KARARLAR

Konutu Terk Etmeme Şeklindeki Adli Kontrol Tedbirinin Hukuki Olmaması

Konutu terk etmeme; kişilerin fiziksel özgürlük alanını yalnızca ikamet ettiği konutun içi ile sınırlandıran, elektronik kelepçe takılmak suretiyle infazı söz konusu olabilen ve -kaldırılıncaya kadar- gün boyunca kesintisiz olarak devam ettirilen, uyulmadığında ise şüpheli veya sanık hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasına neden olabilen bir adli kontrol tedbiri niteliğindedir.

Abone Ol

Anılan tedbirin bu niteliği, uygulanış şekli ve özellikleri itibarıyla hareket serbestisi üzerindeki sınırlayıcı etkisinin derece ve yoğunluk olarak seyahat özgürlüğüne göre oldukça ileri bir boyutta olduğu ve dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil ettiği sonucuna varmak gerekir. Anayasa Mahkemesi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 109. maddesinde tutuklamaya alternatif olarak düzenlenmiş adli kontrol türlerinden biri olan konutu terk etmeme tedbirinin hukukiliğinin incelemesinde -tutuklama tedbirinde olduğu üzere- kanun tarafından öngörülme, kuvvetli suç belirtisinin bulunması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebeplerinin mevcut olması ve ölçülülük ilkesine uygunluk kriterleri bakımından bir değerlendirme yapılması gerektiğini kabul etmiştir.

İlgili Kararlar:

♦ (Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020) 
♦ (Şahin Alpay (3), B. No: 2018/10327, 3/12/2020) 
♦ (Ayşe Söğüt, B.No: 2020/10866, 13/1/2021)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

ESRA ÖZKAN ÖZAKÇA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/32052)

 

Karar Tarihi: 8/10/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 30/12/2020-31350

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Engin YILDIRIM

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

Raportörler

:

Yusuf Enes KAYA

 

 

Aydın ŞİMŞEK

Başvurucu

:

Esra ÖZKAN ÖZAKÇA

Vekili

:

Av. Nazan Betül VANGÖLÜ KOZAĞAÇLI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/8/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır.

7. Birinci Bölüm tarafından 12/2/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. Olaylara İlişkin Arka Plan Bilgisi

9. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde bir askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).

10. Olağanüstü hâl döneminde alınan tedbirlerden biri de "terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu" değerlendirilen kişilerin Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmasıdır. Bu kapsamda darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY'nin yanı sıra diğer terör örgütleri ile ilgisi nedeniyle de çok sayıda kamu görevlisinin ihraç edildiği bilinmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-60).

11. Öğretmen olarak görev yapmakta olan başvurucunun eşi S.Ö. 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK ile devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılmıştır. Akademisyen olan N.G. de hakkındaki 3/10/2016 tarihli görevden uzaklaştırma tedbirinin ardından 2/1/2017 tarihli ve 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK ile aynı gerekçeyle kamu görevinden çıkarılmıştır.

12. Bu süreçte N.G. 9/11/2016 tarihinde Ankara'da Yüksel Caddesi'nde oturma eylemi yapmaya başlamıştır. Başvurucunun eşi S.Ö. de 23/11/2016 tarihinden itibaren bu oturma eylemine katılmıştır. Bu kişiler 11/3/2017 tarihinde, görevlerine iade edilmeleri amacıyla açlık grevi başlattıklarını açıklamıştır.

13. N.G. ve S.Ö. tarafından başlatılan oturma eylemi ve sonrasındaki açlık greviyle ilgili olarak kamuoyunda yoğun tartışmalar olmuş ve konu uzun süre güncelliğini korumuştur.

14. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma sonucunda düzenlenen 2/5/2017 tarihli iddianameyle S.Ö. ve N.G.nin de aralarında olduğu üç şüphelinin silahlı terör örgütü (DHKP/C) üyesi olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi 23/5/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/137 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.

15. Diğer taraftan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir diğer soruşturma kapsamında S.Ö. ve N.G. silahlı terör örgütüne üye olma ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçlarından tutuklanmaları istemiyle 23/5/2017 tarihinde Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiş, Hâkimlik aynı tarihte bu kişilerin tutuklanmasına karar vermiştir. Başsavcılık tarafından düzenlenen 24/5/2017 tarihli iddianameyle S.Ö. ve N.G.nin silahlı terör örgütü (DHKP/C) üyesi olma, terör örgütünün propagandasını yapma ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçlarından cezalandırılmaları istemiyle Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde yeni bir kamu davası açılmıştır. Mahkeme 5/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/161 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte ayrıca davanın E.2017/137 sayılı dosya ile birleştirilmesine ve yargılamaya bu dosya üzerinden devam edilmesine de karar vermiştir.

B. Başvurucuya İlişkin Süreç

16. Başvurucu, öğretmen olarak görev yapmakta iken 2/1/2017 tarihli ve 686 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK ile devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna MGK'ca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılmıştır.

17. Bunun üzerine başvurucu da -eşinin açlık grevine başladığı- 11/3/2017 tarihinde ve aynı yerde oturma eylemine katılmıştır. Başvurucu, eşi S.Ö.nün tutuklanmasından sonra ise 23/5/2017 tarihinde açlık grevine gitmiştir.

18. Diğer taraftan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca söz konusu oturma ve açlık grevi eylemleri ile DHKP/C terör örgütünün bağlantısının bulunduğu değerlendirilerek -aralarında başvurucunun da olduğu- bazı kişiler hakkında yürütülen bir diğer soruşturma kapsamında başvurucu 6/7/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır.

19. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/7/2017 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Ben yaklaşık 4 yıl Mardin Mazıdağı ilçesi Ürünlü Köyü İlköğretim okulunda öğretmen olarak görev yapıyordum. 7 Şubat 2017 tarihli KHK ile mesleğimden ihraç edildim. Eşim S.Ö. de benimle birlikte Mardin Mazıdağı ilçesinde öğretmendi. O ise daha önceden yayınlanan KHK kapsamından kamu görevinden ihraç edilmiştir. Eşim 23 Mayıs 2017 tarihinde Ankara ilinde tutuklandı. 9 Eylül 2016 tarihinde ben ve eşim görevimizden açık alındık, bizimle birlikte 11 bin öğretmen açığa alındı. Eşim 29 Ekim 2016 tarihinde görevinden ihraç edildi. Eşim bu ihraçtan sonra birçok hak arama yöntemleri denedi, Valiliğe başvurdu, dava açtı, MEB'e [Millî Eğitim Bakanlığı] başvurdu. Bunların hiçbirinden yanıt aramadı. Biz o dönemde KHK kapsamında yapılan ihraçların yargı yollarının kapalı olduğunu öğrendik. Bunun üzerine eşim kendisi gibi ihraç edilen N.G. ile birlikte Ankara Yüksel Caddesinde eyleme başladı. Eşimin eyleme başladığı tarih 23 Kasım 2016 tarihidir. Ben de onunla birlikte Ankara'ya geldim. Ancak eylemlere katılmadım. 1 ay sonra görevime iade edildim. Eşimle haftasonu ya Ankara'da ya Mardin'de görüştük. Bu zaman sürecinde eşim eylemlere devam etti. Ben 7/2/2017 tarihinde çıkan bir KHK ile ihraç edildiğimi öğrendim. Aynı süreci ben yaşamaya başladım. Bu durum beni mağdur etti. Ben ve eşim ihraç edilmiştir. Öğrencilerime bu konuyu anlatamadık. Öğrencilerime okuldan neden gittiğim sorusuna cevap veremedim. Öğrencilerim ve velileri büyük bir üzüntüyle beni okuldan uğurladılar. Bunun üzerine ben de eşim ve diğer ihraç edilenler ile birlikte Yüksel Caddesindeki eylemlere başladım. Ben de eşim gibi kurumlara başvuru yaptım ve hiçbir sonuç alamadım. OHAL komisyonuna devredileceği söylenerek taleplerimiz reddedildi. 11 Mart 2017 tarihinde ben de eyleme başladım. Bu sırada eşim de açlık grevine başladı. Eşim yapmış olduğu bu eylemden ötürü tutuklandı. Ben V.A., A.K., M.D. ve diğer kamuda ihraç edilenlerle birlikte eyleme devam ettim. N. ve eşim tutuklandıktan sonra ben de açlık grevine başladım. O tarihten bu yana açlık grevindeyim."

20. İfadesi sırasında başvurucuya S.Ö. (eşi) ve N.G. tarafından gerçekleştirilen oturma ve açlık grevi eylemlerini bu kişilerin tutuklanmalarından sonra devam ettirmesindeki amacı sorulmuştur. Başvurucu; bu soruya karşılık olarak kendisinin herhangi bir örgüt ile ilişki veya irtibatının olmadığını, eylem yapma nedeninin KHK ile kamu görevinden çıkarılmaları olduğunu, bunu bir hak arama yolu olarak seçtiklerini, eşinin tutuklanması üzerine o açlık grevinde olduğu için bu duruma duyduğu tepkiden ötürü kendisinin de açlık grevine başladığını, bu eylem için hiç kimseden talimat almadığını, bunun eşine olan bağlılığının sonucu olduğunu, bu eylemi eşinin arkasında olduğu için gerçekleştirdiğini ifade etmiştir.

21. Ayrıca başvurucudan DHKP/C, Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) ve -soruşturma mercilerince DHKP/C terör örgütü ile bağlantısı olduğu değerlendirilen- Devrimci Memur Hareketi (DMH) ile olan bağlantısını açıklaması istenmiştir. Başvurucu; DHKP/C terör örgütü ile herhangi bir bağlantısının söz konusu olmadığını, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi olduğunu, KEC'in EĞİTİM SEN içinde seçim yürüten bir grup olmakla birlikte kendisinin KEC ile herhangi bir bağlantısının bulunmadığını, DMH'nin ise ne olduğunu bilmediğini söylemiştir.

22. Başvurucu, kendisine sorulan "DHKP/C terör örgütünün memur yapılanması olduğu değerlendirilen DMH ve KEC organizesinde Ankara, İstanbul, Düzce ve Malatya'da 'Direniş' eylemleri adı altında etkinlikler yapılmakta iken, Malatya ve İstanbul'da yapılan eylemlerin S.Ö. ve N.G. tutuklandıktan sonra Yüksel Caddesinde devam ettirilmesinin bu eylemlerin tek bir merkezden yönetildiği anlaşılmaktadır. Bu eylemleri kim organize etmektedir? Neden eylem yapmak için Yüksel Caddesini seçtiniz?" şeklindeki soruya karşılık olarak böyle bir durumun söz konusu olmadığını, kendisinin eşini takip ettiğini, o nerede olursa onun yanında olma düşüncesiyle Ankara'ya geldiğini, 6 Temmuz tarihine kadar Yüksel Caddesi'nde bulunmasına rağmen eylemlere katılanlara karşı yoğun bir şekilde gaz kullanılması, astım hastalığının bulunması ve açlık grevinde olması nedeniyle eylemlere katılmadığını beyan etmiştir.

23. Bunların yanı sıra başvurucuya (soruşturma mercilerinin DHKP/C terör örgütünün fikirleri ve görüşleri doğrultusunda yayın yaptığını değerlendirdikleri) Emperyalizme ve Oligarşiye Doğru Yürüyüş isimli derginin ve DHKP/C terör örgütüne ait sosyal medya hesabının destek vererek kendilerini sahiplenmesinin amacının ne olduğu, kendisinin sosyal medyadaki paylaşımlarının ne amaçla yapıldığı ve Yüksel Caddesi'ndeki eylemi sırasında atmış olduğu sloganları tespit ederken anılan derginin etkisinde kalıp kalmadığı sorulmuştur. Başvurucu bu sorulara karşılık olarak söz konusu destek ve sahiplenilme iddiasının kendisiyle bir ilgisinin olmadığını, gözaltına alınmadan önce BBC'ye röportaj verdiğini, yaptıkları eyleme ilişkin olarak ulusal ve uluslararası birçok yerde destek içerikli haber, röportaj, belgesel gibi yayınlara yer verildiğini, sosyal medyadaki paylaşımları eşine destek vermek amacıyla yaptığını, eylem sırasında "İşimizi Geri İstiyorum, N.G. ve S.Ö. İşe Geri Alınsın, N. ve S. Onurumuzdur, Emekçiyiz Haklıyız Kazanacağız, Yaşasın Açlık Grevi direnişimiz." şeklinde sloganlar attıklarını, bunların bir çoğunun kamu emekçilerinin mücadelelerine konu olan sloganlar olduğunu, herhangi bir yerden alınan talimatlarla slogan atmadıklarını dile getirmiştir.

