KORONA VİRÜS, ÇEVRE HAKKI VE KENTSEL YAŞAM

Abone Ol

Koruna Virüs gerek laboratuvarda insan eliyle üretilsin, gerekse kendiliğinden “YARASA” ile bulaşmış olsun sonuç itibari ile bütün insanlığı dize getirdiğini kimse inkar edemez. İnsan Temel Hak ve Özgürlüklerin kategorik olarak sınıflandırdığımızda 3. Kuşak haklardan ve aynı zamanda her kesimi ilgilendiren ‘’Dayanışma Haklarından’’ sayılan “çevre hakkı” yeri gelmişken Korona Virüs bahanesiyle Kentsel Dönüşüm olgusu ile birlikte değinmeğe ve ele almaya değer bir konu olduğu düşünmekteyim. Çünkü vahşi kapitalizmin sonucu dağlar, taşlar, tarım arazileri, çevre, şehirler her yer talan edildi. İnsanlık yer küreyi işgal edilen ve talan edilen bir ganimet gibi yaklaştı.  Artık sona ve tufana gitmenin ayak seslerine yaklaşıyoruz.

Şimdiye kadar yer küreye kötülük eden biz insanlar, sona yaklaşmak ile birlikte cılız de olsa bazı tedbirler düşünülmemiş de değil. Bu iyi niyetli olarak yaklaşabileceğimiz tedbirlerden birisi de Kentsel Dönüşüm olgusudur. Bu gelenek 1800’lü yıllarından itibaren dünyanın gelişmiş yerlerine de yansıması olmuştur. Tabi ki iyi niyetli yapılması koşuluyla anlam ifade edebilmektedir. Önemli olan kentsel dönüşümü “rantsal dönüşüme” çevirmemektir.

Genellikle ülkelerin anayasalarında “sağlık hakkı” ve “çevre hakkı” bir arada düzenlenmektedir. Bu iki sistemin bir arada bulunmasının sebebi de “sağlıklı olmanın ancak sağlıklı bir çevrede yaşamakla mümkün olabileceği” düşüncesine dayanmaktadır. Çünkü çevre hakkı, bütün canlı varlıkların yaşayıp gelişmesini sağlayan ve onları sürekli etki altında bulunduran fiziksel, kimyasal, biyolojik ve doğaya ilişkin bütün canlı veya cansız faktörlerin oluşturduğu denge sistemini ifade etmektedir. Bu sistemin bozulması, tüm canlının doğal dengesinin bozulmasına ve sağlıklarının bozulmasına yol açmaktadır. İşte bu gün yaşanan durumun doğrudan veya dolaylı olarak bu olduğu konusunda çok ciddi  şüpheler vardır.

Baş döndürücü şekilde ilerleyen sanayi ve teknolojinin çevrede yol açtığı zararlar, aslında az da olsa toplumda bir çelişki ve aynı zamanda bilinçlenmeye yol açmıştır. Ancak bununla  birlikte, ekonomik kaygı ve mülahazalar bu bilinçlenmeyi de etkisiz kılmaktadır.

Doğa ve çevre konusunda gelinen son durum sadece güzel,  lüks ve estetik çevrede yaşamak arzusunu çoktan aşmış ve bir problemler yumağı haline dönüşmüştür. İlerlemekte olduğumuz yol, diğer canlılarla birlikte insan neslinin ileriye taşınıp taşımama noktasında tartışılır hale gelmiştir. Doğa ve hayvan popülasyonun risk altındaki durumun doğuracağı sorunun küresel düzeyde düşünülmesi gerektiğini iyice izah edilmelidir. Çünkü gelinen nokta küresel anlamda basit bir ihmali aşan bir realiteye taşınmıştır. Örneğin küresel ısınma veya iki senede bir yayılan öldürücü virüsler gibi. Bunlar şaka değil. Felaket.

