MALPRAKTİS OLUŞMASI AÇISINDAN TIBBİ MÜDAHALE İLE NETİCE ARASINDA NEDENSELLİK BAĞININ VARLIĞI

Abone Ol

Bir eylemin suç olabilmesi için hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunması gerekir, bu cezalandırmanın bir şartıdır. Taksirli veya kasıtlı tüm suçlar için, mutlaka hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunmalıdır[1]. İlliyet bağı ya da diğer adıyla nedensellik ilişkisi, fiziki dünyada gerçekleşen bir takım hareketler zincirini ifade eder. Bir önceki olayın/hareketin bir sonraki neticenin kaynak ve zorunlu sebebi olması durumunda illiyet bağının kurulduğu söylenebilir. Eğer (A) taksirli suç oluşturan bir neticenin varlığından söz edilebilmesi için bu neticenin bir insanın hareketine nedensellik bağı ile bağlanması gerekir. Somut olayda hâkimin, nedensellik bağı bakımından bir sonuca varabilmesi için neticenin öngörülebilir nitelikte olup olmadığını araştırması gerekir. Failin eylemiyle netice arasında nedensellik bağı kurulamıyorsa sorumlu olamaz[2].

Tıbbi müdahale sırasında örneğin doktorun ameliyatta özensizliği nedeniyle başka bir organa zarar vermesi eyleminde doktorun fiili olmasaydı diğer organ zarar görmeyecekti yargısına ulaşılabiliyorsa hareket ile netice arasında nedensellik ilişkisi var demektir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda nedensellik bağına ilişkin bir hüküm bulunmamakta ise de; ceza sorumluluğu için failin nedensel değer taşıyan hareketi ile netice arasında neden–sonuç ilişkisi bulunmasının gerekliliğini ifade eden deyimlere taksirli suçları tanımlayan madde metinlerinde yer verilmiştir. Örneğin, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesinde “taksirle bir insanın ölümüne neden olan kimse“, TCK’nın 89. maddesinde ise “taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi” deyimlerine yer verilerek anılan maddelerde, öngörülen taksirli hareketle maddi bir sebep–sonuç ilişkisi arandığı ifade edilmek istenmiştir[3]. Hiç kimse nedeni olmadığı bir ölüm veya yaralanmadan dolayı hukuken sorumlu tutulamaz. Kusur yoksa cezai sorumluluk olamaz.

Doktorun hatalı müdahalesi ile meydana gelen netice arasında kesin bir nedensellik bağı yoksa doktoru sorumlu tutmak mümkün olmaz[4]. Taksirli suçlarda, somut olayda gerçekleşen netice ile failin özen yükümlülüğü arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Failin fiili olmasaydı netice meydana gelmeye­cekti denebiliyorsa, hareket ile netice arasında nedensellik ilişkisi var demektir[5].  Örneğin, ölenin trafik kazası sonucu düzenlenen geçici raporunda bacağının kırıl­dığı, ancak hayati tehlikesinin bulunmadığı, ölü muayene raporunda da bacak­taki kırığa bağlı yağ embolisi sonucu kardiakarest sonucu ölümün meydana geldiği olayda, yaralamaya sebebiyet veren sanığın kusurlu hareke­tiyle ölüm arasında doğrudan doğruya bir illiyet bağı bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir[6].

Önemli olan illiyet bağının olup olmadığıdır. İhmali davranışlar sonucu ölümün gerçekleştiği hallerde eğer ölüm neticesi ile ihmali davranış arasında illiyet bağı yoksa doktor sorumlu tutulamaz[7]. Dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali ile gerçekleşen netice arasında illiyet bağının varlığı kabul edilmesine rağmen, dikkat ve özen yükümlülüğüne uygun davranılmış olsaydı dahi netice gerçekleşecekti şeklinde bir faraziye ile sorumluluktan kurtulmak da mümkün olmamalıdır[8]. Ancak doktrinde, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışla neticeye sebebiyet verilmiş olmasına rağmen, hareket dikkat ve özen yükümlülüğüne uygun davranılmış olsaydı dahi netice gerçekleşecek idiyse taksirli suçun varlığının bulunmadığı da savunulmaktadır[9]. Doktorun sadece özen yükümlülüğünü ihlal etmesi sorumlu tutulması için yeterli değildir. Bu yükümlülük ihlalinin hastanın yaralanmasına veya ölmesine sebebiyet vermesi gerekir. Diğer bir ifadeyle, doktorun özen yükümlülüğüne aykırı icrai veya ihmali hareketi ile meydana gelen netice arasında bir nedensellik ilişkisi bulunmalıdır[10].