24. Başvurucu, ifadesinin alınmasının ardından silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol altına alınması istemiyle Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir.

25. Başvurucu; Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunda Savcılıktaki ifadesini tekrar ettiğini, ev hapsiyle ilgili talebin doğru olmadığını, bu kararın tutuklanmaktan bir farkının bulunmadığını ve ağır olacağını zira ceza infaz kurumunda bulunan ve açlık grevinde olan eşini ziyaret ettiğini, bu nedenle serbest bırakılmak istediğini belirtmiştir.

26. Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliği 10/7/2017 tarihinde, konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol tedbiri talebinin reddine ve başvurucunun haftanın belirli günleri karakola gelip imza atması şeklindeki adli kontrol yükümlülüğüne tabi tutulmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Her ne kadar şüpheliler hakkında CMK109/3-j maddesi gereğince konutu terk etmemek adli kontrol tedbirine hükmedilmesi talep edilmiş ise de, mevcut delil durumu dikkate alınarak CMK 109/3-j maddesindeki konutu terk etmemek adli kontrol tedbirinin bu aşamada ölçülü olmayacağı kanaatine varıldığından C. Başsavcılığının bu yöndeki talebinin reddine, şüphelilerin üzerilerine atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu dikkate alınarak CMK 109/3-b ve devamı maddesindeki adli kontrol hükmünün bu aşamada ölçülü olacağı anlaşılmakla şüpheliler hakkında ayrı ayrı adli kontrolü ygulanmasına,

Adli kontrol olarak şüphelilerin, haftanın her Pazartesi ve Cuma günü gün içerisinde saat:08:00-22:00 arasında ikametgahının bağlı bulunduğu karakola müracaat ederek ilde bulunduğunu belirterek beyanının tutanakla tespitine, ilgili karakol amirliğine bu konuda Cumhuriyet Başsavcılığınca bilgi verilmesine, Adli kontrolün soruşturma sonuna kadar devam etmesine, şüpheliler Adli kontrole uymadıkları taktirde CMK 112/1 maddesince tutuklama kararı verilebileceğinin ihtarına ... [karar verildi.]"

27. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 10/7/2017 tarihinde atılı suçun vasıf ve mahiyeti ile kaçma şüphesinin varlığına atıf yaparak imza atma şeklindeki adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağını belirtmiş, bu nedenle başvurucunun konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar verilmesi için karara itiraz etmiştir.

28. Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliği 10/7/2017 tarihinde dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda Başsavcılığın itirazının kabulü ile başvurucunun terör örgütü üyesi olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Hâkimlik kararında, bu karara karşı Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliğine itiraz yolunun açık olduğu ifade edilmiştir.

29. Başvurucu, müdafii aracılığıyla 14/7/2017 tarihinde bu karara itiraz etmiştir. Ankara 6. Sulh Ceza hâkimi 25/7/2017 tarihinde başvurucu hakkında ilk kararı veren Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğinde de görevli olduğunu belirterek itirazın değerlendirilmesi için dosyanın Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar vermiştir. Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliği ise aynı tarihte Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğince verilen kararın kesin olduğunu belirterek itiraza ilişkin karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

30. Başvurucu, bireysel başvuru dilekçesinde Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliği kararının itiraza tabi olmadığını belirterek bu karar üzerine 10/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

31. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 24/8/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede;

i. DHKP/C terör örgütünün mensubu/sempatizanı olan devlet memurları tarafından 1997 yılında düzenlenen ilk kurultay sonrası kurulduğu değerlendirilen DMH'nin son süreçte bu terör örgütü adına 2010 yılı itibarıyla KEC adı altında faaliyetlerini sürdürdüğü belirtilmiştir.

ii. DHKP/C'nin memur alan yapılanması olan DMH içinde faaliyet gösterdiği iddia edilen ve olağanüstü hâl kapsamında yayımlanan KHK'lar ile kamu görevinden çıkarılmalarının ardından Ankara'da açlık grevine başlayan N.G. ve S.Ö.nün bu terör örgütünün açık alan yapılanmalarının desteği ile eylemlerine aralıksız devam ettiği, bu eylemlerin hak arama talebi olmaktan çıkarak terör örgütünün eleman devşirme çalışmalarına dönüştüğü, müzahir kitleyi bir arada tuttuğu ileri sürülmüştür.

iii. Başvurucunun N.G. ve S.Ö. tarafından gerçekleştirilen oturma eylemine katıldığı, devam eden süreçte ise 23/5/2017 tarihinde eylemini açlık grevine dönüştürdüğü ifade edilmiştir.

iv. Tüm bu eylemlerin KEC adı altında yapıldığı ve bu eylemlerin DHKP/C terör örgütünün yayın organları tarafından sahiplenildiği belirtilmiştir. Bu kapsamda;

- DHKP/C'nin yayın organı olduğu iddia edilen Yürüyüş dergisinde eylemlere destek mahiyetinde çağrılar yapıldığı, eylemler esnasında kullanılan sloganların örgüt sloganı olarak sahiplenildiği,

- Başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin yakalanıp gözaltına alınmalarının akabinde DHKP/C'nin görüş ve fikirleri doğrultusunda internet üzerinden yayın yapan Halkınsesi TV ve KEC'in sosyal medya hesaplarından yapılan yayın ve açıklamalarla eylemlerin sahiplenildiği,

- 8/7/2017 tarihinde İstanbul'da "Ankara'daki Gözaltılar Serbest Bırakılsın! Mücadeleyi Engelleyemezsiniz" ibareli Halk Cephesi imzalı pankart asılarak bu kişilerin DHKP/C terör örgütü tarafından sahiplenildiği,

