KUVVETLER AYRILIĞI, YARGI BAĞIMSIZLIĞI

Abone Ol

Kuvvetler ayrılığı demokratik hukuk devletinin en önemli ilkelerinden birisidir. Kabaca sınır tanımayan iktidarlara karşı temel hak ve hürriyetlerin korunması ihtiyacını, güç ve yetkiyi bağımsızlık ilkesi uyarınca paylaştırmak suretiyle önleme amacı taşıyan bu ilke Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte tekrar tartışılan konulardan birisi haline gelmiştir. Adli yıl açılış törenlerinin Beştepe’de yapılacak olması, Yargıtay’ın davetine birçok Baronun katılmayacağını açıklaması konuyu tekrar gündeme taşımıştır.

Konu hukuk devleti, adalet ve demokrasi açısından çok önemlidir. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin tıkır tıkır işlediğini söylemek mümkün değildir. Ancak bazı Baro başkanlarının siyasi kimliği konunun iktidar cenahında sadece muhaliflik başlığı altında yorumlanmasına neden olmaktadır. Sosyal medyada iktidar mensubu bir hukukçunun davete icap etmeyen baroları terör örgütleriyle işbirliği halinde olmakla itham ettiği de vakidir. Bu önemli konu hakkında iktidara yakın olduğu bilinen hukukçuların özellikle yargı bağımsızlığı ve yetkinliği konusunda siyasi propaganda yolunu tercih ettikleri, suya sabuna dokunmamayı tercih ettikleri, mevcut hükümet sistemini savunmakla yetindikleri de görülmektedir. Bir çırpıda hükümet sisteminin değişmiş olması karşısında böylesi tartışmaların vuku bulması esasen doğaldır ve beklenen bir gelişmedir.

Kuvvetler ayrılığı ilkesi denildiği zaman hukukçular doğal olarak yargı bağımsızlığına daha bir duyarlıdır. Esasen iktidar denildiği zaman kast edilen yasama ve yürütmedir. Tarihsel tartışmalarda yargıyı kuvvetlerin dışında tanımlayanlar vardır. Ancak Montesquiue’ye göre yargının yasama ve yürütmeden bağımsız olmadığı bir yerde hürriyetten söz edilmesi mümkün değildir. Türkiye’de baroların verdiği tepkileri bu düzlemde tartışmak gerekir.

Zaten Yasama ve yürütmenin bağımsızlığı Türkiye pratiğinde çok mümkün değildir. Türkiye’de yasama ve yürütmenin yetki ve sorumlulukları ayrı olarak tanımlanmış olsa da bunun tek başına kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun olduğunu söylemek mümkün değildir. Parti disiplinleri nedeniyle yasamayı oluşturan milletvekillerinin parti politikasına aykırı bir faaliyette bulunması pek mümkün görünmemektedir. Bu durum siyasi kültürümüzle de yakından ilgilidir. Ayrıca milli iradenin güçlü hükümet istediği yönünde kabul gören bir anlayış yayılmaktadır. Özellikle merkez sağ partilerin çoğunlukçu geçmişi, liberal görünümlü partilerin dahi bir müddet sonra çoğunlukçu bir yapıya evrilmesi de kuvvetler ayrılığı ilkesini zedeleyebilecek tecrübelere neden olmaktadır.

Yargı bağımsızlığına gelince durmak ve derin düşünmek gerekir. Kişilerin temel hak ve hürriyetleri hakkında karar verme yetkisiyle donatılan yargı organlarının bağımsız olması yargı görevini yürütmekle görevlendirilen kişilerin yürürlükteki hukuk, evrensel hukuk, insan hak ve hürriyetleri ve vicdanları doğrultusunda karar vermesini gerektiren bilimsel bir süreci ifade eder. Bu nedenle hakim ve savcıların hiç kimseden emir ve talimat almamaları önemlidir. Yasama ve yürütme gücünü kullananların kullandıkları dil dahi bu hususta son derece önemlidir. Yargı görevini yerine getirmekle yükümlü olanlar hukuki konuları yorumlarken güncel ve konjonktürel durumlara mesafeli yaklaşabilmeli, tam bağımsızlık duygusuyla, ailesinden ve çevresinden edindiği tecrübeye dahi mesafeli durarak, bilimsel bir çaba sarf edebilmelidir. Özellikle yürütme erkinin yargı organlarına nasıl karar vermeleri gerektiğini dayatan bir dil kullanmaları, bunu ima etmeleri, yargı bağımsızlığını zedeleyecek idari tasarruflarda bulunmaları da kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı düşecektir.

