MEDENİ YARGILAMA HUKUKUNDA İKRARDAN DÖNME HALİNDE (HMK M. 188 F. 2) İSPAT YÜKÜ VE İSPATIN KONUSU

Abone Ol

ÖZ

Medeni yargılama hukukunda ikrar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 188. maddesinde düzenlenmiştir. Ancak, HMK m. 188’de ikrarın tanımına yer verilmemiş olup; sadece ikrarın sonuçları ve ikrardan dönülebilecek durum düzenlenmiştir. İkrar, öğretide ve yüksek yargı kararlarında davanın taraflarından birisinin (veya vekilinin), diğer tarafın kendisinin (veya vekilinin) iddia etmiş olduğu vakıanın doğruluğu kendi aleyhine olacak şekilde kabul ve beyan etmesi olarak tanımlanmaktadır. İkrar tek taraflı irade açıklaması ile gerçekleştirilmektedir. İkrar hüküm ve sonuçlarını doğurabilmesi için karşı tarafın veya mahkemenin kabulüne ihtiyaç bulunmamaktadır. Davanın taraflarınca bir vakıa ikrar edilmekle söz konusu o vakıa ispatın konusu olmaktan çıkmaktadır. Diğer bir ifade ile ikrar edilen vakıa ispat yükü üzerinde olan tarafça ispat edilmesine gerek bulunmamaktadır. Bununla birlikte, kural olarak ikrardan dönülmesi mümkün değildir. Ancak, HMK m. 188 f. 2 hükmü gereğince ikrar maddi hatadan kaynaklanması halinde ikrarda bulunan taraf, ikrarından dönebilir. Bu çalışmamızda da ikrardan dönülebilmesinin şartları ve ikrardan dönülmesi durumda ispatın konusu ile ispat yükü üzerinde durulması amaçlanmıştır.

ABSTRACT

In the civil procedure law, confession is regulated under Article 188 of the Code of Civil Procedure No. 6100 (CCP). However, Article 188 of the CCP does not include a definition of the admission; only the consequences of the admission and the situation in which the admission may be revoked are regulated. In the doctrine and in the decisions of the higher judiciary, the adhesion is defined as the acceptance and declaration by one of the parties (or his/her attorney) of the truth of the facts claimed by the other party (or his/her attorney) to his/her detriment. An adhesion is realized by a unilateral declaration of will. There is no need for the acceptance of the other party or the court in order for the admission to give rise to its provisions and consequences. When a fact is admitted by the parties to the case, that fact ceases to be the subject of proof. In other words, the admitted fact does not need to be proved by the party with the burden of proof. However, as a rule, it is not possible to revoke the admission. However, pursuant to Article 188 f.2 of the CCP, if the admission is based on a material mistake, the party who made the admission may withdraw from the admission. In this study, it is aimed to focus on the conditions for reversal of the admission, the subject of proof and the burden of proof in case of reversal of the admission.

I. GİRİŞ

İkrar, derdest bir hukuk davasında, o dava ile ilgili olarak taraflardan birinin ileri sürmüş olduğu vakıanın diğer tarafın kendi aleyhine olacak şekilde doğruluğunu kabul ve beyan etmesidir[1]. İkrarın konusu, davanın karşı tarafınca ileri sürülen vakıalar oluşturmakla birlikte talep sonucu ve hukuki sebep ikrarın konusu oluşturmamaktadır[2].

Bir vakıa ikrar edilmekle söz konusu vakıanın ispatı gerekmez. Zira, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun[3]İkrar” kenar başlıklı 188. maddesinin 1.fıkrasına göre, davanın tarafları veya yetkili vekillerince ikrar edilen vakıalar çekişmeli olmaktan çıkar ve ispat edilmesi gerekmez. Nitekim, ispatın konusunu çekişmeli vakıalar oluşturmakta olup; bir vakıa davanın taraflarınca ikrar edilmiş ise o durumda, söz konusu vakıa çekişmeli olmaktan çıkmış olduğu için ayrıca ispat yükünü üzerinde taşıyan taraf bu konuda delil gösterme ve ispat faaliyetinde bulunmasına gerek bulunmamaktadır[4].

İkrar hüküm ve sonuçlarını doğurabilmesi için karşı tarafın veya mahkemenin kabulüne gerek bulunmamaktadır[5]. Zira, ikrar, ikrarda bulunan tarafın varması gereken tek taraflı irade açıklamasından ibarettir[6].

