KUSURSUZ SUÇ VE CEZA OLMAZ İLKESİ IŞIĞINDA CEZA HUKUKU BİLİNCİNİN ÖNEMİ VE YANSIMALARI

Abone Ol

1. Kusursuz Suç ve Ceza Olmaz İlkesi

Anayasal bir ilke olan kusur ilkesi, çağdaş ceza hukukunun dayandığı ana ilkelerden biridir[1]. Kusur ilkesi, failin ancak fiili ona yüklenebilecekse cezalandırılmasını öngörmektedir. Fail kusurlu hareket etmiş ise sorumlu tutulabilir[2].

Çağdaş ceza hukukunda kişisel ve kusura dayanan sorumluluk geçerlidir. İşlenen bir fiilden dolayı başkasının cezalandırılması kabul edilmediği gibi; failin cezalandırılması da kusurlu olmasına bağlıdır. Kusur ilkesi, faile ancak kusuru oranında ceza verilmesini de içerir. Başkasının suçundan veya istemediği halde ortaya çıkan bir neticeden sorumlu olma ilkel ceza hukukunda kabul edilmiş bulunan, günümüzde ise kabul edilmeyen bir sorumluluk biçimidir. Hukuk bilincinin gelişmesiyle günümüzde eylemin suç oluşturması için failin zararlı neticeyi istemiş veya öngörmüş olması aranmaya başlanmıştır. Böylece "kusursuz suç olmaz" ilkesi geliştirilerek, kusurluluğun önemi vurgulanmıştır. Çağdaş ceza hukuku kusurluluğa dayanmakta ve kusuru olmayan kişiye ceza vermemektedir. Ceza hukukunda bir eylemin suç oluşturması için iradi olması gerekir ve suçun oluşması, suç tanımına uygun, hukuka aykırı iradi hareketi yapan kişinin ayrıca olayda kusurlu olmasına bağlıdır[3].

Modern ceza hukuku “fail ceza hukuku” anlayışını değil, “fiil ceza hukuku” anlayışını benimsemiştir[4]. Cezalandırılabilirliğin temel noktasını, failin kişiliği veya yaşam biçimi değil, ceza kanununda unsurları gösterilerek tanımlanan suçu işleyip işlemediğine göre belirlenir. Failin suç oluşturan bir eylemini gerçekleştirmesinde kusuru olmadıkça, ceza yaptırımına maruz kalamayacağını ifade eden ilkedir. Kusur; bir eylemin kusur yeteneği bulunan bir kimse tarafından bilerek ve isteyerek ya da en azından bilerek yapılmasıdır. Bilmeden ya da istemeden yapılan bir hareketten dolayı hiç kimse cezalandırılamaz. Kusur ilkesi, bir yandan kusursuz kişiye ceza verilemeyeceğini belirtirken, diğer yandan da kusurlu olan faile kusurundan daha ağır bir cezanın uygulamasını yasaklar. Kusur ilkesinin üç önemli sonucu vardır: a) Kusursuz bir fiilden dolayı kimse cezalandırılamaz; b) Ceza failin kusurunun derecesini aşamaz; c) Ceza failin hak ettiğinden az olamaz[5].

Kusursuz suç ve ceza olmaz ilkesi, ceza hukukunun aslında çağdaş gelişim düzeyini de ortaya koymaktadır. Günümüzde ceza hukuku kişiyi ancak kusurlu neticeden sorumlu tutar. Kusursuz suç ve ceza olmaz ilkesinin iki yönü bulunur; Bunlardan birisi, kusursuz kişiye ceza verilmez. Bu, cezalandırabilmenin nedenini oluşturur. Diğeri ise, ceza kusurun oranını geçemez. Ceza kusurun derecesinden ne az ne de çok olabilir. Bu da cezalandırabilmenin sınırıdır[6].