Kuvvetler ayrılığı ilkesi aynı zamanda gücü elinde bulunduran farklı organların birbirlerine saygılı olmalarını da gerektirir.

Yargıya müdahale “bu iş yargıya bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir” zihniyetinin dışa vurumudur. Esasen bu durum anasayal bir organın kendi görev alanının dışına taşmasından ve iktidarın sınırlandırılmaması arzundan başka bir şey değildir. Sadece güç ve menfaat duygusuyla hareket edenlerin de kuvvetler ayrılığı ilkesine saygı duymaları beklenemez. Bu sadece iktidar gücünü kullananlar için geçerli değildir. Dolaylı yoldan iktidar gücünden faydalananların da özellikle yargı bağımsızlığı hususunda emir ve talimat verilemeyeceğini sindirmiş olmaları gerekir.

Anayasal organların birbirlerine saygılı olması ve devleti evrensel hukuk ilkelerine göre yönetmeleri beklenir. Kuvvetlerin birbirlerine karşı güvenini yitirmesi de demokratik hukuk devleti açısından son derece sakıncalı bir durumdur.

Baroların Beştepe’deki davete icap etmemeleri kendileri açısından haklı gerekçelere dayanmaktadır. Sorun sadece törenin Beştepe’de yapılmasına gösterilen bir tepki değildir.

Yaklaşık 10 yıldan bu yana hukukla yatıp kalkan bir ülkede hukukun tartışılmasından doğal ne olabilir?

FETÖ’nün elinde can çekişen hukukun sadece örgüt mensuplarının tasfiye edilmesiyle düzelmesi tabii ki mümkün değildir. Bir süredir kamuoyuna yansıyan bazı iddianamelerde hukukun sınırlarını zorlayan fantastik yorumların ve varsayımların benimsenmiş olması, maddi delil olmaksızın kişilerin itham edilmesi yargıya müdahale şeklinde okunmaktadır. Siyasetçilerin bu duruma tepki göstermemesi de bu algıyı güçlendirmektedir. Bu süreç bu yılki adli yıl açılış törenine bu şekilde yansımıştır.

Nezaket sınırları dahilinde siyasi iktidarın uyarılması ve taleplerde bulunulmasından daha doğal bir şey yoktur.

Yargısal sorunlar yönünden hükümet ile uzlaşma arayışında olan Birlik Başkanının son derece ağır sözlerle rencide edilmesi, O’nun Sayın Cumhurbaşkanı ile diyalog halinde bulunmasının edebe muhalif bir üslupla eleştirilmesi de son derece yanlıştır. Yargı bağımsızlığı demek iktidarı kullanan diğer anayasal organlarla her türlü diyalogun kesilmesi ve  bir manastıra sığınılması demek de değildir. Ayrıca yargının iktidara haddini bildirmek gibi siyasal bir misyonu da yoktur. Yargının kuvvetler ayrılığının benimsendiği bir sistemde iktidarı tam bağımsız ve tarafsızlık ilkesi uyarınca Anayasa ve kanunlara uygun olarak denetleme fonksiyonuna siyasi anlam yüklemek de doğru değildir. 

Bu tartışmalar Türkiye gibi hukuk alanında son derece yorgun olan bir ülke için doğaldır. Hukuk politikasının yargı bağımsızlığı ve yetkinliği kapsamında tekrar tekrar gözden geçirilmesinde büyük fayda olduğunu söylemek ise malumun ilanından ibarettir.