a. Zaman Bakımından Uygulama
4722 Sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 17. Maddesine göre, mirasçılık ve mirasın geçişi miras bırakanın ölüm tarihinde yürürlükte bulunan hukuk hükümlerine göre belirlenir. Bu bağlamda, Türk Hukuku’nun zaman içerisindeki uygulama alanı göz önüne alındığında, 04.10.1926 tarihinden önceki vefatlar için Feraiz ve İntikal Kanunu (İslam Hukuku), 04.10.1926 ile 01.01.2002 tarihleri arasındaki vefatlar için 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi, 01.01.2002 tarihinden sonraki vefatlar için ise 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu uygulanacaktır.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 11.03.2010, 2010/6335 E. 2010/1261 K. Sayılı ilamında mirasa ilişkin uyuşmazlıklarda uygulanacak hukuk ile ilgili;
“4722 Sayılı Kanun’un 17. Maddesi hükmünde mirasçılık ve mirasın geçişi miras bırakanın ölümü tarihinde yürürlükte olan hükümlere göre belirleneceği açıklanmıştır. Dosya içeriğinde toplanan delillerden miras bırakan Cafer’in Medeni Kanun’dan önce 31.01.1916 tarihinde 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi yürürlüğe girmeden önce öldüğü anlaşılmıştır. Hal böyle olunca, mahkemece az yukarıda açıklanan hukuki olgu gözetilerek mirasçıların ve miras paylarının Feraiz ve İntikal Kanunu hükümlerine göre belirlenmesi gerekirken, miras bırakanın ölüm tarihinde yürürlükte olmayan kanun hükümlerine göre belirlenmesi isabetsiz, davacı Mehmet’in temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün bozulmasına”
Şeklinde karar vermiştir.
Önemle belirtmek gerekir ki mirasa dair uyuşmazlıklarda Türk Kanunu Medenisi’nin uygulandığı dönem ise kendi arasında ikiye ayrılmaktadır. Zira 23.11.1990 tarihinde, Türk Kanunu Medenisi’nin miras hukuku hükümlerinde değişiklik yapılmış olup bu durum uygulanacak hukuk tespit edilirken mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.
Konu ile ilgili Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 04.02.2014, 2013/5319 E., 2014/1700K. Sayılı ilamında;
“4.10.1926 ile 23.11.1990 tarihleri arasındaki ölümlerde 17.2.1926 tarihli yürürlük tarihi 4.10.1926 olan 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi hükümleri, 23.11.1990 ile 1.1.2002 tarihleri arasındaki ölümlerde 3678 Sayılı Kanunla değişikliğe uğramış olan 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi hükümleri, 1.1.2002 tarihinden sonraki ölümlerde 22.11.2001 tarihli yürürlük tarihi 1.1.2002 olan 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu hükümleri (495. 496. 497 ve 499 maddeler) uygulanmalıdır. 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 444. maddesinin 14.11.1990 gün ve 3678 Sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki hükmünde ölenin altsoyu ile birlikte mirasçı olan karı veya kocanın dilerse mirasın dörtte birinin mülkiyetini, dilerse yarısının intifa hakkını alacağı açıklanmıştır.
Dosya içeriğinde toplanan delillerden miras bırakan H.. K..'nun mirasçıları belirlenerek paylaştırma yapıldığı belirlenmişse de verilen hüküm az yukarda açıklanan yasa hükümlerine uygun düşmemiştir. Şöyle ki; muris H.. K..'nun eşi H..'den olma çocuğu N..'nin ölüm tarihi dikkate alındığında N..'nin eşi H..'nin 743 Sayılı TMK'nun 444. maddesinin 14.11.1990 gün ve 3678 Sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki hükmü uyarınca miras payının 1/4 mülkiyet veya 1/2 intifa hakkı olduğu, bu hakkın hangi yönde kullanılacağı konusunda H.. K..'nun beyanının alınması veya kendisine meşruhatlı davetiye gönderilerek tercih hakkını ne yönde kullanacağının açıklığa kavuşturulması gerektiği kuşkusuzdur. Ne var ki mahkemece bu olgu gözardı edilmiş, sağ olduğu halde H.. K..'na tercih hakkı kullandırılmadan mülkiyet hakkını tercih etmiş gibi hüküm oluşturulmuştur. Ayrıca mirasçıların miras payları miras bırakan H.. K.. ve alt mirasçıların ölüm tarihinde yürürlükte bulunan yasa hükümlerine göre belirlenmelidir. Ne var ki mahkemece oluşturulan hüküm yerinde bu kurala uyulmayarak miras paylarında yanılgıya düşülmüştür. Yasal düzenlemeler göz ardı edilerek hüküm verilemez.”