Eski dönemlerde ceza hukukunda kolektif bir sorumluluk kabul edilerek, grup içinden herhangi birisi suç işlese bile grubun tamamı sorumlu tutulup, aynı şekilde cezalandırılmıştır. Kolektif sorumluluk usulünden sonra “Sayma Usulü“ diye isimlendirilen bir sorumluluk anlayış kabul edilmiş olup, bu usulde grubu oluşturanlar sıraya dizilip sayma yolu ile örneğin; onar onar sayarak, yalnız onuncular cezalandırılmıştır[7]. Ayrıca çocukların işlediği suçlardan dolayı babanın veya bunun tam tersi babanın işlediği suçlardan ötürü çocukların cezalandırılması biçiminde yahut ailenin veya kabilenin bir üyesinin işlediği suçlardan ötürü tüm ailenin veya kabilenin yahut aile veya kabile reisinin sorumlu tutulması biçiminde kendisini gösteriyordu [8]. Ceza sorumluluğunun bu türünün kesin olarak terk edilmesi uluslararası anlaşmalarda da ifadesini bulmuştur. Nitekim Savaş Zamanında Sivil Kişilerin Korunmasına Dair 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nde “Hiç kimse kendisinin işlemediği bir suç nedeniyle cezalandırılamaz” ve ”Terörizm veya baskı, tehdit şeklindeki her tür kolektif ceza yasaklanmıştır” hükümlerine yer verilmektedir[9].  Türk hukukunda bu tür sorumluluğun geçerlilik kazanmasına Anayasamızın 38.maddesinde “Ceza sorumluluğu şahsidir“ denilerek engel olunmuş olup  aynı doğrultuda olmak üzere 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 20.maddesinde de “Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz” denilmektedir. Yasalarda objektif sorumluluk kaldırılmış ise de; uygulamada sadece hat sahibi olmak, kredi kartını vermek, işyerinin sahibi olmak gibi durumlar kusurlu sorumluluk halleri kapsamında değerlendirilmektedir.

Geçmiş dönemlerin kişiyi başkalarının suçlarından sorumlu tutan uygulamalarından günümüze uzanan sürecin ceza sorumluluğunun şahsiliği aşamasına ulaşması ve ilkenin anayasalarda yer alması önemli bir gelişmedir. İlk bakışta bu ilkeye göre, kişi başkasının değil sadece kendisinin işlediği bir eylemden dolayı cezalandırılabilir. Ancak, ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesini sadece fiilin faile ait olması ve kişinin kendisine ait bir fiilin neticelerinden sorumlu tutulması biçiminde anlamak, kişi hak ve özgürlükleri açısından yeterli bir güvence teşkil etmeyecektir. Dolayısıyla ilkeyi ayrıca, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiilin faile ait olmasını içerecek şekilde ayrıntılı yorumlama zorunluluğu vardır. Günümüz ceza hukukunun temel özelliği, kusurlu fiilden dolayı sorumluluktur. Bu nedenle ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi, "sadece kendi kusurlu eyleminden sorumlu olma" biçiminde anlaşılmalıdır. Böylece ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi, "kusursuz sorumluluk olmaz" ilkesinin sağlamlaştırılmasında etkili bir işleve sahip olacaktır[10].

Ceza hukuku, kamu düzeni ve kamu güvenliğini koruma görevini yerine getirirken kusur ilkesine uymak zorundadır. Kusursuz suç ve ceza olmaz ilkesi kabul edilmiş olsa da ceza hukukunda kusursuz olsa bile tipe uygun ve hukuka aykırı fiillerin varlığı da kabul edilmektedir. Bu tür fiillerde esas olan failin kusuru değil, tehlikeliliğidir. İşte ceza hukukunda söz konusu fiiller bakımından güvenlik tedbirleri öngörülmüştür. Hukuka aykırı bir fiilin hukuki sonucu olarak ceza ve güvenlik tedbirlerinin varlığı ceza hukuku yaptırımlarının iki izliliği olarak adlandırılır[11].

2. İnsanilik İlkesi

Suç işlediği için ceza yaptırımına tabi tutulan kişinin yeniden topluma kazandırılmasını amaç edinen ilkedir[12]. Bu ilke gereği kişi suç işlese de insan haysiyetine yaraşır bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmedilmelidir. Ceza hukukunda hem cezaya hükmederken hem de ceza infaz edilirken suç işleyen bireyin  insan onuruna yakışır bir şekilde topluma kazandırılmasını amaçlayan bir ilkedir. Suçlunun kırbaçlanması, zina yapan kadının taşlanması veya hırsızın elinin kesilmesi gibi cezaları içeren bir ceza kanunu insanlık onuruna, dolayısıyla insanilik ilkesine aykırıdır[13].

Anayasamızın 17. maddesinde: “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz, kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz” hükmü ile insan haysiyetinin korunması güvence altına alınmıştır. İnsan suç işlemiş olsa dahi insanlık sıfatına yaraşır bir muameleye tabi tutulmalı ve insan gibi yargılanmalı ve insan haysiyetine yaraşır bir biçimde cezalandırılmalıdır[14]. Bu sebeple ceza hukukunda şüpheli, sanık ve mahkûm haklarına yer verilmiştir. Bu haklar kişiye sırf insan olması sıfatıyla doğal hukuk tarafından verilmiş olan haklardır.

Devlet insan onuruna dokunmamak biçiminde sadece pasif bir davranışla yetinemez; onu aktif bir şekilde korumalıdır. Devlet insan onuruna yönelik tehditleri hemen orada önlemeli, bunun için gerekli olan tedbirleri almalıdır.  Bu önleme güncel tehditler yanında, geleceğe yönelik potansiyel tehditleri de içerir[15]. Bilimsel aklın ışığında, evrensel standartları içeren, sadece ve anlaşılır bir soruşturma ve yargılama düzeni sağlanarak, insanların hak ve özgürlüklerinin insanlık onuruna yakışır biçimde sağlanması gerekir.

