ve bu tapunun ihtilaf konusu taşınmaza uyduğu bilirkişi raporunda tespit edildiğine göre Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil eden ekonomik bir menfaatinin bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Sabahat Günindi, §§ 47-50).

24. Başvuru konusu taşınmazın 2.680 m²lik kısmı orman olarak tespit edilmiş ve malikin bu alan üzerinde serbestçe tasarrufta bulunması engellenmiştir. Her ne kadar Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan bilirkişi raporundaki tespitlerden başvurucunun taşınmazın bu kısmını tarımsal amaçlarla kullanabildiği anlaşılmakta ise de taşınmazın bulunduğu bölgenin parselasyon planına tabi tutulduğunu dikkate almak gerekir. Nitekim parselasyon işlemi taşınmazın diğer kısımlarını kapsadığı hâlde taşınmazın ihtilaf konusu kısmı orman olduğu gerekçesiyle parselasyon uygulamasının dışında bırakılmıştır. Taşınmazın imar uygulamasının dışında bırakılması tasarruf yetkisinin kısıtlandığını göstermektedir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin mevcut olduğu anlaşılmıştır.

25. Diğer taraftan her ne kadar başvurucu adına olan tapu kaydı var olsa da taşınmazın orman olarak tespit edilmiş olması ve tasarruf yetkisinin de kısıtlanması karşısında müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür (Sabahat Günindi, § 53).

26. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanma hakkının bir uzantısı olarak Anayasa'nın 169. maddesinde ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Bu bağlamda 6831 sayılı Kanun'un 1. maddesinde de tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık topluluklarının yerleriyle birlikte orman sayılacağı hüküm altına alınmış, aynı Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrasında bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamayacağı düzenlenmiştir (bkz. §§ 27, 28). Anılan Kanun hükümlerinin ulaşılabilir, öngörülebilir ve belirli olduğunda kuşku bulunmadığından başvuruya konu müdahalenin kanuna dayalı olduğu sonucuna varılmıştır (Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, § 70).

27. Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek korunması ve geliştirilmesi konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur. Anayasa'nın 169. maddesinin birinci fıkrası gereğince devlet, doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden biri olan ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gereken tedbirleri alıp kanun koymak ve bütün ormanların gözetimi ödevini yerine getirmek durumundadır (AYM, E.2013/96, K.2014/118, 3/7/2014). Dolayısıyla ormanların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesinde kamu yararına dayalı meşru bir amacın bulunduğu tartışmasızdır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).

28. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kamuya ait orman ve diğer malların korunmasındaki kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında makul denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).

29. Diğer taraftan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm altına almıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).

30. Anayasa'nın ormanların korunması ve geliştirilmesine ilişkin 169. maddesi uyarınca ormanların özel mülkiyete konu edilmesi mümkün değildir. Bununla birlikte söz konusu taşınmazın kamu makamları tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına göre özel mülke konu edildiği ortadadır. Tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre orman olmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir. Buna göre olayda idarenin hatalı kayıt oluşturmasına rağmen malike herhangi bir tazminat ödenmeden taşınmaz, orman olarak tespit edilmiş ve malikin tasarruf yetkisi kısıtlanmıştır.

31. Orman olan taşınmazların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapunun iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir. Öte yandan somut olayda başvurucuya tazminat ödenmemesini makul gösterebilecek istisnai bir durumun varlığı da söz konusu değildir (Sabahat Günindi, § 67).

32. Ayrıca tapunun hâlen başvurucu adına kayıtlı olduğu gözetildiğinde müdahalenin kesintiye uğradığı kabul edilemeyecektir. Mülkiyet hakkına yönelik müdahale devam ettiği sürece kişinin tazminat davası açmasının önünde hiçbir engel bulunmamaktadır.

33. Bu durumda başvurucunun maliki olduğu taşınmazın orman olarak tespit edilmesi ormanların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de mülkten yoksun bırakılan başvurucuya herhangi bir tazminat ödenmemesi idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmiş olup başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Sabahat Günindi, § 69).

34. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. Giderim Yönünden

35. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesine ve 50.000 TL maddi, 500.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

36. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

37. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiğiyargı mercilerince yapılması gereken iş, yenidenyargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

38. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/391, K.2016/531) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FİLİZ FREİFRAU VON THERMANN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/14470)

 

Karar Tarihi: 20/12/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Filiz FREİFRAU VON THERMANN

 

 

2. İnci SİEBER

 

 

3. Melahat ALTIN

Başvurucular Vekili

:

Av. Erman PAZARBAŞI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; özel koleksiyona kayıtlı olan taşınmaz kültür varlıklarının bedelsiz olarak müzeye tesliminin istenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, uzun yargılamayla ilgili şikâyetlerin ileri sürülebileceği bir başvuru yolunun bulunmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu Filiz Freifrau Von Thermann ve İnci Sieber sırasıyla 1955 ve 1958 doğumlu olup Almanya Federal Cumhuriyeti'nin München şehrinde ikamet etmektedir. Başvurucu Melahat Altın ise 1930 doğumlu olup Balıkesir'de ikamet etmektedir.

6. Birinci ve ikinci başvurucular 10/7/2009 tarihinde ölen T.A.nın çocukları, üçüncü başvurucu ise T.A.nın eşidir.

7. Koleksiyonculuk belgesine sahip olan T.A.nın 1988 yılında Balıkesir Müze Müdürlüğünde (Müze Müdürlüğü) koleksiyona işlenen yirmi dokuz parça kültür varlığı bulunmaktadır. Bunlardan 28'inin gerçekte taşınmaz kültür varlıklarından kopan parçalar niteliğinde olduğu Müze Müdürlüğü tarafından iddia edilmektedir. Sözü edilen kültür varlıkları yine 1965 yılından beri T.A.ya ait olan ve "Altınkamp" olarak tabir edilen turistik tesisin çeşitli alanlarında sergilenmektedir. Eserlerin on beş parçası çalınma riskine karşı tesisteki yapıların duvarlarına monte edilmiş vaziyettedir.

8. T.A.nın koleksiyonuna kayıtlı olan kültür varlıkları, ölümünden sonra 20/10/2009 tarihinde başvuruculara zimmetlenmiştir. T.A.nın koleksiyonuna kayıtlı kültür varlıklarının on üçü, diğer iki mirasçının şikâyeti üzerine Müze Müdürlüğü tarafından 11/12/2009 tarihinde yerlerinden sökülerek götürülmüştür. Tesisteki yapıların duvarlarına monte edilmiş hâldeki on beş eser ise yerlerinde bırakılmıştır.

9. Müze Müdürlüğü 25/5/2010 tarihli işlemle, tesisteki yapıların duvarlarına monte edilmiş hâldeki on beş eserin on beş gün içinde Müze Müdürlüğüne teslim edilmesini başvuruculara ihtar etmiştir. Anılan işlemde, taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyona dâhil edilemeyeceği belirtilmiştir.

10. Başvurucular, bu işlemin iptali istemiyle 7/6/2010 tarihinde Balıkesir İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucular; 24/11/2009 tarihinde Müze Müdürlüğünce yerinde yapılan incelemede hiçbir eksikliğin bulunmadığı tespit edildiği hâlde kültür varlıklarının bir kısmının yerlerinden alınarak Müzeye götürülmesinin, bir kısmının ise monte edildikleri duvarlardan sökülerek Müzeye tesliminin istenmesinin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Dava dilekçesinde başvurucular ayrıca 27/1/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na 4/2/2009 tarihli ve 5835 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle eklenen geçici 8. maddenin kültür varlıklarının müzeye teslim edilmesini zorunlu kılmadığını, duvara monte edilmiş olan eserlerin zarar görmemesi için yerinde bırakılması gerektiğini savunmuştur.

11. Davalı Kültür ve Turizm Bakanlığının savunma yazısında, kültür varlıklarının devlet malı niteliğinde olduğu belirtilmiş; 2863 sayılı Kanun'a 5835 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle eklenen geçici 8. madde dikkate alındığında taşınmaz kültür varlıklarının özel koleksiyonculuk faaliyetine konu edilemeyeceği ifade edilmiştir. Savunma yazısında, vefat eden bir koleksiyoncunun koleksiyonuna kayıtlı kültür varlıklarının mirasçılarına intikal edebilmesi için onların da koleksiyonculuk izin belgesi alması gerektiği vurgulanmıştır. Savunma yazısında ayrıca mirasçılar arasındaki veraset ihtilaflarının çözülemediği, mirasçıların henüz koleksiyonculuk belgesi almadığı ve başvurucuların elinde bulunan kültür varlıklarının, özel koleksiyona konu edilmesi kanunen yasaklanmış taşınmaz kültür varlığı niteliğinde olduğu hususları dikkate alındığında kültür varlıklarının yediemin olarak Müzeye teslimi yolunda tesis edilen dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu açıklanmıştır. Savunma yazısında son olarak varislerin koleksiyon izin belgesi alması hâlinde kültür varlıklarının varislere iade edileceğinin tabii olduğu belirtilmiştir.

