MAL KAÇIRMA AMAÇLI YAPILAN MUVAZAALI DEVİRLER

Abone Ol

Genel veya özel boşanma sebeplerinden biri nedeniyle açılan boşanma davaları devam ederken tarafların birbirlerinden mal kaçırmak amaç ve saiki ile birtakım muvazaalı işlemlerde bulundukları sıkça karşılaşılan durumlardandır. Bu yazımızda bir eşin diğer tarafın mal rejiminin tasfiyesi davası sonunda hak edecek olduğu alacaklarına kavuşmasını engellemek amacıyla muvazaalı olarak 3. kişilere devrettiği taşınır ve taşınmaz malların durumu 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19’uncu maddesi kapsamında inceleme konusu yapılacaktır.

Bilineceği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 4722 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 10’uncu maddesinde mal rejimlerine ilişkin olarak; “Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler arasında bu tarihe kadar tâbi oldukları mal rejimi devam eder. Eşler Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, bu tarihten geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar.” hükmüne yer verilmiştir. Yasal mal rejimi ise Türk Medeni Kanunu’nun 202’nci maddesinde düzenleme altına alındığı üzere edinilmiş mallara katılma rejimidir. Sonuç olarak Türk Medeni Kanunu’nun yürürlük tarihi olan 2002 yılından sonra eşler herhangi bir mal rejimini seçmemiş iseler bu tarihten sonra edindikleri mallara edinilmiş mallara katılma rejimi hükümleri uygulanacaktır. Bu mal rejiminde ise TMK’nın 222/3. maddesinden hareketle; bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilecektir.

Mezkûr Kanun’un 225/2 maddesine göre taraflar arasındaki edinilmiş mallara katılma rejimi boşanma davasının açılmış olduğu tarihte sona erecektir. Her ne kadar mal rejiminin tasfiyesi davasının görülebilmesi için boşanma davasının açılmış ve kesinleşmiş olması kural ise de, uygulamada tarafların boşanma davasının açılmasının akabinde üzerlerine kayıtlı malları 3. şahıslara devrettiği sıkça karşılaşılan durumlardandır. Bu durumun önüne geçmek amacıyla çoğunlukla boşanma davasının açılmasının akabinde kesinleşme beklenmeden ihtiyati tedbir talepli olarak mal rejiminin tasfiyesi davası açılmaktadır. Aksi halde boşanma davası kesinleşene kadar geçen zamanda davalı, üzerine kayıtlı malları başkalarına devredebilecektir. Yüksek Mahkeme uygulaması da mal rejiminin tasfiyesi davasının boşanma davası açıldıktan sonra açılabileceği ancak bu davanın görülebilmesi için boşanma davasının kesinleşmesinin bekletici mesele yapılması yönündedir. Zira Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 02.05.2011 tarihli, 2010/5167-2011/2620 sayılı kararında; “…Bu bakımdan mahkemece yapılacak iş; taraflar arasındaki derdest boşanma davasına ilişkin dava sonucunun beklenmesi,  dava dosyasının bekletici mesele yapılması, boşanma davasının olumsuz sonuçlanması durumunda davanın görülebilirlik koşulu gerçekleşmediğinden şimdiki gibi davanın reddine karar verilmesi, boşanma davasının olumlu sonuçlanması halinde ise hükmün kesinleşmesinin beklenilmesi ve tarafların delilleri toplandıktan sonra elde edilecek sonuca göre bir karar verilmelidir…”değerlendirmesinde bulunmuştur. Böylelikle, açılan tasfiye davasında diğer eşin üzerine kayıtlı taşınır ve taşınmazlara ihtiyati tedbir koyulması halinde bunların başkalarına devrinin de önüne geçilmektedir. Peki mal rejiminin tasfiyesi davası açılmadan önce birtakım taşınır ve taşınmazlar 3. şahıslara danışıklı olarak devredilmiş ise nasıl bir yol izlenecektir?