3. Ceza Hukuk Bilincinin Önemi ve Etkileri

Önleyici ceza adalet sisteminin temel ilkesi toplumda yaşayan insanlara ceza hukuku bilinci kazandırarak bireylerin suç işlemelerini önlemeyi veya suç işleme oranını asgari düzeye indirmeyi amaçlamaktadır. Bireylere kanunilik ilkesi kapsamında hangi eylemlerin suç olduğu, hangi suçları işlediklerinde ne kadar ceza alacakları öğretilerek, farkındalık yaratmak suretiyle bireylerin suç işlemekten kendilerini alıkoymaları veya çekinmeleri sağlanmaya çalışılacaktır. Önleyici ceza hukuku ile ceza hukukunun ve ceza muhakemesi hukukunun temel kavramları bireylere öğretilerek ceza hukuku bilinci oluşturulması böylece insan haklarına ve temel özgürlüklere saygının içselleştirilerek geliştirilmesi hedeflenmektedir.

Bireylerin kendilerine yönelik işlenen suçlara, karşı çıkabilmeleri için haklarını ve özgürlüklerini bilmeleri gerekir. Kendi haklarını ve özgürlüklerini bilen birey başkalarının da hak ve özgürlüklerine de saygı duymayı öğrenir. Ceza hukuku bilincine sahip olan bireyler, aile içerisinde, okulda ve yaşamın diğer alanlarında insan hakları ve hukuk güvenliği anlayışlarını geliştirerek, özgür, gelişmiş ve daha az suç işleyen bir toplum yaratabilirler. Ceza hukuku bilincine sahip olan insanların sayısının fazla olduğu ülkelerde daha az suç işlenmektedir. Çünkü demokrasi, hoşgörü, uzlaşma ve farklılıklara karşı saygı kültürü gelişmiştir. Ülkemizde de ceza hukuku bilincine sahip olan Cumhuriyet savcıları ve hâkimler diğer meslek mensuplarına göre daha az suç işlemektedirler.

İnsan hakları evrensel olup doğuştan kazanılır. Bu haklara insan, bir ülkenin vatandaşı olduğu için değil, doğuştan insan olması nedeniyle sahiptir. İnsan hakları,  etnik köken, din, mezhep, inanç, ırk, kültür,  renk, cins, dil gibi herhangi bir ayırım gözetmeksizin yeryüzünde yaşayan bütün insanların, devlet  tarafından bahşedilmemiş olup sırf insan oldukları için sahip bulundukları, devredilemez, vazgeçilemez temel haklar ve özgürlüklerinin, birbirlerine karşı ve devlete karşı demokratik toplumun gerekleri ölçüsünde korunmasını içerir.

Ceza hukukunun amacı, cezanın fonksiyonları aracılığıyla bireysel ve toplumsal gelişmenin sağlanmasına ilişkin hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasıdır. Toplumda yaşayan tüm bireyler için ortak olan sosyal yaşamın çağdaş ve hukukun üstünlüğünü benimsemiş, demokratik toplumun gereklerine uygun olarak evrensel ölçütlerle güvence altına alınması, bireysel ve toplumsal özgürlüklerin ilerlemesi ile uluslararası sözleşmelerden, Anayasadan ve yasalardan kaynaklanan hakların sağlanması ceza hukukunun temel hedefidir. Sosyal barışı amaçlayan hayat, liberal suç siyaseti kapsamında ve evrensel standartlarda hukuk güvenliğine dayalı, toplumdaki tüm gerçek kişilerin kendilerini etnik, siyasi ve felsefi inanç, dinsel, mezhepsel ve kültürel olarak ifade edebilecekleri bir özgürlük alanı ile farklılıkları zenginlik olarak kabul eden bir yaşam biçimidir. Ceza hukuku,  gerçek veya tüzel kişilerin Anayasa ve uluslararası sözleşmeler ile belirlenerek teminat altına alınan maddi ve manevi menfaatleri ile suç oluşturan davranışlar arasında eşit ve adil bir düzen sağlayarak toplumsal barışı amaçlamaktadır. Diğer bir ifadeyle ceza hukuku, cezanın bireysel ve genel önleyici ve/veya caydırıcı fonksiyonları vasıtasıyla, demokratik bir hukuk devletinin temel ilkeleri ışığında, özgürlük ve eşitlik temelinde barış içerisinde, insan onuruna yakışan bir şekilde bireysel ve toplumsal gelişmeyi sağlayıcı hukuki, vicdani ve insani bir düzeni sağlamaktadır.

