MASUMİYET KARİNESİ

Abone Ol

GİRİŞ

Masumiyet karinesi, kişiler hakkında gerçekleştirilen ceza yargılaması sürecinde bir usul güvencesi sağlamaktadır. Ancak bu karineye ilişkin korumanın uygulanabilir olması ve etkili şekilde sağlanabilmesi koşulu da ayrıca yerine getirilmelidir.

Masumiyet karinesi ilkesi, beraat eden veya bir şekilde hakkındaki ceza yargılaması devam etmeyen kişilerin kamu görevlileri veya otoritelerince suçlu muamelesi görmelerinin önlenmesini sağlaması gerekir.

Günümüzde ülkemiz açısından bu ilkenin yeteri kadar uygulanamadığı, kişiler hakkında devam eden veya geçmişte muhatap olduğu ceza yargılaması sonrasında gerek sosyal medyada ve gerekse yazılı veya görsel medyada suçlu olarak algılanmalarına neden olunduğu görülmektedir.

Bundan başka, yargılamaya muhatap olan kişilerin bu süreçte, kamu görevlileri veya otoritelerince suçlu muamelesi görmeleri de bilinen bir gerçektir.

Masumiyet karinesi, bir suç nedeniyle soruşturma veya kovuşturmaya muhatap olan kişinin, mahkeme kararıyla kesin olarak mahkûm edilinceye kadar suçlu sayılmamasını ifade eden bir kavram olarak tanımlanabilir.[1] Bu yönüyle masumiyet karine adil yargılanma ilkesinin esaslı bir unsuru olarak kabul edilmektedir.[2]

Masumiyet karinesi ilkesi, ceza davasını takip eden ceza yargılaması niteliğinde olmayan herhangi bir yargılamada da (hukuk, disiplin gibi) geçerlidir. Bu tür yargılama faaliyetleri sırasında da masumiyet karinesine özen gösterilmesi gerekmektedir.[3]

Buna karşın ceza yargılamasında mahkûmiyetle sonuçlanmamış aynı olaylara dayanılarak bir kişinin disiplin suçundan suçlu bulunması veya hakkında tazminata karar verilmesi masumiyet karinesini otomatik olarak ihlal etmeyecektir. Burada karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşımaktadır.[4]

Bunun için kararın gerekçesinin bütün hâlinde dikkate alınarak mahkemece kişinin suçlu olduğuna dair bir yargıda veya imada bulunulup bulunulmadığının araştırılması ve tespitinin yapılması gerekmektedir.[5]

Günümüzde olasılık mahkûmiyetleri sorunu ile sık sık karşılaşılmaktadır. Bu yolla masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönünde pek çok şikâyet ile karşılaşılmaktadır. Nitekim bireysel başvuruların çoğunda bu yönde şikâyetler dile getirilmektedir.

Olasılık mahkûmiyeti kavramı; bir yargılamada, ceza muhakemesi hukukunda belirtilen ispat kurallarına tam olarak riayet etmeden, standart ispat kurallarını esneterek, sanık lehine olan delileri değerlendirmeden, “yapmıştır bu”, “kesin bu suçu işlemiştir” denilerek bir kişinin mahkûm edilmesi, cezalandırılması anlamında kullanılmaktadır.

Bu durum bazen sanığın kötü şöhretinden, bazen de benzer suçu önceden de işlemiş olmasından ortaya çıkmış olabilir.

Bu nedenle, ceza yargılamasında sanığın sahip olduğu, evrensel bir hukuk ilkesi olan masumiyet karinesinin, olasılık mahkûmiyetleri üzerindeki etkisi izaha muhtaç gözükmektedir.

1. Ulusal ve uluslararası mevzuat açısından masumiyet karinesi

Hakkın korunmasına ilişkin şartlar

Anayasa'mızın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 30.3.2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin birinci fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için şu şartlar gerekmektedir:

Öncelikle kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olması gerekmektedir.

Bundan başka ikinci bir şart olarak da, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir.

Diğer bir deyimle, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün gözükmemektedir.[6]

Anayasa'mızın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil yargılanma hakkı ile ilgili düzenlemeler yer almaktadır. Bu düzenleme ile adil yargılanma hakkı güvenceye bağlanmıştır.

