KARARLAR

Mahkemeye Erişim Hakkına Müdahalenin Kanuni Dayanağının Bulunmaması

Abone Ol

Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuna dayanması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi ve ölçülü olması gerekir.

Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir.

Bir uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının ve özellikle müdahalenin kanuni dayanağını oluşturan kanun hükümlerinin yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir. Derece mahkemelerince mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğu ifade edilen hükümlerle ilgili olarak geliştirilen yorumların isabetli olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte derece mahkemelerinin yorumlarının kanunun açık lafzıyla çelişki içinde olduğu veya kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörülmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılması mümkündür.

İlgili Kararlar

(Şinasi Umaz, B. No: 2016/40621, 23/10/2019)   

(Ziya Özden, B. No: 2016/67737, 19/11/2019) 

(Abdurrahman Özcan, B. No: 2016/77913, 15/1/2020)

(Ruhi Baydar [GK], B. No: 2018/32597, 15/4/2021)

(Kadir Gülcü, B. No: 2016/59359, 28/1/2020)   

(Ufuk Bekdemir, B. No: 2016/14113, 31/3/2022) 

(Fatih Emekli, B. No: 2019/26269, 17/11/2022)

(Özgür Solak, B. No: 2018/24539, 20/12/2022)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

RUHİ BAYDAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/32597)

 

Karar Tarihi: 15/4/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 9/6/2021-31506

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Mehmet AKTEPE

Başvurucu

:

Ruhi BAYDAR

Vekili

:

Av. Gökhan BALCI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, hakkında verilen ilk hükmü temyiz etmesine rağmen temyiz etmediği kabulüyle diğer sanıklar yönünden verilen bozma kararından yararlandırılan sanığın bozma sonrası yapılan yargılamada verilen hükme karşı yaptığı temyiz başvurusunun temyiz hakkı bulunmadığından bahisle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 26/10/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

7. İkinci Bölüm tarafından 27/1/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma neticesinde suçu birlikte işledikleri iddia edilen diğer üç şüpheli ile başvurucu hakkında hırsızlık suçundan iddianame düzenlemiştir.

10. Yargılamayı yürüten Manisa 4. Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) başvurucu ve diğer üç şüphelinin anahtarı çoğaltmak suretiyle haksız olarak ele geçirerek müştekiye ait aracı çaldıkları gerekçesiyle gece vakti hırsızlık suçunu işlediklerinden bahisle ayrı ayrı 2 yıl 8 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar vermiştir.

11. Mahkûmiyet kararının temyiz edilmesi üzerine yapılan incelemede Yargıtay 13. Ceza Dairesi 1/11/2012 tarihli kararıyla sanık B.D. yönünden onama kararı vermiştir. Diğer sanıklar C.D. ile M.Ş. yönünden verilen bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Sanık [B.D.nin] ifadesinde sanık [C.D.] ile birlikte irtibata geçtikleri müşteki [E.Y.] ile buluşup 1000 TL para karşılığında çaldıkları aracı iade ettiklerini beyan etmiş olması ve sanık [M.Ş.nin] de aynı yönde beyanda bulunması karşısında; müşteki [E.Y.nin] bu konuya ilişkin beyanı alınarak kendisi ile irtibata geçen şahısların sanıklar [B.D.] ile [C.D.] olup olmadığı hususunda ifadesinin alınması gerekiyorsa fotoğraf veya yüzyüze teşhis yaptırıldıktan sonra ve ayrıca aracın para karşılığı iadesi süreci içerisinde bilgisi bulunan ve eşgal bilgileri veren taksi sürücüsü [M.G.nin] de aynı şekilde beyanı alındıktan sonra sanıkların hukuki durumlarının tayini gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hükümlülüklerine karar verilmesi .."

12. Başvurucu yönünden ise hükmü temyiz etmediğinin tespiti ile ''5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi aracılığı ile 1412 sayılı CMUK'un 325. maddesi uyarınca bozmadan yararlandırılmasına'' karar vermiştir.

13. Bozma sonrası Mahkemede yapılan 2/4/2013 tarihli ilk celsede başvurucu müdafii, bozmaya konu önceki kararı Menemen Asliye Ceza Mahkemesi kanalıyla temyiz ettiğini, Menemen Asliye Ceza Mahkemesinde temyiz dilekçesinin kayıtlı olduğunu ancak 9/2/2007 tarihli hâkim havalesi de bulunan temyiz dilekçesinin dosyaya girmediğini beyan etmiş; iki sayfadan ibaret olan ve üzerinde hâkim havalesi bulunan 9/2/2007 tarihli temyiz dilekçesinin fotokopisini dosyaya sunmuştur.

14. Mahkemece bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde 11/11/2014 tarihli kararla başvurucu ve diğer sanıklar C.D. ile M.Ş.nin gece vakti hırsızlık suçunu işledikleri gerekçesiyle ayrı ayrı 2 yıl 8 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

15. Başvurucu ve diğer sanıkların hükme karşı yaptıkları temyiz başvurusu sonucu Yargıtay 13. Ceza Dairesi 20/9/2018 tarihli kararla diğer sanıklar C.D. ile M.Ş. yönünden verilen kararın düzeltilerek onanmasına, başvurucu yönünden ise temyiz isteminin reddine karar vermiştir.

16. Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 20/9/2018 tarihli kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... 24.01.2007 tarihli 2005/149 E, 2007/12 K sayılı ilamı ile Mahkemesince kurulan hükmün diğer sanıklar C.D., M.Ş tarafından temyizi üzerine yapılan inceleme sonucu, Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 01.11.2012 tarihli ilâmı ile verilen bozma kararı sonrası sanık Ruhi Baydar da dahil edilerek yapılan yargılamada hakkında kurulan hükmün sanık [Ruhi Baydar] müdafii tarafından temyiz edildiğinin anlaşılması karşısında; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 31.01.2017 tarihli ve 2016/982 K, 2017/29 K. sayılı Dairemizce benimsenen kararı da dikkate alınarak daha önce süresinde kararı temyiz etmeyen sanığın anılan karara ilişkin olarak temyiz hakkı bulunmadığından, sanık Ruhi Baydar müdafiinin temyiz isteminin tebliğnameye aykırı olarak REDDİNE..."