12. İdare Mahkemesi 2/3/2011 tarihinde idari işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 2863 sayılı Kanun'un 1., 5., 26. ve geçici 8. maddelerine yer verildikten sonra taşınmaz kültür varlıklarının bir şekilde envantere kaydedilmesi durumunda bu eserlerin koleksiyonerler arasında satılamayacağı ve el değiştiremeyeceğinin hükme bağlandığı ifade edilmiş ancak Kültür ve Turizm Bakanlığının bedelsiz alım yetkisinin yalnızca anılan taşınmaz kültür varlıklarının ören yerlerinde ve müzelerdeki eski eserlerin bütünleyicisi olduğunun tespiti hâlinde kullanılabileceği vurgulanmıştır. Kararda, ihtilaf konusu eserlerin ören yerlerinde ve müzelerde bulunan eski eserlerin bütünleyici parçası niteliğinde olup olmadığı ortaya konulmadan ve bunların yerlerinden sökülmesi hâlinde orijinal özelliklerini yitirip yitirmeyeceği belirlenmeden tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı açıklanmıştır.

13. Kararı temyizen inceleyen Danıştay Ondördüncü Dairesi (Daire) 10/4/2014 tarihinde kararı bozmuştur. Bozma kararında, ilgili mevzuat hükümlerine yer verildikten sonra söz konusu mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesinden, taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyonculuk faaliyetine konu olamayacağının, envantere kaydedilmemesi gerekmesine rağmen bir şekilde envantere kaydedilen taşınmaz kültür varlıklarının devlet müzelerine devri gerektiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Bozma kararında; duvara monte edilmiş hâlde olduğu için alınamayan dava konusu eserlerin taşınmaz niteliğinde olduğu ve taşınmaz eserlerin koleksiyonculuk faaliyetine konu olamayacağı vurgulanmıştır. 2863 sayılı Kanun'un geçici 8. maddesindeki hükmün, ölmüş olan murise ait koleksiyonculuk faaliyetine devam edebilmesi için yeniden koleksiyon izin belgesi almak ve yeni envanter kaydı yaptırmak zorunda olan başvurucular yönünden herhangi bir hak teşkil etmeyeceğine işaret edilen bozma kararında, başvurucuların yeni alacağı izin belgesi sonrasında envantere kaydettirecekleri eserlerin taşınmazlardan oluşmasına imkân bulunmadığının altı çizilmiş, dolayısıyla başvurucuların murisine ait koleksiyonda kayıtlı olan ancak duvarda monte edilmiş hâlde olduğu için alınamayan eserlerin on beş gün içinde Müze Müdürlüğüne teslimine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir.

14. Bozma kararına uyan İdare Mahkemesi 26/6/2015 tarihinde, Dairenin bozma kararındaki gerekçeyi benimseyerek davayı reddetmiştir. Başvurucuların temyiz talebi Dairenin 13/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiş ve İdare Mahkemesi kararı onanmıştır. Karar düzeltme talebi Dairenin 7/3/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 17/4/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

15. İlgili hukuk için bkz. Alexandra Liana ve diğerleri, B. No: 2018/20732, 13/1/2022, §§ 25-40.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Anayasa Mahkemesinin 20/12/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

17. Başvurucular, dönemin belediye yönetimi tarafından tahrip edilecekken muris T.A. tarafından satın alınarak korunan ve topluma açık bir turistik tesiste teşhir edilen kültür varlıklarının bedelsiz bir biçimde Müzeye tesliminin istenmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucular, Müzenin izni ve denetimi altında duvara monte edilen eserlerin zarar görmeden duvardan sökülmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Tarihî eserlere bedelsiz olarak el konulmasını öngören kanun hükmünün Anayasa'ya aykırılık oluşturduğunu savunan başvurucular; tarihî eserleri korumayı amaçlayan bir kanunun somut olayda amacından saptırılarak uygulandığını, dava konusu idari işlemin kültür varlıklarını korumak yerine onlara zarar verilmesi sonucunu doğurduğunu iddia etmiştir. Başvurucular, 1988 yılında koleksiyona kaydedilen kültür varlıklarının taşınmaz kültür varlıklarının bütünleyici parçası niteliğinde olduğuna dair idarece veya yargı organlarınca yapılmış bir tespitin bulunmadığından yakınmıştır.

2. Değerlendirme

18. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

20. Anayasa Mahkemesi kültür varlıklarının özel mülkiyete konu olmasının mümkün olup olmadığını Alexandra Liana ve diğerleri kararında tartışmıştır. Anayasa Mahkemesi anılan kararda şu tespiti yapmıştır (Alexandra Liana ve diğerleri, § 62):

"62. 2863 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasında devlete, kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazlar ile özel hukuk hükümlerine tabi gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazlarda varlığı bilinen veya ileride meydana çıkacak olan korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğinde olduğu hükme bağlanmıştır. Belirtilmelidir ki taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının devlet malı niteliğinde olması bunların özel mülkiyete konu olmasına engel teşkil etmemektedir. Nitekim 2863 sayılı Kanun'un çeşitli maddelerinde taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarıyla ilgili olarak maliklerin yetkilerini kısıtlayan, devlete gözetim ve denetim yetkisi veren birtakım hükümler sevk edilmekle birlikte bunların hâlihazırda özel mülkiyette bulunanların üzerindeki özel mülkiyetin kalkmasını öngören veya kamu mülkiyetinde bulunanların özel mülkiyete geçmesini engelleyen açık bir hüküm bulunmamaktadır. Kanun koyucu kültür varlıklarının daha iyi korunabilmesi için bunlara devlet malı statüsü vermiş ise de özel mülkiyeti yasaklamış değildir. Devlet malı niteliği özel bir statü olup kamu mülkiyetini zorunlu kılmamaktadır. Devlet malı niteliğindeki varlıklara ilişkin olarak birçok kanunda devlete geniş gözetim ve denetim yetkisi bahşeden hükümler sevk edilmiştir. Devlet malı niteliğinde olma devletin denetim ve gözetim yetkisini genişleten bu hükümleri harekete geçiren bir statüden ibarettir. Dolayısıyla Türk hukuk sisteminde taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının özel mülkiyete konu edilmesinin yasaklanmadığı anlaşılmıştır."

21. İkinci olarak başvurucuların bireysel başvuruya konu kültür varlıkları üzerinde mülkiyet haklarının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir. Kamu makamlarının temel iddiası taşınmaz kültür varlıklarından bir şekilde koparılan parçaların da taşınmaz kültür varlığı niteliğinde olduğu, mevzuatın sadece taşınır kültür varlıklarıyla ilgili olarak özel koleksiyonculuk faaliyeti yapılmasına müsaade ettiği, bu durumda koleksiyona dâhil edilmesi mümkün olmayan taşınmaz kültür varlıklarının Müzeye teslimi gerektiği yolundadır. Başvurucular ise öncelikle bu eserlerin taşınmaz kültür varlığı niteliğinde olduğunun ortaya konulmadığını ileri sürmekte, bir an için aksi kabul edilse bile taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyonculuk envanterine kaydedilmesinin önünde kanuni bir engel bulunmadığını iddia etmektedir.

22. Başvurucular, eserlerin taşınmaz niteliğinde olduğunun kamu makamlarınca ortaya konulamadığını ileri sürmekte ise de bunların taşınmaz kültür varlıklarından bir şekilde kopan veya koparılan parçalar olmadığı yolunda bir iddiası bulunmamaktadır. Başvurucular bu hususun idarece veya mahkemeler tarafından ortaya konulmadığını soyut olarak belirtmektedir. Başvurucuların soyut nitelikteki bu iddiası kültür varlıkları konusunda uzman olan kamu makamlarınca ulaşılan kanaatin keyfî ve temelsiz olduğundan kuşkulanılması için yeterli görülmemiştir. Bu durumda öncesinde T.A.nın koleksiyonuna kayıtlı eserlerin taşınmaz kültür varlığı olduğunun kabulü gerekir.

23. Anayasa Mahkemesi mevcut başvuruya konu olayla aynı mahiyette olan Alexandra Liana ve diğerleri başvurusunda taşınır kültür varlığı olarak özel koleksiyona kaydedilen taşınmaz kültür varlıklarının mülk teşkil edip etmediğini incelemiştir. Anılan kararda 2863 sayılı Kanun'un 26. maddesinin altıncı, yedinci ve sekizinci fıkraları gözetildiğinde taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyonculuk faaliyetine konu edilmesinin mümkün olamayacağı belirtilmiş ancak 11/3/2005 tarihinden önce taşınır kültür varlığı gibi kabul edilerek özel koleksiyonlara kaydedilmiş bulunan taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyon sahipleri veya bunların mirasçıları yönünden mülk teşkil ettiği kabul edilmiştir (Alexandra Liana ve diğerleri, §§ 66-68).

24. Somut olayda ihtilaf konusu eserlerin 11/3/2005 tarihinden önce T.A.nın koleksiyonuna kayıtlı olduğu konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Taşınmaz kültür varlığı niteliğindeki söz konusu eserlerin kamu makamlarınca taşınır kültür varlığı olarak işlem gördüğü ve özel koleksiyona kaydedildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla mülkün varlığına ilişkin olarak Alexandra Liana ve diğerleri kararında ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmamaktadır.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

25. Başvurucuların, ihtilaf konusu kültür varlıklarını Müze Müdürlüğüne teslim etmekle yükümlü kılınması mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. Başvurucuların murisinin koleksiyonunun Müzeye devredilmesi mülkten yoksun bırakılmalarına yol açmaktadır. Bireysel başvuruya konu işlemin başvurucuların fiillerinin bir yaptırımı olarak tesis edilmediği de gözetildiğinde müdahalenin mülkten yoksun bırakma biçimindeki ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir (benzer yönde değerlendirme için bkz. Alexandra Liana ve diğerleri, § 74).