Taksirli suçlarda netice her zaman failin hareketinden meydana gelmeyebilir. Bazı hallerde neticenin meydana gelmesinde üçüncü kişi veya bizzat mağdurun hareketinin de etkisi olabilir. Bu hareketlerin birleşmesi ile netice meydana gelebilir. Böyle hallerde nedensellik bağının bulunup bulunmadığının veya kesilip kesilmediğinin belirlenmesi gerekecektir[11]. Hastanın/yaralının yükümlülüklerine uymayarak, zarar oluşturan neticenin meydana gelmesine sebebiyet vermesi halinde, doktorun tıbbi müdahalesi ile meydana gelen netice arasında nedensellik bağı bulunmamaktadır[12].

Bir eylemin suç olabilmesi için hareket ile netice arasında illiyet bağı bulunması gerekir, bu cezalandırmanın bir şartıdır. Taksirli olsun olmasın her türlü suç için, mutlaka hareket ile netice arasında illiyet bağının bulunması gerekir[13]. Ayrıca belirtmemiz gerekir ki, bazı olaylarda yapılan tıbbî müdahale ile ölüm neticesi arasında sebep-sonuç ilişkisinin (illiyet bağının) varlığına rağmen, meydana gelen neticeden dolayı herhangi bir kişiyi ceza hukuku bakımından sorumlu tutmak mümkün olmaz. Mahkemeler, tıbbi müdahale dolayısıyla cezai sorumluluk ile ilgili olarak açılan kamu davasında, yapılan tıbbi müdahalenin tıp biliminin verilerine uygun olarak gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlemek amacıyla bilirkişiye başvurmakla yükümlüdür. Görevlendirilen bilirkişi, tıbbî müdahale dolayısıyla ceza sorumluluğu bakımından ortaya çıkan sorunla ilgili olarak sadece teknik ve uzmanlığı gerektiren hususlarda açıklama yapmakla yükümlüdür. Görevlendirilen bilirkişi, raporunda somut olayda tıp biliminin gereklerine aykırı bir uygulama gerçekleştirilmiş ise, bunun neden ibaret olduğunu ayrıntılı bir şekilde açıklayacaktır. Somut olayda, bir tıbbî müdahale, yapılması gerekenden başka suretle gerçekleştirilmiş olabilir. Keza, somut olayda, tıp biliminin gereklerine aykırı olarak, belirli bir müdahalenin yapılmamış olması da söz konusu olabilir. Bilirkişi tarafından düzenlenecek raporda bu hususların açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Ameliyat gibi birden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirilen tıbbî müdahalelerde tıp biliminin gereklerine aykırı bir uygulama gerçekleştirilmişse, bu uygulama nedeniyle müdahaleyi gerçekleştiren sağlık görevlilerinden kimin hangi eylemi nedeniyle sorumlu tutulabileceği hususlarının da, düzenlenecek raporda açıklığa kavuşturulması gerekmektedir[14].

Nedensellik bağının belirlenmesi konusunda kullanılan ölçü, doktorun tıbbi müdahalesinin özenli yapılmış olması veya doktorun müdahalesinin ihmal edilmeyip yapılmış olması halinde yaralama neticesinin kesinlik sınırında bir olasılıkla önlenecek olmasıdır[15]. Tıbbi müdahale ile zararlı netice arasında kesin bir nedensellik bağının bulunması gerekir. Diğer bir ifadeyle, zararlı neticenin cezalandırılabilmesi için, buna, bağımsız başka faktörlerin değil failin aktif veya pasif davranışının sebebiyet vermiş olması gerekir.  Örneğin, hasta ameliyattan sonra ölür ve otopsi sonucunda, doktorun cerrahî her türlü önlemi almamış olduğu anlaşılmasına rağmen, hastanın doktorun ihmaline bağlı olmayan ve kesinlikle öngörülmesi mümkün olmayan bir kalp krizinden öldüğü ortaya çıkarsa, doktor taksirle insan öldürme suçundan sorumlu tutulamaz. Çünkü somut olayda doktorun öngöremeyeceği ve/veya önleyemeyeceği bir durum söz konusudur. Tıbbi müdahalelerde taksirli suç oluşturan bir neticenin varlığından söz edilebilmesi için bu neticenin doktorun eylemli veya eylemsiz davranışıyla nedensellik bağının bulunması şarttır. Eğer nedensellik bağında bir kesinlik yoksa doktor davranışı nedeniyle sorumlu tutulamaz. Nedensellik bağı kurulamıyorsa doktor tıp kuralları açısından kusurlu olsa bile istenmeyen neticeden sorumlu tutulamaz[16].