Öte yandan, ikrarda bulunan taraf ikrarı ile bağlı olmakla birlikte, kural olarak ikrarından dönmesi mümkün değildir[7]. İkrarda bulunan taraf, ikrarından dönebilmesi HMK m. 188 f. 2 hükmündeki şartlar dahilinde mümkündür. Buna göre, ikrarda bulunan taraf maddi hata sonucunda yapmış olduğu ikrarından dönebilir. İkrarda bulunan taraf, maddi hata sonucunda yapmış olduğu ikrarından dönebilecek ise de ikrar edilen hususun gerçek olmadığını ve ikrarını maddi hata sonucunda yapmış olduğunu ispat etmesi gerekecektir.

Bu itibarla çalışmamızda öncelikli olarak genel hatları ile ikrarın üzerinde durulacak akabinde ikrardan dönme, ikrardan dönülmesi halinde ispat yükü ile ispatın konuları hakkında öğretideki görüşlere ve nihayetinde yargı uygulamalarına yer verilecektir.

II. GENEL OLARAK İKRAR VE TÜRLERİ

A. İkrar Kavramı, Tanımı ve Özellikleri

İkrar sözlük anlamı itibarıyla “saklamayıp doğruca söyleme, açıkça söyleme, bildirme, kabul etme” olarak tanımlanmaktadır[8].

Hukuki anlamda ikrar öğretide,  derdest bir davada, davanın taraflarından birisinin ileri sürmüş olduğu vakıanın, doğru olduğunun davanın diğer tarafınca kabul ve beyan edilmesi olarak tanımlanmaktadır[9]. Yargıtay kararlarında ise ikrar, bir tarafın, diğer tarafın ileri sürmüş olduğu olgunun veya vakıanın tümünün ya da bir bölümünün doğruluğunun bildirilmesi olarak tanımlanmıştır[10].

İkrar, HMK m. 188’de düzenlenmiş olup; bahsi geçen kanun maddesinde tanımı kanun koyucu tarafından yapılmamıştır. HMK m. 188’de sadece ikrarın hüküm ve sonuçları ile ikrardan dönülebilecek hal ve son olarak sulh görüşmelerinde yapılan ikrarın tarafları bağlayıp bağlamayacağı mesele düzenlenmiştir. Buna göre, ikrar edilen bir olgu veya vakıa çekişmeli olmaktan çıkar ve ispat yükü üzerinde bulunan taraf ikrar edilen vakıayı ya da olguyu ispat etmekten kurtulmaktadır[11]. Ancak, hemen ifade etmek gerekir ki ikrara bağlanan bu sonuç daha çok basit ikrar halinde kendisini göstermektedir[12]. Çünkü, ikrarda bulunan taraf ikrarına eklemiş olduğu vasıf veya vakıa sonucunda ikrarın bölünüp bölünemeyeceği, bunun sonucunda ispat yükünün kime ait olacağı hususu medeni yargılama hukukunun temel sorunları arasında yer almaktadır[13].

İkrar, mahkemeye yönelik tek taraflı bir irade beyanı ile yapılmakla birlikte hüküm ve sonuçlarını doğurabilmesi için karşı tarafın kabulüne ya da mahkemenin onayına ihtiyaç bulunmamaktadır[14].

Taraflarca hazırlama ilkesinin uygulandığı davalarda ikrar mümkün iken re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda ikrar mümkün değildir[15]. Diğer bir ifade ile re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı davalardan olan boşanma davalarında, zorunlu sigortalılığa dair hizmet tespiti davalarında, soybağı davalarında, kadastro davalarında, nüfus davalarında vs. tarafların ikrarı hakimi bağlamamaktadır[16].

İkrarın konusunu karşı tarafın ileri sürmüş olduğu vakıalar oluşturmaktadır[17]. Başka bir ifade tarzıyla ikrarın konusunu, tarafların iddia ve savunmalarını dayandırmış olduğu maddi vakıalar oluşturmaktadır[18].

İkrarın hukuki niteliği öğretide tartışmalı olmakla beraber; öğretide, ikrarın: “Delil niteliğinde olduğu”, “tasarruf işlemi niteliğinde olduğu”, “hem delil hem de tasarruf işlemi niteliğinde olduğu”, “usul işlemi niteliğinden olduğu” görüşleri başlıca ileri sürülmektedir[19].

