Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Mahmut Can Şenyurt
1939 yılında Sicilya’nın Palermo şehrinde doğan Giovanni Falcone, İtalya’nın mafya yapılanmasının çökertilmesinde görev yapmış en önemli isimlerden birisidir. Falcone, Sicilya’da gerilimin ciddi anlamda tırmandığı 1980’li yılların başlarında Palermo Cumhuriyet Başsavcılığı’nda meslek hayatına başlamış, daha sonra ise sorgu hakimi olarak görev yapmıştır. Bu gerginliğin sebepleri ise, hakim ve savcılar ile kolluk kuvvetlerinin önde gelen isimlerinin sürekli suikasta kurban gitmeleridir.
1960’lı yıllarda mafyaya karşı mücadelede en etkin isimlerinden olan ve mafyayla mücadele konusunda reformları ile tanınan Yargıç Cesare Terranova 25 Eylül 1979 tarihinde öldürülmüştür. Bu olaydan iki ay önce ise, mafyanın uyuşturucu ticaretini araştırmakla görevli narkotik polisinin başı olan Boris Giuliano öldürülmüştür. Yargıç Terranova’nın yerine göreve gelen Rocco Chinnici ise yine mafya tarafından 1983 yılında öldürülmüştür. 5 Mayıs 1980’de ise, uyuşturucu ile mücadelede Giuliano’nun yerini alan Emanuele Basile öldürülmüştür.
Bu olayın ardından Yargıç Gaetano Costa, uyuşturucu ticareti ağını oluşturan Spatola, Inzerillo ve Gambino ailelerine mensup 55 kişi hakkında tutuklama kararı çıkarmıştır. Ofisinde görev yapan diğer tüm hakimlerin reddetmesi üzerine Yargıç Costa, şüphelilerle ilgili iddianamelerin tümünü kendisi düzenlemiştir. Bu durumun kamuya sızması ise, Yargıç Costa’nın hayatına mal olmuştur. 6 Ağustos 1980 tarihinde mafya, bu yargıcı da öldürmüştür.
Giovanni Falcone; bu olayların emrini veren mafya ailelerinin esas faaliyetini oluşturan ve New York ile Sicilya arasındaki uyuşturucu ağını çökertmek amacıyla başlatılan ve “Spatola Davası” olarak anılacak dönemin en büyük antimafya soruşturmalarını gerçekleştirmekle görevlendirilmiştir. Tansiyonun bu derece yüksek olduğu bir dönemde Falcone, uyuşturucu ağını çözebilmek ve uyuşturucu maddelerin nakil sürecini çözebilmek amacıyla o dönem için yenilikçi bir soruşturma tekniğini uygulamıştır; paranın akışını gösteren banka kayıtlarına elkoyulmasıdır.
Yargıç Falcone, diğer ülkelerin hakim ve savcıları ile işbirliği yaparak uyuşturucu ticareti ile mücadelenin küresel boyutları hakkında da ilk anlayışların gelişmesini sağlamıştır.
Ayrıca belirtmeliyiz ki Yargıç Falcone, teknik tüm imkansızlıklara, örneğin kullanımında bir bilgisayar olmamasına rağmen, el yazılı notlar ile Palermo’da yer alan her bankada talep edip aldığı banka hareketlerini kaydetmiştir.
Yargıç Falcone, French Connection (Fransız Bağlantısı[2]) kimyagerlerinin yeraltı laboratuvarlarında çalışarak uyuşturucuyu arıtmak suretiyle Marsilya’dan Sicilya’ya aktardığını öğrenmiştir. Bunun ardından Falcone 1980 yılında Amerika’ya seyahat etmiş ve Amerikan Adalet Bakanlığı ile Pizza Connection (Pizza Bağlantısı) olarak bilinen ve tarihin en büyük uluslararası soruşturmaların yapılması ile sonuçlanacak şekilde çalışmaya başlamıştır. Bu çalışmalar, uyuşturucunun önemli aktarma noktalarından sayılan Türkiye’ye ve bankacılık sırrına dair mevzuat hükümleri sebebiyle kara paranın aklandığı İsviçre’ye kadar genişlemiştir.