3.10.2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde de, Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkının yasal düzenleme metnine eklendiği ifade edilmektedir.

Başka bir söylemle, Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibare, Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak amacıyla eklenmiştir.[7]

Bu nedenle Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği tespit edilirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin dikkate alınması zorunluluğu bulunmaktadır.[8]

Sözleşme'nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında, bir suçla itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılacağı hüküm altına alınmıştır. Bu yüzden masumiyet karinesi, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak kabul edilmektedir. Yine Anayasa’mızın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı hüküm altına alınmıştır.[9]

2. Masumiyet karinesinin sağladığı güvenceler

Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvence iki unsuru kapsamaktadır.

Birincisi, yargılama sürecinde kişiler hakkında suçlu olduğu yönünde açıklamalarda bulunulması veya böyle bir algının yaratılması hali ilgilidir. Nitekim ülkemiz açısından bu sorunla sıklıkla karşılaşılmaktadır. Özelikle sosyal medya ve kitle iletişim araçları ile yapılan haberlerde, yargılaması devam eden kişilerin suçluluğu ile ilgili konuşma, yazı veya sözler dile getirilmek suretiyle, bu olumsuz durumun yaratıldığı sıklıkla karşılaşılan bir sorundur.

Oysa masumiyet karinesi, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, yani kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm oluşturuluncaya kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklamaktadır.[10]

Masumiyet karinesinin sağladığı bu güvencenin kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı tutulmamıştır. Bu güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima veya açıklamalarda bulunmamasını da zorunlu tutmaktadır.

Bu nedenle sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesi geçerlidir ve bu hallerin hepsinde bu hakkın ihlali ortaya çıkabilir.[11]

İkinci unsur olarak masumiyet karinesinin sağladığı güvence, mahkûmiyet dışında hüküm kurulması halinde kişinin toplum ve devlet organları ile kamu makamları tarafından suçlu olarak algılanmaması hususu ile ilgilidir.

Bu yöneyle masumiyet karinesi, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulması halinde, sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınılmasını güvenceye bağlamaktadır.[12]

Yukarıda belirtmiş olduğumuz iki hususun ihlali, masumiyet karinesinin ihlali anlamına gelmektedir.

3. Masumiyet karinesinin sonuçları

AİHS’nin 6/2 maddesinde herkesin yürürlükteki yasalara göre suçluluğu ispat edilene kadar suçsuz kabul edileceği belirtilmiştir. Masumluk karinesi ile birlikte suç şüphesi altındaki kişi peşinen suçlu sayılmayarak suçu henüz sabit olmadığı için, masum kabul edilmekte ve korunmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na göre, masumiyet karinesinin üç doğal sonucu Vardır:

1) Suçluluğu İspatlama Yükümlülüğünün İddia Makamına Ait Olması: Bunlardan birincisi suçluluğu ispatlama yükümlülüğü iddia makamına aittir. Yani sanığa aleyhindeki delillerin neler olduğunu bildirmek ve suçluluk saptamasına dayanak olacak yeterli delil sunmak görevi iddia makamınındır.

2) Şüpheden Sanığın Yararlanması: Masumiyet karinesinin ikinci doğal sonucu ise şüpheden sanığın yararlanmasıdır. Nitekim AİHM Barbera, Messegue ve Jabardo- İspanya davasında, tüm şüphelerin sanığın lehine kullanılması gerektiğine işaret etmiştir.

3) Hukuka Aykırı Delillerin Hükme Dayanak Oluşturmaması: Masumiyet karinesinin üçüncü doğal sonucu ise suç şüphesi altındaki kişiden kötü muamele sonucu baskı altında elde edilen itirafın geçersiz olacağı ve hukuka aykırı delillerin hükme dayanak oluşturmayacağıdır. Bununla birlikte Sözleşme’nin 5/1 maddesi kapsamında kalmak koşuluyla, masumiyet karinesinin suç şüphesi altındaki kişinin tutuklanmasına engel değildir.

