MÜDAFİİN SANIĞA DOĞRUDAN SORU YÖNELTME YETKİSİ

Abone Ol

Ceza Muhakemesi Kanunun 149’ncu maddesinin birinci fıkrasına göre müdafinin görevi Şüpheli veya sanığa, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında yardım etmektir. Aynı maddesinin üçüncü fıkrasına göre ise soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz. Müdafii, hukuken meşru vasıtalarla sanığı savunarak ona yardım edecektir. Bu meşru savunma vasıtalarından biri de müdafiin müvekkiline doğrudan soru yöneltme yetkisidir.  

Ceza Muhakemesi Kanunun 201’nci maddesinde müdafinin, sanığa yani müvekkiline soru sorma yetkisine sahip olduğu düzenlenmiştir. Yine aynı fıkraya göre yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde müdafii müvekkiline/sanığa yeniden soru sorabilir. Müdafiin müvekkiline doğrudan soru yöneltme yetkisi, önemli savunma araçlarından biridir.

Hemen belirtelim, müdafiin müvekkiline soru yöneltmesi çapraz sorgu olmadığı gibi çapraz sorgu teknikleriyle yapılacak bir muhakeme işlemi değildir. Doğrudan soru yöneltmede çapraz sorgu, müvekkil aleyhine beyanda bulunan katılan, tanık, bilirkişi, uzman veya diğer kişilere doğrudan soru yöneltirken kullanılır. Müdafiin sanığa doğrudan soru yöneltme işlemi, maddenin esin kaynağı olan Anglo-Sakson hukukundaki doğrudan sorguya (direct examiniation) tekabül eder. Müdafi doğrudan sorguda, savunma tezi çerçevesinde olguları müvekkillerine anlattırmayı ve doğrudan sorgu sonrasında hasım tarafın yapacağı çapraz sorgu teknikleriyle sorması muhtemel sorulara hazırlamayı amaçlar. Müdafi doğrudan sorguda müvekkiline çapraz sorgunun aksine yönlendirici soru yani cevabı içinde olan sorular soramaz. Müdafiin müvekkiline yönlendirici sorular sorması, avukatın ifade vermesi anlamı taşıyacağından inandırıcı da olmayacaktır. Müdafi, açık uçlu, anlattırıcı sorularla müvekkilinin savunma stratejisi çerçevesinde kendini ifade etmesini sağlar.

Ceza Muhakemesi Kanununun 191’nci maddesinin birinci fıkrasına göre Mahkeme başkanı veya hâkim, duruşmanın başladığını, iddianamenin kabulü kararını okuyarak açıklar ve sonrasındaki sanığın Mahkeme başkanı veya hâkim tarafından sanığın sorgusu yapılır. Mahkeme başkanı veya hâkimin sorgusundan sonra, müdafii sanığa yani müvekkiline soru yöneltebilecektir. Anılan madde hükmüne göre duruşmada önce sanığın sorgusu yapılacağından müdafii, sanığa sanığın mahkeme başkanı veya hâkim tarafından sorgusu yapıldıktan sonra duruşmanın sona ermesine kadar gerektiğinde tekrar soru yöneltebilecektir.

Müdafiin müvekkiline doğrudan soru yöneltmesinin amacı, Mahkeme başkanı veya hâkimin sorgusunda eksik bırakılan savunma için önemli olan olguları bizzat sanığa anlattırmak, sanığın tam olarak izah edemediği için aleyhine değerlendirilebilecek beyanlarına açıklık getirmesine yardımcı olmak, davanın diğer süjelerinin çapraz sorgu teknikleriyle yönelteceği doğrudan sorulara ön almak amacını taşır.

Müdafi duruşma boyunca gerektiğinde tekrar soru sorabilir. Bu konuda kanunda bir sınırlama getirilmemiştir. Hatta sanık kısmi ve/veya geçici susma hakkını kullanarak sorguda sadece müdafisinin sorularını cevaplayarak savunma yapmayı tercih edebilir. Esas hakkındaki savunmasını müdafisiyle soru cevap şekline yapabilir.  Geçici veya kısmi susma hakkını kullanmak sanık aleyhine yorumlanamaz.