Yargıç Falcone’nin bu çalışmaları neticesinde 1981 yılının sonunda, Sicilya’nın uyuşturucunun Amerika’ya naklinde ana ağ geçidi olan Fransa’nın rolünü üstlendiği ortaya çıkmış ve “Spatola Davası” olarak bilinen yargılamada 74 sanık hakkında mahkumiyet hükmü kurulmuştur.
Giovanni Falcone’nin yargıç olarak yaşadığı en önemli sorunlarından birisi süreklilik arz eden kaynak eksikliğidir. Mafya yapılanmasını bizatihi suç olarak tanımlayan ve mafyanın malvarlıklarına elkoyulması imkanını veren Yasa Tasarısı Pio La Torre tarafından düzenlenmiş, ancak Meclis’te iki yıl kabul edilmeyi beklemiştir. Pio La Torre de 30 Nisan 1982’de mafya tarafından öldürülmüştür.
Mayıs 1982’de İtalya Hükümeti, mafyayı ortadan kaldırılması amacıyla İtalyan Askeri İnzibatı’nda (Carabinieri) “General” olarak görev yapan ve Kızıl Tugaylar örgütünün üst düzey yöneticilerini yakalayan Carlo Alberto Dalla Chiesa’yı Sicilya’ya göndermiştir. Ancak General Dalla Chiesa, 3 Eylül 1982’de şehir merkezinde vurularak öldürülmüştür.
Bu olay Sicilya’da infiale neden olmuş ve halk, cenazeye katılan siyasetçileri yuhalamış, bu kişilerin üzerlerine tükürülmüş ve mafyayı bu kadar uzun süre tolerans gösterdikleri için suçlanmışlardır. Bu ağır tepkilerin üzerine Hükümet, nihayet kararlılığını ortaya koyup, hakim ve savcılara gerekli desteği vermiş ve 10 gün içerisinde Pio La Torre’nin Yasa Tasarısı kabul edilmiştir.
Yargıç Falcone’nin mafya ile mücadelesi, kişisel yaşamı açısından da ağır sonuçlar doğurmuştur. Örneğin nikah töreni, çiftin arkadaşlarının ya da aile üyelerinin yokluğunda ve hiç fotoğraf çekilmeksizin mutlak bir gizlilikle Vali Leoluca Orlando tarafından tertip edilmiştir.
Giovanni Falcone, öldürülen Yargıç Rocco Chinnici’nin oluşturduğu gayriresmi antimafya havuzunun da üyesi olmuştur. Bu grup, mafyaya karşı yeni stratejiler geliştirilmesi amacıyla birlikte çalışan sorgu yargıçlarının ellerindeki bilgiyi paylaşması esası ile çalışmakta idi. Daha da önemlisi bu grup, mafyaya karşı yürüttükleri hukuki süreçlerde kolektif sorumluluk almışlar, bu kapsamda aldıkları tüm hukuki kararları birlikte imzalayarak, Yargıç Costa’nın hayatına mal olan hatayı tekrarlamanın önüne geçmeye çalışmışlardır.
Yargıç Falcone’nin tarihe geçen en önemli faaliyeti, 474 mafya üyesi hakkında açılan ve “Maxi Trial” olarak bilinen davadır. Bu davanın açılması ise şüphesiz, antimafya havuzunun çalışmalarının bir ürünüdür.
“Babaların babası” olarak bilinen Salvatore “Toto” Riina, bu sırada Falcone’nin öldürülmesini emretmiştir. Ancak bu karara, bölgenin varlıklı işadamlarından olan ve daha sonra maxi yargılaması kapsamında mafya üyesi olmakla suçlanan Ignazio Salvo itiraz etmiştir. Salvo’ya göre Falcone’yi etkisizleştirmenin en iyi yöntemi, politik mekanizmaların kullanılmasıdır.