Masumiyet karinesi sadece mahkeme önünde değil bütün resmi makamlar ve özel kişiler düzeyinde de etkisini gösterir. Dolayısıyla resmi görevlilerin ve özel kişilerin hakkındaki suç kovuşturması kesin mahkûmiyet hükmüyle sonuçlanmamış kişiye suçlu gözüyle bakıp bu şekilde davranmaları Sözleşme’nin 6/2 maddesinin ihlaline neden olacaktır.

Masumiyet karinesi, suç soruşturmalarında özel kişiler tarafından özellikle kitle iletişim organları aracılığı ile bilgi verilmesine engel değildir. Ancak masumiyet karinesinin özel kişiler arası ilişkiler ve özelikle de kitle iletişim araçları için de geçerli olduğunu kabul etmek gerekir.

1982 Anayasası’nın 38/4 maddesinde “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklindeki ifade ile masumiyet karinesi tereddütsüz şekilde Anayasa’daki yerini almıştır.

Zaten suçsuzluk karinesi geleneksel bir hukuk ilkesi olmasının dışında, hukuk devleti anlayışının doğal bir sonucu olarak da kabul edilmektedir. Ayrıca Anayasa’nın 15/2 maddesi gereğince masumiyet karinesi savaş, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde dahi dokunulması mümkün bulunmayan çekirdek haklar kapsamındadır.

4. Ceza Yargılaması ve Şüpheden Sanık Faydalanır İlkesinin Uygulanması

Ceza yargılamasının amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir.

Bu nedenle "suçsuzluk" veya "masumiyet karinesi" olarak adlandırılan kural ceza yargılamasının en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biridir. Bu ilkenin uzantısı olarak tanımlayabileceğimiz bir başka ilke daha vardır. Bu ilke, öğreti ve uygulamada Latince olarak "in dubio pro reo" şeklinde ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir.

Bu ilke, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna dair şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesi esasına dayanmaktadır.

4.1. Mahkûmiyet kararı için suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilmesi gerekliliği

Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, davaya konu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir.

4.2. Kuşku varsa mahkûmiyet hükmü kurulmamalıdır:

Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz.

4.3. Sanığın mahkûmiyeti kesin ve açık kabul edilebilir hukuka uygun delillere dayanması zorunluluğu

Ceza mahkûmiyeti; toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate veya herhangi bir olasılığa değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân tanımamalıdır.

4.4. Varsayıma, olasılığa dayalı mahkûmiyet kararı verilmemesi zorunluluğu

Varsayıma, içinde tahmin içeren unsurlara, yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.

Şüpheden sanık faydalanır ilkesi, içerdiği tüm ilke ve kuralları ile ceza yargılamasında uygulanmalı, bu şekilde olasılığa dayanan mahkûmiyetlerin önüne geçilmelidir.

Kesin delil olmadan, yüksek bir olasılığa dayanan hallerde, masum olma olasılığı olan bir insanı cezalandırmaktansa, suçlu olma olasılığı olan bir insan hakkında beraat kararı vermek tercih edilmelidir. Bu şekilde hem adli hatanın önüne geçilmiş olacak hem de evrensel ilkelere bağlı bir yargılama sağlanacaktır.

5. Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında Masumiyet Karinesi Kavramının Değerlendirilmesi

Anayasa Mahkemesi, masumiyet karinesi kavramını; hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade eden ve hukuk devleti ilkesinin de zorunlu bir unsuru olan bir kavram olarak ele almaktadır.[23]

Masumiyet karinesi bu anlamda, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini teminat altına almaktadır. Bundan başka hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz.[24]

Anayasa Mahkemesinin masumiyet karinesi ile ilgili kararlarında yukarıda ifade edilen unsurları işaret ettiğini görmekteyiz. Bu aşamada Anayasa Mahkemesi kararına konu olmuş birkaç örnek olaydan bahsetmek faydalı olacaktır:

Başvurucu hakkında şiddet uygulayan tabirinin kullanıldığı olay (6284 sayılı Kanun Uygulaması)