- Aynı tarihte İstanbul'un Okmeydanı semtinde "Direnenlere Saldırmaktan Vazgeçin, İrademizi Sınamayın" ibareli DHKC/Dev-Genç imzalı pankart asılarak gözaltında bulunan şüphelilerin -DHKP/C terör örgütünün silahlı kanadı olan- DHKC tarafından sahiplenildiği ve ayrıca devlet görevlilerinin tehdit edildiği, konuyla ilgili olarak örgüte müzahir internet sitesinde tehditkâr bir bildiri de yayımlandığı ifade edilmiştir.

v. Başvurucunun da aralarında yer aldığı şüphelilerin bu eylemlerdeki amacının DHKP/C terör örgütünün açık alan yapılanması olan KEC'in talimatları doğrultusunda kamuoyu oluşturmak, -kendilerince- kazanılmış bölge olarak görülen Yüksel Caddesi'ni kaybetmemek, N.G. ve S.Ö.nün taleplerini kabul ettirmek ve bu kişilerin tutuklanmalarını protesto etmek olduğu değerlendirilmiştir.

vi. Başvurucunun gözaltına alındıktan sonra gözaltı aracında söylediği "Açlık grevinde olduğum için gözaltına alındım, yolda yürürken gözaltına alındım. Bunlara boyun eğmeyeceğim, direnişe devam edeceğim." şeklindeki sözlerinin Kamu Emekçileri Cephesi isimli sosyal paylaşım sitesinde yayımlandığına dikkat çekilmiştir.

32. İddianamede sonuç olarak başvurucu da dâhil olmak üzere şüphelilerin sürdürdükleri eylemlerin DHKP/C terör örgütüne özgü bir eylem olduğu, söz konusu eylemlerin ülke genelinde örgütün organizesinde bir kampanya şeklinde yürütüldüğü, ülke genelinde yapılan eylemlerin örgüte müzahir internet sitelerinde sahiplenildiği, şüphelilerin eylemlerinin terör örgütünün talimatıyla yapıldığı, bu nedenle şüphelilerin DHKP/C terör örgütü içinde faaliyet yürütmek suretiyle bu örgütün üyesi oldukları ve örgüt adına zincirleme şekilde terör propagandası yaptıkları ileri sürülmüştür.

33. Ankara 25. Ağır Ceza Mahkemesi 8/9/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/48 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.

34. Ankara 25. Ağır Ceza Mahkemesi 19/10/2017 tarihli duruşmada, başvurucu hakkında verilen konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol altına alınma kararının kaldırılmasına, başvurucunun her hafta cumartesi günü ikametgâhına en yakın karakola imza vermek suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir.

35. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

36. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir."

37. 5271 sayılı Kanun'un "Adli kontrol" kenar başlıklı 109. maddesi şöyledir:

"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.

(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.

(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir

a) Yurt dışına çıkamamak.

b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.

c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.

d) Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.

e) Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek.

f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.

g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek.

h) Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye bağlamak.

i) Aile yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.

j) Konutunu terk etmemek.

k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek.

l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.

 (4) (Ek: 25/5/2005 – 5353/14 md.; Mülga: 2/7/2012-6352/98 md.)

 (5) Hâkim veya Cumhuriyet savcısı (d) bendinde belirtilen yükümlülüğün uygulamasında şüphelinin meslekî uğraşılarında araç kullanmasına sürekli veya geçici olarak izin verebilir.

 (6) Adlî kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendinde belirtilen hallerde uygulanmaz.

 (7) Kanunlarda öngörülen tutukluluk sürelerinin dolması nedeniyle salıverilenler hakkında adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir."

38. 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol kararı ve hükmedecek merciler" kenar başlıklı 110. maddesi şöyledir:

"(1) Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir.

(2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolun içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir.

(3) 109 uncu madde ile bu madde hükümleri, gerekli görüldüğünde, görevli ve yetkili diğer yargı mercileri tarafından da, kovuşturma evresinin her aşamasında uygulanır."

39. 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol kararının kaldırılması" kenar başlıklı 111. maddesi şöyledir:

"(1) Şüpheli veya sanığın istemi üzerine, Cumhuriyet savcısının görüşünü aldıktan sonra hâkim veya mahkeme 110 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre beş gün içinde karar verebilir.

 (2) Adlî kontrole ilişkin kararlara itiraz edilebilir."

40. 5271 sayılı Kanun'un "Tedbirlere uymama" kenar başlıklı 112. maddesi şöyledir:

"(1) Adlî kontrol hükümlerini isteyerek yerine getirmeyen şüpheli veya sanık hakkında, hükmedilebilecek hapis cezasının süresi ne olursa olsun, yetkili yargı mercii hemen tutuklama kararı verebilir.

 (2) (Ek: 24/11/2016-6763/24 md.) Birinci fıkra hükmü, azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle verilen adli kontrol tedbirinin ihlali hâlinde de uygulanabilir. Ancak, bu durumda tutuklama süresi ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde dokuz aydan, diğer işlerde iki aydan fazla olamaz."

41. 5/3/2013 tarihli ve 28578 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Adli kontrol tedbirleri" kenar başlıklı 56. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Adli kontrol tedbirlerinden;

...

h) Konutunu terk etmemek: Şüpheli veya sanığın mahkeme tarafından belirlenen konutunu mazereti olmaksızın veya izin almaksızın terk etmemeyi,

...

İfade eder".

42. Aynı Yönetmelik'in "Adli kontrol tedbirlerinin yerine getirilmesi" kenar başlıklı 57. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Adli kontrol kararı kaydedildikten sonra, infaz işlemlerinin başlatılması için karar doğrudan vaka sorumlusuna gönderilir. Hakkında adli kontrol kararı verilen şüpheli veya sanığa gönderilen tebligatta; adli kontrol tedbirinin türü, tedbirin ne şekilde ve ne zaman yerine getirileceği, uyulması gereken kurallar, tedbire uymamanın sonuçları ile adli kontrol tedbirinin gereklerinin derhal yerine getirilmesi gerektiği açıklanır. Kararın niteliğine göre gerekli ise ilgili kişi, kurum veya kuruluşa derhal yazı yazılarak adli kontrol tedbirinin içeriği açıklanır; şüpheli veya sanığın hakkındaki adli kontrol tedbirinin gereklerini süresinde yerine getirip getirmediği ve adli kontrol tedbirine devam edip etmediği hususlarında bilgi istenir.