17. Başvurucu, nihai kararı 24/10/2018 tarihinde öğrendiğini beyan etmiş ve 26/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Mevzuat

18. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun "Hükmün bozulmasının diğer maznunlara sirayeti" kenar başlıklı 325. maddesi şöyledir:

"Hüküm, cezanın tatbikatında kanuna muhalefet edilmesinden dolayı maznun lehine olarak bozulmuşsa ve bozulan cihetlerin temyiz talebinde bulunamamış olan diğer maznunlara da tatbikı kabil olursa bu maznunlar dahi temyiz talebinde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından istifade ederler."

19. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Hükmün bozulmasının diğer sanıklara etkisi" kenar başlıklı 306. maddesi şöyledir:

"Hüküm, sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanırlar."

B. Yargıtay Kararı

20. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 31/1/2017 tarihli ve E.2016/982, K.2017/29 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

 "... Bozmanın sirayetinde yerel mahkeme hükmü, temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmamakta, anılan maddeler uyarınca sanık, bozma kararının sonucundan yararlandırılmaktadır.

Hükmü temyiz etmeyen ya da temyiz istemi reddedilen sanık, bozma kararının sonucundan yararlanacağı için, öncelikle bozmaya uyulması ve cezanın uygulanmasında temyiz eden sanık lehine yeni bir karar verilmesi zorunludur. Lehe bozma bu takdirde, hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirilecektir. Bunun sonucu olarak önceki kararda direnilmesi halinde, sirayetten söz edilemeyecektir. Aksi takdirde temyiz davası açan sanık için kabul edilmeyen bir bozma nedeninin, kanun yoluna başvurmayan sanık lehine kabulü gibi bir sonuca ulaşılacaktır. Bu sonuç ise, temyiz edenin aleyhine, temyiz etmeyenin lehine olup çelişkili bir uygulamaya neden olacağından sirayet müessesesinin amacına aykırıdır.

Uygulamada, Ceza Genel Kurulunun 12.07.1948 gün 163-121, 07.12.1987 gün 322-588 sayılı ve Özel Dairelerin yerleşmiş kararları ile, önceki hükmü temyiz etmeyen veya temyiz istemi reddedilen, ancak lehe bozmadan 1412 sayılı CMUK'nun 325. maddesi uyarınca faydalanan sanığın, bozmadan sonra yeniden kurulan hükmü temyize yetkisi bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 15/4/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu; Mahkemece hakkında verilen ilk hükmü temyiz etmesine rağmen Yargıtayın kendisini hükmü temyiz etmeyen sanık olarak nitelendirdiğini ve diğer sanıklar yönünden yapılan bozmanın kendisine sirayet ettirilerek hakkında bozma kararı verildiğini, bozma sonrası kurulan hükme yönelik temyiz talebinin ise temyiz hakkı bulunmadığından bahisle haksız olarak reddedildiğini belirterek bu durumun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

23. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesi şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.”

24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

26. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "...ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

27. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

28. Mahkeme kararlarının hukuka uygun olup olmadığına yönelik uyuşmazlığın çözümlenmek üzere bir yargı makamı önüne taşınması kanun yoluna başvurma olarak nitelendirilmektedir. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı bir mahkeme kararına karşı üst yargı yollarına başvurabilmeyi güvence altına almamakla birlikte gerek suç isnadına bağlı yargılamalarda gerekse medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise bu kanun yolları yönünden de adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin sağlanması gerekir (Hasan İşten, B. No: 2015/1950, 22/2/2018, § 37).

29. Bozma öncesindeki yargılama sürecinde temyiz isteminde bulunduğu konusunda tereddüt bulunmayan başvurucunun temyiz isteminde bulunmamış gibi değerlendirilerek diğer sanıklar yönünden verilen bozma kararının sirayet ettirilmesinden sonra yapılan yargılama neticesinde verilen hükme karşı yaptığı temyiz isteminin esasının incelenmeksizin reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

30. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

31. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

32. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

33. Somut başvuruda öncelikle müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen kanunilik koşuluna uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

34. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

35. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

36. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

37. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun yerleşik içtihatlarına göre uygulamada önceki hükmü temyiz etmeyen veya temyiz istemi reddedilen ancak lehe bozmadan 1412 sayılı mülga Kanun'un 325. maddesi veya 5271 sayılı Kanun'un 306. maddesi uyarınca faydalanan sanığın bozmadan sonra yeniden kurulan hükmü temyize yetkisi bulunmadığı kabul edilmiştir (bkz. § 20). Görüldüğü üzere bozmadan yararlanma müessesesinin işletilmesi temyiz talebinde bulunmamış olma koşuluna bağlanmıştır.

38. Başvuru konusu somut olayda temyiz incelemesi yapan Yargıtay 13. Ceza Dairesinin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 31/1/2017 tarihli ve E.2016/982, K.2017/29 sayılı kararını dikkate aldığı ve başvurucunun ilk kararı süresinde temyiz etmemesi nedeniyle sonraki karara ilişkin olarak temyiz hakkı bulunmadığından temyiz başvurusunu reddettiği anlaşılmaktadır. Oysaki başvurucu, bozma sonrası yapılan yargılamanın ilk celsesinde iki sayfadan ibaret olan ve üzerinde hâkim havalesi bulunan 9/2/2007 tarihli temyiz dilekçesinin fotokopisini dosyaya sunmuştur. Ayrıca ilgili Mahkeme ile yapılan yazışma neticesinde bahse konu temyiz dilekçesine ait temyiz defterinin görüntüsü de bireysel başvuru dosyasına celbedilmiştir.

39. Dolayısıyla Yargıtay 13. Ceza Dairesi tarafından ilk hükmü temyiz etmediği kabul edilen -başvurucu başvuru formunda temyiz defterinin ve havaleli temyiz dilekçesinin örneğini sunarak ilk hükmü temyiz ettiğini ileri sürmüş ve belgelendirmiş olmasına rağmen- ve sonraki hükme karşı yaptığı temyiz kanun yolu başvurusu 20/9/2018 tarihli kararla reddedilen başvurucunun temyiz talebinin reddine ilişkin kararın kanuni dayanaktan yoksun hâle geldiği görülmektedir.

40. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun hakkında verilen ilk hükmü temyiz etmesine rağmen Yargıtayın kendisini hükmü temyiz etmeyen sanık olarak nitelendirmesi sonucu bozma sonrası kurulan hükme yönelik temyiz talebinin temyiz hakkı bulunmadığından bahisle reddetmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1)Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

42. Başvurucu, ihlalin tespit edilerek sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ve 100.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

43. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

44. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

45. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

46. İncelenen başvuruda, temyiz başvurusunun reddine karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Yargıtay kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

47. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması ve temyizle ilgili değerlendirme yapmak üzere dosyayı ilgili Yargıtay Ceza Dairesine göndermesi için Manisa 4. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2005/149, K.2007/12) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

48. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

49. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkumiyet hükmünün infazının durdurulması ve mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için temyizle ilgili değerlendirme yapmak üzere dosyayı ilgili Yargıtay Ceza Dairesine göndermesi için Manisa 4. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2005/149, K.2007/12) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/4/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

UFUK BEKDEMİR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/14113)

 

Karar Tarihi: 31/3/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportörler

:

Habip OĞUZ

 

 

Akif YILDIRIM

Başvurucu

:

Ufuk BEKDEMİR

Vekili

:

Av. Ayşegül KARAHAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucunun (sanığın) kabulü yönünde bir beyanı olmamasına karşılık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, hükmün denetlenmesini talep etme hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu hakkında Gezi olayları (ayrıntılı bilgi için bkz. Yonca Verdioğlu Şık, B. No: 2014/17177, 19/4/2018, § 8) olarak bilinen toplumsal olayların yaşandığı dönemde 2/6/2013 tarihinde Antalya'da gerçekleştirilen gösterilerde polise taş attığı gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır.

6. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 14/11/2013 tarihli iddianamesiyle başvurucunun 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ve adli görevi yaptırmamak için direnme suçlarından cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlenmiştir.

7. İddianamenin Antalya 13. Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kabulü ile başvurucu hakkında açılan davada, başvurucunun görevi yaptırmamak için direnme suçundan 8 ay 10 gün, 2911 sayılı Kanunu’na muhalefet suçundan 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve celselerde bir talebi veya bu konuda bir dilekçesi olmamasına rağmen hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

8. 24/2/2016 havale tarihli itiraz dilekçesinde başvurucu, -diğerlerinin yanında- hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul ettiği yönünde bir beyanı olmamasına rağmen Mahkeme tarafından hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini belirterek kararların kaldırılmasını talep etmiştir.

9. Anılan itiraz, Antalya 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/6/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret gerekçesinde başvurucunun itiraz ettiği hususlarla ilgili olarak bir değerlendirme yapılmamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

10. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı 231. maddesinin (5), (6) ve (12) numaralı fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:

"(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. ...

 (6) ... Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.

...

 (12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

11. Anayasa Mahkemesinin 31/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

12. Başvurucu, kabulü yönünde bir beyanı olmamasına karşılık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle istinafa başvurma ve temyiz haklarının elinden alındığını belirterek bu durumun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

13. Bakanlık görüşünde; cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkının, Sözleşme’nin ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokollerden herhangi birinin kapsamına girmediğini, hükmün denetlenmesini talep hakkının mutlak bir hak olmadığını ifade etmiştir.

B. Değerlendirme

14. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir..”

15. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

16. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

17. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "...ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

18. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

19. Mahkeme kararlarının hukuka uygun olup olmadığına yönelik uyuşmazlığın çözümlenmek üzere bir yargı makamı önüne taşınması kanun yoluna başvurma olarak nitelendirilmektedir. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı bir mahkeme kararına karşı üst yargı yollarına başvurabilmeyi güvence altına almamakla birlikte gerek suç isnadına bağlı yargılamalarda gerekse medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise bu kanun yolları yönünden de adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin sağlanması gerekir (Hasan İşten, B. No: 2015/1950, 22/2/2018, § 37).

20. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması sanığa yüklenen suça ilişkin yargılama sonunda cezaya hükmedilmesi hâlinde hükmün açıklanmasının belirli koşulların gerçekleşmesine bağlı olarak ertelenmesi anlamına gelmektedir. Kanunda belirtilen koşulların gerçekleşmesine karşın sanığın kabul etmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasının son cümlesinde ifade edilmektedir. Bu kapsamda sanığın yargılamanın -olgusal ve nitelik yönlerinden itirazlarını ileri sürebileceği- kanun yollarına başvuru yolu açık bir hükümle sonuçlanması ya da cezaya hükmedilmesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını tercih etme imkânı bulunmaktadır (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Ali Gürsoy, B. No: 2012/833, 26/3/2013, § 19).

21. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilerek başvurucunun hakkındaki mahkûmiyet hükmüne karşı istinaf kanun yoluna başvurmasının engellenmesinin mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

22. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

23. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

24. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedene dayanma ve demokratik toplum düzeni ile ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir. İlk olarak mevcut müdahalenin kanunilik koşulunu taşıyıp taşımadığı incelenecektir.

i. Genel İlkeler

25. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığıdır. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin kanunilik şartını sağladığının kabul edilebilmesi için müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (kanunilik şartına ilişkin dikkat çeken bir karar için bkz. Ruhi Baydar [GK], B. No: 2018/32597, 15/4/2021§§ 30-40).

26. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında kanunilik ölçütü ilk olarak şeklî bir kanunun varlığını gerekli kılar. Bir yasama işlemi olarak kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) iradesinin ürünüdür ve TBMM tarafından Anayasa’da öngörülen kanun yapma usullerine uyularak yapılan işlemlerdir. Bu anlayış temel hak ve özgürlükler alanında önemli bir güvence ortaya çıkartır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 54).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

27. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, öncelikle bir mahkûmiyet hükmünün kurulmasını gerektirmektedir. Ancak 5271 sayılı Kanun'a göre sanığın kabul etmemesi hâlinde -diğer koşullar gerçekleşmiş olsa bile- sanık hakkında dava konusu suçla ilgili olarak verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu durumda ilk derece mahkemesince mahkûmiyet hükümlerinin istinaf kanun yolu açık olarak verilmesi gerekir.