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

26. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

27. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

 (1) Kanunilik

28. Başvurucuların murisinin koleksiyonuna kayıtlı eserlerin Müzeye teslimi yolunda tesis edilen idari işlemin dayanağı olarak 5835 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle 2863 sayılı Kanun'a eklenen geçici 8. madde gösterilmiştir. Anılan kural 11/3/2005 tarihinden önce bir şekilde koleksiyoncular tarafından edinilmiş ve bağlı bulunduğu müzedeki envanter defterine kaydı yaptırılmış taşınmaz kültür varlıklarından ören yerleri ve müzelerdeki eserlerin bütünleyicisi olduğu tespit edilen parçalar ile müze koleksiyonlarını tamamlar nitelikte olanlarının bedelsiz olarak alınması konusunda Kültür ve Turizm Bakanlığına yetki tanımaktadır. Dolayısıyla başvurucuların murisinin envanterine kayıtlı olan ve taşınmaz nitelikte olduğu kabul edilen kültür varlıklarının bedelsiz olarak Müzeye teslim edilmesi yönündeki işlemin kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır (benzer yönde değerlendirme için bkz. Alexandra Liana ve diğerleri, § 78).

 (2) Meşru Amaç

29. Başvurucuların, murisinin envanterindeki taşınmaz kültür varlıklarını Müzeye teslim etmekle yükümlendirilmesinin amacı bu varlıkların korunmasıdır. Anayasa'nın 63. maddesinde devletin tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama ödevi düzenlenmiştir. 2863 sayılı Kanun'un taşınmaz kültür varlıklarından koparılan parçaların koleksiyonculuk faaliyetinde kullanılmasını yasaklayan hükümlerinin Anayasa'nın 63. maddesi kapsamında kamu otoritelerine yüklenen ödevden bağımsız olduğu düşünülemez. Dolayısıyla başvuru konusu kültür varlıklarının Müzeye teslimi mecburiyeti getirilmesinin kamu yararına yönelik bir amacının bulunduğu anlaşılmaktadır (benzer yönde değerlendirme için bkz. Alexandra Liana ve diğerleri, § 80).

 (3) Ölçülülük

30. Ölçülülükle ilgili genel ilkeler için bkz. Alexandra Liana ve diğerleri, §§ 82-89.

31. Alexandra Liana ve diğerleri kararında 5835 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle 2863 sayılı Kanun'a eklenen geçici 8. maddenin 11/3/2005 tarihinden önce bir şekilde koleksiyoncular tarafından edinilmiş ve bağlı bulunduğu müzedeki envanter defterine kaydı yaptırılmış taşınmaz kültür varlıklarının her durumda müzelere aktarılması mecburiyeti getirmediği, bu konuda kamu makamlarına takdir yetkisi tanıdığı vurgulanmıştır. Anılan kararda, özel mülkiyette bulunan kültür varlıklarının bedelsiz olarak müzelere teslim edilmek suretiyle özel mülkiyetin ortadan kaldırılması şeklindeki bir müdahalenin müstahak görülebilmesi için son derece zorlayıcı nedenlerin bulunması gerektiğine işaret edilmiş, salt kültür varlıklarının korunması ihtiyacının -bunların başvurucularda kalması hâlinde daha az korunacağı ortaya konulmadıkça- özel mülkiyetteki bir kültür varlığının tazminatsız olarak kamu mülkiyetine geçirilmesini haklı hâle getirmeyeceğinin altı çizilmiştir. Önceki mevzuatın aslında bunların mülk edinilmesine müsaade etmediği ancak memurların bilgi eksikliği sebebiyle sehven özel koleksiyonların envanterlerine kaydedildiği düşüncesinin de tazminatsız nakli haklılaştırmadığının belirtildiği kararda, kamu makamlarının taşınmaz kültür varlıklarının bütünleyicisi olup bunlardan kopan parçaların özel koleksiyoncuların envanterine kaydedilebileceği yolunda bir inancın oluşmasına kendi tutum ve davranışlarıyla neden olduğu, kamu makamlarının eylemsizliği ve hatta aktif katkısı sebebiyle oluşan hukuksal duruma güvenerek söz konusu kültür varlıklarını edinen kişilerin bu güvenlerinin korunması gerektiği ifade edilmiştir (Alexandra Liana ve diğerleri, §§ 94, 95).

32. Alexandra Liana ve diğerleri kararında açıklandığı üzere bu durum taşınmaz kültür varlıklarının parçasını oluşturan eserlerin kamu mülkiyetine geçirilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Ancak bunların tazminatsız olarak müzeye teslim edilebilmesi için çok daha güçlü nedenlere ihtiyaç vardır (Alexandra Liana ve diğerleri, § 96). Somut olayda kamu makamları başvurucuların ihtilaf konusu kültür varlıklarını gereği gibi korumadığını ve bunların müzeye teslimi hâlinde daha iyi korunacağını iddia etmemiştir. Bu koşullarda idarenin başvurucuların murisinin envanterine kayıtlı olan kültür varlıklarının tazminatsız olarak Müzeye teslim edilmesini haklılaştıran bir sebep ortaya koyabildiğini kabul etmek güçtür.

33. Öte yandan Daire kararında açıklanan, ihtilaf konusu eserlerin taşınmaz kültür varlığı niteliğinde olması nedeniyle koleksiyonculuk faaliyetine konu edilmesinin mümkün olmadığı görüşünün de -ilgili mevzuat karşısında- sorunlu olduğu görülmektedir. 5835 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle 2863 sayılı Kanun'a eklenen geçici 8. madde dahi 11/3/2005 tarihinden önce koleksiyoncuların envanterlerine kaydedilenlerle ilgili olarak oluşan mülkiyet durumunu kendiliğinden ortadan kaldırmamakta, bu konuda idareye takdir yetkisi tanımaktadır. Dolayısıyla mevzuatın taşınmaz kültür varlığının koleksiyonculuk faaliyetine imkân sağlamadığı yönündeki gerekçenin ilgili ve yeterli olarak kabul edilmesi mümkün değildir (Alexandra Liana ve diğerleri, § 97).

34. Bu koşullarda başvurucuların murisinin koleksiyonuna dâhil olan taşınmaz kültür varlıklarının tazminatsız olarak müzeye teslim edilmesi biçiminde başvuruculara ağır külfet yükleyen bir aracın kültür varlığının korunması amacına ulaşılması için en hafif müdahale teşkil eden araç olduğu sonucuna ulaşılamamıştır. Bu durumda başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin gereklilik kriterini karşılamadığı değerlendirilmiştir (benzer yönde değerlendirme için bkz. Alexandra Liana ve diğerleri, § 98).

35. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

36. Başvurucular, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

38. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45-47).

39. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

40. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında yaklaşık 8 yıl 9 ay devam eden yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

41. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Makul Sürede Yargılanma Hakkıyla Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

42. Başvurucular, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ileri sürülebileceği bir başvuru yolunun bulunmaması sebebiyle etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; bu konudaki sistemik sorunun pilot karar usulüyle tespiti ile yasama organına çağrıda bulunulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

43. Makul sürede yargılanma hakkıyla ilgili olarak yukarıda ulaşılan sonuç gözetildiğinde bu şikâyetin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

D. Giderim Yönünden

44. Başvurucular, ihlalin tespiti ile tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

45. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

46. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

47. Öte yandan makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 36.000 TL manevi tazminatın başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Balıkesir İdare Mahkemesine (E.2015/554, K.2015/879) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara net 36.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/12/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FİSUN BALIKÇIOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/18367)

 

Karar Tarihi: 11/1/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 22/2/2023-32112

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Fisun BALIKÇIOĞLU

Vekili

:

Av. Serpil ŞAHİN ÜSTÜNDAĞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; orman sınırları içinde kaldığı tespit edilen tapulu taşınmaz için tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 30/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 1961 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir.

6. Muğla ili Milas ilçesi Kıyıkışlacık köyü Zindaf-Çanacık mevkiinde kâin 115 ada 612 parsel sayılı taşınmazın 22.000/100.900 hissesi başvurucunun murisi İ.E. adına kayıtlı iken 16/5/2002 tarihinde kesinleşen orman kadastrosu sonucunda orman olarak tespit edilmiştir.

7. Başvurucu ve diğer hissedarın mirasçısı 22/7/2013 tarihinde Ankara 27. Asliye Hukuk Mahkemesinde Hazineye karşı tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 700.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur. Dilekçede, miras yoluyla intikal eden taşınmazın orman olarak tespit edilmesi sebebiyle taşınmazı kullanamadığını belirtmiş ve mülkiyet hakkına yönelik bu sınırlandırma nedeniyle devletin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca tazminat ödeme yükümlülüğünün doğduğunu ifade etmiştir.

8. Ankara 27. Asliye Hukuk Mahkemesi 23/10/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dava dosyasının talep hâlinde Milas Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine hükmetmiştir. Yetkisizlik kararı Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin (Daire) 18/4/2017 tarihli kararıyla onanmıştır.

9. Yetkisizlik kararının kesinleşmesi üzerine dosya, davacıların talebiyle Milas 3. Asliye Hukuk Mahkemesine (Asliye Hukuk Mahkemesi) gönderilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 25/1/2018 tarihinde davayı zamanaşımı gerekçesiyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde orman kadastrosu tutanaklarının 16/5/2002 tarihinde kesinleştiğini ve davanın 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 72. maddesi uyarınca kadastronun kesinleştiği tarihten itibaren on yıl içinde açılması gerektiğini vurgulamıştır. Somut olaydaki davanın 22/7/2013 tarihinde açıldığını vurgulayan Asliye Hukuk Mahkemesi, on yıllık zamanaşımı süresinin dolması sebebiyle davanın esasının incelenemeyeceğini belirtmiştir.

