MİYELİN

Abone Ol

Miyelin; nöronların etrafında bir tür yalıtkan madde gibi gelişip, bu sinir hücrelerinin daha hızlı ateşlenmesini sağlayan yağ tabakasıdır.

Ne işe yarar?

Bir konu hakkında uzmanlaşmak ya da beceri sahibi olmak istiyorsak, sürekli yaptığımız bu işte miyelin kendini hep hazır tutar, birikir ve ateşlemeyi hızlı yapar. Yani bir konuda uzmanlaşmak istiyorsak nöronlarımızın sürekli miyelinlenmesi gerekir.

Bu teknik bilgiler konumuzun ana çerçevesini çizmek açısından yeterli ve daha ileriye gitmek sakıncalı. Bundan sonra söylenecek her ilmi terim, sinir bilimcilerin ilgi ve etki alanına girer ve edilecek her yanlış kelam, bizi üzer.

Yazı için çıkış noktamı miyelin seçmemin nedeni, bir süredir zihnimi meşgul eden derinleşme, odaklanma, konsantre olma ya da tefekküre ulaşma kavramlarını izah edebilmek için müthiş bir nirengi noktası olmasından ibaret.

Günlük hayatta hepimiz, çalıştığımız sektördeki incelenmesi gereken evraklarda, okuduğumuz kitap ya da gazete yazılarında, bitirmemiz gereken proje ya da tez çalışmalarında her daim odaklanamamaktan yakınırız. Kimimiz bunu dikkat dağınıklığı olarak algılar, kimimiz ise çevresel etmenlerin etkisine bağlar.

Ortada beliren bu sorun odaklanma sorunu değil, zamanı etkin kullanamama sorunudur aslında. Zamana, sabun gibi elimizden irademiz dışı kayıp giden bir kaygan cisim gibi bakmaya devam ettikçe, sorunun müsebbibinin kendimiz olduğunu düşünmek içten bile değil!

Odaklanma ya da derinleşme sorununa dair ileri yaştaki kişilerin; “Okuduğumu bir okuyuşta anlayamıyorum” ya da “Siz gençler gibi pırıl pırıl dimağlara sahip olup da okuduğumu bir çırpıda anlayabilecek yaşta değilim” söylemleri sadece laf-ı güzaftan ibaret. Sizleri temin ederim şu ana kadar hiçbir sinir bilimci “Beynin eskimesine” dair bir açıklamada bulunmadı. Beyin eskimez, sadece doğru kullanılmaz!

Bir husus hakkında derinleşmek ve uzmanlaşmak istiyorsak bunu yine kendi belirleyeceğimiz usullere göre kendimiz yapabiliriz. Birkaç örnekle sanırım konu daha anlaşılır hale gelecektir.

Bir Alman bilim insanı, gün içerisinde geçirdiği zamanı etkin ve verimli kullanamadığı için hem akademik kariyerinde ilerleme sağlayamamaktan hem de kendini mutsuz hissetmekten şikâyetçidir. Bunun için düşünüp çözüm üretmeye karar verir. Sorunun kaynağının ne olduğunu sorguladığında aslında çok çalıştığını ama verim alamadığını tespit eder. Oturur, bir gününü tahayyül eder. Sabah erkenden kalkıp işine gidiyor, öğrencilerine ders veriyor, ders aralarında akademik çalışmalarına devam etmek için odasına geçiyor, bu süre boyunca kapısını koridordaki öğrencilerin sesini duyacak şekilde açık bırakıyor, telefonunu masanın üzerine koyuyor, masasının üzerindeki bilgisayar sürekli açık ve ardı arkası kesilmeyen bir mail trafiğinin içerisinde kendini buluyor ve anlıyor ki derinleşemiyor.

Bir müddet sonra küçük bir kasabada,  göl kenarında gördüğü, etrafı sakinliklerle dolu bir evi kiralamaya karar veriyor. Bir nevi bu evi kendisi için “inziva mekânı” ilan ediyor. Her sabah daha erken uyanıp yaklaşık iki saat, kiraladığı bu evde, tüm dış etkiden ve uyaranlardan uzak, sadece yapması gerekenlere yoğunlaşarak zamanını etkin ve verimli geçiriyor. Sonrasında ise asıl yapması gereken işe dönüyor ve rutin hayatına devam ediyor.

Göl kenarındaki bu evde günde sadece iki saat derinlemesine geçirilen bir yıl sonunda, iki akademik kitap ve yirmiye yakın bilimsel makale ortaya çıkıyor.

Şimdi hepinizin odaklanmak ya da derinleşebilmek için inzivaya mı çekilmemiz gerekiyor dediğinizi duyar gibiyim. Elbette hayır. Ama zamanı etkin ve verimli yönetebilmek, bir konu hakkında odaklanabilmek ya da derinleşebilmek için hayatımızın emir komutasını kontrol altına almamız gerektiği su götürmez bir gerçek.