...

 (5) Haklarında bu Yönetmeliğin 56 ncı maddesinin birinci fıkrasının (a), (h), (ı) ve (i) bentlerinde sayılan adli kontrol tedbirlerine karar verilen şüpheli veya sanıkların toplum içinde izlenmesi, denetim ve takibi elektronik kelepçe takılmak suretiyle yerine getirilebilir."

B. Uluslararası Hukuk

1. Sözleşme Metinleri

43. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme/AİHS) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:

...

c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;

..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

44. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 5. maddesinde geçen özgürlük kavramının kişinin fiziksel özgürlüğünü kapsadığını belirtmiştir (Engel ve diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71; 5101/71; 5102/71; 5354/72; 5370/72, 8/6/1976, § 58). AİHM'e göre gözaltına alınıp nezarethanede tutulan, tutuklanan, hapis cezasına mahkûm edilip ceza infaz kurumuna konulan kişilerin özgürlüklerinden mahrum edildiğinde kuşku bulunmamakla birlikte özgürlükten mahrum bırakma çok çeşitli şekillerde ortaya çıkabilmektedir ve bu durumlar tüm özgürlükten yoksun bırakma hâllerini kapsamamaktadır. Özgürlükten mahrum bırakma çeşitleri, gerek yasalardaki gerekse de kamu gücünün uygulamalarındaki değişimlerle artmaktadır (Guzzardi/İtalya, B. No: 7367/76, 6/11/1980, § 95).

45. AİHM, hareket özgürlüğüne yönelik, Sözleşme'nin 5. maddesi kapsamında kalan sınırlamaların ayrı bir hak olan ve Sözleşme'ye ek 4 No.lu Protokol'ün 2. maddesi ile güvence altına alınan seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasından farklı olduğunu belirtmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 5. maddesi anlamında özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale, Sözleşme'ye ek 4 No.lu Protokol'ün 2. maddesi kapsamındaki seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasının aşırı bir biçimidir. AİHM; özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik sınırlamalar ile seyahat özgürlüğüne yönelik sınırlamalar arasındaki farkın sınırlamanın niteliği ve esası ile ilgili olmadığını, yalnızca derece ve yoğunluk farkı olduğunu belirtmiştir (Guzzardi/İtalya, § 93). Sınırlamalardaki derece ya da yoğunluğun değerlendirilmesinde ise söz konusu tedbirin çeşidi, süresi, etkileri ve uygulanma tarzı gibi çeşitli faktörler dikkate alınacaktır (Guzzardi/İtalya, § 92).

46. AİHM Guzzardi/İtalya kararında, bir mafya grubuna mensup olduğundan şüphelenilen başvurucunun bir adada 2,5 kilometrekarelik çitsiz bir alanda kendisi ile benzer durumda olan diğer kişilerle birlikte ve gözetleyici personel nezaretinde yaşamaya zorlandığına dikkat çekmiş; başvurucunun sınırlandırıldığı alanın son derece küçük boyutuna, tabi tutulduğu daimî gözetime ve sosyal iletişim kurmasının aşırı zor olduğu gerçeğine özel önem atfetmiştir. Bu başvuruya konu olayda başvurucunun hareket edebileceği alan -bir hücrenin ebadından çok daha büyük olmasına ve herhangi bir fiziksel engel ile çevrili bulunmamasına rağmen- bir adanın erişimi zor ve küçük bir bölümü ile sınırlı olup bu arazinin onda dokuzunda da bir hapishane bulunmaktadır. Başvurucu, bakımsız hatta metruk durumdaki eski bir sağlık ocağı, bir jandarma karakolu, bir okul ve bir kiliseden oluşan küçük bir köyde ikamet ettirilmekte; bu köyde kendisi ile aynı durumdaki kişilerle ve polislerle yaşamaktadır. Başvurucu; yakın ailesi, adadaki diğer sakinler ve denetim personeli dışında sosyal ilişkiler açısından yetersiz imkânlara sahiptir. Başvurucunun önceden bildirimde bulunmadan saat 10.00'dan 19.00'a kadar konutunu terk etmesi mümkün değildir. Başvurucu; günde iki kez yetkililere rapor vermek, telefonu kullanmak istediği zaman konuşacağı kişinin adını ve numarasını bildirmek zorundadır. Ayrıca herhangi bir yükümlülüğe uymadığı takdirde tutuklanması söz konusu olabilecektir. AİHM, anılan kararında tutulma derecesi ve yoğunluğuna ilişkin tüm bu hususları dikkate alarak başvurucunun özgürlüğünden yoksun bırakıldığı sonucuna varmıştır (Guzzardi/İtalya, § 95).

47. Bununla birlikte De Tomasso/İtalya ([BD], B. No: 43395/09, 23/2/2017) kararında AİHM, başvurucunun mecbur kalmadıkça saat 22.00 ile 06.00 arasında evden çıkma yasağına tabi olmasının özgürlükten yoksun bırakma anlamına geldiği itirazını kabul etmemiştir. AİHM mevcut davaya benzer şekilde incelediği tüm davalarda; başvurucuların geceleri evden ayrılmama yükümlülüğü altında olduğunu, bunun seyahat özgürlüğüne müdahale olduğunu belirtmiştir. Bu kapsamda AİHM; zorunlu ikamet emri ve gece evden çıkmama, ikamet yerinden uzaklaşmama, barlara veya eğlence yerlerine gitmeme veya kamuya açık toplantılara katılmama, sabıka kaydı olan ve önleyici tedbirlere tabi olan kişilerle ilişki kurmama gibi kısıtlamaları ve özel gözetime tabi tutulmayı seyahat özgürlüğünün sınırlandırılması olarak nitelendirmiştir (De Tomasso/İtalya, § 84). AİHM; özellikle mevcut davada başvurucunun gün boyunca evden çıkma özgürlüğü üzerinde bir kısıtlama olmadığını, sosyal bir hayata sahip olma ve dış dünyayla ilişkilerini sürdürme imkânının bulunduğunu, ayrıca ikamet yerinden ayrılırken yetkili makamlara izin almak için başvurduğuna dair herhangi bir gösterge bulunmadığını belirtmiştir (De Tomasso/İtalya, § 88).

