MURİS MUVAZAASI

Abone Ol

Muris muvazaasının temeli, miras bırakan kişinin ailesinden bazı kişilere terekesinden daha fazla mal bırakmak istemesinden veya mirasçılardan mal kaçırmasından kaynaklanmaktadır. İrade ile beyan arasında uygunsuzluk yaratılarak mirasçılardan mal kaçırılmasıdır.

Muvazaa genel olarak, bir sözleşmenin yapılması aşamasında, irade ile dışa vurulan beyanın birbirine uygun olmamasıdır. Bu durumun kasıtlı yapılması durumunda muvazaa meydana gelir. Muvazaa bir sözleşme yapılırken tarafların yaptıkları sözleşmenin hiç sonuç doğurmamasını veya görünüşteki sözleşmeden farklı bir sonuç doğurması konusunda anlaşmaları halinde meydana gelmektedir. Muvazaanın oluşması için gerekli olan üç şart bulunmaktadır. İlki tarafların gerçek amaçları ile yaptıkları işlem arasında bilerek ve isteyerek bir uyumsuzluk yaratmalarıdır. İkinci şart, tarafların üçüncü kişileri aldatma amaçlarının bulunmasıdır. Son şart ise, tarafların muvazaalı işlem yapma konusunda aralarında bir anlaşmalarının bulunmasıdır. Muvazaa kavramı, nisbi muvazaa ve mutlak muvazaa olarak ikiye ayrılmaktadır. Mutlak muvazaa, tarafların aslında hiç yapma iradelerinin olmadığı bir işlemi yalnızca üçüncü kişileri aldatmak amacıyla yapmaları ve irade açıklamasında bulunmalarıdır. Yani mutlak muvazaada gizli işlem söz konusu değildir. Örneğin, bir kişinin alacaklılarından mal kaçırmak için bir tanıdığına arabasını satış yapması durumunda aslında taraflar arasında hiçbir hukuki işlem olmamasına rağmen görünüşte satış sözleşmesi yapılmış gibi gözükmektedir. Nisbi muvazaaya bakıldığında ise, taraflar bir işlem yapmak istemektedir ancak birtakım nedenler dolayısıyla üçüncü kişileri aldatmak amacıyla bu irade açıklamasını farklı bir yönde yapmaktadırlar. Mirasçılarından birine daha fazla mal bırakmak isteyen kişinin, gerçekte bağışlamak istediği taşınmazı satış olarak göstermesi bu durumun örneğidir. Yargıtay’ın görüşüne göre muvazaalı yapılmış olan bir sözleşme muvazaa nedeniyle hüküm doğurmaz. Muvazaa butlandır.

Muris muvazaası, nisbi muvazaanın bir türü olarak kabul edilmektedir. Muris muvazaası, bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakma amacıyla yaptığı karşılıksız kazandırmaları tapuda satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi göstermesidir. Nisbi muvazaada da görüldüğü gibi gerçekte yapılması istenilen işlem mirasçılardan mala kaçırmak amacıyla iradeye aykırı beyan edilmektedir. Buradaki asıl amaç ise, saklı pay sahibi mirasçıların ilerleyen zamanlarda tenkis davası açarak paylarını almalarının önüne geçmektir. Miras bırakan ileride terekesinde taşınmaz mal kalmasını önleme amacı ile hareket etmektedir. Fakat miras bırakan kişinin asıl yapması gereken şey bir vasiyetname hazırlayarak taşınmaz malını istediği kişiye bırakması veya tarafların tapuda gerçek iradelerini yani bağışlamayı beyan etmeleridir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 203. Maddesinin 4. Fıkrasına göre muvazaalı olan işlem tanık dahil her türlü delil ile ispat edilebilmektedir. Aynı zamanda saklı payının olup olmaması fark etmeksizin tüm mirasçılar muris muvazaasına dayalı olarak tapu iptal ve tescil davası açabilmektedir. İşbu davaları atanmış mirasçıların da açma yetkisi bulunmaktadır. Muris muvazaasına dayalı olan tapu iptal ve tescil davalarında tespit edilmesi gereken hususlara bakıldığında; toplumsal eğilimler, olayların olağan akışı, gelenek ve görenekler, miras bırakanın gelir durumu emekli maaşı, miras bırakanın taşınmaz satışına ihtiyacının olup olmaması, satış bedeli ile işlem tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, murise davalı tarafın bakmış olması veya minnet duygusunun bulunup bulunmaması gibi somut olayın özelliklerine göre şekillenecek olan muris muvazaası uygulamada sıklıkla karşılaşıldığından dolayı Yargıtay kararları ile şekillenen bir husustur.

