Makul Sürede Yargılanma Hakkı “Hak” Olmaktan Çıktı mı?

Abone Ol

Giriş

10.10.2023 tarihli ve 32335 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu’nun Keser Altıntaş kararı (B. No: 2023/18536, 25.07.2023), ülkemizde kangren haline gelen “uzun yargılama” sorununu yeni bir boyuta taşıdı. AYM bu kararında, 03/07/2023 tarihinden sonra önüne gelen makul sürede yargılanma hakkına ilişkin şikayetleri incelemeyeceğini; zira bu tür şikayetleri incelemeye devam etmesinin bireysel başvuru yolunun varlık amacıyla ve ikincil niteliği ile bağdaşmadığını, ayrıca temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi açısından bir önem taşımadığını ifade etti.

Yüksek Mahkemenin Keser Altıntaş kararı, içeriği ve sonuçları itibarıyla pek çok soru işaretini ve belirsizliği beraberinde getirdi. AYM, geçerli bir şekilde yapılmış bireysel başvuruları incelememe yetkisine sahip mi? “İkincillik” ilkesi ve iş yükü sorunu bu tutumu haklılaştırabilir mi? Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla halihazırda bireysel başvuru hakkını kullanmış olanlar ve potansiyel başvurucular bu kararın ardından ne yapmalılar? Bu sorununun aşılmasında hangi kurumlara ne tür ödevler düşüyor? İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) içtihadı bu konuda yol gösterici olabilir mi? Aşağıda öncelikle makul sürede yargılanma hakkına ilişkin yapısal sorun ve bu sorunun giderilmesi amacıyla başvurulan çözümler hakkında bilgi verilecek, ardından AYM’nin Keser Altıntaş kararı ile gündeme gelen sorulara net cevaplar verilmeye çalışılacaktır.

1. Uzun Yargılama Sorununun Geçmişi

Ülkemizde, ceza davalarının, hukuk davalarının ve idari davaların makul sayılabilecek sürelerde sonuçlandırılmaması ciddi ve yapısal bir sorundur. Son yıllarda, bu sorunun çözümü için birtakım tedbirlerin alındığı görülmekle birlikte, bunların etkili olmadığı anlaşılmaktadır. İHAM, 2000’li yıllardan itibaren çok sayıda başvuruda Sözleşme’nin 6. maddesi (adil/dürüst yargılanma hakkı) kapsamında korunan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar vermiştir. İHAM bu kararlarda ayrıca, iç hukukta uzun yargılamalara ilişkin şikayetleri inceleyecek etkili bir yol bulunmadığı gerekçesiyle Sözleşme’nin 13. maddesi ile korunan etkili başvuru hakkının da (m.6 ile bağlantılı olarak) ihlal edildiğine hükmetmiştir. Benzer nitelikteki başvuruların artmasının ardından İHAM 20.03.2012 tarihli Ümmühan Kaplan kararında (B. No: 24240/07) pilot karar usulünü uygulamış ve AYM’ye bireysel başvurunun yürürlüğe girdiği tarihten önce İHAM’a yapılan derdest başvurularla ilgili olarak iç hukukta etkili bir hukuk yolu oluşturulması gerektiğini belirtmiştir.

Bunun üzerine, 09.01.2013 tarihli ve 6384 sayılı Kanun (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun) kabul edilmiş ve yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla AYM’ye bireysel başvurunun yürürlüğe girdiği tarihten önce İHAM’a sunulmuş şikayetlerin incelenmesi yetkisi Adalet Bakanlığı Tazminat Komisyonuna verilmiştir. Bu çözüm, İHAM’ın iş yükünü hafifletse de geleceğe yönelik bir etki doğurmamıştır. Nitekim uzun yargılama şikayetleri bu kez AYM önünde birikmeye başlamıştır. Bunun üzerine, 6384 sayılı Kanuna eklenen geçici 2. madde ile 31.07.2018 tarihi itibarıyla AYM’de derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenebileceği düzenlenmiştir.