48. Yine Raimondo/İtalya (B. No: 12954/87, 22/2/1994) kararına konu olayda başvurucu, polis gözetimine alınmıştır. Bu kapsamda başvurucunun 21.00 ile 07.00 saatleri arasında haklı mazereti olmadan ve polise bildirmeden evden çıkmasına izin verilmemekte, evden her çıkışta polise haber vermesi gerekmektedir. AİHM, bu tedbiri kişi özgürlüğüne değil seyahat özgürlüğüne getirilen bir kısıtlama olarak nitelendirmiştir (Raimondo/İtalya, §§ 13, 39).

49. Trijonis/Litvanya ((k.k.), B. No: 2333/02, 17/3/2005) kararına konu olayda ise başvurucu, 24 saat evden çıkmamak şartıyla 15/12/2000 ile 11/1/2001 tarihleri arasında ev hapsine tabi tutulmuştur. Ancak daha sonra ev hapsi tedbiri hafta sonları tüm gün, hafta içi ise -başvurucunun günün geri kalanında çalışmasına imkân tanımak için- 19.00 ile 07.00 saatleri arasında evden çıkmama şeklinde değiştirilmiştir. Bu tedbir ise 11/1/2001 ila 6/5/2002 tarihlerinde uygulanmıştır. AİHM 15/12/2000 ile 11/1/2001 tarihleri arasındaki periyodu kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında, 11/1/2001 ile 6/5/2002 tarihleri arasındaki periyodu ise seyahat özgürlüğü kapsamında incelemiştir.

50. AİHM'in Buzadji/Moldova ([BD], B.No: 23755/07, 5/7/2016) kararına konu olayda başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbiri ev hapsi önleyici tedbiriyle değiştirilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun kendisine karşı yürütülen ceza dosyasıyla bağlantılı herhangi bir kimseyle iletişim kurması ve evden ayrılması yasaklanmış, başvurucu her gün savcılığı telefonla aramakla yükümlü tutulmuştur. AİHM, bu kararında yerleşik içtihadı uyarınca ev hapsinin derece ve yoğunluğu dikkate alındığında Sözleşme'nin 5. maddesi anlamında özgürlük mahrumiyeti oluşturduğunu kabul etmiştir (Buzadji/Moldova § 104; benzer yöndeki kararlar için bkz. Mancini/İtalya, B. No: 44955/98, 2/8/2001, § 17; Lavents/Letonya, B. No: 58442/00, 28/11/2002, §§ 64-66; Ninescu/Moldova, B. No: 47306/07, 15/07/2014, § 53; Delijorgji/Arnavutluk, B. No: 6858/11, 28/4/2015, § 75).

51. Öte yandan Lavents/Letonya kararında AİHM, hükûmetin başvurucunun evde hapsedilmesi sırasında yerleştirildiği evin koşullarının hapishaneden daha iyi olduğu iddiasına karşı Sözleşme'nin 5. maddesinin özgürlükten yoksun bırakma koşullarıyla ilgili olmadığını hatırlatmıştır. AİHM, 5. maddenin uygulanabilirliğinin ölçütleri olarak görülen derece ve yoğunluk kavramlarının tutma yerleri arasındaki rahatlık veya iç rejim farklılığı ile ilgili değil yalnızca hareket özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların derecesi ile ilgili olduğunu belirtmiştir (Lavents/İtalya, § 64).

52. AİHM'in Ninescu/Moldova kararına konu olayda ise başvurucu otuz gün boyunca ev hapsine tabi tutulmuştur. Bu kapsamda başvurucunun evden çıkmaması, davada dinlenen kişilerle doğrudan ya da telefon aracılığıyla görüşmemesi, savcıdan gelen tüm telefonlara cevap vermesi ve gösterilen tarih, saat ve yerde hazır bulunması gerekmektedir. AİHM, ev hapsi tedbirinin etkilerini ve uygulama şeklini gözönüne alarak bu tedbiri özgürlükten yoksun bırakma olarak kabul etmiş ve Sözleşme'nin 5. maddesinin uygulanmasına karar vermiştir (Ninescu/Moldova, §§ 24, 53).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

53. Mahkemenin 8/10/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

54. Başvurucu; Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından mevcut delil durumu dikkate alınarak konutu terk etmeme tedbirine başvurulması talebi reddedilmesine rağmen itiraz üzerine Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğince yineaynı delil durumu gerekçe gösterilerek bu tedbire başvurulmasının çelişkili olduğunu, kişi özgürlüğünü ciddi derecede sınırlayan bu tedbirin hiçbir hukuki dayanağının bulunmadığını, açlık grevinde bulunduğu sırada bu tedbire başvurulmasının ölçülü olmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

55. Başvurucu ayrıca Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin verdiği karara karşı Cumhuriyet savcısının yaptığı itirazın duruşmasız olarak değerlendirildiğini, itiraz üzerine hakkında daha ağır bir karar verildiğini, kendisinin itirazının ise sonuçsuz kaldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

56. Bakanlık görüşünde; başvuruya konu koruma tedbirinin kanuni bir dayanağının olduğu, bu tedbire başvurucunun duruşmalara gelmesini ve yargılamanın bir an önce bitirilmesini sağlamak amacıyla başvurulduğu ifade edilmiştir. Bakanlığa göre tedbir kararı verilmeden önce başvurucunun dinlenilmesi, delillere karşı diyeceklerinin başvurucuya sorulması ve sonrasında itiraz imkânı sağlanmasından dolayı başvurucu usule ilişkin güvencelerden yararlanmıştır.

