MİRASIN REDDİ NEDİR? MİRASIN GERÇEK REDDİ SÜRESİ GEÇİRİLİRSE NE YAPILABİLİR? HÜKMEN RET HER DURUMDA YAPILABİLİR Mİ?

Abone Ol

Hukuk sistemimizde, mirasın yasal ve atanmış mirasçılara geçişinde külli halefiyet ilkesi benimsenmiş olup, bu ilke gereği miras yasal ve atanmış mirasçılara mirasbırakanın ölümü veya ölüme denk tutulan bir durum üzerine kendiliğinden geçtiği gibi, mirasçılar mirasbırakanın borçlarından kişisel olarak (kendi malvarlıklarıyla) sorumlu olurlar. Yasal ve atanmış mirasçılar mirasçı olmayı istemeseler, hatta mirasbırakanın ölümünden haberdar olmasalar bile mirasçılık sıfatını kazanmakta ve mirasbırakanın borçlarından Medenî Kanunun 575. maddesindeki “Miras, mirasbırakanın ölümüyle açılır.” hükmü gereği, miras kural olarak mirasbırakanın ölümü anında açılmış ve bu andan itibaren tereke bütünüyle mirasçılara geçmiş, mirasçılar da tereke üzerinde mirasçılık haklarını kazanmış sayılır. Bununla birlikte, bir kişi hakkında verilen gaiplik kararı da, o kişi ölmüş gibi sonuç doğurur. Medenî Kanunun 35. maddesinin birinci fıkrasına göre, “…ölüme bağlı haklar, aynen gaibin ölümü ispatlanmış gibi kullanılır.” Bu sebeple bir kişinin mirasının mirasçılarına geçmesi, onun hakkındaki kesinleşmiş gaiplik kararıyla da mümkündür. Gaiplik kararı hükümlerini geçmiş etkili olarak doğurduğundan (TMK.m.35/II), ölüm tehlikesinin gerçekleştiği veya son haberin alındığı gün mirasın mirasçılara geçtiğinden söz edilmelidir (HELVACI, İlhan: Eski Medenî Kanunumuzla Karşılaştırmalı Olarak Türk Medenî Kanununa Göre Mirasın Reddi, İstanbul 2002, s.6, dn.6).

Ölüm karinesi de ölüme eşdeğer sayılır (TMK.m.44). Burada mirasın açıldığı an, ölüm kaydının düşüldüğü an değil, mirasbırakanın kesin ölüm tehlikesi içinde kaybolduğu (bu olayın gerçekleştiği) andır. Medenî Kanunumuzun 605 ile 618. maddeleri arasında, mirasın reddi kurumu düzenlenmiştir. Yasal mirasçılar, mirasçı olduklarını daha sonra öğrendikleri ispat edilmedikçe mirasbırakanın ölümünü öğrendikleri; vasiyetnameyle atanmış mirasçılar ise mirasbırakanın tasarrufunun kendilerine resmen bildirildiği tarihten itibaren 3 aylık hak düşürücü süre içerisinde, mirasbırakanın yerleşim yeri sulh hukuk mahkemesine ulaşması gereken bozucu yenilik doğuran sözlü veya yazılı açık bir beyanla, kayıtsız ve şartsız olarak ret beyanında bulunabilirler.

Süresi içerisinde mirası reddetmeyen mirasçı, mirası Medenî Kanunun 599. maddesine göre “Mirasçılar, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanırlar. Kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçılar, mirasbırakanın ayni haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar ve mirasbırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu olurlar. Atanmış mirasçılar da mirası, mirasbırakanın ölümü ile kazanırlar. Yasal mirasçılar, atanmış mirasçılara düşen mirası onlara zilyetlik hükümleri uyarınca teslim etmekle yükümlüdürler.”

Eski hukukumuzda mirasın reddi kurumu yoktu; zira bütün mirasçılar, ellerine geçen değer oranında tereke borçlarından sorumlu olduklarından, mirasın reddine gerek bulunmamaktaydı. Mirasın reddinin, siyasi düşüncelerini beğenmediği miras bırakanından kalan mirası kabul etmemek şeklinde psikolojik veya alt derecedeki fakir hısımlarına yararlı olmak gibi çok farklı nedenlerle gerçekleşmesi mümkündür.  Lehine belirli mal vasiyeti yapılan kişilerin bu vasiyeti reddetmelerine gerek yoktur; Medenî Kanunun 602. maddesinde belirtilen 10 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde bunu talep etmemekle mal vasiyetinin ifasını talep hakkı sona erer. Ret süresi sona ermeden mirasçı olarak tereke işlemlerine karışan, terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan veya mirasbırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yapan ya da tereke mallarını gizleyen veya kendisine mal eden mirasçı, mirası reddedemez. Zamanaşımı veya hak düşümü sürelerinin dolmasına engel olmak için dava açılması ve cebri icra takibi yapılması, ret hakkını ortadan kaldırmaz.

Görüldüğü gibi, mirasın gerçek reddi için, mirasçılar tarafından bir beyanda bulunulması gerekir. Medenî Kanunumuzun 605. maddesinin ikinci fıkrasında ise, “Ölümü tarihinde mirasbırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır.” denilmek suretiyle, herhangi bir beyanda bulunulmamış dan vazgeçilmesi de, aynı sonuca yol açar. Lehine belirli mal vasiyeti yapılanların tereke borçlarından dolayı cüzi halef konumunda bulunmaları (sadece ellerine geçecek miktarla sorumlu olmaları), mirasın onlar tarafından reddinin önemini azaltmaktadır.