Failin fiili olmasaydı netice meydana gelmeye­cekti denebiliyorsa, hareket ile netice arasında nedensellik ilişkisi var demektir[17].  Örneğin, ölenin trafik kazası sonucu düzenlenen geçici raporunda bacağının kırıl­dığı, ancak hayati tehlikesinin bulunmadığı, ölü muayene raporunda da bacak­taki kırığa bağlı yağ embolisi sonucu kardiakarest sonucu ölümün meydana geldiği olayda, yaralamaya sebebiyet veren sanığın kusurlu hareke­tiyle ölüm arasında doğrudan doğruya bir illiyet bağı bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir. Olayda ölümün trafik kazasından mı yoksa teşhisteki hatadan mı veya yanlış tedaviden mi kaynaklandığının araştırılması gerekir. İlliyet bağının tespiti tıbbi değil, mantıki ve hukuki bir meseledir. Cumhuriyet savcısı veya hâkimin uzman bilirkişi raporu alarak değerlendirmeyi kendilerinin yapması gerekmektedir. Ancak uygulamada maalesef mantıki ve hukuki bir kavram olmasına rağmen illiyet bağının tespiti bilirkişilere yaptırılmaktadır. Tıbbi müdahale ile meydana gelen istenmeyen sonuç arasında illiyet bağının tespit edildiği hallerde komlikasyon hali hariç olmak üzere doktorun tıp biliminin standartlarına uygun hareket etmediği sonucuna varılması gerekir. Diğer bir ifadeyle, illiyet bağının olması halinde doktorun tıp biliminin standartlarına uygun hareket etmemesi nedeniyle cezai sorumluluğu bulunmaktadır[18].

DOÇ. DR. CENGİZ APAYDIN

İSTANBUL ANADOLU CUMHURİYET SAVCISI

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

HUKUK VE ADALET BİLİNCİ TV

GENÇLİK CEZA PLATFORMU

cezahukukubilinci.org

--------------

[1] Dönmezer, Sulhi, Maddi Sebebiyet Alakası ve İhmal Suretiyle İcra Suçları, İstanbul 1944, 11.

[2] Parlar, Ali/Hatipoğlu,  Muzaffer, Kast ve Taksir,  İstanbul 2005, 451.

[3] Parlar /Hatipoğlu,  452 – 453.

[4]Hakeri, Hakan, Tıp Ceza Hukuku, Ankara 2021, 115. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir: “ İstanbul Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulunun 05.12.2012 tarihli 4640 karar nolu kararında da; “....hastaya kalp krizi tanısı koyamaması nedeni ile Uzman Dr. ….’ın uygulamasının tıbben uygun olmadığı, hastanın yaşı itibari ile  myokard enfarktüsünün erken tanı ve tedavisi başlanılmış olması durumunda da ölüm meydana gelebileceği tıbben bilindiği cihetle, söz konusu gecikme olmaksızın kişiye erken tanı konularak tedavisi başlanılmış olması durumunda da kurtulmasının kesin olmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur”,  şeklindeki raporu karşısında; sanığın eylemi ile netice arasında illiyet bağının kesin bir şekilde kurulamadığı, bu nedenle sanık  taksirle öldürme suçundan sorumlu tutulamaz”. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin, 05. 12. 2019 tarihli, 2018/1758 esas ve 2019/11448 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[5]   Taner, Tahir, Ceza Hukuku, Umumi Kısım, İstanbul 1949,  97.

[6]   Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir: “ Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 2. İhtisas Kurulu raporunda zamanında müdahale edilmesi halinde yaralanma olayının gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hususunda açıklık bulunmaması ve katılan ile tanık Ulaş…’un anlatımlarında da katılana derhal ikinci bir ameliyatın yapılmayıp bekletildiğinin iddia edilmesi karşısında, belirtilen hususta yeniden rapor alınarak, sonucuna göre,  aralanma ile müdahalede gecikme arasında illiyet bağının varlığı durumunda eylemin taksirle yaralama suçunu oluşturacağı da gözetilerek, sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini yerine, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde beraatına karar verilmesi, kanuna aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK'nın 321. maddesi uyarınca bozulmasına 18/09/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi”.Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin, 18. 09. 2019 tarihli, 2015/13312 esas ve 2019/8410 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[7]Ambulansın yardımcı sağlık personeli olmadan sevke çıkarılmasının uygun olmadığı, hastanın saat 18.00 sularında sevk için alınabildiği, üç saatlik gecikmenin meydana geldiği, ancak beyin kanamasının lokalizasyonu, ağırlığı ve özelliği dikkate alındığında gecikme olmaksızın hastanın sevki ile erken tanı konularak tedaviye erken başlanması halinde de kurtulmasının kesin olmadığının belirtildiği dikkate alındığında, sanıklara yüklenen taksirle öldürme suçu açısından kusurlarının bulunmadığı, sanıkların beraatına ilişkin yerel mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir”. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin, 11. 02. 2020 tarihli, 2018/919 esas ve 2020/1334 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[8] İçel, Kayıhan /Akıncı Sokullu, Füsun/Özgenç, İzzet/Sözüer, Adem/ Mahmutoğlu, Fatih / Ünver, Yener, Suç Teorisi, 2.Kitap Yeniden Gözden Geçirilmiş 2.Baskı,  İstanbul 1999, 253.