Bu durumda katılma alacağı hakkını talep eden ve dava açtığı eşinin kendisinden mal kaçırdığını öğrenen eşin önünde iki yol vardır: Birincisi, şartları sağlaması halinde İİK 277 uyarınca tasarrufun iptali davası açmak; ikincisi ise TBK 19 hükmü uyarınca yapılan işlemlerin hükümsüz olduğunu tespiti amacıyla genel hükümlere göre muvazaa davası açmaktır.  Her iki dava arasında bir benzerlik görülse de Yargıtay tarafından da kabul edildiği üzere bu benzerlik davaların güttüğü amaçtan öteye gitmemektedir.  

Bilineceği üzere muvazaa; tarafların 3. kişileri yanıltmak amacıyla görünürde bir işlem yapmaları ve bu işlemin kendi aralarında geçerli olmayacağı hususunda anlaşmalarıdır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19’uncu maddesinde; Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.  Kural olarak üçüncü kişiler, danışıklı işlem (muvazaalı muamele) nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebileceklerdir. Danışıklı bir hukuki işlem ile üçüncü kişilere zarar verilmesi, onlara karşı işlenmiş bir haksız fiil niteliğindedir. Bu husus Yargıtay tarafından da benimsenmiştir. (Y17HD. 12.01.2016, 2015/17713 E.; 2016/195 K.)  

Yasa hükmü gereği tasarrufun iptali davası açmak için davacının elinde aciz belgesi olması koşulu aranmaktadır. İİK madde 284 gereği bu dava batıl olan işlem tarihinden itibaren 5 yıllık hak düşürücü süreye tabidir. Ancak muvazaaya dayalı olarak açılan davalarda aciz belgesi olması koşulu aranmayacağı gibi, bu dava herhangi bir hak düşürücü süreye de tabi değildir. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi kararlarında istikrarlı olarak aciz belgesi ibraz edilmeden İİK madde 284’teki 5 yıllık hak düşürücü süre geçse de TBK madde 19’a dayalı olarak muvazaa davası açılabileceğine yer vermiştir. Bu sebeple elinde aciz belgesi olmayan alacaklının genel hükümlere dayanarak muvazaa davası açması, neticesinde elde edeceği haklar nazara alındığında daha pratik bir fayda sağlayacaktır.    

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin iptal davaları ile muvazaa davalarının hukuki nitelendirmesinin de yapıldığı 12.01.2016 tarihli, 2015/17713 E.; 2016/195 K. sayılı kararında; “Yüzeysel bakıldığında iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de bu benzerlik her iki davanın güttüğü amaçtan öte gitmemektedir. İİK 277.maddesinde sözü edilen iptal davaları borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış bazı tasarrufların hükümsüz kılınması için açılır. Oysa muvazaa davası borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmeyi amaçlar. Davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Muvazaaya dayalı davalarda davacının icra takibine geçmesi ve aciz belgesi almasına gerek yoktur. Çünkü yukarıda açıklandığı gibi İİK 277 ve izleyen maddelerinde iptal davasına konu tasarruflar özünde geçerli olmasına rağmen kanunun icra hukuku yönünden iptaline imkân verdiği tasarruflardır. Muvazaaya dayalı iptal davasında ise davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmektedir. İİK 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. Davacının iddiasını kanıtlaması halinde iddianın, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1 maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacıya haciz ve satış isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir. şeklinde değerlendirme yapılmış, TBK 19’a göre açılan bu tür davalarda İİK 283’ün kıyasen uygulanacağı, taşınır yahut taşınmazın iptal ve tesciline gerek olmaksızın haciz ve satış isteyebilme yönünde hüküm kurulacağı belirtilmiştir. Açılan muvazaa davasının kabulüne karar verilmesi halinde davacı, mahkeme ilamını icra dairesine sunarak taşınır yahut taşınmazların haczine karar verilmesini talep edebilecektir. 