Nitekim Başvurucu hakkında tedbir kararına konu eylemle ilgili olarak Savcılık tarafından soruşturma yapıldığı ve soyut iddia dışında delil bulunmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verildiği, Mahkemenin 6284 sayılı Kanun hükümlerine göre tedbir kararına hükmettiği, gerek mahkeme gerekse itiraz mercii kararlarında başvurucu hakkında şiddet uygulayan tabirinin kullanıldığı olayda, 6284 sayılı Kanun'un terminolojisinde şiddetin suç kavramından daha geniş bir anlam içerdiği ve şiddet uygulayan kavramının şiddet uygulamasa da uygulama tehlikesi bulunan kişileri de kapsayan teknik bir tabir olduğu gözönüne alınsa dahi somut olayın koşullarında başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılmasının, hangi bağlam ve şartlarda kullanıldığına ilişkin amaçsal sınırı aşacak tarzda başvurucunun takipsizlik kararına konu eylemi işlediği veya farklı şiddete yönelik eylemleri fiilen gerçekleştirdiği izlenimini doğurduğu, bu açıdan kararda geçen ifadelerle başvurucunun tedbire konu eylemleri işlediği veya suçlu olduğu inancının yansıtıldığı sonucuna ulaşıldığı hüküm altına alınmıştır.[25]

Soruşturmalarla ilgili haber yapılması

Anayasa Mahkemesi soruşturmalarla ilgili haber yapılmasının veya soruşturma başlatıldığının kamuoyuna duyurulmasının tek başına masumiyet karinesine aykırılık teşkil etmediğini düşünmektedir.[26]

Nitekim Anayasa mahkemesi, 17/25 Aralık operasyonlarından sonra yürütülen soruşturmalarla ilgili yayımlanan haberler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönünde iddialar içeren olayda, başvurucunun doğrudan kendisiyle ilgili bir haberden şikâyetinin söz konusu olmadığını, buna göre FETÖ/PDY'ye yönelik soruşturmalarla ilgili haber yapılmasının veya soruşturma başlatıldığının kamuoyuna duyurulmasının tek başına masumiyet karinesine aykırılık teşkil ettiğinin söylenemeyeceğini, başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığının açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.[27]

Varsayımlardan hareket edilerek objektif sorumluluk alanının genişletilmesi

Anayasa Mahkemesi, varsayımlardan hareket edilerek objektif sorumluluk esaslarına göre sorumluluk alanının genişletilmesi ve varsayıma dayalı karar verilmesi hallerini masumiyet karinesine aykırılık oluşturduğunu bazı kararlarında dile getirmektedir.

Örneğin, sahibi olmadığı ve üzerinde tasarruf yetkisi bulunmayan bir araç ile yük taşımacılığı yapılırken trafik kuralı ihlali yapıldığı gerekçesi ile hakkında idari para cezası verildiği olayda, kişinin kendisinin sadece taşınan emtianın sahibi olduğunu, bu malın hangi koşul ve şekilde nakledileceğine ilişkin herhangi bir bilgi ve dahlinin olmadığını, buna rağmen hakkında idari para cezası kesildiğini belirterek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini dile getirdiği olayda, Anayasa mahkemesi başvurunun kabulüne karar vermiştir.

Anayasa mahkemesi bu kararında; başvuruya konu olaydaki kabahatin oluşması (izin verilen azami yük ağırlığının aşılması yasağının ihlal edilmesi) için "işleten" veya "gönderen" konumunda olma zorunluluğu olduğu, somut olayda Mahkemenin, başvurucunun taşınan eşyanın göndericisi olmasını trafik kuralına uymama nedeni ile idari para cezası yaptırımı uygulanması için yeterli gördüğü, salt belli bir statüde (gönderici) olmanın, idari para cezası yaptırımı uygulanmasına gerekçe yapıldığı, gönderenin kastının bulunup bulunmadığı, ağırlığın aşılmasına karşın yükün bilerek verilip verilmediği hususunun değerlendirilmediği, bu konuda bir tespit yapılmadığı ve karineden yararlanılarak sonuca ulaşıldığı, mevcut düzenlemenin kapsamının varsayımlardan hareket edilerek objektif sorumluluk esaslarına göre genişletilmesi suretiyle başvurunun reddine karar verildiği olayda, somut olgular yerine aksi ispat edilemeyecek karineden yararlanılarak fiil ile başvurucu arasında bağ kurulduğu ve kabahatin işlendiğine karar verildiği şeklindeki gerekçeleri ifade ederek kullanılan varsayımın masumiyet karinesini ihlal eder boyuta ulaştığına hükmetmiştir.[28]

6. AİHM Kararları Işığında Masumiyet Karinesi İlkesinin Değerlendirilmesi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının kişilerin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına aldığını bazı kararlarında dile getirmektedir.