10. İlk derece mahkemesi kararı Dairenin 6/11/2018 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 11/4/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 11/5/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

11. İlgili hukuk için bkz. Sabahat Günindi, B. No: 2018/15204, 9/6/2021, §§ 21-35.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

12. Anayasa Mahkemesinin 11/1/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

13. Başvurucu; murisine ait taşınmazın orman olarak tespit edilerek kullanımına izin verilmemesinin mülkten yoksun bırakma niteliğinde olduğunu ve tazminat ödenmeden mülkten yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca taşınmazın orman olarak tespit edilmesine rağmen tapusunun iptal edilmediğini, kadastro çalışmalarından da haberdar edilmediğini, bu sebeple olayda zamanaşımının söz konusu olmadığını savunmuştur.

14. Bakanlık görüşünde, olay ve olgular özetlendikten ve ilgili mevzuata yer verildikten sonra başvurucunun haklarının ihlal edilip edilmediği konusunda inceleme yapılırken bunların dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

2. Değerlendirme

15. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

16. Başvurunun niteliği dikkate alındığında öncelikle zaman bakımından yetki meselesinin tartışılması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi somut olaya benzer nitelik taşıyan Sabahat Günindi kararında başvurucunun tapu kaydının hiçbir zaman iptal edilmediğine dikkat çekerek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından etkili bir hukuk yolu olarak görülen 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre açılan tazminat davasının zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra kesinleştiğine vurgu yapmış ve başvurunun zaman bakımından yetkisi kapsamında kaldığını değerlendirmiştir (Sabahat Günindi, §§ 40-43). Eldeki başvuruda Sabahat Günindi kararında ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmamaktadır.

17. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

18. İhtilaf konusu taşınmaz kadastro çalışması sonucunda orman olarak tespit edilmiş ise de taşınmazın tapusu iptal edilmemiştir. Şu hâlde başvurucunun murisi adına olan tapu iptal edilmediğine ve bu tapunun ihtilaf konusu taşınmaza uymadığı iddia edilmediğine göre Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil eden ekonomik bir menfaatinin bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Sabahat Günindi, §§ 47-50).

19. Başvuru konusu taşınmaz orman olarak tespit edilmiş ve malikin burayı kullanması fiilen engellenmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin mevcut olduğu kuşkusuzdur. Diğer taraftan her ne kadar başvurucunun murisi adına olan tapu kaydı varlığını sürdürse de taşınmazın orman olarak tespit edilmesi ve fiilî kullanımının da engellenmesi karşısında müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür (Sabahat Günindi, § 53).

20. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanma hakkının bir uzantısı olarak Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Bu bağlamda 31/8/1956 tarihli ve6831 sayılı Orman Kanunu'nun 1. maddesinde de tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık topluluklarının yerleriyle birlikte orman sayılacağı hüküm altına alınmış, aynı Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrasında bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamayacağı düzenlenmiştir. Anılan Kanun hükümlerinin ulaşılabilir, öngörülebilir ve belirli olduğunda kuşku bulunmadığından başvuruya konu müdahalenin kanuna dayalı olduğu sonucuna varılmıştır (Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, § 70).

21. Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek korunması ve geliştirilmesi konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur. Anayasa'nın 169. maddesinin birinci fıkrası gereğince devlet, doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden biri olan ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gereken tedbirleri alıp kanun koymak ve bütün ormanların gözetimi ödevini yerine getirmek durumundadır (AYM, E.2013/96, K.2014/118, 3/7/2014). Dolayısıyla ormanların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesinde kamu yararına dayalı meşru bir amacın bulunduğu tartışmasızdır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).

22. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kamuya ait orman ve diğer malların korunmasındaki kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında makul denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).

23. Diğer taraftan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm altına almıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).

24. Anayasa'nın ormanların korunması ve geliştirilmesine ilişkin 169. maddesi uyarınca ormanların özel mülkiyete konu edilmesi mümkün değildir. Bununla birlikte söz konusu taşınmazın kamu makamları tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına göre özel mülke konu edildiği ortadadır. Tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre orman olmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir. Buna göre olayda taşınmaz, idarenin hatalı kayıt oluşturmasına rağmen malike herhangi bir tazminat ödenmeden, orman olarak tespit edilmiş ve taşınmazın kullanımı fiilen engellenmiştir.

25. Orman olan taşınmazların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapunun iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir. Öte yandan somut olayda başvurucuya tazminat ödenmemesini makul gösterebilecek istisnai bir durumun varlığı da söz konusu değildir (Sabahat Günindi, § 67).

26. Ayrıca tapunun hâlen başvurucunun murisi adına kayıtlı olduğu gözetildiğinde müdahalenin kesintiye uğradığı kabul edilemeyecektir. Mülkiyet hakkına yönelik müdahale devam ettiği sürece kişinin tazminat davası açmasının önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Asliye Hukuk Mahkemesinin tazminat davasına ilişkin zamanaşımı süresini kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten başlatması -tapunun hâlen iptal edilmediği dikkate alındığında- makul bir yorum olarak kabul edilmemiştir.

27. Bu durumda başvurucunun murisinin hissedar olduğu taşınmazın orman olarak tespit edilmesi ormanların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amaç içerse de mülkten yoksun bırakılan başvurucuya herhangi bir tazminat ödenmemesi idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmiş olup başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Sabahat Günindi, § 69).

28. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

29. Başvurucu, yargılamaların makul süre içinde tamamlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

31. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

32. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).

33. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında yaklaşık 5 yıl 8 ay 19 günlük yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

34. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

35. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve 1.000.000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

36. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

37. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

38. Mülkiyet hakkı yönünden ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebi kabul edilmemiştir.

39. Makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 30.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Milas 3. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2017/690, K.2018/41) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya 30.000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/1/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BİLGİ SEVER VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/1325)

 

Karar Tarihi: 1/2/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Bilgi SEVER

 

 

2. Mustafa YILDIZ

 

 

3. Muzaffer ELBİR

 

 

4. Münire TUNA

 

 

5. Müzeyyen ÖÇAL

 

 

6. Recep YILDIZ

Başvurucular Vekili

:

Av. Yavuz YEŞİLYURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; taşınmazın orman sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle tapusu iptal edildiği hâlde tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 26/12/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

6. Başvuruculardan Münire Tuna'nın 13/7/2015 tarihinde öldüğü anlaşılmıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular A.Y.nin mirasçılarıdır. İstanbul ili Eyüp ilçesi Pirinççi köyünde kâin 91 ada 1 parsel numaralı ve 9.222 m² yüz ölçümlü taşınmaz 16/4/1934 tarihli ve 2510 sayılı İskân Kanunu uyarınca A.Y.ye verilmiştir. A.Y. adına 26/11/1946 tarihinde tapu kaydı oluşturulmuştur. A.Y.nin ölümüyle taşınmazın tapusu 4/7/1964 tarihinde mirasçılar adına tescil ettirilmiştir.

9. 1939 yılında yapılan ve 1940 yılında kesinleşen orman kadastrosuna göre taşınmaz devlet ormanlarının sınırları içinde kalmıştır. Anılan taşınmaz 1968 yılında yapılan arazi kadastrosunda A.Y.nin mirasçıları adına tespit ve akabinde 309 ve 312 numaralı parseller şeklinde tescil edilmiştir. Hazine tarafından Eyüp 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde, her iki taşınmazın orman olduğu gerekçesiyle kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. Eyüp 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12/6/2008 tarihli kararıyla taşınmazların orman sınırları içinde kaldığı tespit edilerek Hazine adına tesciline hükmedilmiştir.

10. Başvurucular, 15/7/2014 tarihinde İstanbul 22. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) Hazineye karşı tazminat davası açmıştır. Başvurucular, taşınmazların Hazine adına tesciliyle birlikte mülklerinden yoksun kaldıklarını belirtmiş ve mülkiyet hakkına yönelik bu müdahale nedeniyle devletin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca tazminat ödeme yükümlülüğünün doğduğunu ifade etmiştir.

11. Asliye Hukuk Mahkemesi bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi heyetince hazırlanan raporda, taşınmazların Hazine adına tesciline hükmeden kararın kesinleşme tarihi (29/12/2009) itibarıyla değeri 2.213.280 TL olarak tespit edilmiştir.

12. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/12/2018 tarihinde davayı kabul ederek 2.213.280 TL'nin başvuruculara miras payları oranında ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, tapu sicilinin hatalı oluşturulması sebebiyle devletin kusursuz sorumluluk hükümleri uyarınca başvuruculara tazminat ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir.

13. Karara karşı Hazine tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 13/3/2019 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak davayı reddetmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, orman vasfındaki taşınmazların tapuya bağlanmasının mümkün olmadığını belirtmiş; kadastro çalışmaları sırasında sehven oluşturulan tapunun tüm sonuçlarıyla hükümsüz olduğunu ifade etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, tapu kaydının hukuki değerinin olmaması sebebiyle devletin herhangi bir tazminat sorumluluğunun bulunmadığını vurgulamıştır.

