Geçen hafta şüpheli müdafi olarak katıldığım bir davada, Mahkeme heyeti duruşmaya 15 dakika ara verince, katılan müştekiler tarafından sözlü şiddete maruz kaldım. Fiziksel şiddete de yeltendikleri an, koridordan ayrılmam muhtemel bir kargaşanın çıkmasını önledi. Biz Avukatların davalarda taraf olmadığı vekil olduğunu insanların anlaması galiba zaman alacaktır.
Kültürel farklılıkları anlarım. Siyasi kutuplaşmadan doğan gergin ve fevri bireysel tepki göstermeleri de anlarım. Ama dünyanın en saygın mesleklerinden birine, tam da mesleğini icra ederken, fiziksel şiddeti de içeren tacizleri anlamam mümkün değil. Eğer bu normal bir durumdur diyorsanız, o zaman sırf muhalifimize elbise diken terziyi tartaklamak meşru hale gelir. Ya da ihtilaflı olduğumuz berberin camlarını indirmek bir hakka dönüşür. Sözün ona düşmanımızı tedavi eden doktoru, ameliyat masasında dövmek, kabul gören bir gelenek haline gelir. Listeyi uzatabilirim. Bunların hiçbiri kabul edilemez;çünkü bu durum ve davranışlar zıvanadan çıkmış, yolunu ve perspektifini kaybetmiş bir sosyolojik çürümenin çok ciddi belirtileridir.
Avukatlık bütün diğer meslekler gibi ciddi bir meslektir. Çok ciddi sonuçları olabilecek, kendine özgü bir uzmanlık alanıdır. Koşullar uygun olduğunda dün rakibinizi, muhalifimizi ya da ihtilaflınızı savunan avukat, yarın sizinde savunmanızı üstlenebilir. Bunun olmaması için hiçbir neden yoktur. yeter ki koşullar olgunlaşıp uygun hale gelsin. yarın size de hizmet verecek bir avukata zarar vermenin mantığı yoktur.
Avukatlık mesleğinin, ne olduğunun, böyle bir mesleğe neden ihtiyaç duyulduğunun altını çizme gereği duyuyorum. Savunma mesleğinin yani avukatlığın tarihi Eski Yunanlılara dayanır. Avukat sözcüğü de zaten eski Yunanca’da, üstün, ayrıcalıklı ve güzel konuşan anlamına gelen “Advo-Catus” sözcüğünden dilimize ve diğer dillere yerleşmiştir.
Yunan yargılamasında, yargılanan kişiler kendilerini iyi ifade edemedikleri için güzel konuşan ve toplumda iyi niteliklere sahip olan kişiler tarafından savunulurlardı. Çünkü yargılanan kişi olayın süjesi olduğu için heyecanlanabilir, haklarını bilemeyebilir ve kendini savunamayabilir. Dolayısıyla Avukatlar bu görevi yargılanan kişi yerine üstlenmişlerdir.
Bizim Ceza hukukumuzun 4. Maddesi ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz demektedir. Peki hangi hukukçu olmayan vatandaş tüm mevzuatta olan ceza hükümlerini ve bu ceza hükümlerinin yargılama aşamasında nasıl uygulanacağını ve kendisi için nasıl lehe yorumlanabileceğini bilebilir ki. İşte bu noktada Avukatlara ihtiyaç vardır.
Savunma kutsal mıdır değil midir tartışmasından ziyade, savunma yapılması, ceza muhakemesinin amacına ulaşması için olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Yargılama makamının görevi, iddia ve savunmayı değerlendirerek sonuca ulaşmaktır. Savunma makamı olmazsa, yargılama makamına da ihtiyaç olmaz. Aksine bir anlayış benimsenir ise, iddia edenin aynı zamanda hüküm de vermesi kabul edilmek suretiyle uyuşmazlığın kolayca ve istenildiği gibi çözülmesi sağlanabilir! Ancak savunma hakkı ihlal edilirse, ceza muhakemesi amacına ulaşamaz.
Hakkaniyetli ve adil bir yargı için savunma hayati önemde bir müessesedir. İnsan hak ve hürriyetlerinin teminatı, savunma olmadan güvence altına alınamaz. Savunmanın olmadığı bir yargılama süreci, ne kadar adilce yapıldığı varsayılsa bile, sadece bir infaz olur. Savunmanın kutsallığı, sadece kişi hak ve özgürlüklerinin savunusundan gelmez; savunma aynı zamanda hukukun üstünlüğüne giden en temel yoldur. Savunmanın kurumsallaşmış hali gelişkin bir demokrasiye ve hukukun üstün olduğu bir toplumsal yapıya işaret eder.
Hukuk herkese lazımdır ve herkesin bir gün savunulmaya ihtiyacı olabilir.