AİHM, masumiyet karinesi ile sağlanan güvencenin iki yönü olduğunu bazı kararlarında ifade etmektedir.

Bunlardan ilki, hüküm kuruluncaya kadar kişinin masum olarak kabul edilmesi ile ilgilidir. İkincisi ise, kişi hakkında mahkûmiyet hükmü dışında bir karar verilmesi halinde, kişinin masumiyetine karar sonrasında ve diğer yargılamalarda da saygı gösterilmesi haline ilişkindir.

Birincisi Ceza yargılamasının yürütülmesine dair usule ilişkin güvencedir.

Yargılama sonucunda mahkûmiyet kararı dışında bir hüküm kurulması halinde, ceza yargılaması ile bağlantılı olan durumlarda daha sonra yürütülecek yargılamalar boyunca kişinin masumiyetine saygı gösterilmesi bu güvencenin sağladığı bir koruma olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu güvence ile şu hususlar koruma altına alınmıştır:

Masumiyet karinesi ilkesi, ceza yargılamasının kendisinin adil olmasını sağlayacak usule ilişkin güvence olarak kamu görevlilerinin davalının suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunmasını yasaklamaktadır.

Belirtmek gerekir ki bu husus, cezai sorunlarda usule ilişkin güvence ile sınırlı olmayıp bu kapsam daha geniş tutulmaktadır. Bu nedenle devletin hiçbir temsilcisinin, mahkeme kararı ile suçluluğu ispatlanıncaya kadar kişinin bir suçtan suçlu olduğunu söylememesi gerekmektedir.

Burada sadece ceza yargılamasında değil aynı zamanda ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen bağımsız hukuk yargılamaları, disiplin işlemleri veya diğer yargılamalarda da masumiyet karinesinin ihlali gündeme gelebilir.

Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamındaki korumanın ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar ceza gerektiren bir suçla suçlandığı süre ile ilgilidir.

Mahkûmiyet hükmü dışında bir hüküm verilmesi hali

Masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin ikinci yönü, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda söz konusu olmaktadır. Kişi hakkında mahkûmiyet hükmü dışında bir hüküm verilmesi halinde ve daha sonraki süreçte ve yargılamalarda ceza gerektiren suç karşısında kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirmektedir.[29]

Masumiyet karinesi, ceza yargılaması kapsamında bir usul güvencesi sağlamaktadır. Bu korumanın temin edilebilmesi için, buna ilişkin korumanın uygulanabilir olması ve etkili şekilde temin edilmesi sağlanmalıdır.

Bu nedenle yargılama sonucunda beraat eden veya bir şekilde hakkındaki ceza yargılaması devam etmeyen kişilere yönelik olarak kamu görevlileri veya otoritelerince suçlu muamelesi kapsamında değerlendirilebilecek davranışların da önüne geçilmelidir.

Masumiyet karinesi sadece ceza yargılaması ile ilgili bir ilke değildir. Bu yüzden ceza davası ve ceza yargılaması niteliğinde olmayan herhangi bir yargılamada da (hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesi ilkesi geçerliliğini sürdürmektedir. Bu alanlardaki yargılama ve işlemler sürecinde masumiyet karinesi ilkesine özen gösterilmelidir.

Belirtmek gerekir ki, ceza yargılamasında mahkûmiyetle sonuçlanmamış aynı olaylara dayanılarak bir kişinin disiplin suçundan suçlu bulunması veya hakkında tazminata karar verilmesi masumiyet karinesini kendiliğinden ihlal etmeyecektir. Burada olay ile ilgili karar vericilerin kullandıkları dilin ayrıştırıcı ve sorunu belirleyici şekilde önem taşıdığı söylenebilir.[30]

Bir mahkemenin sanığın suçlu olduğuna dair görüşünü zamanından önce ifade etmesi

AİHM, bir mahkemenin sanığın suçlu olduğuna dair görüşünü zamanından önce ifade etmesi halinin masumiyet karinesi ile ters düşeceğini bazı kararlarında dile getirmektedir.[31]