Şeklinde hüküm kurmuştur. Yargıtay kararlarından da anlaşılacağı üzere, ölüm tarihindeki hukuk gerek mirasçı olabilme gerek ise miras oranlarını tayin etme hususlarında uygulanacaktır.
b. Yer Bakımından Uygulama
Miras, malvarlığının tamamı bakımından miras bırakanın ölümden önceki son yerleşim yerinde açılır. Miras hukukuna ilişkin davaların görülmesinde, ölenin son yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir. Eğer ölenin son yerleşim yeri yoksa, mallarının bulunduğu yer mahkemesi yetkili olacaktır.
Yabancılık unsuru içeren miras ilişkilerinde uygulanacak hukuk, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun (“MÖHUK”) ile belirlenmiştir. Buna göre, miras ölenin milli hukukuna tabi olup MÖHUK’un “Vatandaşlık esasına göre yetkili hukuk” başlıklı 4. Maddesine göre;
“Bu Kanun hükümleri uyarınca yetkili olan hukukun vatandaşlık esasına göre tayin edildiği hâllerde, bu Kanunda aksi öngörülmedikçe;
a) Vatansızlar ve mülteciler hakkında yerleşim yeri, bulunmadığı hâllerde mutad mesken, o da yok ise dava tarihinde bulunduğu ülke hukuku,
b) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olanlar hakkında, bunların aynı zamanda Türk vatandaşı olmaları hâlinde Türk hukuku,
c) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olup, aynı zamanda Türk vatandaşı olmayanlar hakkında, daha sıkı ilişki hâlinde bulundukları devlet hukuku, uygulanır.”
Yabancılık unsuru içeren uyuşmazlıklarda kamu düzeninin etkisi de göz önüne alınmalıdır. Yetkili hukukun bir hükmü, Türk kamu düzenine açıkça aykırı ise o hüküm uygulanmaz. Ancak, milletlerarası hukukta kamu düzeni, iç hukukta mahkemelerce tatbik edilen kamu düzeni kavramına göre daha esnektir, mümkün olduğunca yetkili hukukun uygulanması gerekmektedir. Beraberinde, gerekli görülmesi halinde, hakimin takdirine bağlı olarak Türk Hukuku da uygulanabilir.
MÖHUK’un “Miras” başlığını taşıyan 20. Maddesi;
“ (1) Miras ölenin millî hukukuna tâbidir. Türkiye'de bulunan taşınmazlar hakkında Türk hukuku uygulanır.
(2) Mirasın açılması sebeplerine, iktisabına ve taksimine ilişkin hükümler terekenin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.
(3) Türkiye'de bulunan mirasçısız tereke Devlete kalır.
(4) Ölüme bağlı tasarrufun şekline 7 nci madde hükmü uygulanır. Ölenin millî hukukuna uygun şekilde yapılan ölüme bağlı tasarruflar da geçerlidir.
(5) Ölüme bağlı tasarruf ehliyeti, tasarrufta bulunanın, tasarrufun yapıldığı andaki millî hukukuna tâbidir.”
Şeklindedir. Bilindiği gibi yabancılık unsuru içeren kişi ve aile meselelerinden doğan uyuşmazlıklarda atıf kuralları uygulanır. Zira kanunlar ihtilafı kurallarının amacı bağlama noktaları vasıtasıyla ihtilafla en sıkı ilişki içindeki devlet hukukunun uygulanmasını sağlamaktır; bu şekilde devletler özel hukuku adaleti de sağlanmış olur.[1] Miras hukuku kaynaklı uyuşmazlıklarda da atıf kurallarının uygulanacağı açıktır.
Her ne kadar miras ölenin milli hukukuna tabi olsa da Türkiye’de bulunan taşınmazlar için devletlerin hakimiyeti ilkesi gereğince Türk hukuku uygulanır. Türkiye’de bulunan taşınmaz tereke üzerinde mirasçılık sıfatının kazanılmasında yabancılar hukuku mevzuatında yer alan sınırlamalar da büyük önem taşımaktadır. Yargıtay’ın yerleşmiş kararlarına göre, bir yabancının Türkiye’deki bir taşınmaz mal üzerinde mirasa ehil olabilmesi için yabancılar hukuku kurallarımıza göre de o taşınmaz üzerine miras hakkının bulunması gerekir.[2]
Hak ve fiil ehliyeti, işlemi yapanın milli hukukuna tabi olmakla birlikte işlemin yapıldığı yer hukukuna göre kişinin hak ve fiil ehliyeti bulunuyorsa kişi yaptığı hukuki işlem ile bağlıdır.