“Maxi Trial” adlı yargılamada sanık olarak yargılanan 474 kişinin 360’ı hakkında ağır suçlardan mahkumiyet hükmü kurulmuştur. Bu davada, mafya tarihinde de bir ilk yaşanmış ve Sicilyalı mafya babası Tommaso Buscetta, “Omerta” adı ile bilinen sessizlik yeminini bozup, mafya yapılanması hakkında Mahkemeye detaylı bilgi vermiştir.
Yargıç Falcone’nin bu başarısı bazı çevrelerde huzursuzluk oluşturmuş ve bu sebeple kendisine Palermo Başsavcılığı görevi verilmemiştir. Yeni Başsavcı ise, “Maxi Trial” adlı yargılamada ortaya koyulduğu üzere mafya içerisinde bir hiyerarşik yapılanma olduğuna inanmadığından Falcone’yi, kadına karşı şiddet ve araba hırsızlığı gibi dosyalar üzerinde çalışmaya zorlamıştır.
20 Haziran 1989 tarihinde yazlık evinde bulunan bomba, Yargıç Falcone’yi aşırı derecede huzursuz etmiştir. Bugüne kadar birçok tehdit alan Falcone’nin bu olaydan özel olarak rahatsız olması, bombanın sadece kendisine yakın kişilerce bilinen bir yere koyulmasıdır. Bu sebeple Falcone, suikast girişiminin sadece mafya değil, Hükümet kaynaklı kişileri de içerdiğine inanıyordu.
Falcone bu olay sırasında, Carla Del Ponte ve Claudio Lehman adlı İsviçreli savcılarla, mafyanın İsviçre’deki iktisadi faaliyetleri üzerine çalışmakta idi. Mafyanın para aklama faaliyetlerine yönelik bu çalışmalar sırasında, Palermo Emniyet Müdürü Bruno Contrada’nın hakkında tutuklama kararı bulunan bir mafya üyesini hukuka aykırı şekilde bilgilendirdiği ve bu kişinin kaçmasına sebebiyet verdiği ortaya çıkarıldı.
Palermo’daki husumet ortamının sebep olduğu yorgunluk ve gerinlikten bunalan Yargıç Falcone, Roma’da Adalet Bakanlığı’nda kendisine önerilen görevi kabul etmiştir. Kamuoyunda bu görev değişikliğinin, Falcone’yi etkisizleştirmek için gerçekleştirildiği düşünülmüştür.
Ancak Yargıç Falcone, merkezde görev yapmasının mafya ile daha iyi bir taktiksel mücadele gerçekleştirmesine yardımcı olacağını düşünmüştür. Bu kapsamda Falcone’nin ilk icraatı, “hüküm öldürücü” olarak bilinen ve “Maxi Trial” adlı yargılama kapsamında kurulan mahkumiyet hükümlerinin bozulması ve çok sayıda mafya üyesinin cezaevinden çıkmasına sebebiyet veren Yüksek Mahkeme Yargıcı Corrado Carnevale’nin bu kararını etkisizleştiren bir kararname çıkarmak olmuştur. Bu kararname, mafya üyelerinin yeniden yakalanıp cezaevine girmelerini sağlamıştır.
Roma’da bulunduğu sürede Yargıç Falcone, İtalyan soruşturma sisteminin yeniden yapılandırılması için çalışmış, mafya ve organize suça karşı bölgesel ofisler kurulmasını sağlamıştır. Falcone’nin bir sonraki hamlesi, Yargıç Carnevale’nin “Maxi Trial” adlı yargılamanın temyiz incelemesini yapacak hakimler arasından çıkarılmasıdır.
Bu yargılama kapsamında verilen mahkumiyet hükümlerinin Yüksek Mahkeme tarafından Ocak 1992 tarihinde onanması, mafyaya ciddi bir darbe vurmuştur. Birçok insanı şaşırtan bu gelişmeler, Falcone’nin merkeze çekilmesinin faydalı olduğu izlenimini oluşturdu. Çünkü Falcone’nin Roma’da iken yargının sistemi içinde gerçekleştirdiği değişiklikler devrim niteliğinde idi.