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 14.7.2005 tarihli, 2005/8923 E.; 2005/8209 K.  sayılı kararında; “Kendi açtığı boşanma ve tazminat davasında hak kazanacağı alacağını alabilmeye yönelik üçüncü kişiye açtığı danışık iddiasına dayalı tasarrufun iptali davasında; satışın danışık olup olmadığı araştırılmalı, danışıklık varsa, boşanma ve tazminat davasının sonucu beklenmeli, tahsili gereken bir alacak olması halinde İcra ve İflas Yasasının 283/1. maddesi uygulanmak suretiyle, tapu iptaline gerek olmadan davacıların alacaklarını alabilmelerini sağlamak için dava konusu taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmeleri yönünde hüküm kurulmalıdır.” değerlendirmesi yapılmıştır. Bu karardan hareketle muvazaaya dayalı olarak açılan davanın boşanma ve mal rejiminin tasfiyesi davasının sonucunu bekleyeceğinde de bir duraksama bulunmamaktadır.

Eski Borçlar Kanunu zamanında verilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 13.12.2004 tarihli, 2004/6067 E.; 2004/14091 K. sayılı kararında; “…davacının bu hakkı ayni değil, şahsi sonuç doğuracağından, danışıklı işlemin kanıtlanması durumunda tapunun ve otonun tescil kaydının iptaline değil, İcra ve İflas Yasasının 283/1. maddesi benzetme yoluyla (kıyasen) uygulanarak, iptal ve tescile gerek olmaksızın taşınmazın ve otonun haciz ve satışına karar verilecektir. Bu davada güdülen amaçta bu olduğundan, davacının karşılanması gereken bir alacağı bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekir. Bunun için de davacının açtığı tazminat davasının sonucu beklenilmeli ve ona göre karar verilmelidir.” ifadelerine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere gerçekten de bu tür davalarda davacının talebi ayni değil şahsi bir sonuç doğuracaktır. Bu kapsamda bir alacağının tespit edilmiş olması gerekmektedir. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2001/10280 E., 2002/1176 K. sayılı kararında da bahsi geçtiği üzere henüz kesinleşmiş bir alacak bulunmasa bile böyle bir satış aleyhine dava açılabilecektir ve bu kapsamda davacının dava açmakta hukuki yararı bulunmaktadır.   

Değinilmesi gereken bir diğer husus, kendisine malvarlığı devri yapılan 3. şahsın bu malvarlığını bir başka kimseye devretmesi durumudur. Bu halde de Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 20.6.2017 tarihli, 2016/11791 E.; 2017/7010 K. sayılı kararından hareketle, “BK’nun 19. maddesine dayalı olarak açılan davalarda işlemin iptali için sadece üçüncü kişinin değil aynı zamanda dördüncü kişi var ise ona yapılan işleminde muvazaalı olduğunun ispatlanması” gerekecektir. Aksi halde emin sıfatıyla zilyetten ayni hak iktisap etme ve tapu sicilindeki tescile güvenerek taşınmaz üzerinde iyi niyetle ayni hak iktisap etme durumları gündeme gelebilecektir. 

Sonuç olarak; eşlerin birbirlerinin katılma alacaklarını azaltmak kastıyla muvazaalı olarak birtakım işlemlere girmeleri nedeniyle, bu işlemlerin etkilerini ortadan kaldırmak amacıyla TBK madde 19 hükmü uyarınca genel hükümlere dayanarak muvazaa davası açılabilecek, açılan bu dava boşanma ve tasfiye davalarının sonucunu bekleyecek, muvazaanın varlığının kanıtlanması halinde de İİK 283 hükmü kıyasen uygulanarak dava konusu malvarlıkları ile ilgili olarak davacıya mahkeme tarafından haciz ve satış talep etme yetkisi verilebilecektir. Bu vesileyle eşlerin birbirinden mal kaçırmak için yapmış olduğu danışıklı işlemler pratikte hiçbir fayda sağlamamış olacaktır.