Bu açıklamalar ışığında ikrarın geçerli bir şekilde hüküm ve sonuçlarını doğurabilmesi için lehine ikrarda bulunan tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması; diğer tarafında ileri sürülen bu vakıanın doğruluğunu kendi aleyhine olacak şekilde kabul etmesi gerekmektedir[20].

B. İkrarın Türleri

İkrarın, hukuk yargılamasında davanın taraflarından birisinin dayanmış olduğu iddia ve savunmalara ilişkin vakıanın doğruluğunun diğer tarafça kendi aleyhine olacak şekilde kabul edilmesi olduğunu belirtmiştik[21]. Bununla birlikte gerek öğretide gerekse yargı uygulamalarında ikrar çeşitli açılardan sınıflandırılmalara tabi tutulmaktadır.

Öğretide ikrar ile ilgili olarak yapılan ayrımların ilki ikrarın yapıldığı yere göre, “mahkeme içi ikrar”, “mahkeme dışı ikrar” sınıflandırılmasıdır[22]. Mahkeme içi ikrar, derdest bir davada davanın taraflarından birisinin veya her iki tarafın duruşma tutanağına geçirilmiş olmak şartı ile sözlü şekilde veya mahkemeye hitaben yazılı dilekçe ile yapılmış ikrardır[23]. Mahkeme dışı ikrar ise, davanın taraflarının mahkeme haricinde yapmış olduğu ikrarlardır[24]. Buna göre, tarafların yazışmalarında (mektuplarında vs.) veya idari makam ya da mercilere vermiş olduğu dilekçelerde veyahut başkaları önünde sözlü olarak yapılan ikrar mahkeme dışı ikrara örnek olarak gösterilebilir[25]. Yeri gelmişken ifade etmek gerekir ki, mahkeme dışı yapılmış olan ikrar mahkeme içi yapılmış olan ikrardan farklı olarak kesin delil teşkil etmeyip takdiri delil teşkil etmektedir[26].

İkrar ayrıca öğretide, basit, vasıflı (gerekçeli), bileşik ikrar olmak üzere içeriğine göre üç ayrı şekilde sınıflandırılmaya tabi tutulmaktadır[27].

Basit ikrar, karşı tarafın ileri sürmüş olduğu vakıanın doğru olduğunu kayıtsız ve şartsız olarak kabul edilmesi olarak tanımlanmaktadır[28]. Örneğin, bir alacak davasında davacının, davalıdan 5.000,00 TL alacağı olduğunu iddia etmesi üzerine davalının da davacıya 5.000,00 TL borcu olduğunu yani belirtilen miktar kadar kendisinin alacaklı olduğunu kabul etmesi durumu basit ikrar mahiyetindedir.

Vasıflı (gerekçeli) ikrar, ikrarda bulunan taraf karşı tarafın ileri sürmüş olduğu vakıayı kabul etmekle birlikte vakıanın hukuki niteliğinin iddia edilenden başka bir şey olduğunu ileri sürmesi halidir[29]. Öğretide bu ikrar türü, “gerekçeli inkar” olarak da anılmaktadır[30]. Yukarıda vermiş olduğumuz örnekten hareketle, davalının, davacıdan 5.000,00 TL aldığını ancak davacının bu miktarı kendisine borç olarak değil de bağış olarak vermiş olduğunu ikrar etmesi durumu vasıflı ikrar (gerekçeli ikrar) olarak kabul edilmektedir. Öğretide, vasıflı ikrarın bölünemeyeceği, bu sebeple de ispat yükü ikrarda bulunan tarafta değil vakıayı iddia edene ait olduğu, ispat yükü üzerinde bulunan taraf iddiasını ispat etmesi gerektiği belirtilmektedir[31]. Nitekim Yargıtay kararlarında da vasıflı ikrarın (gerekçeli ikrarın) bölünmeyeceğini, davacının iddiasını ispatlaması gerektiği vurgulanmaktadır[32]