AİHM, bazı kararlarında da, bir kişi yargılanmadan ve suçu sabit görülmeden önce kamu görevlilerinin bu kişi ile ilgili beyanlarında kullandıkları kelimeleri seçerken daha dikkatli olmalarının önemli olduğuna işaret etmektedir.[32]

Buna karşın AİHM’nin açıklanan beyanların şekline değil gerçek anlamına da dikkat edilmesi gerektiğine işaret eden kararlarına da rastlamak mümkündür.[33]

AİHM, öncelikle bir kişinin kesinleşmiş bir mahkûmiyet ile suçlu bulunmadan önce kamu görevlilerinin kişi hakkında sarf ettiği ifadelerin seçiminin önemli olduğuna işaret ederken, bir kamu görevlisinin beyanının masumiyet karinesi ilkesine aykırı olup olmadığının söz konusu ifadenin özel koşullarına göre tespit edilmesi zorunluluğunu da dile getirmektedir.

Örneğin kişiler ile ilgili takipsizlik kararında geçen ifadelerin hangi bağlamda kullanıldığına dikkat edilmesi gerekmektedir.

Nitekim AİHM bir kararında, takipsizlik kararı verilmesi yönündeki talebin reddi kararında ispatlanma teriminin kullanılmış olmasının, bu ifadenin başvurucunun üzerine atılı suçun delillerle sabit olduğu hususuna ilişkin olmadığını, yalnızca dava dosyasının soruşturmanın haklılığına ilişkin delilleri ortaya koyup koymadığı noktasına işaret ettiğini belirtmiş ve masumiyet karinesinin ihlal edilmediğine hükmetmiştir.[34]

İspat yükümlülüğünün iddia makamından savunmaya devredilmesi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), suçluluk karinelerine ve ispat yüküne ilişkin olarak ilkeleri tek tek tespit etmiştir.

AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında korunan masumiyet karinesi şu hususları içermektedir:[35]

a) Mahkemelerin kişinin suç işlediği varsayımından başlamamaları gerekir.

b) İspat yükü iddia makamına aittir.

c) Her türlü şüpheden sanığın yararlandırılmasını gerekir.

Yukarıda ifade edilen kapsam itibariyle, ispat yükümlülüğünün iddia makamından savunmaya devredilmesi kural olarak masumiyet karinesi ihlal edecektir.[36]

Fiili veya hukuki karinelerin varlığı

AİHM, fiili veya hukuki karinelerin her hukuk sisteminde bulunabileceğini, Sözleşme'nin kural olarak bu karineleri yasaklamadığını bazı kararlarında dile getirmektedir.[37]

Sözleşme'nin 6. maddenin (2) numaralı fıkrası, ceza kanunlarında düzenlenen hukuki ve fiili karinelere de kayıtsız kalmamaktadır.

Belirtilen hüküm, devletlerin bu karineleri uyuşmazlık konusu sorunun önemini dikkate alan ve savunma tarafının haklarını gözeten makul çerçevelerle sınırlaması zorunluluğunu gündeme getirmektedir.[38]

AİHM, Sözleşmeci devletlerin ceza kanunlarına karine olacak hüküm koyarken, davanın konusunun önemi ile savunma tarafının hakları arasında adil bir denge kurma yükümlülüğü altında olduklarını ifade etmektedir. Yani AİHM'e göre, başvurulan araç ile ulaşılmak istenen meşru amaç arasında makul bir orantının varlığı şart olarak aranmaktadır.[39]

Varsayıma dayalı olarak mahkûmiyet kararı verilmesi

AİHM, varsayıma dayalı olarak mahkûmiyet kararı verilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiğini bazı kararlarında ifade etmektedir.[40]

Nitekim AİHM kararına konu somut olayda, yasa dışı yollardan uyuşturucu madde ithal etme ve gümrük kaçakçılığı yapma suçlarından verilen mahkumiyet kararının ilgili gümrük mevzuatında öngörülen kaçak malları mülkiyetinde bulunduran kişinin gümrük kaçakçılığı suçundan sorumlu tutulacağı yönündeki karineye dayandırıldığı ileri sürülerek masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddia edilmiştir. AİHM bu dava ile ilgili yaptığı değerlendirmede, başvurucunun savunma araçlarından tamamıyla mahrum bırakılmadığını ve aleyhine yüklenen karinenin aksi ispat edilemez türden olmadığını ifade etmiştir.[41]