Falcone’nin Roma’da görev yapmasının, Palermo’da çalışmasından çok daha tehlikeli sonuçlar doğurduğuna ikna olan mafya, Falcone’nin öldürülmesi gerektiğini düşünüyordu. “Maxi Trial” adlı yargılama kapsamında verilen mahkumiyet hükümlerinin onanması, mafyanın prestijini ciddi şekilde etkilemişti.
Yargıç Falcone’nin öldürülmesini emreden mafya babası Riina, suikastın bir güç gösterisi şeklinde tertip edilmesini istiyordu. Bu sebeple Yargıç Falcone’nin, Palermo’ya seyahatlerinde kullanmak zorunda olduğu havalimanı yoluna yaklaşık yarım ton patlayıcı yerleştirildi.
23 Mayıs 1992 günü Falcone, eşi ve koruması uzaktan kumandalı bu bombanın patlatılması ile hayata gözlerini yumdu. Bu olaydan 57 gün sonra ise, Falcone’nin çalışma arkadaşı ve mafyayla mücadelenin diğer sembol yargıcı Paolo Borsellino, eşi ve beş koruması, yine mafya tarafından öldürüldü.
Bu suikastler İtalya’da ciddi bir infial oluşturdu ve ölümlerden sorumlu tutulan mafya babaları Riina ile Brusca derhal tutuklanarak müebbet hapis ile cezalandırıldı.
Günümüzde Palermo Havalimanı, bu iki cesur yargıcın anısını yaşatmak amacıyla “Falcone-Borsellino Havalimanı” ismi ile anılmakta olup, Falcone suikastinin gerçekleştirildiği noktaya da bir anıt mezar dikilmiştir.
Yargıç Falcone’nin ilginç bir sözü dikkate alınmaya değerdir; “Mafya, bir beşeri fenomendir ve her beşeri fenomen gibi başlangıç ve gelişme süreci vardır. Bu sebeple de, her fani gibi mafyanın da bir sonu olacaktır”.
Kanaatimiz
Yazımızda, İtalya’da mafyaya karşı çok önemli bir değeri olan Giovanni Falcone’nin hayatından bahsettik. Tahlilimiz, Falcone’nin örgütlü suça karşı duruşu ve bu duruşun Türkiye için izdüşümünü oluşturabilecek noktalarla sınırlı olacaktır.
Mafya, terör ve suç örgütleri, devlete talip olurlar, yani semt, ilçe, il veya bölge kapsamında kamu otoritesinin yerine getirdiği, getirmeye çalıştığı ve getirmek zorunda olduğu hizmetleri üstlenmeyi ve bunlarda kullanılması amacıyla toplanan gelirleri elde etmeyi hedeflerler. Esasında suç örgütleri için bu usul, bir güç elde etme, meşrulaşma ve tanınma stratejisidir. Bu sırada, her suç örgütü çevresinden sempati toplamak, mensup kazanmak, lojistik destek ve gelir elde etmek ister. Elbette hedef güce ve kontrole ulaşmaktır. Suç örgütünün mensupları veya destekçisi kamu görevlisi de olabilir.
Devlet kudretinde asıl yıpranma, kısmi de olsa suç örgütünün kamu görevlilerinden destek alması ve asıl olarak da halk desteğini kazanması ile başlar. Cebir, şiddet ve tehdit yöntemlerini kullanan mafya yapılanması veya suç örgütü; mensuplarına ve çevresine yardım etse de her zaman korkutuculuk özelliğine sahip olmak ister. Bu korku, sadece cebir ve şiddetle de sağlanmaz.
“Mafya” veya “suç örgütü” olarak adlandırabileceğimiz yasadışı yapılanmalar; kuralları, ritüelleri ve hatta kendine özgü siyaseti olan, kullandıkları sert, tavizsiz, acımasız ve küçük düşürücü yöntemlerle insanlar üzerinde baskı kurup, zorla halkın desteğini kazanmaya çalışırlar.