Bireylerin hak ve özgürlüklerine sınırlama anlamı taşıyan ve bu nedenle ancak zorunlu hallerde kanun yoluyla düzenlenebilecek suçlar ve cezaların belirlenmesi yetkisi ancak millet adına egemenliği kullanan kanun koyucuya verilebilir. Ceza hukukunun evrensel ilkelerine dayanmayan, keyfiliğin esas alındığı bir ceza hukuku vasıtasıyla kişilerin hak ve özgürlükleri ile hukuk güvenliği ortadan kaldırılabilecektir. Bireyler, suçları ve cezaları önceden bilemedikleri takdirde, serbestçe hareket etme olanağı bulamazlar. Bireylerin ve toplumun gelişmesi kişilerin yeteneklerini evrensel değerlerin ışığında hukuk güvenliği içerisinde özgürce kullanabilmelerine bağlıdır. Toplumu oluşturan bireyler, suç olarak düzenlenen fiilleri ve bu fiillerin karşılığındaki yaptırımları önceden bilmeleri durumunda, cezanın bireysel ve genel önleyici fonksiyonları doğrultusunda suç oluşturan bu fiilleri gerçekleştirmekten çekinmeleri ancak kanunilik ilkesinin varlığı ile sağlanabilecektir.

Ceza yasalarının belirliliği, demokratik ve çağdaş bir hukuk devletinde hukuk güvenliği açısından şarttır. Çünkü bireyler hangi eylemleri nedeniyle nasıl bir cezayla karşılaşacaklarını bilmedikleri bir hukuk düzeninde hukuki güvenlikten yoksun olacaktır. Suç ve cezaları düzenleyen yasaların açık ve belirgin olması toplumda yaşayan tüm bireyler açısından güvencedir. Suç ve cezaların asıl amacı bireyleri cezalandırmak değil, suç olarak öngörülen fiillerin bireyler tarafından gerçekleştirilmesinin önlenmesini sağlamaktır. Suçları ve cezaları düzenleyen yasalar herkes tarafından anlaşılabilecek nitelikte ve belirli olmalıdır. Diğer bir ifadeyle, hakları ve sorumlulukları düzenleyen kanun metinlerinin açık ve belirgin olmasının yalnızca hukukçular için sağlanmasının kişilerin hukuki güvenliği için yeterli olmayacağı gerçeğidir. Nitekim Anayasa ve yasa hükümlerinin teknik terimlerle veya günlük yaşamda kullanılmayan ifadelerle yani toplumun anlayamayacağı bir şekilde yazılmaları halinde toplumu oluşturan bireyler özgürlüklerinin sınırlarını ve sorumluluklarını bilemeyecekleri gibi kanunların anlam ve yorumları da idarecilerin, hukukçuların veya kolluk görevlilerinin tekelinde bulunacaktır. Bu durumda kişiler hukuki güvenlik içinde bulunmayacakları gibi bireysel ve toplumsal gelişme de sağlanamayacaktır. Suçları ve cezaları düzenleyen kanunlardan toplumun haberdar olması şarttır. Bununla beraber toplumu suçlar ve cezalar hakkında bilgilendirme görevi, siyasetçilerin, eğitimcilerin ve ceza hukukçularının olmalıdır.

DR. CENGİZ APAYDIN

İSTANBUL ANADOLU CUMHURİYET SAVCISI

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

HUKUK VE ADALET BİLİNCİ TV

cezahukukubilinci.org

------------------

[1] Heinrich, s. 26.

[2] Hakeri, s. 42.

[3] Centel/Zafer/Çakmut,  9. Baskı, s. 42-43.

[4] Özbek ve diğerleri, s. 89.

[5]Jescheck,H, H, Alman Federal Cumhuriyeti Ceza Hukukuna Giriş(çev. Yenisey,Feridun), İstanbul, 1989, s. 7; Öztürk/Erdem, Ceza Hukuku Genel ve Özel Hükümler, s. 12.

[6] Özbek ve diğerleri, s. 89.

[7] Erem, Faruk, Ümanist Doktrin Açısından Türk Ceza Hukuku, Genel Hükümler, Ankara 1984, s. 580–581.

[8] Toroslu, s.126–127.

[9] Özen, s.17.

[10] Centel/Zafer/Çakmut,  9. Baskı, s. 43.

[11] Özbek ve diğerleri, s. 89.

[12]Jescheck/Weigend, s. 27.

[13] Demirbaş, s. 61.

[14] Birtek, Fatih, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Legal Yayıncılık, Genişletilmiş 2. Bası, İstanbul 2013, s. 27.

[15] Özbek ve diğerleri, s. 90.