28. Somut olayda başvurucu, (sanık) hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını kabul ettiğine dair açık bir beyanda bulunmadığı gibi bu hususta bir dilekçe de sunmamıştır. Böylece başvurucu kabul etmediği hâlde hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin bu uygulamasının kanuni dayanağı bulunmamaktadır. Bu hususta üst yargılama aşamasında yapılan itiraz da reddedilmiştir. Buna göre somut olay bağlamında başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahale Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen kanunilik ölçütünü karşılamamaktadır.

29. Müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı tespit edildiğinden Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen diğer unsurlar olan meşru amaç ve ölçülülük kriterlerine riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

30. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

31. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden Komisyon tarafından bir değerlendirmeye konu edilmeyen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyet yönünden de -ihlalin niteliği gözetilerek- bu aşamada ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

32. Başvurucu, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması talebinde bulunmuştur.

33. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

34. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yenidenyargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

35. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.739,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 13. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2013/730, K.2016/21) GÖNDERİLMESİNE,

D. 239,50 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.739,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 31/3/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FATİH EMEKLİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/26269)

 

Karar Tarihi:17/11/2022

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Hasan SARAÇ

Başvurucu

:

Fatih EMEKLİ

Vekili

:

Av. Levent ÖZÇELİK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, iddianamede yer verilen bilgiler nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu emekli Deniz Hâkim Albay olarak, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) başlatmış olduğu ve kamuoyunda İzmir askerî casusluk davası olarak adlandırılan davada mağdur olarak yer almaktadır. Başsavcılık tarafından düzenlenen iddianamede başvurucunun iş ve özel hayatına dair bazı ifadelere, açık ad ve soyadı bilgisine, ayrıca kimlik numarasına yer verilmiştir. Açılan bu davada verilen beraat kararı 21/10/2016 tarihinde kesinleşmiştir.

6. Başvurucu, Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesine dayalı olarak koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davasını 22/8/2017 tarihinde açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde özetle; söz konusu beraat kararından ve kesinleşmesinden bir başka arkadaşı vasıtasıyla haricen 4/7/2017 tarihinde haberdar olduğunu, üç aylık dava açma süresinin başlangıç tarihinin hükmün kesinleştiğinin tebliğ tarihi olduğunu, somut olayda kendilerine herhangi bir tebligat yapılmadığını ayrıca yine haricen öğrendiği duyumlarına göre de dosyanın sanıklarına herhangi bir tebligat yapılmadığını, iddianamede özel hayatına yönelik fişleme kayıtlarına yargılama açısından gerek olmadığı hâlde özel hayatın gizliliği ilkesine aykırı olarak iddianamede açıkça yer verilmesi suretiyle alenileştirildiğini belirtmiş ve 50.000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

7. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılama sonunda davayı kabul etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, davanın açma süresine ilişkin olarak beraat kararı tebliğe çıkarılmamışsa da tazminat davasının 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesi kapsamında her hâlükârda bir yıllık hak düşürücü süre dolmadan açıldığı değerlendirmesinde bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi özetle; söz konusu iddianamede belirtilen ve davayla ilgisi bulunmayan başvurucunun özel hayatına dair iddialar, mesleki konumu, toplum içerisindeki itibarı, iddianame ile aleniyet kazanılması, başvurucunun gerek mesleki çevresindeki gerekse toplumda itibarsızlaştırılmasına neden olması nazara alınarak manevi tazminat davasının kısmen kabulü ile 5.000 TL manevi tazminatın iddianamenin kabul tarihi olan 24/2/2014tarihindenitibaren yasal faizi ile birlikte davalı Hazine'den alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

8. Karar İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) tarafından kaldırılarak süre yönünden ret kararı verilmiştir. Ceza Dairesinin gerekçesinde; kararların hakkında usulü işlemler yapılan kişiler yönünden, hükümlerin ise sadece davada yargılanan sanıklar yönünden kesinleşebileceği, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrasına ilişkin değişikliğin 28/6/2014 tarihinde yürürlüğe girdiği, 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince tüm tazminat davalarının bir yıllık hak düşürücü süreye tabi olduğu, iddianamenin kabul edildiği 24/2/2014 tarihi itibarı ile iddianamenin aleniyet kazandığı ve mağdur hakkındaki yargılama konusu ile ilgisi bulunmayan ve haksız fiil teşkil eden iddianame içeriğinin öğrenildiği, başvurucu ve vekilinin ilgili kişilerin de tazminat davası açmalarının mümkün hâle geldiği, 18/6/2014 tarihli ve6545 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 28/6/2014 tarihinden itibaren 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde davanın açılması gerektiği hâlde bu süre içinde davanın açılmadığı gerekçesine yer verilmiştir.

9. Başvurucu nihai hükmü 11/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 1/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

10. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi' kenar başlıklı 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

''Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.''

11. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemenin koşulları'' kenar başlıklı 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

'' (1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.''

12. İlgili diğer mevzuat ve Yargıtay içtihatları için ayrıca bkz. M.Y., B. No: 2014/7149, 22/11/2017, § § 25-34.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

13. Anayasa Mahkemesinin 17/11/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

14. Başvurucu, iddianame ve gerekçeli kararın kendisine tebliğ edilmemesine rağmen iddianamenin kabul tarihi olan 24/2/2014 tarihinde aleniyet kazandığından bahisle dava açma süresinin başlangıcına esas alınarak davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

15. Bakanlık görüşünde; özel hayata saygı hakkına ilişkin ihlal nedeniyle yapılacak inceleme kapsamında öncelikle korunan menfaatin hakkın kapsamına girip girmediğinin, ikinci olarak hakkın kapsamı içinde olduğu tespit edilen menfaate yönelik bir müdahale olup olmadığının, müdahalenin varlığı hâlinde bunun Anayasa’nın 20. ve 13. maddelerinde öngörülen şartlara uygun olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir. Bakanlık ayrıca mahkemeye erişim hakkına ilişkin olarak da başvurucu hakkındaki davada yerel mahkeme ve istinaf mahkemesi kararlarının mahkemeye erişimi aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar niteliğinde olup olmadığı, meşru bir amaç izleyip izlemediği, açık ve ölçülü olup olmadığı ile başvurucu üzerinde ağır bir yük teşkil edip etmediğinin değerlendirilmesinde yukarıda anılan tespit ve değerlendirmelerin dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.

16. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı bireysel başvuru formunda yer alan iddialarını tekrarlayarak özetle, adil yargılanma ve mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini öne sürmüştür.

B. Değerlendirme

17. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

18. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, Mahkemenin dava açma süresinin başlangıcını tespit etme noktasında hukuk kurallarını hatalı değerlendirmesi ve uygulaması neticesinde uyuşmazlığın esasının incelenememesidir. Bu nedenle belirtilen ihlal iddialarının tümü mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Hakkın Kapsamı

20. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

21. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

22. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

b. Müdahalenin Varlığı

23. Somut olayda, başvurucunun açmış olduğu davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi böylece ileri sürülen hususların esasının incelenememesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına bir müdahalede bulunulduğu hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

24. Anayasa'nın ''Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması'' kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

25. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin somut başvuruya ilişkin olarak Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

26. Başvuru konusu olayda Ceza Dairesince, başvurucunun açmış olduğu davanın süre yönünden reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşılayıp karşılamadığının değerlendirilmesi gerekir.

i. Genel İlkeler

27. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60). Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

28. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme yapılırken derece mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin yorumu ve bu hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık keyfîlik içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun hükmünü açık bir biçimde hatalı yorumladıklarının ve uyguladıklarının tespiti hâlinde müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir (Ramazan Atay, B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

29. Somut olayda başvurucu dava dilekçesinde özetle; söz konusu beraat kararından ve kesinleşmesinden bir başka arkadaşı vasıtasıyla haricen 4/7/2017 tarihinde haberdar olduğunu, üç aylık dava açma süresinin başlangıç tarihinin hükmün kesinleştiğinin tebliğ tarihi olduğunu, somut olayda kendilerine herhangi bir tebligat yapılmadığını, duyumlarına göre de dosyanın sanıklarına herhangi bir tebligat yapılmadığını, iddianamede özel hayatına yönelik fişleme kayıtlarına yargılama açısından gerek olmadığı hâlde özel hayatın gizliliği ilkesine aykırı olarak iddianamede açıkça yer verilmesi suretiyle alenileştirildiğini belirtmiştir. Bu iddialar karşısında Ağır Ceza Mahkemesi dava açma süresine ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapmamıştır. Bununla birlikte Ceza Dairesi, kararların hakkında usulü işlemler yapılan kişiler yönünden, hükümlerin ise sadece davada yargılanan sanıklar yönünden kesinleşebileceği şeklinde bir değerlendirmede bulunmuştur. Ceza Dairesine göre, ceza davasında hakkında karar veya hüküm kurulmasa bile ilgili kişiler de 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesine göre bir yıllık hak düşürücü süreye tabidirler. Ceza Dairesine göre somut olayda, iddianamenin kabul tarihi olan 24/2/2014 tarihinde başvurucunun ileri sürdüğü hususlar aleniyet kazanmıştır. Bu kabulden hareketle Ceza Dairesi 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesine göre açılacak davaların da 6545 sayılı kanunun yürürlüğe girdiği 28/6/2014 tarihinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılması gerektiğine hükmetmiştir. Bu tespitler sonrasında Ceza Dairesinin kabulüne göre somut olayda başvurucu 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesine göre açılacak tazminat davasını ilgili yasal değişikliğin yürürlüğe girmesinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açmamıştır.

30. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin 3 numaralı fıkrasında ''Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.'' düzenlemesi ile 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ''Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir'' düzenlemesi bulunmaktadır.

31. Somut olayda, Ağır Ceza Mahkemesi ile Ceza Dairesinin kararlarından ve UYAP ortamındaki bilgi ve belgelerden iddianamenin başvurucuya tebliğ edildiğine veya başvurucunun duruşmada hazır bulunarak kendisinin özel hayatına ilişkin söz konusu kayıtlardan haberdar olduğuna dair herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Başvurucu da beraat kararı ile bunun 21/10/2016 tarihinde kesinleştiğinden 4/7/2017tarihinde haberdar olduğunu beyan ederek 22/8/2017 tarihinde Ağır Ceza Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu dava açarken ayrıca dava dilekçesi ekine Yargıtay Ceza Dairesi ile Ceza Genel Kurulundan verilen bazı kararları da eklemiştir.

32. Başvurucunun kendisi ile ilgili gerçek dışı iddiaların yargılamanın aleniliği ilkesi gereği tüm kamuoyunca bilinebilir hâle geldiği, özel hayatının gerçek dışı beyanlarla gözler önüne serildiği, gerek hâkimlik mesleği gerekse de Türk Silahlı Kuvvetlerin bir personeli olarak hem aile çevresinde hem de toplumdaki konumunun sarsıldığı iddialarının ileri sürüldüğü M.Y. kararında Anayasa Mahkemesi önemli tespitlerde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi; bu kararında konuya ilişkin mevzuat ve yargısal içtihatları değerlendirdikten sonra özet olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi çerçevesinde ileri sürülen taleplerin ağır ceza mahkemesi tarafından görüleceği ve mağdur olanların da bu davayı açabileceğinin kabul edildiğini belirtmiştir (M.Y., § 51). Aynı kararda Anayasa Mahkemesi, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucunun durumuna uygun, telafi kabiliyetini haiz etkili bir hukuk yolu olduğunu (M.Y., § 53), aynı Kanun'un tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin birinci fıkrasında karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceğini, yargısal uygulama örneklerine atıfla karar vermiştir. Söz konusu kararında Anayasa Mahkemesi, gerekçeli onama kararının tebliğ edilmemesi nedeniyle davacılar lehine yorum yapıldığını ve Yargıtay 16. Ceza Dairesinin onama kararı tarihine göre davaların süresinde açıldığı şeklindeki kabulüne de vurgu yapmıştır.