14. Temyiz istemi Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 5/11/2019 tarihli kararıyla reddedilerek Bölge Adliye Mahkemesi kararı onanmıştır. Başvurucular 19/12/2019 tarihinde kararı öğrenerek 26/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

15. İlgili hukuk için bkz. Sabahat Günindi, B. No: 2018/15204, 9/6/2021, §§ 21-35.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Anayasa Mahkemesinin 1/2/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucu Münire Tuna Yönünden

17. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 51. maddesi ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 83. maddesi gereği başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki davranışlarıyla bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit edilmesi hâlinde başvuru reddedilir ve yargılama giderleri dışında ilgilinin 2.000 TL'den fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilir.

18. Anılan düzenlemelerde genel olarak bir hakkın öngörüldüğü amaç dışında ve başkalarını zarara sokacak şekilde kullanılmasının hukuk düzenince himaye edilmeyeceğini ifade eden hakkın kötüye kullanılmasının bireysel başvuru alanında özel olarak ele alındığı açıkça görülmektedir. Bu bağlamda bireysel başvuru usulünün amacına açıkça aykırı olan ve Anayasa Mahkemesinin başvuruyu gereği gibi değerlendirmesini engelleyen davranışların başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi mümkündür (S.Ö., B. No: 2013/7087, 18/9/2014, § 28; Mehmet Güven Ulusoy [GK], B. No: 2013/1013, 2/7/2015, § 31).

19. Bu kapsamda özellikle Anayasa Mahkemesini yanıltmak amacıyla gerçek olmayan maddi vakıalara dayanılması veya bu nitelikte bilgi ve belge sunulması, başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur hakkında bilgi verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler hakkında Anayasa Mahkemesinin bilgilendirilmemesi suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat oluşturulmasının engellenmesi, medeni ve meşru eleştiri sınırları saklı kalmak kaydıyla bireysel başvuru amacıyla bağdaşmayacak surette hakaret, tehdit veya tahrik edici bir üslup kullanılması, söz konusu başvuru yolu kapsamında ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin amaçla bağdaşmayacak surette içeriksiz bir başvuruda bulunulması durumunda başvuru hakkının kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir (S.Ö., § 29; Mehmet Güven Ulusoy, § 32; Osman Sandıkçı, B. No: 2013/6297, 10/3/2016; Selman Kapan ve diğerleri, B. No: 2013/7302, 20/4/2016).

20. Başvurucu Münire Tuna 13/7/2015 tarihinde ölmüştür. Buna rağmen Av. Yavuz Yeşilyurt 26/12/2019 tarihinde Münire Tuna'nın anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuru yapmış, başvuru formunda da Münire Tuna'nın ölümünden bahsetmemiştir.

21. Kamu gücü tarafından hakkı ihlal edilen kişinin bireysel başvuru yapmadan önce ölmesi durumunda ölen kişi adına bir başkası tarafından bireysel başvuru yapma imkânı bulunmamaktadır (Abdurrehman Uray, B. No: 2013/6140, 5/11/2014, § 30).

22. Açıklanan gerekçelerle başvuru tarihinden önce vefat etmiş başvurucunun adına vekâlet ilişkisi sona ermiş olan avukat tarafından yapılan bireysel başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.

23. Bu durumda Av. Yavuz Yeşilyurt hakkında Anayasa Mahkemesini yanıltıcı nitelikte başvuru yapması nedeniyle 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve İçtüzük’ün 83. maddesi uyarınca takdiren 2.000 TL disiplin para cezasına hükmedilmesi gerekir.

B. Diğer Başvurucular Yönünden

1. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucuların İddiaları

24. Başvurucular, taşınmazın orman olduğu gerekçesiyle tapusunun tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucular ayrıca adil yargılanma hakkının bazı güvencelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

b. Değerlendirme

25. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların tüm iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

28. İhtilaf konusu taşınmazın tapusunun iptalinden önce başvurucular adına kayıtlı olduğu hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Taşınmazın tapu kaydının iptalinin mülkiyet hakkına müdahale oluşturduğu açıktır. Müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

29. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanma hakkının bir uzantısı olarak Anayasa'nın 169. maddesinde ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Bu bağlamda 6831 sayılı Kanun'un 1. maddesinde de tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık topluluklarının yerleriyle birlikte orman sayılacağı hüküm altına alınmış, aynı Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrasında bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamayacağı düzenlenmiştir. Anılan Kanun hükümlerinin ulaşılabilir, öngörülebilir ve belirli olduğunda kuşku bulunmadığından başvuruya konu müdahalenin kanuna dayalı olduğu sonucuna varılmıştır (Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, § 70).

30. Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek korunması ve geliştirilmesi konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur. Anayasa'nın 169. maddesinin birinci fıkrası gereğince devlet, doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden biri olan ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gereken tedbirleri alıp kanun koymak ve bütün ormanların gözetimi ödevini yerine getirmek durumundadır (AYM, E.2013/96, K.2014/118, 3/7/2014). Dolayısıyla ormanların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesinde kamu yararına dayalı meşru bir amacın bulunduğu tartışmasızdır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).

31. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kamuya ait orman ve diğer malların korunmasındaki kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında makul denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).

32. Diğer taraftan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm altına almıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).

33. Anayasa'nın ormanların korunması ve geliştirilmesine ilişkin 169. maddesi uyarınca ormanların özel mülkiyete konu edilmesi mümkün değildir. Bununla birlikte söz konusu taşınmazın kamu makamları tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına göre özel mülke konu edildiği ortadadır. Tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre orman olmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir. Buna göre olayda idarenin hatalı kayıt oluşturmasına rağmen malike herhangi bir tazminat ödenmeden taşınmazın tapusu iptal edilmiştir.

34. Orman olan taşınmazların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapunun iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvuruculara yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir. Öte yandan somut olayda başvuruculara tazminat ödenmemesini makul gösterebilecek istisnai bir durumun varlığı da söz konusu değildir (Sabahat Günindi, § 67).

35. Bu durumda başvurucuların maliki olduğu taşınmazın tapusunun iptal edilmesi ormanların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de mülkten yoksun bırakılan başvuruculara herhangi bir tazminat ödenmemesi idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucuların katlanması sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvuruculara aşırı bir külfet yüklenmiş olup başvurucuların mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Sabahat Günindi, § 69).

36. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucuların İddiaları

37. Başvurucular, yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

b. Değerlendirme

38. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

39. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).

40. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında üç dereceli yargılamada 5 yıl 3 ay ve 15 günlük yargılamaya ilişkin sürenin makul olduğu sonucuna varmak gerekir.

41. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Giderim Yönünden

42. Başvurucular, ihlalin tespiti ile 2.213.280 TL maddi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

43. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

44. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

45. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucuların tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucu Münire Tuna yönünden başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanımı nedeniyle REDDİNE,

2. Avukat Yavuz Yeşilyurt'un 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 83. maddesi uyarınca 2.000 TL disiplin para cezası ile CEZALANDIRILMASINA,

B. 1. Diğer başvurucular yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Diğer başvurucular yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 22. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/286, K.2018/512) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,

F. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin Münire Tuna dışındaki başvuruculara müştereken ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin kararın tebliğini takiben Münire Tuna dışındaki başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin İstanbul Barosuna GÖNDERİLMESİNE,

İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 1/2/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET RAŞİT ERGUN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/29881)

 

Karar Tarihi: 13/4/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 17/8/2023 - 32282

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Mehmet Raşit ERGUN

Vekili

:

Av. Nurgül YAYMAN YILMAZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. 2007 yılından itibaren polis memuru olarak görev yapan başvurucu 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 22/11/2016 tarihinde kamu görevinden çıkarılmıştır.

6. Başvurucunun satın aldığı, adına taşıma ruhsatlı olan Smith Wesson marka 9 mm çapında BEY9653 seri No.lu silaha Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği suçlaması ile başlatılan soruşturma kapsamında 4/10/2016 tarihinde el konulup silah emanete alınmıştır.

7. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 30/5/2018 tarihli iddianamede FETÖ/PDY üyeliği suçlaması ile başvurucu hakkında başlatılan soruşturma kapsamında el konulup emanete alınan başvuru konusu silahın 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 54. maddesinin birinci fıkrası uyarınca müsaderesi talep edilmiştir. Başvurucu; savunmasında hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunmadığını, başvuru konusu silahı satın aldığını ve silahın suçta kullanmadığını belirterek babasına iade edilmesini talep etmiştir. İzmir 30. Asliye Ceza Mahkemesince (Asliye Ceza Mahkemesi) 28/12/2018 tarihinde, başvurucunun FETÖ/PDY üyeliğinden kamu görevinden çıkarıldığı gerekçesiyle 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 12. maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’na eklenen ek 4. madde uyarınca başvuru konusu silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilmiştir.

8. Başvurucu, silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, başvuru konusu silahı teslim ettikten yirmi ay sonra 25/7/2018 tarihinde yürürlüğe giren 3713 sayılı Kanun’un ek 4. maddesi dikkate alınarak silahın satışını ya da devrini yapma imkânının engellendiğini vurgulamıştır. İtiraz üzerine İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince 25/6/2019 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir.

9. İzmir 15. Ağır Ceza Mahkemesinin başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine dair 13/6/2018 tarihli kararı, 13/11/2019 tarihinde Yargıtay 16. Ceza Dairesince onanarak kesinleşmiştir.