Bileşik ikrar ise, ikrarda bulunan taraf, diğer tarafın ileri sürmüş olduğu vakıayı kabul etmekle birlikte, ikrara konu vakıadan çıkan hukuksal sonucu hükümden düşüren ve vakıanın doğumu ile alakalı olmayan başka bir vakıa eklemesidir[33]. Bu ikrar türü ile bağlantılı olarak ikrarda bulunan tarafın ikrarına eklemiş olduğu vakıanın ikrar edilen vakıa arasında bağlantılı bulunup bulmamasına göre de ayrıca öğretide, “bağlantılı bileşik ikrar” ve “bağlantısız bileşik ikrar” olmak üzere iki alt ayrım yapılmaktadır. Bu ayrıma göre, ikrarda bulunan tarafın ikrarına eklemiş olduğu vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında bağlantı bulunması bu ikrara bağlantılı bileşik ikrar adı verilmektedir[34]. Buna göre, yine yukarıda vermiş olduğumuz örnekte hareketle, davalının, davacıdan 5.000,00 TL borç almış olduğunu ancak bu miktarı kendisine ödemiş olduğunu ikrar etmesi bağlantılı bileşik ikrar mahiyetindedir. Bunun tam tersi durumda ise, yani ikrarda bulunan tarafın ikrarına eklemiş olduğu vakıa ile ikrar olunan vakıa arasında bir bağlantı yok ise o durumda, bu ikrara bağlantısız bileşik ikrar adı verilmektedir[35]. Ve yine yukarıdaki örnekten hareketle, davalının, davacıdan 5.000,00 TL borç almış olduğunu ancak kendisinin de davacıdan 6.000,00 TL alacağının olduğunu bu sebeple de alacak ve borçları takas etmiş olduğunu belirtmesi durumu bağlantısız bileşik ikrar olarak kabul edilmektedir.

Öğretide, gerek bağlantılı gerekse bağlantısız bileşik ikrarın bölünüp bölünemeyeceği hususu tartışmalıdır[36]. Yargıtay kararlarında ise hem bağlantılı hem de bağlantısız bileşik ikrarın bölünebileceğini, bu kapsamda ikrarda bulunan tarafın ikrarına eklemiş olduğu vakıayı ispat etmesi gerektiğine dikkat çekmektedir[37]. Diğer bir ifade ile Yargıtay kararlarına göre, bileşik ikrarda ispat yükü ikrarda bulunan tarafa aittir[38].

Son olarak öğretide ve yargı uygulamalarında, ikrarın kapsamına göre tam veya kısmi ikrar ayrımı yapılmaktadır. Buna göre, ikrarda bulunan tarafın, diğer tarafın iddiasının ve/veya savunmasının dayanağını teşkil eden vakıaların bütününün doğruluğunu kabul etmesi tam ikrar; buna karşılık, ikrarda bulunan tarafın, diğer tarafın iddiasının ve/veya savunmasının dayanağını teşkil eden vakıaların tamamı değil de sadece belirli bir kısmının doğruluğunu kabul etmesi kısmi ikrar olarak adlandırılmaktadır[39].

III. İKRARDAN DÖNME

A. Genel Olarak

İkrarda bulunan taraf, kural olarak, ikrarı ile bağlı olup; bundan dönmesi mümkün değildir[40]. Bunun nedeni, öğretide ikrarda bulunması ile iddia edilen vakıanın ispat edilmiş sayılması ve böylelikle de ispat yükü üzerine düşen tarafın, söz konusu vakıayı ispat etmesine gerek kalmaması olarak belirtilmektedir[41]. Bir başka yönden bakılacak olursa; ikrar ile birlikte ispat yükü üzerine düşen taraf lehine usûli kazanılmış hak doğmaktadır[42].

Kural bu olmakla beraber, HMK m. 188 f. 2’ye göre, ikrarda bulunan taraf, ikrarı maddi hata sonucunda yapmış olduğunu belirterek ikrardan dönebilir.

Maddi hata sonucun yapılan ikrardan dönülebilmesine ilişkin kural, sadece mahkeme içi ikrara ilişkindir[43]. Böylelikle de, mahkeme dışı şeklinde yapılan ikrardan HMK m. 188 f. 2 (HUMK m. 236) hükmünde yer alan şartlara bağlı olmaksızın dönülebilmesi mümkündür[44].

İkrardan dönebileceğine ilişkin HMK m. 188 f. 2’de yer alan kuraldan da görüleceği üzere kasten gerçeğe aykırı şekilde yapılan ikrardan dönülmesi mümkün değildir. İkrardan dönülebilmesi için HMK m. 188 f. 2 hükmünün lafzında da anlaşılacağı üzere, ikrarın “maddi hata” sonucunda yapılmış olması gerekmektedir. Buna göre, hukuki bir hata veya ikrarın hüküm ve sonuçlarını bilmemek durumu ikrardan dönülebilmesi için gerekçe sayılmamaktadır[45]. Islah yoluyla da ikrardan dönülmesi mümkün değildir[46].