AİHM bu davada, Fransız derece mahkemelerinin karar verirken maddi olayı dikkatli bir şekilde değerlendirdiklerini, dava dosyasında bulunan delilleri temel alarak mahkûmiyet kararı verdiklerini, ilgili mevzuatta yer alan karinelere otomatik bir şekilde dayanmaktan kaçındıklarını, şikâyet konusu olayda masumiyet karinesinin ihlal edilmediğini hüküm altına almıştır.[42]

SONUÇ

Masumiyet karinesi, insan yaşamının belki de en önemli yanı ile ilgili, yani temel hak ve özgürlükleri bağlamında bazı ölçütleri bünyesinde barındırmaktadır. Kişilerin, yargılamaya tabi tutulmadan veya hakkında hüküm tesis edilmeden suçlu ilan edilmesi kesinlikle kabul edilemez bir durumdur.

Masumiyet karinesi, AİHS’in altıncı maddesinin ikinci fıkrasında, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’nin 11’inci maddesinde, 1982 Anayasası’nın 38. Maddesinin dördüncü fıkrasında tanımlanmış ve kabul edilmiş bir ilke olarak karşımıza çıkmaktadır.

Anayasa’nın 15’inci maddesinde ise, masumiyet karinesi ilkesi sınırlanamaz haklar arasında sayılmıştır.

Masumiyet karinesi, suç isnadının başlamasıyla varlığını hissettirmektedir. Bu yüzden suç isnadı üzerine başlatılan soruşturma ve kovuşturma süreci, kesin hükümle yargılama sonuçlandırılıncaya kadar yargılanan kişi, masumiyet karinesinin oluşturduğu güvenceden faydalanabilecektir.

Masumiyet karinesi, ceza yargılamasında bazı durumların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ceza yargılaması sürecinde masumiyet karinesine bağlı olarak ortaya çıkan bir takım ilkeler söz konusudur. Bu ilkeler şunlardır:

a) İspat yükünün iddia makamında olması,

b) Susma hakkı,

c) Şüpheden sanığın yararlanması,

d) Tutuklulukta makul süreye riayet,

e) Hukuka aykırı delillere dayanma yasağı.

Yukarıda ifade edilen ilkeler masumiyet karinesine bağlı olarak ortaya çıkmakta ve yargılama sürecinde mutlaka gözetilmesi gereken ilkeler grubunda yer almaktadır. Yukarıda belirtilen ilkelere riayet edilmeden karar verilmesi hali hukuka aykırı sayılmaktadır.

Ülkemiz açısından önemli sorunlardan biri de, yargılama süreci devam eden kişiler ile ilgili haberler yapılarak, kişilerin suçlu olduğu yönünde algı yaratılması hatta bazen yapılan haberlerle hakkında henüz karar verilmemiş kişilerin suçlu ilan edilmesi halidir.

Temel hak ve hürriyetleri ihlal eden, masumiyet karinesinin gereklerine uymayan haber, yazı ve görüntülerin kamuoyuna iletilmesi hali bazen suç oluşturabilir. Bu konuya ilişkin mevzuatımızda bir takım düzenlemeler yer almaktadır.

Bundan başka Resmi makamların da, devam etmekte olan bir yargılama sürecinde kişiler hakkında henüz mahkûmiyet hükmü kurulmadan, kişileri suçlu olarak gösterecek veya bu şekilde bir algı yaratacak tarzda demeç verme ve/veya benzeri davranışlarda bulunmamaları gerekir.

Gerek soruşturma veya gerekse kovuşturma aşamalarında, şüpheliyi/sanığı itham eden ifadeler masumiyet karinesi yönünden ihlal oluşturmaz. Ancak bununla birlikte, ceza yargılamasından bağımsız olarak yapılan basın açıklaması gibi işlemlerde diğer resmi makamların tabi olduğu sınırlamalar geçerli olacaktır.

Masumiyet karinesinin iki aşamada varlığını hissettirdiğini ifade edebiliriz.