AYM, bu yolla çok sayıda başvuruyu kabul edilemez bularak bir nebze rahatlasa da yeni başvuruların önünü kesecek yapısal tedbirlerin hayata geçirilememesi nedeniyle birkaç yıl içinde yeniden iş yükünden yakınmaya başlamıştır. AYM Genel Kurulu 05.07.2022 tarihli Nevriye Kuruç kararıyla (B. No: 2021/58970), başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ve bu hakla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlaline yol açan durumun yapısal bir sorundan kaynaklandığını tespit ederek pilot karar usulünün uygulanmasına karar vermiştir. Bu kapsamda Yüksek Mahkeme, tespit ettiği yapısal sorunun giderilmesi amacıyla kanuni bir düzenleme yapılması için kararın Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesine ve makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılan başvuruların incelenmesinin dört ay süre ile ertelenmesine hükmetmiştir. Nevriye Kuruç kararının ardından, yasa koyucu, 6384 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinde değişiklik yapmak suretiyle 09.03.2023 tarihi itibarıyla AYM önünde derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı veya mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da icra edilmediği iddiaları ile yapılan başvurulara ilişkin olarak AYM’nin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verdiği kabul edilemezlik kararından sonra Tazminat Komisyonuna başvuru yapılmasının yolunu açmıştır.

2. AYM’nin Keser Altıntaş Kararı

Tazminat Komisyonunun zaman yönünden yetkisinin 09.03.2023 tarihi itibarıyla AYM önünde derdest olan başvuruları kapsayacak şekilde genişletilmesi, uzun yargılama sorununa bir kez daha kısmi ve geçici bir çözüm sunmuştur. Nitekim 6384 sayılı Kanunun geçici 2. maddesinde yapılan değişikliğin 09.03.2023 tarihinden sonra AYM’ye yapılan uzun yargılama şikayetleri üzerinde bir etkisi yoktur. AYM, Keser Altıntaş kararında, bu hususa dikkat çekmiş ve yasa koyucunun Nevriye Kuruç pilot kararının gereklerini kısmen yerine getirdiğini, yapısal sorunun çözümünü sağlayacak sürekli bir başvuru yolunun ihdas edilmediğini ifade etmiştir.

AYM özetle; makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ile yapılan başvuruların ilk elden kendisi tarafından incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağını, bu şekilde bir incelemenin bireysel başvurunun amacına uygun düşmeyeceğini, bu tür kararlarda adeta bir “tazminat mahkemesi” işlevi gördüğünü, yalnızca tazminat miktarının belirlenmesinden ibaret kararların binlerce ihlal kararından sonra insan haklarının korunması ve geliştirilmesine bir katkı sağlamayacağını, uzun yargılama şikayetlerinin yol açtığı iş yükü nedeniyle yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, ifade özgürlüğü gibi diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlali iddiasıyla yapılan başvuruların incelemesinin güçleştiğini, bu durumun bizatihi AYM önünde geçen süre bakımından makul sürede yargılanma sorununa da yol açabileceğini kaydetmiştir. Bu gerekçelerden hareketle Yüksek Mahkeme, İçtüzük m.80/1(ç) uyarınca, “Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi” halinde düşme kararı verilebileceğini hatırlatmış ve somut başvurunun “incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden” bulunmadığına kanaat getirerek düşme kararı vermiştir.

3. AYM’nin Düşme Kararı Vermesi Hukuka Uygun mu?

İçtüzük m.80 hangi hallerde düşme kararı verilebileceğini düzenlemektedir. Bu maddeye göre; başvurucunun davadan açıkça feragat etmesi, başvurucunun davasını takipsiz bıraktığının anlaşılması ve ihlalin ve sonuçlarının ortadan kalkmış olması hallerinde Bölümler ya da Komisyonlarca yargılamanın her aşamasında düşme kararı verilebilir (İçtüzük m.80/1(a), (b), (c)). Sözkonusu madde bunlara ek olarak, “Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi” halinde de düşme kararı verilebileceğini öngörmektedir (İçtüzük m80/1(ç)). AYM bu son düzenlemeye dayanarak “hangi gerekçenin başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılıp kılmadığının takdiri ve değerlendirme yetkisine” sahip olduğunu ifade etmiş, pilot kararının gereklerinin yerine getirilmemesini ve iş yükünden kaynaklanan diğer gerekçeleri ileri sürerek somut olayda düşme kararını haklı kılan bir nedenin bulunduğu sonucuna ulaşmıştır.