10. Başvurucunun meslekten çıkarılma işleminin iptali talebiyle açtığı davanın reddine karar verildiği ve davanın Ankara Bölge İdare Mahkemesi 13. İdari Dava Dairesinde derdest olduğu anlaşılmıştır.

11. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine ilişkin 25/6/2019 tarihli nihai kararı 10/7/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Mevzuat

12. 3713 sayılı Kanun’a eklenen ek 4. maddenin olay tarihindeki hâli şöyledir:

"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar ile Milli Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların silah ruhsatları iptal edilir, bu silahların mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun ek 8 inci maddesine göre ilgili idarelerce işlem tesis edilir. Müsadere hükümleri saklıdır.

Birinci fıkrada belirtilen sebeplerin ortadan kalkması hâlinde, mülkiyeti kamuya geçirilen silahlar sahibine iade edilir. İadesinin mümkün olmaması hâlinde rayiç değeri tespit edilerek sahibine ödenir."

13. 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "Mülkiyetin kamuya geçirilmesi" kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:

"(1) Kabahatin konusunu oluşturan veya işlenmesi suretiyle elde edilen eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine, ancak kanunda açık hüküm bulunan hallerde karar verilebilir.

 (2) Mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin karar, eşyanın;

a) Kullanılmaz hale getirilmesi,

b) Niteliğinin değiştirilmesi,

c) Ancak belli bir surette kullanılması,

Koşullarından birinin yerine getirilmesine bağlı olarak belli bir süre geciktirilebilir. Belirlenen süre zarfında koşulun yerine getirilmemesi halinde eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir.

 (3) Mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin karar kesinleşinceye kadar ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından eşyaya elkonulabileceği gibi; eşya, kişilerin muhafazasına da bırakılabilir.

 (4) Eşyanın mülkiyeti, kanunda açık hüküm bulunan hallerde ilgili kamu kurum ve kuruluşuna, aksi takdirde Devlete geçer.

 (5) Eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilebilmesi için fail hakkında idarî para cezası veya başka bir idarî yaptırım kararı verilmiş olması şart değildir.

 (6) Kaim değerin mülkiyetinin kamuya geçirilmesine de karar verilebilir.

 (7) Mülkiyeti kamuya geçirilen eşya, başka suretle değerlendirilmesi mümkün olmazsa imha edilir.

 (8) Mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin karar, kesinleşmesi halinde yerine getirilir."

14. 1/6/1991 tarihli ve 20888 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) 16. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi şöyledir:

"Aşağıda belirtilen kişilere ikinci fıkradaki hükümler saklı kalmak kaydıyla ateşli silah ve mermilerini taşıma ya da bulundurma izni verilmez ve verilmiş ruhsatlar iptal edilir.

...

j) Mahkeme kararı ile veya haklarında verilen mahkumiyet kararının sonucu olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılanlara, rütbesinin geri alınmasına hükmolunanlar ile 6413 sayılı Kanun hükümleri uyarınca ayırma işlemine tabi tutulanlara, 3269 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrası ve 3466 sayılı Kanunun mülga 15 inci maddesi uyarınca disiplinsizlik ya da ahlaki durum sebebiyle ayırma işlemine tabi tutulanlara, 3269 sayılı Kanunun 12 nci maddesi uyarınca başarısız görülenler ile 3466 sayılı Kanunun 13 üncü ve 16 ncı maddeleri uyarınca ilişikleri kesilenlere veya 1402 sayılı Kanunun 2 nci maddesi gereğince emekli edilenler ile disiplin kurulları ya da mahkeme kararıyla veya kanuni düzenleme ile meslekten ya da Devlet memurluğundan çıkarılanlara veya haklarında verilen mahkumiyet kararı sonucu memuriyetle ilişiği kesilenlere ya da milli güvenliğe tehdit oluşturan terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılanlara."

15. Yönetmelik'in 17. maddesi şöyledir:

"Taşıma veya bulundurma ruhsatı verilen kişilerden sonradan 16 ncı maddede belirtilen hallerden birine girmesi nedeniyle silah taşıma ve bulundurma şartlarını kaybedenlerin, yeni ruhsat talepleri kabul edilmeyeceği gibi mevcut silah ruhsatları iptal edilerek, silahlar zaptedilir. Bu silahların, zaptedildiği tarihten itibaren altı ay içinde silah sahibinin isteği dikkate alınarak, silah satın almaya hak kazanmış kişilere devri sağlanır. Bu süre içinde devri sağlanamayan silahlar ilgili kanunlara göre işlem yapılmak üzere adli makamlara intikal ettirilir.

Bu Yönetmeliğin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası hükümlerine göre ruhsatı iptal edilen silahlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır."

16. Yönetmelik'in 21. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Taşıma veya bulundurma ruhsatlı silaha sahip olanlar, ruhsatlarında nitelikleri yazılı silahlarını bu Yönetmelik hükümlerine göre silah taşıma veya bulundurma ruhsatı verilebilecek olan kişilere satış veya hibe yoluyla devredebilir ya da Türk Silahlı Kuvvetlerine, Genel Komutanlığa, Sahil Güvenlik Komutanlığına veya Genel Müdürlüğe hibe edebilirler."

B. Anayasa Mahkemesi Kararı

17. Anayasa Mahkemesinin 30/6/2022 tarihli ve E.2018/137, K.2022/86 sayılı kararı şöyledir:

"...

b. Anayasaya Aykırılık Sorunu

239. 3713 sayılı Kanun’un ek 4. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde, 5237 sayılı Kanun’da yer alan devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine, millî savunmaya, devlet sırlarına karşı işlenen suçlar ile casusluk suçundan mahkûm olanların yanı sıra devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılan ve ruhsatları iptal edilen kişilerin silahlarının mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verileceği ve 6136 sayılı Kanun’un ek 8. maddesine göre ilgili idarelerce işlem tesis edileceği öngörülmüştür. Anılan cümlenin “…bu silahların mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun ek 8 inci maddesine göre ilgili idarelerce işlem tesis edilir.” bölümü dava konusu kuralı oluşturmaktadır.

240. Kuralda belirli suçlardan mahkûm olanlar ile kamu görevinden çıkarılmaları nedeniyle taşıma ve bulundurma ruhsatları iptal edilen kişilere ait silahların mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verileceği ve silahlar hakkında 6136 sayılı Kanun’un ek 8. maddesine göre işlem tesis edileceği belirtilmiştir.

241. Mülkiyetin kamuya geçirilmesi idari bir tedbir olarak 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 16. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddede, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idarî para cezası ve idarî tedbirlerden ibaret olduğu, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerin ise idari tedbir olduğu belirtilmiştir.

242. Bu itibarla anılan kanun kapsamında mülkiyetin kamuya geçirilmesi, kabahatin konusunu oluşturan ya da kabahat niteliğindeki fiillerin işlenmesi nedeniyle ortaya çıkan eşyaların mülkiyetinin devlet veya kamu kurum ve kuruluşlarına devredilmesini sağlayan bir yaptırım türüdür.

243. Ayrıca 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinde kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunacağı, suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşyanın da kamu güvenliği, kamu sağlığı ve genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edileceği belirtilmiştir. Yine aynı maddede üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyanın da müsadereye konu olacağı hükme bağlanmıştır. Bu itibarla özel mülke konu olan bir eşyanın devlet ya da kamu kurumlarına devredilmesi sonucu dışında mülkiyetin kamuya geçirilmesi ile müsadere arasında amaç, konu ve kapsam yönünden farklılıkların bulunduğu anlaşılmaktadır.

244. Anayasa Mahkemesi birçok kararında, idarenin bir yargı kararına gerek olmaksızın kanunların açıkça verdiği bir yetkiye dayanarak idare hukukuna özgü yöntemlerle doğrudan doğruya bir işlem tesis ederek uyguladığı yaptırımlarla verdiği cezaları idarî yaptırım olarak nitelendirmiştir (AYM, E. 1996/48, K.1996/41, 23/10/1996). Kuşkusuz idareye kanunla hürriyeti bağlayıcı cezalar dışında para cezası, disiplin cezası ya da belirli bir haktan geçici olarak yoksun kılma gibi yaptırımlar uygulama yetkisinin verilmesinde anayasal bir engel bulunmamaktadır (AYM, E.2000/43, K.2004/60, 13/5/2004).

245. Kural kapsamında belirli suçlardan mahkûm olan ve kamu görevinden çıkarılan kişilerin silah ruhsatlarının iptal edilmesinin bir sonucu olarak bu kişilere ait silahların mülkiyetinin idarece kamuya geçirilmesine karar verileceği düzenlenmekle kanun koyucunun kamu düzeni, millî güvenlik ve kamu güvenliğini sağlama amacı güderek herhangi bir kabahat ya da suç konusu oluşturmayan silahların da mülkiyetinin devlete devredilmesi sonucunu doğuran söz konusu yaptırımı ihdas ettiği anlaşılmaktadır. Bu yönüyle kuralda öngörülen yaptırımın 5326 sayılı Kanun ile diğer mevzuat hükümleri kapsamı dışında kalan idari bir tedbir niteliğinde olduğu açıktır.