İkrarını geri almak isteyen taraf, bu istemini mahkemeye yazılı şekilde yapabileceği gibi duruşmada tutanağa geçirilmek suretiyle sözlü olarak da yapabilir[47]. İkrarda bulunan tarafın ikrardan dönülmesine ilişkin talebini alan mahkeme, söz konusu talebi değerlendirmeye uygun görmesi halinde talep dilekçesi veya tutanak, cevap ve görüşlerini sunması için uygun bir süre verilerek karşı tarafa tebliğ ettirir[48]. Mahkemenin, ikrarda bulunan tarafın ikrardan dönülmesine yönelik talebinin gerek kabul gerekse reddine ilişkin kararı ara karar mahiyetinde olup; ancak asıl hükümle birlikte kanun yoluna taşınabilir[49].

İkrardan dönme ile ilgili olarak öğretide tartışılan hususlardan birisi de: İkrarda bulunan tarafın, maddi hata sonucunda ikrarda bulunmuş olup da; ikrara dayanılarak mahkemece karar verilmesinden sonra ikrarından dönüp dönemeyeceği meselesidir. Öğretide, böyle bir ihtimalde, mahkeme kararı kesinleşmişse o durumda ikrarda bulunan taraf, kesin hüküm sebebiyle ikrarından dönmesinin mümkün olmadığı belirtilmektedir[50]. Ancak, hemen devamında, öğretide, ikrarın karşı tarafın veya vekilinin hilesi veya tehdidi sonucu yapılmış olması halinde ikrarda bulunan tarafın HMK m. 375 f. 1-h (HUMK m. 445 f. 1, b. 7) hükmü uyarınca yargılamanın iadesi yoluna başvurabileceği belirtilmektedir[51]. Bunun haricinde, ikrarın hukuki niteliği itibarıyla usul hukukuna ilişkin işlem olması nedeniyle maddi hukuk bakımından iptali mümkün değildir[52].

B. İspat Yükü ve İspatın Konusu

İkrardan dönülmesi durumda ortaya çıkan ispat yükü ve ispatın konusu meselesine geçmeden önce bu iki kurum hakkında kısaca bilgi vermekte fayda vardır.

Bir hukuk kuralının somut olaya uygulanması, söz konusu bu hukuk kuralının koşul vakıasını oluşturan somut vakıaların gerçekleşmesine bağlıdır[53]. Mahkeme hakimi, taraflar arasındaki somut uyuşmazlığa konu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini, kural olarak kendisi araştırmayacak olup; bu hususu taraflar ispat etmesi gerekmektedir[54]. İşte ispat yükü, belirli bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediği hususunda vakıa iddiasında bulunan tarafa düşen usûli bir yüktür[55]. Diğer bir ifade tarzı ile, ispat yükü, tarafların iddia ve savunmalarını dayandırdıkları bir olayın gerçekleşmiş olup olmadığının ispat edilememesi halinde aleyhe bir kararla karşılaşmak tehlikesidir[56]. İspat, bir yükümlülük değil, külfet yani yüktür[57].

HMK m. 190 f. 1’e göre, “ispat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir”.

İspatın konusunu ise tarafların üzerinde anlaşamadığı vakıalar oluşturmaktadır[58]. Diğer bir ifade ile ispatın konusu çekişmeli vakıalardır.

Bu genel nitelikteki açıklamalardan sonra konumuza dönecek olursak: İkrarda bulunan taraf, ikrarından dönebilmesi için ikrara konu vakıanın gerçeğe uygun olmamasını ve ikrarın maddi hata sonucu yapılmış olduğunu ispat etmesi gerekmektedir[59].

Buradan hareketle, ikrarda bulunan taraf, ikrar etmiş olduğu vakıanın gerçeğe uygun olmadığını yani söz konusu vakıanın gerçekleşmediğini ispat etmesi gerekmektedir[60]. Öğretide, ikrarda bulunan tarafın, ikrarından dönebilmesi için ispat etmesi gereken vakıanın gerçekleşmediği yönündeki ispatın konusu bakımından menfi bir vakıanın ispat yükü altında olduğu belirtilmektedir[61].