AYM’nin somut başvuruda, İçtüzük m.80/1(ç)’ye dayanarak düşme kararı vermesi kanaatimizce oldukça tartışmalıdır. Öncelikle, bu bendin aynı fıkranın (a), (b) ve (c) bentlerinde belirtilen hallerden tamamen bağımsız bir durumu düzenleyip düzenlemediği hususu belirsizdir. Karşı oy kullanan iki Sayın Üye bu konuya dikkat çekerek (a), (b) ve (c) bentlerinde belirtilen hallerin başvurucuya ilişkin haller olduğu, bu nedenle (ç) bendinin de başvurucuya ilişkin haklı sebepler kapsamında yorumlanması gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu görüşe göre, başvurucudan veya anayasal veya yasal düzenlemelerden kaynaklanmayan gerekçelerin yorum yoluyla haklı sebep şeklinde nitelenerek düşme kararı verilmesi olanaklı değildir.

Gerçekten; AYM’nin başvurucudan kaynaklanmayan veya “ihlalin ve sonuçlarının ortadan kalkmış olması” gibi objektif nedenler dışında “herhangi bir başka” gerekçeden ötürü düşme kararı verebilmesi, Anayasa ve 6216 sayılı Kanun ile bağdaştırılması güç, son derece geniş, sınırları belirsiz bir yetkiye sahip olduğu anlamına gelmektedir. Anayasanın 36. maddesinin ikinci cümlesi, “Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz” demektedir. AYM’nin görev ve yetkilerini düzenleyen Anayasa m.148 “Anayasa Mahkemesi, (...) bireysel başvuruları karara bağlar.” hükmüne yer vermektedir. AYM’nin, şekil yönünden geçerli bir başvuru hakkında tamamen kendisinin takdir edeceği herhangi bir gerekçeden ötürü düşme kararı verebileceği yönündeki yorumun bu düzenlemelerle bağdaştırılması güç görünmektedir.

Bunun yanında, bireysel başvuru Anayasada bir “hak” olarak düzenlenmiştir. Anayasa m.148/2’ye göre, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir”. Bireysel başvuru hakkı 6216 sayılı Kanun m.45/1’de de benzer şekilde düzenlenmiştir. AYM’nin makul sürede yargılanma hakkına dair şikayetleri incelemeyeceğini belirtmesi, bireysel başvuru hakkının pilot kararın uygulanmaması ve/veya iş yükü gibi herhangi bir gerekçeyle sınırlanabileceği anlamına gelmektedir ki, mahkemeye erişim hakkı ve hak arama özgürlüğü bakımından oldukça sorunlu bir yaklaşımdır.

Yukarıdaki düzenlemeler bir bütün olarak ele alındığında, kanaatimizce; İçtüzük m.80/1(ç)’de öngörülen düşme sebebinin (a), (b) ve (c) bentlerinde düzenlenen nedenler gibi başvurucu veya başvuru ile ilgili, objektif nitelikte olması gerekmektedir. Başvuru sonuçlanmadan başvurucunun ölmesi buna örnek olarak gösterilebilir. Bunun dışında, pilot kararda işaret edilen yasal düzenlemelerin yapılmaması, uzun yargılama şikayetlerinin sayısının on binleri bulması yahut başka şikayetler içeren bireysel başvuruların makul sürede incelenememesi gibi başvurucu ile ilgisi bulunmayan dışsal nedenlerin düşme kararına dayanak oluşturması bireysel başvuru hakkının öngörülemez biçimde sınırlandırılması sonucunu doğuracaktır.