[9] Önder,   322.

[10] Hakeri, Tıp Ceza Hukuku, 116.

[11]  Çakmut, Özlem Yenerer /Çakmut, Alp, “Taksir Kavramı”, İstanbul Barosu Dergisi, C:76, S:2, Y:2002, 433.

[12]   Bayraktar, Köksal, Hekimin Tedavi Nedeniyle Cezai Sorumluluğu, İstanbul 1972, 224.

[13]  Dönmezer,  Sulhi,  Maddi Sebebiyet Alakası ve İhmal Suretiyle İcra Suçları, İstanbul 1944, 11.

[14]  Özgenç, Tıbbî Müdahale Dolayısıyla Ceza Sorumluluğu, 5.

[15]  Bkz. Hakeri, Tıp Ceza Hukuku, 118.

[16] Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir: “Taksirle öldürme suçundan sanığın beraatına  ilişkin hüküm katılanlar tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü: Doğuştan hidrosefali hastası olması sebebiyle daha önce sağ paramediandanventrikülo-peritonealeşant konulmuş Y…P….‘in  10.07.2009 tarihinde baş ağrısı şikayeti ile sanık İ…'nin beyin cerrahı olarak görev yaptığı Özel B Hastanesine başvurduğu, sanık İ…tarafından yapılan muayenesinde, kranialşantınvalv ucunda kıvrılma görülerek ameliyata alınıp GAA şant revizyonu (kink ucu kesme) yapılarak 12.07.2009 tarihinde taburcu edildiği, 27.07.2009 tarihinde baş ağrısı, bulantı-kusma şikayetleri ile tekrar başvurması  ve V-P şantınkink yaptığının görülmesi üzerine GAA sağ ventriküler uç kısımdaki kinkin düzeltilerek 28.07.2009 tarihinde taburcu edildiği, 05.08.2009 tarihinde tekar karın ağrısı, halsizlik, iştahsızlık şikayetleri ile Özel B Hastanesine başvurduğunda bu kez teşhis ve tedavisinin temyiz kapsamı dışındaki genel cerrahi uzmanı sanık İsmet Kartal tarafından yapıldığı, batının kısmen defanslı olduğunun görülerek tedavisine başlandığı, batında normalden biraz fazla sıvı dışında patolojik bulguya rastlanmadığı, defansın mezenteritlere bağlı olduğunun düşünüldüğü, beyin cerrahi konsültasyonu istendiği, şanta ait bulgu tespit edilmediği, şant enfeksiyonu olarak düşünüldüğü, sağ omuz seviyesinde daha önce konulan şantventriküler ucuna ait bir parça çıkarıldığı, karnın kapatıldığı, oksipital bölgeden günlük ponksiyon önerildiği, günlük ponksiyon yapılan hastanın 11.08.2009 tarihli kontrolünde sağda lateralinferoposteriorhornu dolduran ve korpusa doğru herniasyon gösteren hemoraji alanı, sağ frontalhornda hava imajı ve belirgin ödem izlendiği, vücut ısısı ve hemogramısi normal seyrettiğinden 13.08.2009'da soldan şant takıldığı, 11.09.2009 tarihinde ani gelişen vücut ısısı artması nedeniyle tekrar antibiyotik, antipretik tedavisi ile beraber fizik soğutmaya alındığı, jeneralize epileptik atak geçirdiği, 18.09.2009 tarihinde hasta yakınlarının isteği ile K… Eğitim ve Araştırma hastanesine sevk edildiği, 29.09.2009'da subokut kronik vetrikül bağlantı hemotom nedeniyle operer edildiği, yoğun bakımda takip ve tedavisi yapılıken Y… 16.11.2009'da vefat ettiği, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Adli Tıp 3. Üst Kurulundan alınan 17.06.2019 tarihli raporda, çocuğun ölümünün hidrosefali, hidrosefali ameliyatları sonrası gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu, 06.08.2009 tarihinde shunt enfeksiyonu düşünülen hasta için gerekli tetkiklerin yapılmadığı, ancak yine de shunt enfeksiyonu nedeniyle var olan shuntın çıkartılabileceği, shunt çıkarıldıktan sonra kişiye eksternalventriküler drenaj takılması gerektiği, bunun yapılmadığı, kişiye birden fazla ponksiyon yapıldığı ve bu ponksiyon yerinde ventriküle açılmış hematomun meydana gelmiş olduğu, BOS drenajı için yapılan ponksiyona bağlı oluşan hematomun bir komplikasyon olduğu, bu hematom varlığında shunt’ın tekrar takılmasının uygun olmadığı, ventriküle açılan hematom nedeniyle externalventriküler drenaj takılması gerektiği, bunun da yapılmadığı, takılan yeni shunt’ın ateşin yüksek seyretmesi durumunda çıkarılması gerektiği ancak bunun yapılmadığı tespit edilmiş olup yapılan tüm bu işlemlerin tıp kurallarına uygun olmadığı, bu nedenle beyin cerrahisi uzmanının tıbben hatalı olduğu, ancak enfeksiyon nedeniyle shuntın çıkarılması ve eksikliğin giderilmesi durumunda da mevcut klinik tabloda beklenen ölüm oranının yüksek olması hususu dikkate alındığında; hekimin hatalı eylemi ile bebeğin ölümünün doğrudan ilişkilendirilemeyeceğinin belirtilmesi karşısında;bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmadığı, gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılanların bir nedene dayanmayan  temyiz itirazlarının reddiyle, beraata ilişkin hükmün isteme uygun olarak onanmasına, 03.02.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi”. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin, 3. 02. 2021 tarihli, 2019/13909 esas ve 2021/1084 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[17] Taner,  97.