Örgütün hedefi; yalnızca gelir elde etmek değildir, onu paylaşmak, dağıtmak, ödül ve ceza sistemini düzenlemek olmayıp, ana amacına ulaşmak ve bunun için çabalamaktır. Bu amaç, İtalyan tipi mafya yapılanmasında bölgesel idareyi, gelir-gider dağılımını, kolluğu kontrolünde tutmak olabilir. Siyasi hedef gözeten terör yapılanmasında maksat ise, ideolojisini hayata geçirmek, özerklik ve/veya bağımsızlık kazanmak şeklinde ortaya çıkabilir. Ancak değişmeyen tablo, örgütün elde ettiği, ne zaman, kime karşı ve ne şekilde kullanacağı bilinmeyen, bir istikrara sahip olmayan cebir-şiddet ve tehdit kullanma kültürüdür. Hukuk devleti ile devlete talip olan bu tür yapılanmaların temel farkı burada ortaya çıkar. Hukuk devleti, gücünü kamu otoritesini artırmak için kullanmaz, keyfi hareket etmez ve vatandaşlarını düşünür. Mafya ve suç örgütlerinde ise esas olan, yapılanmanın gücünü artırmak, keyfi hareket kabiliyetini geliştirmek ve mensup ve sempatizan kazanmaktır.
Mafya ve örgütlü suçun önlenmesi ve suç işleyenlerin cezalandırılmasında en önemli unsur iradedir. İradenin süreklilik kazanması ile kararlılık oluşur. Kararlık ise, ancak halk desteğinin sağlanması ile mümkündür. Halk; ortaya koyduğu kararlılık, güvenlik ve yargı mensuplarına verdiği destekle, suça karşı gerekli hazırlığı, plan ve programı oluşturmayan devleti ve kamu otoritesine yönlendirecek asıl güçtür.
Mafya yapılanmasının, devlet otoritesine talip olmak zorunda olmadığı, kontrol ettiği veya etmeye çalıştığı bölge insanı ile iyi ilişkiler kurmak suretiyle varlığını sürdürebileceği iddia edilebilir ki, bizce bu iddia pek isabetli değildir. Çünkü mafya veya suç örgütü, sahip olduğu veya olduğunu gösterdiği cebir-şiddet ve tehdit gücü ile ayakta durabilir. Bunu kaybettiği anda, zaten mafya veya suç örgütü kimliğine sahip olamaz. Elbette mafya veya suç örgütü, devletin alternatifi değildir. Bu nedenle devlet, egemen halkın kendisine verdiği kamu kudreti kullanma yetkisini ve dolayısıyla kamu hizmetlerini yerine getirme yükümlülüğünü terk edemez. Bu çerçevede devlet, mafya veya suç örgütü ile güç paylaşımı konusunda pazarlık da yapamaz. Çünkü halk, vardığı toplumsal mutabakatla kamu kudretini kullanma yetkisini eşit, dürüst, adaletli ve hukuka uygun kullanacağına inandığı devlet yönetimine vermiştir.
Mafya; günlük yaşamda, kamu hizmetlerinde ve özellikle iktisadi hayatta geleneksel anlamda devletin alternatifidir. Mafya yapılanması, bir mahallede çöplerin kimin tarafından toplanacağından, şirketlerin kimden alışveriş yapıp yapmayacağına ve güvenliğin sağlanmasına kadar geniş bir alanda etkinlik gösterir. Bunu yaparken mafya veya Türk Hukuku’nda kabul edildiği şekilde değil, gerçek hiyerarşik yapıya, altlık-üstlük ilişkisine, bir ritüele sahip suç örgütleri, hükmetmeye çalıştığı yerde bulunan insanları çaresiz ve ümitsiz bırakmak istemez, bir anlamda insanların kendisini tercih etmesini bekler. Ancak bu tercihin elde edilmesi, elbette barışçıl olmayabilir. Mafya veya suç örgütünün, kendisine ilişkin tercihin ne şekilde elde edildiğinin, bu tercihin özgür iradeye dayanıp dayanmadığının, gücü elde tutmak için kullanılan yöntemlerin ve bunların sonuçlarının pek önemi yoktur. Bu sebeple mafya veya suç örgütleri, hukukun evrensel ilke ve esasları ışığında faaliyetlerini sürdürmezler.