4. AYM’nin Atıf Yaptığı İHAM’ın Burmych ve diğerleri/Ukrayna Kararı Düşme Kararını Haklılaştırabilir mi?

AYM, Keser Altıntaş kararında, İHAM Büyük Daire’nin 12/10/2017 tarihli Burmych ve diğerleri/Ukrayna kararının (B. No: 46852/13) önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Bu kararda İHAM; daha önce pilot karar usulüyle tespit ettiği yapısal sorunun (kesinleşmiş yargı kararlarının uygulanmaması veya geç uygulanması sorunu) çözülemediğini tespit ederek, benzer nitelikte olan 12.000’den fazla başvuru hakkında düşme kararı vermiştir. İHAM’ın düşme kararını dayandırdığı gerekçelere bakıldığında, bunların AYM’nin Keser Altıntaş kararındakilerle nerede ise aynı olduğu görülmektedir. Gerçekten İHAM; art arda verdiği aynı nitelikteki ihlal kararlarının daha önce tespit ettiği yapısal sorunun çözümüne bir katkı sunmadığı gibi incelemek zorunda olduğu başvuruların sayısını her geçen gün artırdığını, bu durumun Mahkemenin kaynakları üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğunu, “bireysel başvurunun ikincilliği” ilkesi gereği bu başvuruların öncelikle ulusal makamlar tarafından incelenmesi gerektiğini, bunun pilot karar usulünün mantığına ve bireysel başvuru yolunun amacına uygun olacağını belirtmiştir. Görüldüğü üzere, AYM ve İHAM tarafından sunulan gerekçeler tümü ile örtüşmektedir. Ancak İHAM; hakkında düşme kararı verdiği binlerce başvuruyu kararların icrasından sorumlu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine havale ederek, siyasi nitelikte olsa da bir takip süreci başlatmıştır. Bakanlar Komitesi, İHAM tarafından verilen pilot kararın icrası ile birlikte, kayıttan düşürülen diğer başvuruların akıbetini de takip etmektedir. AYM’nin düşme kararı ise böyle bir süreci kendiliğinden başlatmamaktadır. Başvurusu hakkında düşme kararı verilen başvurucuların, makul sürede yargılanma hakkına dair şikayetlerin incelenmesine olanak tanıyacak etkili bir hukuk yolunun tesis edilmesini beklemekten ve bu arada arzu ederlerse İHAM’a başvurmaktan başka seçenekleri kalmamıştır.

5. AYM Önünde Derdest Olan Başvurular Keser Altıntaş Kararından Nasıl Etkilenir?

AYM’nin, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikayetleri incelemeyeceği yönündeki kararı 09.07.2023 tarihinden sonra yapılan bireysel başvuruları kapsamaktadır; zira Tazminat Komisyonunun, bu tarih itibariyle AYM önünde derdest bulunan şikayetleri inceleme yetkisi mevcuttur. 6384 sayılı Kanunun geçici 2. maddesi bu başvuruların “başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Komisyon tarafından” inceleneceğini belirtmektedir. Dolayısıyla, AYM’nin bu başvurular hakkında düşme kararı vermesi için bir neden bulunmamaktadır. Buna karşın, 09/07/2023 tarihinden sonra yapılmış ve derdest olan bireysel başvurular Keser Altıntaş başvurusu ile aynı akıbeti paylaşacaktır. AYM bu başvuruları incelemeyeceğini açıkça ifade ettiğinden, başvurucuların iç hukukta kullanabilecekleri etkili bir başvuru yolu kalmamıştır. Dolayısıyla, AYM’nin Keser Altıntaş kararının Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihten (10/10/2023) itibaren dört ay içinde İHAM’a başvuruda bulunmak mümkündür. Sözkonusu tarih itibarıyla AYM’ye bireysel başvurunun uzun yargılama şikayetleri bakımından etkili bir iç hukuk yolu olmadığı anlaşıldığından, dört aylık başvuru süresinin bu tarihte başladığı kabul edilmelidir.

6. Potansiyel Başvurucular Nasıl Hareket Etmeli?

Mevcut durumda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini düşünen bir kişinin iç hukukta kullanabileceği etkili bir başvuru yolu bulunmamaktadır. Bu durumdaki kimseler, yargılama devam ediyorsa yargılama süresinin makul olmaktan çıktığını düşündükleri tarihten, her halükarda yargılamanın son bulduğu tarihten itibaren dört ay içinde doğrudan İHAM’a bireysel başvuruda bulunabileceklerdir. Etkili olmadığı aşikar olan bir iç hukuk yolunun tüketilmesi dört aylık başvuru süresini etkilemeyeceğinden, İHAM’dan önce AYM’ye başvuruda bulunulmasının hak kaybına yol açacağı unutulmamalıdır.

7. AYM “İsyan Etmekte” Haksız mı?

AYM’nin Keser Altıntaş kararı hukuki açıdan eleştiriye açıktır. Ancak bu eleştiriler Yüksek Mahkemenin karşı karşıya kaldığı sorunların görmezden gelinmesine neden olmamalıdır. AYM’nin bizzat aktardığı verilere göre, 01.12.2022 tarihi itibarıyla derdest 130.000 başvurunun 80.000’i makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. AYM, ilk kez makul sürede yargılanma hakkının ihlaline karar verdiği 02.07.2013 tarihinden bu yana 55.000’den fazla başvuruda benzer nitelikte ihlal kararları vermiştir (§ 66). Bu sayılar, 46 devletten gelen başvuruları inceleyen İHAM’ın geçmişte sonuçlandırdığı ve Mahkeme önünde derdest olan başvuru sayıları ile kıyaslanamayacak ölçüde ciddi büyüklüktedir.