[18]   Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir: “Yargılamada İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesi ve Genel Kurulca düzenlenen benzer içerikli raporlara göre,kişinin sol testisinde ağrı şikayetiyle doktora başvurduğu, yapılan muayene tetkikler sonucunda idrar yolu enfeksiyonu tanısı konularak tedavisinin düzenlendiği, 2 gün sonra başvurdukları farklı bir merkezde sol testis torsiyonu tanısı konularak orşiektomi operasyonu uygulandığı, hastanın ilk müracaatı ile ilgili şikayet, muayene kaydı bilgilerinin olmaması, hastaya yapılan idrar tahlili sonucuna göre konulan idrar yolu enfeksiyonu tanısı ve yaptırılan Dicloron adlı iğne uygulanmasının klasik bilgilere göre tıbben uyumlu olmadığı, hastanın fizik muayenesinin yapılıp yapılmadığının da tıbbi belgelerden anlaşılamadığı, bu nedenlerden dolayı Dr. A…..'in konulan idrar yolu infeksiyon tanısı sonrası tıbbi uygulamalarının tıp kurallarına uygun olmadığı, testis torsiyonunun hastanın ilk müracaatında olduğunun, tanıda gecikme nedeniyle testis kaybı ile neticelendiğinin veya torsiyonun daha sonradan geliştiğini söylemenin mevcut belgelerle mümkün olmadığı cihetle kişide oluşan zarar ile tıbbi uygulama hatası arasında illiyet bağı olup olmadığı konusunda yorum yapılamayacağının” tespiti karşısında, sanığın tıp kurallarına uygun olmadığı tespit edilen davranışı ile meydana gelen yaralanma  arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığı net olarak tespit edilememiş ise de, katılana ait ilk müracaatı ile ilgili şikayet, muayene kaydına ilişkin veri olmadığı ancak hastaya yapılan idrar tahlili sonucuna göre konulan idrar yolu enfeksiyonu tanısı ve yaptırılan Dicloron adlı iğne uygulanmasının klasik bilgilere göre tıbben uyumlu olmadığı, hastanın fizik muayenesinin yapılıp yapılmadığının da tıbbi belgelerden anlaşılamadığı, bu nedenlerden dolayı sanık tarafından konulan idrar yolu infeksiyon tanısı sonrası tıbbi uygulamalarının tıp kurallarına uygun olmadığı anlaşıldığından; sanığın tıp kurallarına uygun olmayan eyleminin TCK'nın 257/2. maddesindeki ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçu kapsamında değerlendirilerek, atılı suçtan cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden,  suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde sanığın taksirle yaralama suçundan beraatına karar verilmesi ile yetinilmesi, kanuna aykırı olup, katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'un 321. maddesi gereğince  isteme aykırı olarak bozulmasına  03/06/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi”. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin, 03. 06. 2020 tarihli, 2019/8075 esas ve 2020/2909 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).