Deyim yerinde ise mafya/suç örgütü, günlük hayata ve sosyal yaşama “çökmüş” vaziyettedir. Ayrıca mafya, içinde bulunduğu toplumun gelenek ve görenekleri ile kültürünü de araç olarak kullanarak, toplumun en alt seviyesinden en üstüne kadar insanları etkilemeye çalışarak, kendi insan kaynağını oluşturur. Bu faaliyetler neticesinde halkın bir kesiminin iradesine sahip olan mafya, iktisadi anlamda da güçlenmeye başlar. Bu iktisadi güç, mafyanın kamu kudretini kullanan devlet içerisinde önemli konumlarda bulunan politikacıların da mafyanın çıkarları doğrultusunda siyasi mekanizmaya katılmalarına sebebiyet verir. “Yolsuzluk” olarak adlandırılan bu husus, basit gibi gözükse de temelde toplumun huzurlu yaşama hakkına yönelen ve sonuçları çok ağır olan bir yozlaşma türüdür.
Türkiye Cumhuriyeti’nde ise, mafya ve bizde kullanılan adı ile suç örgütlerine bakış derin değildir. Bir başka ifadeyle, özellikle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra bu Kanunun “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı 220. maddesi sıklıkla kullanılarak, Türkiye Cumhuriyeti’nde yüzlerce ve hatta binlerce mafya ve suç örgütü yapılanmasının olduğu sonucuna varıldığı görüldü. Bu kesinlikle doğru olamaz. Çünkü bizim bildiğimiz ve anladığımız suç örgütü, oldukça karmaşık, hedefli ve hangi suçu işleyeceği bilinmeyen bir yapılanma türüdür. Ancak Ülkemizde, “suç örgütü” kavramı kullanılarak, kişi hak ve hürriyetlerine haddinden fazla müdahale edildiği görüldü. “Suça iştirak”, “çete”, “toplu suç” gibi kavramlar altında incelenmesi gereken meseleler, “suç örgütü” kapsamına alınarak, gerek yargılama ve gerekse cezalandırma ve infaz konularında ifrada gidildi. Esasında bu aşırılık, gerçekten dikkate alınması gereken mafya ve suç örgütü yapılanmalarına karşı etkin hareket etme gücünü kırdı.
Bir mafya veya suç örgütü yapılanması dış veya iç veya her ikisi kaynaklı olabilir. Bu yapılanmanın takibi, mensuplarının, gelirlerinin, faaliyetleri kapsamında işlenen suçların önlenmesi, işlenenlerin tespit edilip sorumluları ile birlikte yakalanması çok zorlu ve uzun süreçlerdir. Bunun için; Ceza Hukuku, Ceza Yargılaması Hukuku ve Ceza İnfaz Hukuku’nda özel yöntemlerin tespit edilmesi gerekebilir.
Suç örgütü yapılanmasının etkinliğinin azaltılması, suç örgütü kapsamında işlenen suçların ortadan kaldırılması, örgütün faaliyet alanının daraltılıp gelirlerinin azaltılması, örgüt mensubu ve gelir elde etme kaynaklarının ortadan kaldırılmasında, özel kanunlara ihtiyaç olduğu tartışmasızdır. Örneğin, tutuklanan veya cezaevine giren örgüt mensubunun örgütten ayrılıp ayrılmadığının, diğer örgüt mensupları ile görüşüp görüşmediğinin tespitleri noktasında etkin denetim yöntemlerinin geliştirilmesi gerekir.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
------------------
[1] Bu yazıda Yargıç Giovanni Falcone’nin hayatı en.wikipedia.org isimli internet sitesinden tercüme edilmiş, mafya ve örgütlü suça karşı görüşlerimize yer verilmiştir.
[2] Uyuşturucunun Türkiye üzerinden Fransa’ya, buradan da Kanada üzerinden Amerika’ya kaçırılması şeklinde gerçekleştirilen gizli düzen, French Connection (Fransız Bağlantısı) olarak anılmaktadır.