Muris muvazaasından söz edilebilmesi için miras bırakanın mirasçılarından mal kaçırma kastının bulunması gerekmektedir. Miras bırakan, tüm mirasçıları kapsar nitelikte bir paylaştırma yapmışsa; artık miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırma kastının değil denkleştirmeyi sağlamaya amacının olduğu söylenebilir. Miras bırakan mirasçılarına tapuda satış göstererek taşınmazlarını paylaştırmışsa bu temliklere karşı artık muvazaa iddiasında bulunulamaz. Zira burada mal kaçırma kastı değil mal paylaştırma kastı vardır. Denkleştirmenin miras bırakana ait her bir taşınmazda her bir mirasçıya pay ya da hak vermesi şeklinde yapılmasına gerek olmayıp, tüm malvarlığında her bir mirasçıya kabul edilebilir ölçüde bir mal veya hak vermesi halinde, miras bırakanın amacının mal kaçırma olmadığı, sağlığında malvarlığını mirasçıları arasında paylaştırma kastı taşıdığının kabulü zorunludur. Bu amaçla yapılan görünüşte satış geçerli sayılmaktadır.

Muvazaa iddiasında bulunulamayacak bir diğer hal ise mehir sözleşmesidir. Mehir, eşlerden birinin evlenme sözleşmesi anında ya da devamı sırasında bazen de sona ermesi halinde diğerine belirli miktarda mal, para veya ekonomik değeri olan bir şeyi hediye etmesidir. Miras bırakan ikinci evliliğini yapan kişi kendi adlarına kayıtlı gayrimenkulleri eşlerine tapuda bedelsiz olarak devrederse fakat buna rağmen devri tapuda satış olarak göstermiş olsa da Yargıtay’a göre bu satış mehir sözleşmesi olarak kabul edilir ve açılan muvazaa davası kabul edilmez. Çünkü burada amaç mal kaçırmak değil, mehir sözleşmesi ile taşınmazı karşı tarafa vermektir. Bu amaçla yapılan temlik geçerli sayılmaktadır.

Aynı şekilde, minnet duygusunun hakim olduğu temlik işleminde de muvazaa kabul edilmemektedir. Minnet duygusu ile yapılan görünüşe satış geçerli sayılmaktadır. Zira muris, taşınmazını mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla değil, bakıp gözetilmek amacıyla bakım borçlusuna temlik etmiştir. TBK’nın 19. Maddesine göre de asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanabilmesidir. Eğer bakım alacaklısının temliki, bakıp gözetme amacının değil de bir başka amacın iradesini taşıyor ise akdin ivazlı olduğundan söz edilemez. Belirtmek gerekir ki, murisin sözleşme anında özel bakıma ihtiyaç duymaması, ölünceye kadar bakma sözleşmesinin muvazaa kastı ile yapıldığı anlamını taşımaz. YHGK’nun T.16/03/1988, E.1987/2-814 K.1988/247 numaralı kararında “Tüm çocukların ahlaki yönden murise bakmakla yükümlü olmasına rağmen, bunlardan birinin kendisine samimiyetle daha iyi bakacağı düşüncesiyle tercih edilerek, onunla ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapmak murisin en doğal hakkıdır.” olarak belirtilmiştir. Diğer taraftan bu durumda özel bakım ihtiyacını aramak ve özel bakım ihtiyacının olmaması halinde mal kaçırma kastının kabulü hakkaniyete aykırı sonuçlar doğuracağı açık olarak kararda hüküm altına alınmıştır.

Hakkın kötüye kullanılması durumları ile karşılaşıldığında da muvazaa iddiası kabul edilmemektedir. TBK’nın 2. Maddesinde düzenlenen hakkın kötüye kullanılması şartlarının oluşması için; bir hakkın varlığı, hakkın dürüstlük kuralına aykırılık teşkil etmesi, başkalarının hakkın kullanılmasından zarar görmesi veya zarar görme tehlikesinin bulunması ve hakkın kullanılmasının sınırını belirleyen açık bir kuralın bulunmaması gerekmektedir. Tüm bu şartların bir arada bulunması aranmaktadır. Örneğin, yapılan muvazaalı satış zamanaşımına veya hak düşürücü süreye tabi olmasa da kendisinden mal kaçırılan mirasçının uzun yıllar bekleyip hakkını kötüye kullanarak açtığı dava reddedilmelidir. Yapılmış olan muvazaalı satıştan haberdar olan mirasçı üzün sürenin geçmesinden sonra muris muvazaasına dayalı tapu iptal tescil davası açmış ise, hakkını açıkça kötüye kullanmıştır.

Av. Begüm GÜREL ve Hukuk Fakültesi Öğrencisi Zeynep SEZMEN