Öğretide, ikrardan dönülebilmesi için ikrarda bulunan tarafın, ikrar edilen vakıanın gerçeğe uygun olmadığını yani vakıanın gerçekleşmediği yönündeki ispat faaliyetini bir hukuki işleme dayandırmış olması ve hukuki işlemin değeri kanunda belirtilen miktarın üzerinde olması halinde söz konusu menfi vakıasını kesin deliller ile ispat etmesi gerektiği belirtilmektedir[62]. Buna karşılık, ikrardan dönmek isteyen taraf bu konudaki ispat faaliyetini hukuki işlem değil de hukuki fiillere dayandırmış olması halinde söz konusu menfi vakıayı takdiri delillerle de ispat edebileceği hususu yine öğreti tarafından savunulmaktadır[63].

İkrardan dönmek isteyen kişinin, ikrar etmiş olduğu vakıanın gerçekleşmediğinin ispatı haricinde ikrarın maddi hata sonucunda yapılmış olduğunu da ispat etmesi gerekmektedir[64]. Maddi hatada kasıt ise ikrar edilen vakıanın gerçekliğine ilişkin gayri iradi bilgisizlik, hatalı veya yanlış kanaat veyahut tahmindir[65]. Buradan hareketle hukuki hata nedeniyle ikrardan dönülmesi mümkün değildir[66].

Maddi hata, yemin delili dahil olmak üzere her türlü delille ispat edilmesi mümkündür[67].

Maddi hata dışında diğer irade sakatlığı hallerinden aldatma (hile) veya korkutma (ikrah) durumlarının varlığı halinde ikrarda bulunan tarafın ikrarından dönebilmesinin mümkün olup olamayacağı meselesi öğretide tartışmalıdır[68].

Öte yandan, Yüksek mahkeme kararlarında da ikrarından dönmek isteyen tarafın, ikrar edilen vakıanın gerçeğe uygun olmadığını yani gerçekleşmediğini ve ikrarın maddi hata sonucunda yapılmış olduğunu ispat etmesi gerektiği belirtilmektedir. Söz konusu kararlardan birisi[69] özetle şöyledir: “İkrar eden, kural olarak ikrarından dönemez; başka bir deyişle ikrarı ile bağlıdır. Ancak, ikrar eden, ikrarının maddi bir hatadan kaynaklandığını ispat ederek ikrarından dönebilir. Maddi hata halinde, ikrar eden bundan dönebilmek için, ikrar edilen vakıanın gerçeğe uygun olmadığını ve ikrarın maddi bir hata sonucu yapıldığını ispat etmek zorundadır. Taraf gerçeğe uygun olmayan bir vakıayı bilerek ikrar etmiş ise, bu durumda da ikrarından dönemez.”

Görüldüğü üzere, ikrardan dönme durumunda ikrarda bulunan taraf, ikrar edilen vakıanın gerçeğe uygun olmadığı yani vakıanın gerçekleşmediğini ve ikrarın maddi hata sonucunda yapılmış olduğunu ispat etmesi gerekmektedir. Buradan hareketle, ikrardan dönme halinde ispatın konusu, ikrar edilen vakıanın gerçeğe uygun olmadığı ve ikrarın maddi hata sonucunda yapılmış olduğu hususudur. Bahsedilen hususların ispatı bakımından ispat yükü ise ikrardan bulunmuş olup da; ikrarından dönmek isteyen tarafa aittir.

İkrardan dönme veya diğer bir deyişle ikrarın geri alınması sonucunda, ikrarla birlikte ortaya çıkan hüküm ve sonuçlar ortadan kalkar ve ikrar etkisini yitirir[70]. Diğer bir deyişle, ikrarla birlikte çekişmeli olmaktan çıkan vakıa tekrardan çekişmeli hale gelir ve böylelikle de ispat yükü üzerine düşen taraf söz konusu çekişmeli vakıayı tekrardan ispat etmesi gerekecektir.