33. Tüm bu açıklamalar sonrasında, somut olayda 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında açıkça yer alan düzenlemeye göre, ilgili kararın başvurucuya da tebliğ edildiğine dair herhangi bir veriye veya kendisiyle ilgili olan söz konusu ifadelere yargısal süreç içerisinde herhangi bir şekilde temas ettiğine dair iddiaların aksini ispatlayabilecek bir kayda da ulaşılmaması nedeniyle Ceza Dairesinin dava açma süresinin başlangıcına dair yapmış olduğu değerlendirmelerin kanuni dayanağının bulunmadığı anlaşılmıştır.

34. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

35. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesini talep etmiştir.

36. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir ( 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Buna göre Bölge Adliye Mahkemesince, istinaf başvurusunun reddi yönündeki kararının kaldırılarak -usule ilişkin diğer meselelerde de bir eksiklik söz konusu değilse- davanın esastan incelenmesi gerekmektedir.

37. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir Bölge Adliyesi Mahkemesi 14. Ceza Dairesine gönderilmesi için Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/474, K.2018/86) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE17/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÖZGÜR SOLAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/24539)

 

Karar Tarihi: 20/12/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 23/2/2023-32113

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

Özgür SOLAK

Vekili

:

Av. Mustafa SOYLU

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; spor faaliyetlerinin kısıtlanması nedeniyle kötü muamele yasağının, yüksek lisans eğitimi için gerekli kaynakların temin edilmemesi nedeniyle eğitim hakkının, ceza infaz kurumu idaresinin buna yönelik işlemlerine karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliğince esas yönünden değerlendirilmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

2. Başvurucu, olay tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak Burhaniye T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır.

3. Başvurucu; Ceza İnfaz Kurumuna verdiği 5/2/2018 tarihli dilekçe ile yüksek lisans öğrencisi olduğunu, tezini yazmak için gerekli kaynakların verilmediğini, bilgisayar kullanma imkânı sağlanmadığını, sportif faaliyetlere katılmasına izin verilmediğini belirterek kısıtlamaların kaldırılmasını talep etmiştir.

4. Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) 24/11/2017 tarihli ve 2017/82 sayılı kararına dayanarak Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında tutuklananlara eğitim ve iyileştirme faaliyetlerine katılma izni verilmemesine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; Ceza İnfaz Kurumunda bulunan hükümlü ve tutuklu sayısının kapasitenin üzerinde olması nedeniyle iş yoğunluğunun fazla olduğu, personel sayısı da gözönüne alındığında söz konusu faaliyetlerin tamamının yaptırılması durumunda olağanüstü hâl süreci de dikkate alındığında güvenlik zafiyeti oluşacağı belirtilmiştir.

5. Başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı şikâyet, Burhaniye İnfaz Hâkimliğinin 27/2/2018 tarihli kararıyla Eğitim Kurulunca verilen kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

6. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 18/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

7. Başvurucuya ailesi "İnfaz Hukuku" adlı kitabı kargo yoluyla göndermiştir. Ceza İnfaz Kurumu söz konusu kitabı başvurucuya teslim etmemiştir.

8. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğine 26/2/2018 tarihli dilekçe ile şikâyette bulunmuştur. Dilekçede başvurucu; ailesinin kargoyla gönderdiği "İnfaz Hukuku" adlı kitabın 2/2/2018 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna geldiğini, kitabın kendisine teslim edilmemesi üzerine 21/2/2018 tarihli dilekçe ile kitabın teslim edilmemesine ilişkin kararın ve gerekçesinin tebliğini talep ettiğini ifade etmiştir. Ceza İnfaz Kurumunun bu talebe yanıt vermediğini belirterek kitabın tarafına verilmemesine dair ret kararının kaldırılmasını talep etmiştir.

9. İnfaz Hâkimliği 15/3/2018 tarihli kararı ile başvurucunun kitabın tarafına verilmesi talebinin öncelikle Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu ile İnfaz Kurumunun ilgili birimleri tarafından değerlendirilmesi, değerlendirme sonucu verilen bu karara karşı başvurucunun itiraz etmesi hâlinde talebin Hâkimliğe gönderilmesi gerektiği gerekçesiyle başvurucunun talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

10. Başvurucu, Hâkimlik kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtiraz dilekçesinde; kargoyla gelen kitabın Kurum tarafından kendisine teslim edilmemesinin ve memur tarafından sözlü olarak teslim edilmeyeceğinin bildirilmesinin bir ret işlemi olduğunu, Hâkimliğin Kurumdan bilgi sormadan, araştırma yapmadan karar verdiğini belirtmiştir. İtirazı inceleyen Ağır Ceza Mahkemesi mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek itirazı 18/5/2018 tarihinde reddetmiştir.

11. Başvurucu, nihai kararları 26/6/2018 tarihinde öğrendikten sonra 25/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

12. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Sportif Faaliyetlere Katılımın Sınırlandırıldığına İlişkin İddia

13. Başvurucu, tutuklu olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda eğitim ve spor faaliyetlerinin kısıtlanması nedeniyle spor hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

14. Başvurucunun ihlal iddiaları kötü muamele yasağı kapsamında incelenmiştir.

15. Anayasa Mahkemesi; söz konusu ihlal iddiasına ilişkin temel ilkeleri ortaya koyduğu ve değerlendirmelerde bulunduğu kararında, bu türden bir kısıtlamanın ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi ceza infaz kurumunda güvenliğin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir, makul gerekliliklere dayandığını belirtmiştir. Öte yandan; başvurucunun günde en az bir saat açık havada gezinme imkânına sahip olduğunu, bu süre zarfında açık havada egzersiz yapma gibi sportif faaliyetlerde bulunabileceğini, kitap ve dergi dâhil sakıncalı olmayan her türlü süreli ya da süresiz yayına erişme ve bilgi edinme konusunda herhangi bir engellemeyle karşılaşmadığını, söz konusu uygulamanın geçici nitelikte olduğunu, ayrıca başvurucunun hastalıklarının tedavisi ile ruh ve beden sağlığının korunması hususunda tıbbi destek alamadığına ve dış dünya ile makul ölçüde ilişki kuramadığına dair herhangi bir iddiasının bulunmadığını tespit etmiştir. Tüm bu değerlendirmeler ışığında Anayasa Mahkemesi, makul gerekliliklere dayanan geçici tedbir mahiyetindeki uygulamanın niteliğinden kaynaklanan ve tutukluluğa ilişkin kaçınılmaz olarak ortaya çıkan elemin ötesinde Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden asgari ağırlık derecesini aşmadığı sonucuna ulaşarak kötü muamele yasağına yönelik bir ihlalin olmadığına karar vermiştir (İbrahim Kaptan, B. No: 2017/30510, 18/7/2018, §§ 49-65).