NEREDEN BAŞLAMALIYIZ?

Öncelikle şunu aklımıza iyice sokalım ve unutmayalım. Dünya da olup biten her şeyi takip etmemiz ve bilmemiz imkânsız. İletişim teknolojilerinin hızla yayıldığı bu çağda, saniyeler içinde değişen bu dünya düzenine ayak uydurmamız sadece bir ütopya…

İnsanların sizi, gelişen ve değişen dünyayı takip etmediğinizi, sosyal medya kullanmadığınızı, bir facebook, twitter ya da instagram hesabı sahip olmadığınızı söylediklerinde bunun ezikliğini hissetmeyin. Bir e-posta hesabınız olmayabilir, bu hususta yadırganabilirsiniz. KORKMAYIN!

Sabah gözünüzü açtığınızda yüzünüzü yıkamadan almayın şu lanet olası şeyi elinize, sevdiklerinizle sohbet ederken, çocuğunuzla oyun oynarken iki de bir göz ucunuzla bakmayın şu zımbırtıya, gece yatağınıza ortak etmeyin artık. Emin olun hepimiz ondan daha akıllıyız.

Kerimcan Durmaz’ın instagramdaki ne idüğü belirsiz salaş videolarını hiç izlememiş olabilirsiniz, Nusr-et’in Dubai’de yeni açtığı restorandan bi haber de olabilirsiniz. Tüm bu olup bitenlerin farkında olmayabilirsiniz.

Tüm bu farkında olmadığınız şeyler, içinizde koca dünyayı kovalama hissi oluşturmasın. Emin olun yakalayamayacaksınız. Sadece şöyle düşünün. “Benim istediklerim bunlar değil ve ben oluşturacağım kendi dünyam da mutlu olabilirim.”

Şayet bir konu hakkında düşünmek, derinleşmek, tefekkür etmek istiyorsanız ya da bir beceri sahibi olmaya niyetiniz varsa sessizliği seçin ve arının. Düşünsenize evin penceresinden izlediğiniz çok şiddetli yağan yağmur bir müddet sonra kesilir. “Yağmur dindi” deriz. Aslında yağmur dinmez durur. Dinmek durmak demektir. Bir şey durunca anlaşılır. Anlamak için durmak gerekir. Yağmur yağarken insan bir şey düşünmez ama yağmur durunca o ıslaklık, o koku seni düşündürür. Geçmişe götürür, geleceği düşündürür. O zaman anlarsın, idrak ve vuslat edersin.

Ne demiş Dücane Cündioğlu;

Anlamak için durmak zorundasın.
Understanding (ing.)
Verstehen (alm.)
Episteme (yun.)
Vakafe (ar.) gibi anlama'nın kökü hep durmak'tır.

O halde işe kendimizi terbiye etmekten başlamamız gerekir. Bir sahil kasabasında ıssız bir yerde ev alacak imkânımız olmayabilir, ama bulunduğumuz her ortamı ıssızlaştırmak kendi elimizde. Keşiş olalım demiyorum yeter ki irademiz kesin olsun.

Elinize bir kitap aldınız. Zekânızı kibarlaştırmak için okumaya karar verdiniz. Fakat bulunduğunuz ortamda öyle çok iç ve dış etken var ki bunları ortadan kaldırmadığınız sürece o zekâdan bir hayır beklemenin hiçbir anlamı yok artık. Sehpanın üzerinde duran, dâhil edildiğiniz gruplardan sürekli whatsapp bildirimi gönderen şu akıllı telefonu kaldıralım artık, sesi açık olan fakat kafanızı tenezzül edipte izlemediğiniz şu televizyonu kapatın lütfen, e-postalarınıza bakmaktan bir süre için vazgeçin. Kendi içinize dönün! Emin olun elinizde tuttuğunuz o kitap sizleri görmediğiniz yerlere götürecek, duymadığınız hikâyeler anlatacak, kuramadığınız hayalleri kurduracak.

İki saatliğini de olsa belki de  Norveç’te bir balıkçı olursunuz, belki bir maden işçisi, belki de Kapalıçarşı’da bir ermeni ustanın yanında takı yapan bir zanaatkâr.

Mesele ne biliyor musunuz? Bir at arabasının tahta tekerini evinizin küçücük atölyesinde günlerce yontup da ona şeklini verdikten sonra, şöyle geriye çekilip gösterdiğiniz irade ve sabrın yüzünüzde yarattığı “o anlık” mutluluk.

DURUN, DÜŞÜNÜN VE TEFEKKÜR EDİN…

Av. İhsan ÖZTÜRK