IV. SONUÇ

İkrar, davanın taraflarından birisinin, diğer tarafın kendisinin iddia etmiş olduğu vakıanın doğruluğu kendi aleyhine olacak şekilde kabul ve beyan etmesi olarak tanımlanmaktadır. İkrar tek taraflı irade açıklaması ile gerçekleştirilmektedir. İkrar hüküm ve sonuçlarını doğurabilmesi için karşı tarafın veya mahkemenin kabulüne ihtiyaç bulunmamaktadır. Davanın taraflarınca bir vakıa ikrar edilmekle söz konusu o vakıa ispatın konusu olmaktan çıkmaktadır. Diğer bir ifade ile ikrar edilen vakıa ispat yükü üzerinde olan tarafça ispat edilmesine gerek bulunmamaktadır. Bununla birlikte, kural olarak ikrardan dönülmesi mümkün değildir. Ancak, HMK m. 188 f. 2 hükmü gereğince ikrar maddi hatadan kaynaklanması halinde ikrarda bulunan taraf, ikrarından dönebilir. Buna göre, ikrarda bulunan taraf, ikrar edilen vakıanın gerçeğe uygun olmadığını yani gerçekleşmediğini ve ikrarın maddi hata sonucunda yapılmış olduğunu iddia ve ispat ederek ikrarından dönebilir. İkrardan dönme halinde ispat yükü ikrarda bulunmuş olup da; ikrardan dönmek isteyen tarafa aittir.

İkrardan dönülmesi halinde ikrarla birlikte ortaya çıkan hukuki sonuçlar geçmişe etkili olarak ortadan kalkar. Bunun sonucu olarak da, ikrarla birlikte çekişmeli olmaktan çıkan vakıa tekrardan çekişmeli vakıa haline gelecek olup; ispat yükü üzerine düşen taraf, çekişmeli vakıayı tekrardan ispat etmesi gerekmektedir.

------------------

[1] Tercan, E. (1998), “Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Geri Alınması”, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi, Cilt: 19, Sayı:3, s.115.

[2] Tercan, s. 116.

[3] RG, T 4/2/2011, S 27836

[4] Bu konudaki HMK m. 187 hükmü aynen şöyledir:  

(1) İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığı çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil

gösterilir.

(2) Herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz

[5] Tercan, s.116.

[6] Tercan, s. 116.

[7] Tercan, s.119.

[8] Bkz. Türk Dil Kurumu Sözlükleri, https://sozluk.gov.tr/, Erişim Tarihi: 06.05.2024.

[9] Tercan, s. 115 vd.; ayrıca benzer tanımlar için bkz. Deynekli, A. (2006), “İkrarda Manevi Unsur”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı: 64, s. 321; Tanrıver, S. (1993), “Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı:2, s. 213 vd.; Budak, A. C. (2020). “Belgesay Kürsüsünün 1937-1938 Ders Yılı Medenî Usûl Hukuku Dersleri: Özellikle İkrar ve Kesin Hüküm Takrirleri”, İstanbul Hukuk Mecmuası, Cilt: 78, Sayı: 3, s. 1188 vd.;

[10] Bkz. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 26/05/2015 K.T., 2014/7881 E., 2015/7646 K.; Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 27/03/2013 K.T., 2013/3155 E. , 2013/4340 K.; Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 11/01/2016 K.T., 2014/13474 E., 2016/73 K. https://karararama.yargitay.gov.tr/, Erişim Tarihi: 06.05.2024.

[11] Tanrıver, s. 212.

[12] Tanrıver, s. 212.

[13] Tanrıver, s. 212.

[14] Tercan, s. 116; Tanrıver, s. 214.

[15] Tercan, s. 117.

[16] Re’sen araştırma ilkesi, hüküm ve sonuçları ile bu ilkenin uygulandığı davalar hakkında detaylı bilgi için bkz. Özmumcu, S. (2016), “Türk Hukukunda Yargıtay Kararları Işığında Re’sen Araştırma İlkesi” Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:4, Sayı:2, s.145-171.

[17] Tercan, s. 116.

[18] Tanrıver, s. 215.

[19] Bu konudaki görüşler ve savunucuları hakkında detaylı bilgi için bkz. Tanrıver, s. 216-219.

[20] Tanrıver, s. 214.

[21] Bkz. yuk. 1, II, A.

[22] Tanrıver, s. 220.

[23] Bkz. Tanrıver, s. 220.

[24] Tanrıver, s. 222.

[25] Tanrıver, s. 222.

[26] Bkz. Tanrıver, s. 223.

[27] Bkz. Tercan, s. 118; Tanrıver, s. 223.

[28] Kuru, B; Aydın, B. (2023), İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usûl Hukuku Ders Kitabı, 8. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara, s. 257.