AYM’nin böylesine önemli bir iş yükü altında verimli çalışması ve başvuruları süratle karara bağlaması mümkün değildir. AYM Başkanı Sayın Zühtü Arslan son yıllarda yaptığı birçok konuşmada sürekli olarak bu soruna dikkat çekmekte ve gerekli tedbirlerin alınması konusunda yasa koyucuya çağrıda bulunmaktadır. Buna paralel olarak, yine son yıllarda, AYM’nin pilot karar usulüne sıkça başvurduğu görülmektedir. Yüksek Mahkeme bu yolla, ihlallerin kaynağına işaret etmekte ve gerekli yapısal tedbirlerin alınması konusunda yetkili makamları harekete geçirmeye gayret etmektedir. Yine; ihlalleri kaynağında önlemeye yönelik olarak AYM’nin, kararlarının subjektif etkisinden ziyade objektif etkisini ön plana çıkardığı görülmektedir. AYM’ye göre; belirli bir meseleye ilişkin olarak Anayasayı yorumlayıp bir karar verdikten sonra, “kamu makamları ve derece mahkemelerinin aynı meseleye ilişkin incelemelerinde, Anayasa Mahkemesinin anayasanın uygulanması ve yorumlanması, temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ve insan haklarının gerekli kıldığı hallere ilişkin olarak verdiği kararları dikkate alması ve Anayasa hükümlerinin yorumuyla varılan sonuçları değerlendirilmesi gerekir”. Aksi durumda, aynı meseleye ilişkin tüm uyuşmazlıklar AYM’ye taşınacaktır. Mahkemeye göre, “bu şekilde işleyen bir bireysel başvuru yolunun sürdürülebilmesi (…) imkansızdır(İbrahim Er ve diğerleri [GK], B. No: 2019/33281, 26/1/2023, § 47). 

Görüldüğü gibi AYM, başta yasa koyucu ve derece mahkemeleri olmak üzere ilgili tüm kamu makamlarını yeni hak ihlallerinin ortaya çıkmaması için sorumluluk almaya davet etmektedir. Makul sürede yargılanma hakkı ihlalleri konusunda AYM gerekli tespit ve değerlendirmeleri yaparak, yasa koyucuya açık bir mesaj göndermiştir. Bundan sonra, uzun yargılama şikayetlerini incelemeye elverişli, etkili bir hukuk yolunun tesis edilmesi yasa koyucunun sorumluluğundadır. AYM’nin kararı eleştirilirken bu hususların gözden kaçmaması gerekmektedir.

Sonuç

Makul sürede yargılanma hakkı elbette hak olmaktan çıkmamıştır. Ancak ulusal düzeyde, bu hakkın ihlal edildiği iddiası ile başvurulabilecek herhangi bir merci şu anda mevcut değildir. Oysa bir kez daha hatırlatalım ki Anayasa m.148/2’ye göre, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir”. AYM’nin Keser Altıntaş kararı hukuk sistemimizde izahı güç bir boşluğa neden olmuştur. Bunun bir an önce ortadan kaldırılması için yasa koyucunun devreye girmesi zorunlu görünmektedir.

Son olarak ifade etmeliyiz ki; AYM’nin pilot kararının (Nevriye Kuruç) gereklerinin yerine getirilmesi, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin “esas” sorunu ortadan kaldırmayacaktır. Nitekim, uzun yargılama şikayetlerinin bireysel başvuru öncesinde incelenmesini olanaklı kılacak bir düzenleme (örneğin Tazminat Komisyonunun zaman yönünden yetkisinin genişletilmesi veya yeni bir mekanizma oluşturulması) yalnızca, bu şikayetlerin ileri sürülebilmesini ve incelenmesini sağlayacaktır. Esas sorun, yani yargılamaların uzun sürmesi sorunu, bundan bağımsız olarak varlığını sürdürecektir. Bir başka ifadeyle; pilot karar usulünün uygulanması, pilot kararın gereklerinin yerine getirilmemesi, başvurular hakkında düşme kararı verilmesi gibi konular etrafında dönen tartışmalar tali niteliktedir. Asıl önemli olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmasını sağlayacak yapısal çözümlerin hayata geçirilmesidir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Dr. Erkan Duymaz

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)