57. Bakanlık ayrıca adli kontrol tedbirlerinin tutuklamaya göre kişi özgürlüğünü daha az kısıtladığına ve kişi tutuklanmaksızın muhakemenin yapılabilmesini sağladığı için tutuklama yerine geçmek üzere ihdas edildiğine dikkat çekmiştir. Bakanlık, tutuklamaya alternatif bir koruma tedbiri olan adli kontrolün bu özelliği ile tutuklamaya ancak istisnai hâllerde başvurulması kuralının işlerlik kazanmasına katkıda bulunduğuna değinmiş; dolayısıyla başvurucuya isnat edilen suçun kanunlarda öngörülen cezasının ağırlığı dikkate alındığında onun yargı sürecine katılımını sağlamak için tutuklama tedbirine göre daha hafif olan söz konusu tedbire hükmedilmesinin -derece mahkemelerinin geniş takdir payı da düşünüldüğünde- elverişli ve gerekli bir tedbir olduğunu değerlendirmiştir.

B. Değerlendirme

58. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

59. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

...

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."

60. Anayasa'nın "Yerleşme ve seyahat hürriyeti" kenar başlıklı 23. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.

Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak;

Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek;

Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir."

61. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

1. Uygulanabilirlik Yönünden

62. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:

"Savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."

63. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması hâlinde inceleme, Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).

64. Türkiye'de 21/7/2016 tarihinde ilan edilen olağanüstü hâlin temel nedeni 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsüdür. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi Aydın Yavuz ve diğerleri kararında doğrudan darbe teşebbüsü kapsamındaki eylemler dolayısıyla yürütülen bir soruşturmada, Selçuk Özdemir ([GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017) kararında ise -doğrudan darbe teşebbüsüyle bağlantılı olmasa da- teşebbüsün arkasındaki yapılanma olan -ve sonrasında bir terör örgütü olduğuna karar verilen- FETÖ/PDY ile bağlantılı eylemlerle ilgili olarak yürütülen bir soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirlerinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal edip etmediğini incelerken Anayasa'nın 15. maddesini dikkate almıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 237-241; Selçuk Özdemir, § 57).

65. Bununla birlikte olağanüstü hâl sürecine ilişkin belgeler incelendiğinde olağanüstü hâlin ilanında ve devam ettirilmesinde darbe teşebbüsünün ve FETÖ/PDY'nin yanı sıra diğer terör örgütlerinin kamu düzeni ve millî güvenlik üzerinde oluşturdukları tehdit ve tehlikenin de etkili olduğu anlaşılmaktadır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 227). Somut olayda başvurucu hakkında olağanüstü hâl döneminde uygulanan konutu terk etmeme tedbirine konu suçlama olağanüstü hâlin ilanına neden olan olgulardan biri olan terörle (DHKP/C terör örgütüyle) bağlantılıdır.

66. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Hizbullah terör örgütüyle bağlantılı bir suçtan ceza infaz kurumunda hükümlü olan bir başvurucunun olağanüstü hâlin devamı süresince uzaktan eğitim sınavlarına girişine izin verilmemesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasını incelerken Anayasa'nın 15. maddesini dikkate almıştır (Mehmet Ali Eneze, B. No: 2017/35352, 23/5/2018, §§ 29-31). Bu inceleme sırasında öncelikle tedbirin Anayasa'nın başta 13. ve 19. maddeleri olmak üzere ilgili maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek ve aykırılık saptanması hâlinde Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (tutuklama tedbiri yönünden bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

67. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

i. Genel İlkeler

68. Anayasa Mahkemesine göre Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında hürriyetten yoksun bırakma, bir kimsenin kısıtlı bir alanda ihmal edilemeyecek bir süre için tutulması ve bu kişinin söz konusu tutmaya rıza göstermemiş olması şeklinde ifade edilebilecek iki unsuru içermektedir (Cüneyt Kartal, B. No: 2013/6572, 20/3/2014, § 17).

69. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında ifade edilen "Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir" şeklindeki düzenlemede yer alan hürriyet sözcüğü, özgürlük ve bağımsızlığın yanı sıra serbestlik anlamına da gelmektedir. Bu anlamda kişi hürriyetine yönelik bir müdahalenin bulunduğunun söylenebilmesi için kişinin hareket serbestisinin maddi olarak sınırlandırılmış olması gerekir. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale için kişi, rızası olmaksızın en azından rahatsızlık verecek uzunlukta bir süre boyunca belirli bir yerde fiziki olarak tutulmalıdır (Galip Öğüt [GK], B. No: 2014/5863, 1/3/2017, § 34).

70. Anayasa'nın 19. maddesinin metni bir bütün olarak değerlendirildiğinde maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarındaki sınırlama sebeplerinin kişilerin fiziksel özgürlüklerine ilişkin olduğu, ayrıca devam eden fıkralardaki güvencelerin de fiziki olarak hürriyetinden yoksun bırakılmış kişiler bakımından getirildiği görülmektedir. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, bireylerin yalnızca fiziksel özgürlüğünü güvence altına almaktadır (Galip Öğüt, § 35).

71. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik sınırlamalar ile Anayasa'nın 23. maddesinde düzenlenen seyahat hürriyetine yönelik sınırlamalar arasındaki fark sınırlamanın niteliği ve esası ile ilgili değildir. Bu iki hak arasındaki ayrım derece ve yoğunluk farkıdır. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında hareket serbestisine yönelik kısıtlama, seyahat hürriyetine yönelik bir müdahaleye göre çok daha ileri derecede ve yoğun olmalıdır. Sınırlamalardaki derece ya da yoğunluğun değerlendirilmesinde ise söz konusu tedbirin çeşidi, süresi, etkileri ve uygulanma tarzı gibi çeşitli faktörler ile bireyin gündelik hayatının devlet tarafından ne ölçüde denetim altında tutulduğunun dikkate alınması gerekir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Sebahat Tuncel, B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 44).

72. Diğer taraftan adli kontrol, işlediği iddia olunan bir suçtan dolayı şüpheli veya sanığın, tutuklama sebeplerinin varlığı hâlinde belirli yükümlülükler yüklenerek adli makam ve mercilerin denetimi ve kontrolü altına sokulmasıdır (Hülya Kar [GK], B. No: 2015/20360, 7/2/2019, §18).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

73. 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı 109. maddesinde, adli kontrol koruma tedbirine ilişkin hükümler yer almaktadır. Maddenin (1) numaralı fıkrasında, bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada tutuklama sebeplerinin varlığı hâlinde şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebileceği hüküm altına alınmıştır. Kanun koyucu, maddenin (3) numaralı fıkrasında ise adli kontrol kapsamında hükmedilebilecek yükümlülükleri (tedbirleri) maddeler hâlinde sıralamış; şüpheli veya sanığın tutuklama yerine bunlardan bir veya birkaçına tabi tutulmasını mümkün kılmıştır (bkz. § 37).