246. Kuralda ayrıca mülkiyeti kamuya geçirilmesine karar verilen silahların 6136 sayılı Kanun’un ek 8. maddesi gereğince Cumhurbaşkanlığı, Millî Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı teşkilatında çalışan belirli niteliklere haiz silah taşıma yetkisi bulunan personele, görevlerinde kullanmak üzere bedeli mukabili zati demirbaş silah olarak satılacağı hükme bağlanmıştır. Kamu görevinden çıkarılan kişilerin silahlarının mülkiyetinin kamuya geçirilmesine ilişkin kural ile bunun yöntemini belirleyen söz konusu hüküm arasında doğrudan bağlantı bulunmaktadır.

247. Maddede belirtilen suçlardan mahkûm olanlarla kamu görevinden çıkarılan kişilere ait silahların ruhsatlarının iptal edilerek bunların mülkiyetinin kamuya geçirilmesi mülkiyet hakkını sınırlamaktadır.

248. Kuralda öngörülen tedbirin kapsam ve sınırlarının açık ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde kuralla kişilerin mülkiyet hakkına getirilen sınırlamada kanunilik şartının sağlandığı açıktır.

249. 5237 sayılı Kanun’da yer alan bazı suçlardan mahkûm olanlarla millî güvenlik ve kamu düzenine aykırı faaliyette bulunan yapı ve oluşumlarla ilgisi bulunduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin silahlarının ruhsatının iptal edilerek mülkiyetinin devlete devredilmesinin, kamu düzeni ve millî güvenlik aleyhine ortaya çıkabilecek birtakım faaliyetlerin önlenmesinde etkili bir araç olduğu söylenebilir. Dolayısıyla kuralın genel olarak millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanmasını ve korunmasını hedeflediği, bu yönüyle sınırlamada kamu yararı amacının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu açıdan sınırlama meşru bir amaca dayanmaktadır.

250. Mülkiyet hakkına getirilen sınırlamanın Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için öncelikle kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması gerekir. Madde belirtilen suçlardan mahkûm olanlarla devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı ve oluşumlarla bağlantısı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan kişilerle ilgili kural kapsamında öngörülen tedbirin yukarıda belirtilen amaçlara ulaşma bakımından elverişli olmadığı söylenemez.

251. Kuşkusuz kanun koyucunun silahların edinilmesiyle ilgili şartları tespit ederek bu konuda idari tedbirler öngörmesi mümkündür. Kanun koyucu bu çerçevede 5326 sayılı Kanun ve diğer mevzuat hükümleri dışında kamu görevinden çıkarılmanın bir sonucu olarak bu kişilerin silahlarının mülkiyetinin kamuya geçirilmesine yönelik idari tedbir düzenlemiştir. Söz konusu idari tedbirin uygulanmasında anılan Kanun’daki gibi eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi için kabahatin konusunu oluşturması ya da kabahat niteliğindeki fiillerin işlenmesi nedeniyle ortaya çıkması zorunluluğu aranmamıştır. Kanun koyucunun bu yönde bir tercihte bulunması takdir yetkisi kapsamında değerlendirilebilir. Ancak mülkiyet hakkı sınırlandırılırken ilgili kamu yararı amacını gerçekleştirmeye en uygun aracın seçilmesi gerekmektedir. Başka bir ifadeyle kuralın gerekliliği, meşru amacı gerçekleştirmede mülkiyet hakkına daha az sınırlama oluşturabilecek başka araçlara başvurulması imkânının bulunup bulunmadığıyla belirlenebilecektir.

252. Mülkiyet hakkına sınırlama getiren araçlardan hangisinin seçileceği öncelikli olarak kanun koyucunun takdirindedir. Ancak bu yetki sınırsız değildir. Tercih edilen aracın temel hakka yönelik sınırlamayı ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince sınırlamanın gerekli olmadığı sonucuna ulaşılabilir. Ancak bu konudaki denetim, seçilen aracın isabetli olup olmadığından ziyade hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu etkinin ağırlığına ilişkindir (Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 67).

253. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, kişilerin aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Sınırlamanın orantılılığını değerlendirirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemi, diğer taraftan da sınırlamanın niteliği ve bu kapsamda kişilere yüklenen külfetin dikkate alınması gerekir (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

254. 1/6/1991 tarihli ve 20888 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik’in 16. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendinde, millî güvenliğe tehdit oluşturan terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılmak, silah ruhsatı verilmesini engelleyen veya iptalini gerektiren hâller arasında sayılmıştır.

255. Anılan Yönetmelik’in 21. maddesinde taşıma veya bulundurma ruhsatlı silaha sahip olanların, ruhsatlarında nitelikleri yazılı silahlarını yönetmelik hükümlerine göre silah taşıma veya bulundurma ruhsatı verilebilecek olan kişilere satış veya hibe yoluyla devredebileceği belirtilmiştir.

256. Yönetmelik’in 17. maddesinde de taşıma veya bulundurma ruhsatı verilen kişilerden sonradan silah taşıma ve bulundurma şartlarını kaybedenlerin, yeni ruhsat taleplerinin kabul edilmeyeceği gibi mevcut silah ruhsatları iptal edilerek, silahların zapt edileceği, bu silahların, zapt edildiği tarihten itibaren altı ay içinde silah sahibinin isteği dikkate alınarak, silah satın almaya hak kazanmış kişilere devrinin (satış veya hibe yoluyla) sağlanacağı, bu süre içinde devri sağlanamayan silahlarla ilgili kanunlara göre işlem yapılmak üzere adli makamlara intikal ettirileceği belirtilmiştir.

257. Bu itibarlı kişilerin silah ruhsatının iptal edilmesi hâlinde bu silahların mülkiyeti doğrudan devlete intikal etmemekte silah sahiplerinin iradesi gözetilerek satış veya hibe yoluyla devrine imkân tanınmaktadır.

258. Dava konusu kural kapsamında ise belirli suçlardan mahkûm olanlarla devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara bağlantısı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan ve ruhsatları iptal edilen kişilerin silahları herhangi bir giderim yolu veya devir imkânı öngörülmeksizin doğrudan mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilmektedir. Söz konusu silahların herhangi bir suçta (veya kabahatte) kullanılması ya da suça (kabahate) konu faaliyetler sonucu elde edildiğinin tespit edilmesi hâlinde bu silahlar hakkında 5237 sayılı Kanun veya diğer mevzuat hükümleri çerçevesinde giderim yolu öngörülmeksizin müsadere ve benzeri tedbirlerin uygulanması da mümkündür.

259. Dolayısıyla herhangi bir suçta (ya da kabahatte) kullanıldığı ya da suça (kabahate) ilişkin faaliyetten elde edildiği veya bizatihi suç konusu oluşturduğu tespit edilmediği hâlde kişilerin mülkiyetinde bulunan silahların, kamu görevinden çıkarılmalarına bağlı olarak üçüncü kişilere devir imkânı tanınmaksızın ya da herhangi bir tazminat yolu öngörülmeksizin doğrudan devlete devredilmesini öngören kuralın millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması amaçlarına ulaşma bakımından gerekli olduğu söylenemez. Dolayısıyla kural kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir.

260. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

..."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Anayasa Mahkemesinin 13/4/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

19. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir (Mehmet Şerif Ay, §§ 22-27).

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

20. Başvurucu, özellikle silahın aile yadigârı olması nedeniyle uygun görülecek bir akrabasına devredilmesi talebinin dikkate alınmayarak reddedilmesinden yakınmıştır. Başvurucu bununla birlikte ceza ve idari davaların kesinleşmemesine ve başvuru konusu silahı suçta kullanmamasına rağmen sanık sıfatıyla yargılandığını vurgulamıştır. Öte yandan 3713 sayılı Kanun’un ek 4. maddesinin başvuru konusu silahı teslim ettikten yirmi ay sonra yürürlüğe girdiğine dikkat çekmiştir. Başvurucu bu gerekçelerle eşitlik ile suçta ve cezada kanunilik ilkelerinin, adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

21. Bakanlık görüşünde, söz konusu müdahalenin kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunduğu ve somut olayda mülkiyet hakkının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerin sağlandığı vurgulanmıştır. Bununla birlikte yapılacak incelemede Anayasa'nın 15. maddesi ve Anayasa Mahkemesi içtihatları ile somut olayın kendine özgü koşulları gözönüne alınarak değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiştir.

22. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formunda belirttiği iddialarını yinelemiştir.

2. Değerlendirme

23. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun şikâyetinin özü, silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine yöneliktir. Dolayısıyla başvurucunun bütün şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

26. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda başvurucunun silahının mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

27. Anayasa Mahkemesi müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi tedbirlerinin uygulanmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini daha önce kabul etmiştir. Bu kararlarda bu türden müdahalelerin mülkten yoksun bırakma sonucuna yol açmakla birlikte mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrol edilmesi amacını gözettiğini dikkate almıştır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 54-58; Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 42-48; Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/9/2017, §§ 50, 51;Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 67-70; Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 62-67; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 58-62). Somut olayda da anılan ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmayıp başvuru konusu silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi tedbirinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açık olduğunu müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

28. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

29. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

 (1) Kanunilik

30. Somut olayda başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamında başvurucunun şahsi silahına el konulmuş, ardından da bu silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilmiştir. Silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi kararı, 3713 sayılı Kanun’un ek 4. maddesine dayandırılmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların silah ruhsatlarının iptal edileceği ve bu silahların mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla kamu görevinden çıkarılan kişilere ait silahların ruhsatlarının iptal edilerek mülkiyetinin kamuya geçirilmesi tedbirinin kapsam ve sınırları açık ve net olarak düzenlendiğinden somut olayda silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilmesinin kanuni dayandığının bulunduğu anlaşılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

31. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında elkoyma ve müsadere gibi tedbirlerin çeşitli kamu yararı amaçlarını taşıdığı açıklanmıştır. 5237 sayılı Kanun’da yer alan bazı suçlardan mahkûm olanlarla millî güvenlik ve kamu düzenine aykırı faaliyette bulunan yapı ve oluşumlarla ilgisi bulunduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin silahlarının ruhsatının iptal edilerek mülkiyetinin devlete devredilmesinin kamu düzeni ve millî güvenlik aleyhine ortaya çıkabilecek birtakım faaliyetlerin önlenmesinde etkili bir araç olduğu söylenebilir. Dolayısıyla başvuru konusu tedbirin genel olarak millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanmasını ve korunmasını hedeflediği, bu yönüyle müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının mevcut olduğu değerlendirilmiştir.