Türkiye’de  de Çevre Yasası, diğer yasa ve bazı uluslar arası sözleşmelerle konuya eğilim vardır. Ancak gerek Türkiye’de gerekse başka ülkelerdeki uygulama yetersizdir. Çevre hak ve hukuku kapsamında değerlendirilmesi gereken en önemli faktörlerden birisi de Kentsel Dönüşüm durumudur. Bilindiği üzere kentlerin imarı, mimarı, alt yapısı, yeşil alan, dere yataklarının durumu, trafik akışı,  yeşil alanlar, otopark  alanları, dinlenme ve eğlenme parkları hepsini bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin durumu ancak içler acısıyla ifade etmek mümkündür. Örneğin Londra’nın ortasında hem de en lüks bir semtlerinde dahi 1, 1,5 saate yürüyerek ancak bitirilebilecek parkları vardır. Yani mukayese yapıldığında İstanbul’da Mecidiyeköy’den Kumkapı’ya kadar bir alana denk gelmektedir.  Diğer bir gözlem de Londra’da 1500’lü yıllarda yani orta çağda kurulu ve halen canlılığını sürdüren içinde yaşanan bir semtin durumu. Bu semte sokakların düzgünlüğü, binaların birbirine mesafesi, yüksekliği, pencereleri hiza ve büyüklüğü, önlerinin açıklığı, sokakların düzgünlük ve simetriği şu anda bile ancak bilgisayar ortamında yapılması mümkün olabilmektedir. Peki İngiltere kendi içinde bunu yapmış olmakla aklanmış olur mu? Hayır. Çünkü sanayi atıkları ile dünyanın anasını ağlatan baş müsebbip ülkelerden birisidir. Peki diğer taraftan biz Türkiye olarak bu şekilde nizami olamıyoruz? Oysa İstanbul veya diğer kentlerimiz de en az bu kadar düzgün olmayı hak etmektedir.

Türkiye’de özellikle imar durumuna aykırı yapılaşmanın engellenmesi için İmar Yasası ve Türk Ceza Kanununun 184 ve devamı maddeleriyle getirilen cezalar az da olsa yerinde düzenlemelerdir. Ancak bu yasalar da kamu oyunda “İmar Affı” olarak bilinen yasa veya belediyelerin imara açma planları ile berhava edilmiştir. Ayrıca Kentsel dönüşüm yasasıyla amaçlanan ile gerçekleşen durum farklı olmuştur. Amaç bozulmuş, harabeye dönmüş, düzensiz ve köhne yapıları kaldırıp yerine; modern sağlıklı ve düzgün planlı, toplumun genel yararı ön plana alan şehirler yaratmak olmasına rağmen, bu amaca yönelik tatmin edici uygulamalar yapılmamıştır. Uygulanmamakla da kalmamış, çünkü şehir yakınlarındaki boş yerlerin çoğuna imar izni verilmek suretiyle “rantsal dönüşüme” yol açılmıştır. Bu durum ise geri dönüşü ve telafisi imkânsıza yakın çevre katliamına sebebiyet vermiştir. Şöyle ki

a) Şehirlere yakın bir çok bağ, bahçe, narenciye bahçeleri ve buğday tarımına hizmet eden tarlalara imar izni verilerek veya fiilen parsellenmesine göz yumularak bina veya diğer yapılara dönüştürülmüştür.

b) Arsaya dönüşme ihtimaliyle şehre yakın bütün tarlaların arsa niyetiyle fiilen parsellenmesine ve arsa tüccarlarının kar aracına dönüştürülmüştür.

c) Dağın başında belki de 100 yıl sonra arsaya dönüşme ve gökdelen olabilme imkanı olmayan uzaklıktaki yerler de acaba arsa olabilir mi ümidiyle tarımdan çekilerek tarımsal değerinin 10 katına fiyatlarla satışa sunularak bir kesimin haksız zenginleşmesine yol açmıştır.

d) Dağın başındaki tarlalar zenginlerin yazlık veya çiftliklerine dönüştürdüğü için, tarım arazisinin hem fiziki dokusunun bozulmasına hem de çevreye atık kirliğine sebebiyet vermiştir.

İşte önümüzdeki 100 yılları düşünmeksizin dünyayı kendi elimizle yok etme sebepleri arasında  bunlar da vardır. Bunu Korona virüs nedeniyle düşünebilecek miyiz acaba?

İnsan oğlunun tabiat ve atmosfere verdiği tahribat, kentsel veya ulusal bir sorunu çoktan aşmıştır. Artık bundan sonra bütün insanlık ve canlıların ortak hak ve ödev sorunu başlamıştır. Çünkü Korona Virüs bize dünyanın bir bütün olduğunu, Çin’de kesilen bir ağacın Afrika’daki insanın nefesine gidecek oksijeni etkileyebileceğini göstermiştir. Keza bir hayvan popülasyonun yok olması başka bir hayvanın azmasına veya virüs salmasına sebebiyet verip bütün insanlığı etkileyebileceğini göstermiştir. Dolayısıyla hiç Kimsenin özel mülkiyet hakkı veya ulusal egemenliği  bütün canlıların yaşamı için zorunlu olan çevre hakkının önüne geçemez. Yok ben özgürüm, yok ben bağımsız bir devletim kimse iç işlerime karışamaz kuralları artık geçerliliğini yitirmeye doğru gidiyor. Benim özgürlüğüm diğer insanların özgürlüğünü yok etme hakkı vermediği gibi bir devletin bağımsızlığı da diğer devlet ve milletlerin yok oluşuna yol açacak hakkı veremez. Ayrıca artık dünya bu saatten sonra “mesele vatan ise gerisi teferruattır” mantığından “mesele tüm insanlık ve dünya ise tek tek ülkelerin bağımsızlığı da teferruattır” mantığına doğru evirildiğini görmemiz gerekir.