16. Somut olayda, başvurucunun şikâyeti yönünden anılan karardan ayrılmayı gerektirecek bir husus bulunmamaktadır.

17. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Kötü Muamele Yasağıyla Bağlantılı Olarak Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

18. Başvurucu; eğitim ve iyileştirme faaliyetlerine yönelik birtakım engellemelerin ayrımcılık saikiyle FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında tutuklanan kişilere uygulandığını, diğer tutuklu ve hükümlülere ayrımcı bir müdahalede bulunulmadığını belirterek eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

19. Anayasa Mahkemesi, söz konusu ihlal iddiasına ilişkin temel ilkeleri ortaya koyduğu ve değerlendirmelerde bulunduğu kararında bu yöndeki şikâyeti kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesi kapsamında incelemiştir. Anayasa Mahkemesi, yalnızca FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında tutuklanan kişilerin eğitim ve iyileştirme faaliyetlerine katılmasına izin verilmemesine karar verildiğini ve terör suçlarından tutuklu ya da hükümlü olanlar dâhil diğer mahpuslar hakkında bu yönde bir kısıtlamaya gidilmediğini belirterek öncelikle başvurucuya farklı muamelede bulunulduğunu tespit etmiştir. Anayasa Mahkemesi, her ne kadar başvurucuya farklı bir muamelede bulunulduğu açık olsa da somut olaya konu muamelenin objektif ve makul bir sebebe dayandığını, kullanılan yöntemin ölçülü olduğunu değerlendirerek kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak ele alınan eşitlik ilkesine ilişkin bir ihlalin olmadığı sonucuna ulaşmıştır (İbrahim Kaptan, §§ 66-82).

20. Somut olayda, başvurucunun şikâyeti yönünden anılan karardan ayrılmayı gerektirecek bir husus bulunmamaktadır.

21. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Eğitim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin Diğer İddia

22. Başvurucu; Karatay Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde tezli yüksek lisans öğrencisi olduğunu, tezini hazırlamak için gereken kaynakların temin edilmediğini ve bilgisayar kullanma izni verilmediğini, bu nedenle eğitim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

23. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında eğitim hakkının yükseköğrenim seviyesini de kapsadığına (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 28; İhsan Asutay, B. No: 2012/606, 20/2/2014, § 36), belli bir zamanda mevcut olan eğitim kurumlarına etkili bir biçimde erişimin sağlanmasını güvence altına aldığına (Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, B. No: 2013/583, 10/12/2014, § 68), kamu otoritelerine bireyin eğitim ve öğrenim almasını engellememe şeklinde bir negatif ödev yüklediğine (Adem Öğüt ve diğerleri, B. No: 2014/20527, 22/11/2017, § 44; Yüksel Baran, B. No: 2012/782, 26/6/2014, § 36) karar vermiştir.

24. Bununla birlikte Anayasa’nın 42. maddesi, devlete ceza infaz kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlülere eğitim ve öğrenim imkânı sağlanması yönünde pozitif bir yükümlülük yüklememiştir (Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, § 71).

25. Tutuklu ve hükümlülerin eğitim hakkına yönelik değerlendirmelerde tutuklu ve hükümlüler açısından ceza infaz kurumunda bulunmanın doğal ve kaçınılmaz sonuçları gözönünde tutulmalıdır. Zira tutuklu ve hükümlülerin temel hak ve hürriyetlere genel olarak sahip olmaları, bu hakların tutuklu ve hükümlüler için ceza infaz kurumu dışındaki bireyler kadar güvence altına alındığı anlamında değerlendirilmemelidir. Ceza infaz kurumlarının işlevi ve amacı kapsamında tutuklu ve hükümlülerin hakları ceza infaz kurumuna girmekle zaten sınırlanmıştır. Eğitim hakkı için de aynı değerlendirme mümkündür (Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, § 73).

26. Başvuru konusu olayda tutuklu olan başvurucu, olağanüstü hâlin devamında ve Ceza İnfaz Kurumunda tutulduğu süre boyunca yükseköğrenim faaliyetlerini sürdüremediğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesinin önceki içtihadında da belirtildiği üzere kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan mahpusların tam zamanlı eğitime erişimlerinin engellenmesi, başka bir ifadeyle kapalı ceza infaz kurumunda tutuldukları süre zarfında tam zamanlı eğitim faaliyetlerine devam edememeleri Anayasa'nın 42. maddesinin birinci fıkrası kapsamında eğitim hakkından yoksun bırakılma olarak değerlendirilemez (Seyran Çakmakcı, B. No: 2014/16310, 19/4/2018, § 23; Müjdat Gürbüz, B. No: 2017/36529, 23/5/2018, § 133).

27. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun eğitim hakkına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

D. Adil Yargılanma Hakkı Kapsamındaki Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

28. Başvurucu, ailesinin ambalajlı olarak gönderdiği "İnfaz Hukuku" adlı kitabın Ceza İnfaz Kurumu tarafından kendisine teslim edilmemesi üzerine başvurduğu İnfaz Hâkimliğince dilekçenin öncelikle Ceza İnfaz Kurumu idaresince değerlendirilmesi gerektiğinden bahisle işin esası hakkında karar verilmemesi nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

29. Bakanlık görüşünde; başvurucunun ailesi tarafından ambalajlı olarak kargo yoluyla Ceza İnfaz Kurumuna gönderilen "İnfaz Hukuku" adlı kitabın 16/8/2018 tarihinde Kuruma ulaştığı ve aynı gün başvurucuya teslim edildiği, ayrıca bu hususun Ceza İnfaz Kurumu tarafından Üzerine Yayın Teslim Etme Tutanağı ile kayıt altına alındığı belirtilerek başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanımı yönünden değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin somut olayla benzer olaylarda verdiği bazı kararlara ve derece mahkemelerinin gerekçelerine yer verilmiştir. Bakanlık, başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği noktasında inceleme yapılırken görüşte değinilen Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiğini ifade etmiştir.

30. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında, başvuru formunda dile getirdiği hususları yinelemiş; şikâyetlerinin İnfaz Hâkimliği ve itiraz makamınca değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu 9/2/2018 tarihinde gelen kitabın Eğitim Kurulunun 16/2/2018 tarihli kararıyla depoya kaldırıldığını ve ilgili yazıdan da anlaşıldığı üzere kendisine kitabın teslim edilmediğini belirtmiştir. Yapılan uygulamalar nedeniyle yüksek lisans eğitimi ile ilgili de mağduriyet yaşadığını ifade etmiştir.

31. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nda tutuklu ve hükümlüler hakkında ceza infaz kurumlarınca tesis edilen idari işlemlere ilişkin şikâyetlerin infaz hâkimliklerince sonuca bağlanması öngörülmüştür. Anılan Kanun'un 1. maddesinde infaz hâkimliklerinin kuruluş amacı; ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlere yönelik şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak olarak belirtilmiştir. Madde gerekçesinde işlem kavramı hükümlü ve tutuklular hakkında yürürlükteki mevzuat hükümlerine göre hukuki sonuç doğurmaya yönelik her türlü karar, önlem ve irade açıklamasını, faaliyet kavramı ise hükümlü ve tutukluların konumlarında değişiklik yapan her türlü eylemler ile iyileştirme ve eğitim programlarına uygun olan çalışmaları ifade etmektedir (Ziya Özden, B. No: 2016/67737, 19/11/2019, § 55).

32. 4675 sayılı Kanun'un infaz hâkimliklerinin görevini düzenleyen 4. maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde; hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, burada barındırılmaları, ısıtılmaları, giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemenin ve karara bağlamanın infaz hâkimliklerinin görevleri arasında olduğu belirtilmiştir.

33. Somut olayda başvurucu "İnfaz Hukuku" kitabının Ceza İnfaz Kurumu tarafından kendisine teslim edilmediğini, buna dair bir karar alınmış ise kararın kendisine tebliğini istemesine rağmen talebine yanıt verilmediğini belirterek İnfaz Hâkimliğine şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurucunun infaz hâkimliğine şikâyette bulunabilmesi için Ceza İnfaz Kurumu tarafından gerçekleştirilmiş bir işlem ya da faaliyet olması gerektiği, doğrudan infaz hâkimliğinden talepte bulunmanın mümkün olmadığı, öncelikle Ceza İnfaz Kurumu idaresine başvuru yapılması gerektiği gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

34. Başvuru konusu olayda İnfaz Hâkimliğine yapılan şikâyetin başvurucunun ailesi tarafından ambalajlı olarak gönderilen "İnfaz Hukuku" adlı kitabın kendisine teslim edilmemesiyle ilgili taleplerinin Ceza İnfaz Kurumu idaresi tarafından dikkate alınmaması, başka bir ifadeyle başvurucunun şikâyetlerine karşı Kurum tarafından herhangi bir işlem tesis edilmemesi hususuna dayandığı açıktır. İnfaz Hâkimliği, Ceza İnfaz Kurumu idaresinin söz konusu taleplere cevap vermemesini 4675 sayılı Kanun'un 4. maddesinde yer alan herhangi bir işlem ya da faaliyet kapsamında değerlendirmemiştir.

35. Ceza İnfaz Kurumu tarafından kitabın herhangi bir gerekçe sunulmadan başvurucuya verilmemesine ilişkin eylemlerin de bir tür işlem ya da faaliyet olarak değerlendirilmesi söz konusu olabilir. Başka bir ifadeyle başvurucunun talebine kurumun cevap vermemesinin 4675 sayılı Kanun'un infaz hâkimliğinin görevlerini düzenleyen 4. maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde belirtilen hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumuna yerleştirilmesi, burada barındırılması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması konularıyla ilgili işlem ve faaliyet olarak kabul edilmesi mümkündür.

36. Dolayısıyla başvurucunun şikâyet konusu taleplerine Kurum tarafından cevap verilmemesi suretiyle gerçekleştirilen işlemlerin 4675 sayılı Kanun'un 4. maddesi kapsamında infaz hâkimliği tarafından denetlenebilir olduğu dikkate alındığında İnfaz Hâkimliğinin kendi görev ve yetki alanında bir işlem tesis edilmediğinden bahisle şikâyeti esas yönünden incelemeksizin reddetmesi mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi kanunilik unsurundan yoksun bırakmaktadır (aynı mahiyetteki karar için bkz. Ziya Özden, §§ 61, 62).

37. Öte yandan Anayasa Mahkemesi Hasan Çift (B. No: 2017/39367, 12/1/2021) başvurusu ile ilgili verdiği kararda, tutuklu ve hükümlülerin tutulma koşulları ile ilgili taleplerini inceleyerek çözüm bulma konusunda daha elverişli şartlara sahip olan idare ve gözlem kuruluna başvurmaksızın doğrudan infaz hâkimliğine yapılan başvuruların infaz kurumuna yönlendirilmesinde mahkemeye erişim hakkı yönünden başvurucu üzerinde aşırı bir külfet meydana getirmediği, yapılan müdahalenin orantılı olduğu belirtilmiş ise de somut başvuruda başvurucunun ilgili kurula başvurmasına rağmen talebi hakkında değerlendirme yapılmadığı görülmüştür.

38. Bakanlık görüşünde söz konusu kitabın başvurucuya teslim edildiği ileri sürülmüş ise de şikâyetin esasına etki eden bu konuda İnfaz Hâkimliğince herhangi bir değerlendirme ve araştırma yapılmamıştır.

39. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM YÖNÜNDEN

40. Başvurucu ihlalin tespiti, 50.000 TL maddi ve 300.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

41. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

42. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 13.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmayıp başvurucu da yeterli bilgi ve belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Sportif faaliyetlere katılmanın sınırlandırıldığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucuya net 13.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Burhaniye İnfaz Hâkimliği (E.2018/571, K.2018/493) ile Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/12/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.