 (3) Ölçülülük

 (i) Genel İlkeler

32. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

33. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

34. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasının yanında gerekli olması da gerekir. Gereklilik yukarıda da belirtildiği üzere hakka müdahale teşkil eden birden fazla araç arasından hakkı en az zedeleyen aracın seçilmesini ifade etmektedir. Hak ve özgürlüğü sınırlayan tedbirlerden hangisi diğerlerine nazaran hakkın norm alanına daha az müdahale edilmesi sonucunu doğuruyorsa o tedbirin tercih edilmesi gerekir. Bununla birlikte hakka müdahale oluşturacak aracın seçiminde kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir payının bulunduğu da kabul edilmelidir. Zira yetkili kamu makamları, öngörülen amaca ulaşılması bakımından hangi aracın etkili ve verimli sonuçlar doğuracağına ilişkin olarak isabetli karar verme noktasında daha iyi bir konumdadır. Özellikle alternatif aracın bulunmadığı veya mevcut alternatiflerin öngörülen meşru amaca ulaşılması bakımından etkili olmadığı ya da daha az etkili olduğu durumlarda kamu makamlarının araç seçimi hususundaki tercih yetkisinin gereklilik kriterini sağlamadığının söylenebilmesi için çok güçlü nedenlerin bulunması gerekir (D.C., B. No: 2018/13863, 16/6/2021, § 48; benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Çukurova İthalat ve İhracat Türk A.Ş. [GK], B. No: 2019/4408, 18/5/2022, § 69).

35. Öte yandan mülkiyet hakkına yönelik müdahaleler orantılı olmalıdır. Orantılılık sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mülkiyet hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (D.C., § 49).

36. Seçilen aracın ulaşılmak istenen amaçla kıyaslandığında bireye orantısız bir külfet yüklemiş olduğunun saptanması, ihlal sonucuna ulaşılabilmesi için bazı hâllerde tek başına yeterli olmayabilir. Kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların var olup olmadığı da büyük önem taşımaktadır. Elverişli ve gerekli olduğu hükmüne varılan aracın seçilmiş olması nedeniyle kişiye yüklenen aşırı külfeti hafifleten hukuksal mekanizmalar mevcutsa bir ihlalin olmadığı sonucuna varılabilir (D.C., § 50).

37. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olup olmadığı değerlendirilirken başvurucunun ve idarenin kusurlarının bulunup bulunmadığı da gözönünde tutulur. Bu bağlamda tarafların yasal yükümlülüklerinin neler olduğu, bunların yerine getirilmesinde ihmalkârlık gösterilip gösterilmediği ve ihmalin varlığının tespiti hâlinde bunun hukuka aykırı sonucun doğmasında bir etkisinin bulunup bulunmadığı da dikkate alınır (D.C., § 51).

38. Usule ilişkin güvencelerin varlığı orantılılık değerlendirmesinde önemli bir rol oynayabilir. Bu bağlamda müdahalenin hukuka aykırılığının ileri sürülebileceği veya müdahale nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesinin istenebileceği hukuk yollarının olmaması da bazı durumlarda kişiye yüklenen külfeti ağırlaştıran bir unsur olarak görülebilir. Bu bakımdan kişinin hukuka aykırılık iddialarının bir mahkeme tarafından etkili bir biçimde incelenmesi müdahalenin orantılılığı bakımından ehemmiyet arz etmektedir (D.C., § 52).

 (ii) İlkelerin Olaya Uygulanması

39. Mülkiyet hakkına getirilen sınırlamanın Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için öncelikle kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması gerekir. Bu bağlamda devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı ve oluşumlarla bağlantısı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan kişilerle ilgili öngörülen tedbirin millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması ve korunması için elverişli bir araç olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.

40. İkinci olarak belirtilen aracın gerekli olup olmadığı incelenmelidir. Kuşkusuz silahların edinilmesiyle ilgili şartlar tespit edilerek bu konuda idari tedbirler öngörülmesi mümkündür. Nitekim 3713 sayılı Kanun’un ek 4. maddesinde, 5326 sayılı Kanun'dan ve diğer mevzuat hükümlerinden farklı olarak kamu görevinden çıkarılmanın bir sonucu olarak bu kişilerin silahlarının mülkiyetinin kamuya geçirilmesine yönelik idari tedbir düzenlenmiştir. Söz konusu idari tedbirin uygulanmasında 5326 sayılı Kanun’daki gibi eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi için kabahatin konusunu oluşturması ya da kabahat niteliğindeki fiillerin işlenmesi nedeniyle ortaya çıkması zorunluluğu şartı aranmamıştır. Kanun koyucunun bu yönde bir tercihte bulunması takdir yetkisi kapsamında değerlendirilebilir. Ancak mülkiyet hakkı sınırlandırılırken ilgili kamu yararı amacını gerçekleştirmeye en uygun aracın seçilmesi gerektiğinden meşru amacı gerçekleştirmede mülkiyet hakkına daha az sınırlama oluşturabilecek başka araçlara başvurma imkânı olup olmadığı irdelenmelidir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/137, K.2022/86, 30/6/2022, § 251).

41. Bu bağlamda Yönetmelik’in 16. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendinde; millî güvenliğe tehdit oluşturan terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılmak silah ruhsatı verilmesini engelleyen veya ruhsatın iptalini gerektiren hâller arasında sayılmıştır. Öte yandan Yönetmelik’in 21. maddesinde taşıma veya bulundurma ruhsatlı silaha sahip olanların ruhsatlarında nitelikleri yazılı silahlarını yönetmelik hükümlerine göre silah taşıma veya bulundurma ruhsatı verilebilecek olan kişilere satış veya hibe yoluyla devredebileceği belirtilmiştir. Ayrıca Yönetmelik’in 17. maddesinde de taşıma veya bulundurma ruhsatı verilen kişilerden sonradan silah taşıma ve bulundurma şartlarını kaybedenlerin yeni ruhsat talepleri kabul edilmeyeceği gibi mevcut silah ruhsatları iptal edilerek silahların zapt edileceği, bu silahların zapt edildiği tarihten itibaren altı ay içinde silah sahibinin isteği dikkate alınarak silah satın almaya hak kazanmış kişilere devrinin (satış veya hibe yoluyla) sağlanacağı, bu süre içinde devri sağlanamayan silahların ilgili kanunlara göre işlem yapılmak üzere adli makamlara intikal ettirileceği ifade edilmiştir. Böylelikle kişilerin silah ruhsatının iptal edilmesi hâlinde bu silahların mülkiyeti doğrudan devlete intikal etmemekte, silah sahiplerinin iradesi gözetilerek silahların satış veya hibe yoluyla devrine imkân tanındığı anlaşılmaktadır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/137, K.2022/86, 30/6/2022, § 257).

42. Bununla birlikte herhangi bir suçta (veya kabahatte) kullanılması ya da suça (kabahate) konu faaliyetler sonucu elde edildiği tespit edilen silahlar hakkında 5237 sayılı Kanun veya diğer mevzuat hükümleri çerçevesinde giderim yolu öngörülmeksizin müsadere ve benzeri tedbirlerin uygulanması da mümkündür. Bu noktada başvuru konusu silahın herhangi bir suçta (ya da kabahatte) kullanılmadığı, suça (kabahate) ilişkin faaliyetten elde edilmediği ve bizatihi suç konusu oluşturmadığı da dikkatlerden kaçmamalıdır.

43. Bu bilgiler ışığında devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla bağlantısı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan başvurucunun silah sahibi olmaya devam etmesinin engellenmesi gerekli olabilir ancak herhangi bir giderim yolu veya üçüncü kişilere devir imkânı öngörülmeksizin/tanınmaksızın silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesinin millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması amaçlarına ulaşma bakımından gerekli olduğu söylenemez.

44. Buna göre başvurucunun mülkiyetinde bulunan silahın kamu görevinden çıkarılmasına bağlı olarak üçüncü kişilere devir imkânı tanınmaksızın ya da herhangi bir tazminat yolu öngörülmeksizin doğrudan devlete devredilmesi biçiminde başvurucuya ağır külfet yükleyen bir aracın-somut olayın koşullarında-millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması ve korunması amacına ulaşılması için en hafif müdahale teşkil eden araç olduğu sonucuna ulaşılamamıştır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin gereklilik kriterini karşılamadığı değerlendirilmiştir

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

46. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 50.000 TL maddi ve 250.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

47. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

48. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebi kabul edilmemiştir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 10. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2018/574, K.2018/1197) GÖNDERİLMESİNE,

E. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/4/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.