Savunmanın maddi olgularla ilgili kısmının sanık tarafından müdafinin sorularına cevap vermek suretiyle yapılmasının pek çok yararı vardır. Her şeyden önce sanık, müdafi tarafından sorgulanırken kendini daha rahat ifade edebilecektir. Özellikle adliye korkusu (litikafobi) olan ilk defa hakim önüne çıkan sanıklar müdafilerinin sorularını yanıtlarken psikolojik olarak kendilerini daha güvende hissedecektir. Ayrıca müdafi, uyuşmazlığın sadece hukuksal yönüyle ilgili kalacak, savunmanın maddi olgularla ilgili kısmı bizzat sanık tarafından ifade edilmiş olacaktır. Sanığın ifade etmediği bir olguyu, müdafinin “vekâleten” ifade etmesi, müdafiin ifade vermesi anlamına gelir ki, bu durum muhakeme mantığına uygun değildir, ki inandırıcı da olmaz. Kuşkusuz, katılan ve duruşma savcısı, sanığın çelişkilerini beyanlarının güvenilmezliğini ortaya çıkarmak için çapraz sorgu teknikleriyle doğrudan soru yöneltebilecektir. Maddi gerçeğe ulaşmanın yollarından bir de çapraz sorgudur.

Ne var ki,  Ceza Muhakemesi Kanunun 201’nci maddesinin  (hukuk davalarında HMK 152’nci maddesi) uygulaması bir standarda oturmuş değildir.  Mahkeme başkanları ve hâkimler bu maddeden rahatsızdırlar. Basının ve sosyal medyanın yakından takip ettiği davalarda bu maddenin avukatlar tarafından uygulanmasına zoraki  tahammül etmekte, ancak izleyicisiz duruşmalarda tahkik ideolojisinin endokrine ettiği adli habitus hortlamakta,  müdafiye türlü engellemeler yaşatmaktadırlar. Bu engelleme, bir hâkime yakışmayacak kabalık ve hatta normal bir hukuk düzeninde suç teşkil edebilecek boyuta varabilmektedir.

Ankara ağır ceza mahkemelerinden birinde müdafi olarak takip ettiğimiz bir davada, CMK 201’nci madde uyarınca müvekkilimize soru yönelterek savunma yapacağımızı bildirdiğimizde, mahkeme başkanının önce usulde böyle bir şey yok itirazıyla karşılaştık.  Müvekkil, bir önceki celse duruşma savcısının mahkûmiyet yönündeki mütalaası üzerine duruşmadan sonra fenalık geçirmişti.  Karar duruşmasında ise ısrarla kendini ifade etmek bazı olguları açıklamak istiyor, ama korku ve panik içinde olduğu için buna muvaffak olamayacağını, sözlerini toparlayamayacağını düşünüyordu. Bu nedenle esas hakkındaki savunmasını soru-cevap şeklinde yapmasına karar vermiştik.

Başkanın “kaç soru soracaksın” “ne soracaksın” gibi müdahalelerinin akabinde müvekkille olan güven ilişkimizi bozmaya yönelik davranışlar sergileyen başkan bir hâkimde olması gereken en elzem özellik olan özdenetimini tamamen yitirerek  “böyle savunma olmaz, burası Manhattan değil!” gibi “sen” diliyle bağırmaya başlamış, savunmamızın insicamını bozmuştur. Reddi hâkim ve duruşmayı terk sebepleri fazlasıyla oluşmasına rağmen olayın neye müncer olacağını görmek için sonuna kadar itidalimizi korumaya çalışarak sabrettik. Sonuç olarak Heyet (?) sanığın beraatına müdafi hakkında ise savunma dilekçesinin son sayfasındaki ifadeler (hangi ifadeler olduğu tefhim edilmedi) bahane edilerek savcılığa suç duyurunda bulunulmasına ve Baroya yazı yazılmasına karar verdi. Duruşma sonunda tarafımıza tutanak verilmemiş, öğleden sonra UYAP’tan tutanağı alabileceğimiz ifade edilmesine rağmen, duruşma tutanağı halen “düzenlenip” UYAP’a yüklenmemiştir. Celse uygulamasında hâlâ “duruşma devam ediyor” görünüyor.

Son söz: Eskilerin dediği gibi “Yaşa yaşa gör temaşa!”