Ölüme bağlı tasarruflarda ehliyet, tasarrufta bulunanın tasarrufu gerçekleştirdiği andaki milli hukukuna tabidir. MÖHUK’un 9. Maddesi gereğince milli hukukuna göre ehliyetsiz olan kişi şayet işlemin yapıldığı yer hukukuna göre ehilse gerçekleştirdiği tasarruf ile bağlı kalacaktır. Ölüme bağlı tasarrufların şekil kuralları ise MÖHUK’un 7. Maddesi gereğince yapıldığı yer hukukuna veya işlemin esasına uygulanacak hukuka tabi olacaktır. Ölenin milli hukukuna uygun şekilde yapılan ölüme bağlı tasarruflar da şeklen geçerli kabul edilecektir. Şekil kurallarında milletlerarası atıf kurallarının uygulanmadığı da göz ardı edilmemelidir.
Türkiye 1983 yılında vasiyetlerin geçerliliğini sağlamak üzere La Haye Sözleşmesi’ne taraf olmuştur. İşbu sözleşmenin uygulanabilmesi için karşılıklılık esası aranmamakla birlikte vasiyetnamenin şekline uygulanacak hukukta bağlayıcı vesikalardandır.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2018/7547, K. 2019/6014, T. 1.7.2019 sayılı ilamında,
“Ölüme bağlı tasarruflarda şekil konusu menkul miras, gayrimenkul miras ayrımı yapılmadan düzenlenmiştir. ( Nomer/Şanlı Devletler Hususi Hukuku, s.288 ). Bu kapsamda 5718 Sayılı MÖHUK 20/4. maddesine göre, ölüme bağlı tasarrufun şekli, tasarrufun yapıldığı yer hukukuna veya işlemin esasına uygulanan hukuka veya ölenin milli hukukuna tabidir. Bu üç seçimli şekil kuralından amaç, ölenin son arzularının sonucu olan işlemin geçerliliğini sağlamaktır. Bu kural gereğince bir Türk vatandaşı yabancı ülkede yapıldığı yer hukukuna ya da Türk Hukukuna uygun bir vasiyetname yapılabilir. ( Bkz. Milletler Arası Özel Hukuk Aysel Çelikel s.294 ) Kaldı ki; vasiyetnamelerin geçerliliğini sağlamak amacı ile "Vasiyet Tasarruflarının Biçimine İlişkin Kanun Uyuşmazlıkları Konusundaki 05.10.1961 tarihli ... Sözleşmesine Türkiye'de 1983 yılında taraf olmuştur.
Sözleşme'ye göre;
a- ) Vasiyetnamenin yapıldığı yer hukuku,
b- ) Vasiyetçinin tasarrufu yaptığı andaki vatandaşı olduğu devletin iç hukuku,
c- ) Vasiyetçinin ölümü anında vatandaşı olduğu devletin iç hukuku,
d- ) Vasiyetçinin tasarrufu yaptığı anda ikametgahının bulunduğu yer iç hukuku,
e- ) Vasiyetçinin tasarrufu yaptığı andaki mutad mesken hukuku,
g- ) Vasiyetçinin ölümü anındaki mutad mesken hukuku,
h- ) Taşınmazlar söz konusu ise, bu malların bulunduğu yer iç hukuklarından birine uygun olan vasiyetnameleri geçerlidir.” Şeklinde hüküm kurarak vasiyetnamenin geçerliliğine dair yapılacak incelemede La Haye Sözleşmesi’nin de irdelenmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Sonuç
Mirasa ilişkin uyuşmazlıklarda uygulanacak hukuk; miras bırakanın vatandaşlığına, ölüm zamanına ve yerine göre değişkenlik göstermektedir.
Yabancılık unsuru içermeyen uyuşmazlıklarda zaman bakımından uygulanacak hukuk, miras bırakanın vefat tarihinde yürürlükte bulunan hukuktur. Yer bakımından ise miras bırakanın ölümünden önceki son yerleşim yeri mahkemeleri yetkilidir.
Uyuşmazlığın yabancılık unsuru içermesi halinde MÖHUK’tan doğan kurallar, milletlerarası sözleşmeler ve kamu düzeni müdahalesi göz önüne alınmalıdır.
-----------------------------