Medenî Kanunun 605. maddesinin birinci fıkrasına göre “Yasal ve atanmış mirasçılar mirası reddedebilirler.”; 501. maddeye göre de, “Mirasçı bırakmaksızın ölen kimsenin mirası Devlete geçer.”; 631. maddeye göre ise, “Mirasın Devlete geçmesi hâlinde sulh mahkemesi, resen yukarıdaki usuller uyarınca terekenin resmî defterini düzenler. Devlet, deftere yazılan borçlardan sadece miras yoluyla edindiği değerler ölçüsünde sorumludur.” Görüldüğü gibi, Devletin mirasçılığında da mirasın reddi önem taşımamaktadır. Devletin mirasçılığında hükmen ret de söz konusu olmaz. Böyle bir terekeyi reddetmek için açık bir ret beyanına gerek bulunmamakla birlikte, terekenin kesin olarak iktisap edilmesi ancak açık ya da örtülü bir kabul beyanıyla mümkündür.

Ayrıca mirasın gerçek reddinde mevcut olan sürenin dolması yahut geçirilmesi halinde dahi haklı bir sebebin bulunması halinde mahkeme yeni bir süre verme yetkisine haizdir. Haklı bir sebepten kasıt sürenin verilmesi içerisinde (kanundan doğan 3 aylık süre) karar vermenin fevkalade zor olması ve süre verilmediği takdirde açıkça hakkaniyete aykırılık olacağı veya sebeplerin tahdidi olmaması hasebiyle örneğin mirasçıların elem çekmelerinden ötürü karar veremeyeceğinin ispatlanması durumları sayılabilir. Böyle bir durumun olup olmadığı gayet tabii her olay için ayrı takdir edilmelidir. Yine örnek sayılabilecek sebepler arasında tereke mallarının dağınıklığı, yasal temsilcinin atanmamış olması veya yabancı ülkeden ikametten dolayı haberdar olmaması halleridir. Ancak elbette içtihatlarca da görülen bu uzatma süresinin verilmeyeceği bazı haller de mevcuttur. Süre dolmadan ret hakkının düşmesi, açık kabul beyanı ile hakkın düşmesi, tereke işlerine gereğinden fazla karışma gibi hallerde bu süreyi talep etmek mümkün olmamaktadır.

Hükmen ret ise aslında sürenin geçirilmesi halinde bir cankurtaran vasfı taşımaktadır. MK 605 “ Ölümü tarihinde miras bırakanın ödemeden aczi açıkça belli ise veya resmen tespit edilmiş ise miras reddedilmiş sayılır” hükmünü getirerek bir karine oluşturmuştur. Miras bırakanın borca batıklığı açıksa veya resmen tespit var ise bu durumun süre sınırlanmaksızın talep edilmesini öngörmektedir. Burada mirasa bırakanın borçları icra veya sair yollarla mirasçılardan talep edildiğinde Mirasın Hükmen Reddi davasının ilamı ile egale etmek mümkündür. Kurumların çoğu zaman uygulamada re’sen harekete geçmesi mümkün olmadığından bu davanın açılmasında zaruret hasıl olur.

Ancak karıştırılmaması gereken asıl husus davanın açılmasıyla veya kabul olunması ile değil şartların oluştuğu anda reddedilmiş sayıldığı açıktır. Yani karine baştan itibaren işler ancak tespit edilmesinde uygulama açısından büyük yarar vardır. Her ne kadar süre belirlenmemiş bir süre var ise de davanın makul zaman içerisinde açılması tarafların oldukça yararınadır. Çünkü terekede ki borçların ne zaman kimler tarafından talep edileceğinin hesabı yapılamaz. Öngörü yapılamamasından kaynaklı olarak da en kısa süre içerisinde yapılması daha uygundur.

Mahkeme hükmen reddin şartlarını inceler ve bulunup bulunmadığını tespit eder. Yargıtay’a göre de bu karar bütün mirasçılara karşı hüküm ifade eder.

Son olarak ise mirasın en yakın yasal mirasçıların tümünün tarafından reddedilmesi halinde tereke TMK 612/1 gereği sulh hukuk mahkemesi tarafından iflas hükümlerine göre tasfiye olunur. Yani miras ret etmedeki ana kuralın aksine reddedenlerin yerini alacak mirasçılara geçmez. Bu ana kuraldan ayrılması halini bir mantık yürütme ile şu şekilde açıklayabiliriz; en yakın bütün mirasçılar mirası reddediyorsa tereke borca batıktır. Arkadan gelen mirasçılar nasıl olsa yakın mirasçılardan murise daha uzaktır. Bu sebeple de yakının reddettiğini uzağın da evleviyetle reddi hasıl olacağından intikali durdurmak herkesin yararınadır. Ancak elbette eleştirilmesi de mümkündür. Çünkü her mirasçının terekeyi reddetme kararı ayrı ayrı sebeplere dayanılarak verilmiş olabilir. İlla ki terekenin borca batıklığı her ne kadar yaygın bir sebepse de asıl olması yoruma açıktır.