Denize dökülen zift, boya veya başka atıklar, denizin kirlenmesine, ürünlerine zarar görmesine, yok olmasına veya ürünü yiyen insanların kanser veya başka hastalık çıkarmasına sebebiyet vermesi mümkündür. Kesilen her ağaç oksijeni azaltır bütün canlılar etkilenir. Düzensiz egzoz dumanı herkesi etkiler, atılan bir plastik 150-200 yıl doğada olumsuz etki yapar. Kontrolsüz gürültü bütün canlıları etkiler. Bu örnekler saymakla bitmez.

Yani yapılan her olumsuzluk şahsımızı, çocuklarımızı, torunlarımızı etkileyecektir. Olumsuzluğun önü alınmazsa ileride soyumuzun da yok olmasına sebebiyet verdiğini de bilmemiz gerekir. Yani kıyametimiz kendi elimizle koparmış olacağız. Buna sebebiyet vermek hakkımızın olmadığını da herkesçe bilinmelidir.

Bu işin hal ve yoluna girmesi için, hükümetlerin ve siyasi partilerin programlarında öncelikli konu olarak çevre hakkına yer yer vermelidir. Okullar eğitim ve öğretim faaliyetinde hem ders, hem de uygulama olarak “çevre hakkı” derslerine yer vermelidir. Esnaf ve tacirler gerek maddi ve gerekse manevi olarak bu duruma duyarlı olması gerekir. Ayrıca bütün resmi veya özel kişi ve kuruluşların da çevreye duyarlı olması gerekir. Ve nihayetinde yasama organı da çevre kuralların uymayanlara gerek para cezası ve gerekse özgürlüğü bağlayıcı cezalar getirmesi için yürürlükteki yasaları yeniden gözden geçirerek daha da etkili ve uygulanabilir yasalar yapmalıdır. Yine yasama meclisi ve hükümet, çevreye duyarlılığı artırmak için esnafa, tüccara, sanayiciye ve tekstilciye ekstra yatırım teşvikleri geliştirmelidir. Aksi halde dünya çevre nedeniyle kaosa girdiğinde devletler bu sefer bireylere maddi yardım ve teşvikler vermek yerine, kendisi yardım almak için banka IBAN numarasını vatandaşa vermek zorunda kalacaktır.

Devletler bir daha 2-B yasası olarak bilinen benzeri yasalarla ormanları yok edecek olanaklara yer vermemelidir. Yine çevreye zarar vermemek üzere ekolojik tarımın geliştirilmesi, doğal ve özgür ortamda yaşayan kümes hayvanları, büyük ve küçük baş hayvan yetiştiriciliğini geliştirmek için doğrudan gerekli öncülüğü yapmalıdır. Bu kapsamda ziraat Mühendisliği ve Veterinerlik bilimine en az tıp bilimi kadar önem verilip yatırımlar yapmalıdır.

Şu husus bilinmelidir ki! yok olan sanayi, teknoloji, askeri güç, hanlar hamamlar, rezidanslar ve her türlü zenginlikler geri gelebilir. Ancak yok edilmiş, talan edilmiş ve yaşanmaz hale getirilen doğanın geri getirilmesi çok zor olmakla birlikte bedeli çok ağır faturalarla çocuklarımıza ödettirileceği bilinmelidir. Tarihteki tufanların çoğu da bu nedenle insanlığın başına geldiği de bilinmektedir. Rivayet ediliyor ki daha önce bir depremde çok ağır hasar görmüş ve çok sayıda insanın yaşamını yitirmiş olduğu ülkemizdeki bir şehrimizde bir yer için yapı izni talep edilmiş, fakat şehrin imar haritasına bakıldığında ancak o yerin ‘’fay hattında” olması sebebiyle imar yasağı olduğu fark edilmiştir. Kısa bir tereddütten sonra “belediye meclisi kararıyla fay hattının yeri değiştirilmesine” gidilerek o yer imara açılmıştır. Tabi ki bu bir iddia veya gerçek dışı bir haber de olabilir. Ancak durumun doğruluğuna delalet eden bir çok faciaların yaşandığı bir ülkede olduğumuzu da inkar edemeyiz. 

İnsanlık eğer çevreyi, doğayı ve hayvanları koruyamazsa ise Korona Virüse rahmet okuyacak bir çok felaketlerle karşılaşacağını da hesap etmek zorundadır.

Ve son söz: Sağlıklı, huzurlu, düzenli ve güvenli bir çevrede bütün canlılarla birlikte ahenkli bir şekilde yaşanması için el ele.

Av.  Dr.  Seyithan GÜNEŞ, (Emekli hakim)