[29] Kuru/Aydın, s. 257

[30] Tanrıver, s. 224.

[31] Kuru/Aydın, s. 257

[32] Söz konusu kararlardan bazıları için bkz. Yargıtay HGK., 05/06/2015 K.T., 2013/2338 E., 2015/1499 K.; Yargıtay HGK., 25/03/2021 K.T., 2017/575 E., 2021/353 K., https://karararama.yargitay.gov.tr/, Erişim Tarihi: 08.05.2024.

[33] Kuru/Aydın, s. 258.

[34] Kuru/Aydın, s. 258.

[35] Bkz. Kuru/Aydın, s. 259.

[36] Bu konudaki tartışma, görüş, öneri ve savunan yazarlar hakkında geniş ve ayrıntılı bilgi için bkz. Tanrıver, s. 227 vd.

[37] Bkz. Yargıtay 4. HD., 11/06/2015 K.T., 2014/10113 E., 2015/7744 K.; Yargıtay 3. HD., 19/11/2013 K.T., 2013/13096 E., 2013/16185 K.; Yargıtay 3. HD., 19/11/2013 K.T., 2013/13090 E., 2013/16190 K., https://karararama.yargitay.gov.tr/, Erişim Tarihi: 08.05.2024.

[39] Tanrıver, s. 226-227; Yargıtay 4. HD., 11/06/2015 K.T., 2014/10113 E., 2015/7744 K.; Yargıtay 4. HD., 19/12/2017 K.T., 2016/1924 E., 2017/8416 K., https://karararama.yargitay.gov.tr/, Erişim Tarihi: 08.05.2024.

[40] Tercan, s. 119; Kuru/Aydın, s. 256; Pekcanıtez, H.; Atalay, O.; Özekes, M. (2023), Medeni Usûl Hukuku Ders Kitabı, 11. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, s. 348.

[41] Bkz. Tercan, s. 119; Bu gerekçeye ilave olarak, öğretide, tarafların dava konusu üzerinde dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam edeceğini, bu minvalde taraflardan biri tasarruf yetkisini kullanıp ikrarda bulunarak gerçekleşmiş vakıayı ikrar ettikten sonra tek taraflı olarak söz konusu çekişmeli vakıanın gerçekleşmemiş gibi göstermesinin mümkün olmaması gerektiği belirtilmektedir (Bkz. Tercan, s 119).

[42] Tercan, s. 119.

[43] Tercan, s. 120.

[44] Tercan, s. 121.

[45] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 348.

[46] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 348.

[47] Tercan, s. 129.

[48] Tercan, s. 129.

[49] Tercan, s. 129.

[50] Tercan, s. 130.

[51] Tercan, s. 130.

[52] Tercan, s. 130-131.

[53] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 356.

[54] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 356-357.

[55] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 357; ispat yükü kavramı hakkında detaylı bilgi için bkz. Atalay, O. (2001), Medeni Usûl Hukukunda Menfi Vakıaların İspatı, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını, İzmir, s. 8 vd.

[56] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 357.

[57] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 357.

[58] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 338.

[59] Tercan, s. 123.

[60] Tercan, s. 123.

[61] Tercan, s. 123; menfi vakıa kavramı hakkında detaylı bilgi için bkz. Atalay, s. 57 vd.

[62] Tercan, s. 124.

[63] Tercan, s. 124.

[64] Tercan, s. 124.

[65] Tercan, s. 124.

[66] Tercan, s. 125.

[67] Tercan, s. 125.

[68] Bu tartışmalar hakkında bilgi için bkz. Tercan, s. 127 vd.

[69]Bkz. Yargıtay 4. HD., 12.12.2022 K.T., 2021/17514 E., 2022/16677 K.; ayrıca benzer kararlar için bkz. Yargıtay 1. HD., 26.5.2015 K.T., 2014/7881 E., 2015/7646 K.; Yargıtay 1. HD., 11.1.2016 K.T., E. 2014/13474 E., 2016/73 K.; Ankara BAM 7. HD., 10.06.2020 K.T., 2018/3643 E., 2020/1258 K., https://www.lexpera.com.tr/ictihat/arama, erişim tarihi: 02.06.2024. 

[70] Tercan, s. 131.

Anahtar Kelimeler: İkrar, Maddi Hata, İspat Yükü, İspatın Konusu.

Keywords: Submission, Material Error, Burden of Proof, Subject of Proof.