74. Burada tutuklamaya alternatif olarak sayılan tüm adli kontrol tedbirlerinin tutuklamaya göre temel hak ve özgürlükler üzerinde daha hafif bir müdahale teşkil ettiği söylenebilir. Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 101. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, Cumhuriyet savcılarının tutuklama isteminde bulunurken adli kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiilî nedenlere yer vermeleri gerektiği ifade edilmiş (bkz. § 36); 109. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise tutuklama yasağı öngörülen hâllerde de adli kontrole ilişkin hükümlerin uygulanabileceği belirtilmiştir. Ayrıca Kanun'un 112. maddesinde adli kontrol hükümlerini isteyerek yerine getirmeyen şüpheli veya sanık hakkında -hükmedilebilecek hapis cezasının süresi ne olursa olsun- yetkili yargı mercii tarafından hemen tutuklama kararı verilebileceği hüküm altına alınmıştır (bkz. § 40).

75. Konutu terk etmeme 5271 sayılı Kanun'un 109. maddesinde düzenlenmiş olan adli kontrol tedbirlerinden biridir. Bu tedbirin ne anlama geldiği Yönetmelik'in 56. maddesinde ifade edilmiştir. Anılan maddede konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri, şüpheli veya sanığın mahkeme tarafından belirlenen konutunu mazereti olmaksızın veya izin almaksızın terk etmemesi olarak tanımlanmıştır (bkz. § 41). Buna göre bir şüpheli veya sanık hakkında adli kontrol tedbiri uygulandığında bu kişilerin kesintisiz bir şekilde konutlarının dışına çıkmaları -mazeretli olmaları veya öncesinde izin almaları dışında- mümkün olmamaktadır. Bu durumda kişiler, haklarındaki bu tedbir sona erinceye kadar yaşamlarını sürekli olarak konutlarında sürdürmek zorundadır. Anılan Yönetmelik'in 57. maddesinde ifade edildiği üzere bu tedbirin infazı elektronik kelepçe takılmak suretiyle takip edilmektedir (bkz. § 42). Böylelikle ikamet ettiği konutun dışına çıktığı anda kişilerin haklarındaki adli kontrol yükümlülüklerini ihlal etmeleri söz konusu olabilmektedir.

76. Yukarıda da değinildiği üzere kişilerin fiziki hareket özgürlüklerini sınırlandıran bir tedbirin Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına mı yoksa Anayasa'nın 23. maddesinde düzenlenmiş olan seyahat özgürlüğüne mi müdahale teşkil ettiği belirlenirken önemli olan husus sınırlamanın niteliği veya esası değildir. Bir tedbirin bunlardan hangisine müdahale oluşturduğunun tespitinde sınırlamanın derecesi ve yoğunluğu dikkate alınmalıdır. Bunun tespitinde tedbirin türü, süresi, uygulanış şekli, gündelik hayatın denetiminin boyutu gibi faktörler önem taşımaktadır (bkz. § 71). Bu bağlamda yapılan değerlendirmede konutu terk etmeme; kişilerin fiziksel özgürlük alanını yalnızca ikamet ettiği konutun içi ile sınırlandıran, elektronik kelepçe takılmak suretiyle infazı söz konusu olabilen ve -kaldırılıncaya kadar- gün boyunca kesintisiz olarak devam ettirilen, uyulmadığında ise şüpheli veya sanık hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasına neden olabilen bir adli kontrol tedbiri niteliğindedir. Anılan tedbirin bu niteliği, uygulanış şekli ve özellikleri itibarıyla hareket serbestisi üzerindeki sınırlayıcı etkisinin derece ve yoğunluk olarak seyahat özgürlüğüne göre oldukça ileri bir boyutta olduğu, dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil ettiği sonucuna varmak gerekir.

77. Nitekim AİHM de gün boyunca devam eden ve aralıksız olarak sürdürülen sınırlı bir bölgeyi (bkz. § 46) veya konutu terk etmeme (bkz. §§ 49-52) tedbirlerinin derece ve yoğunluk itibarıyla -seyahat özgürlüğüne değil- Sözleşme'nin 5. maddesinde güvence altına alınan özgürlük ve güvenlik hakkına müdahale teşkil ettiği yönünde kararlar vermiştir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

i. Genel İlkeler

78. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına konutu terk etmeme şeklinde müdahale teşkil eden bir tedbirin hukuki olup olmadığı değerlendirilirken bu tedbirin tutuklamaya alternatif bir koruma (adli kontrol) tedbiri olarak kabul edilmesi dolayısıyla tıpkı tutuklama kararlarında olduğu gibi konutu terk etmeme tedbirinin niteliğine uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (bazı farklarla bkz. Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).

79. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler bakımından mümkündür. Konutu terk etmeme de tutuklama yerine uygulanan, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil eden bir adli kontrol tedbiri olarak düzenlenmiş bulunduğundan kişiler hakkında bu tedbirin uygulanmasının ön koşulu -tıpkı tutuklamada olduğu gibi- kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir (tutuklama ile ilgili olarak bkz. Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).

80. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin yukarıda değinilen tutuklamaya alternatif olma niteliği gereği bu tedbir yalnızca Anayasa'da öngörülen bu amaçlarla verilebilir. Anılan tedbirin niteliği ve özellikleri dikkate alındığında bunun bilhassa şüphelilerin veya sanıkların kaçmalarını engellemeye yönelik adli bir önlem olarak değerlendirilmesi mümkündür.

81. Ayrıca Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda dikkate alınacak hususlardan biri de konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin ulaşılmak istenen amaç bakımından ölçülü olup olmadığıdır.

82. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik, öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını; gereklilik, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını, yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını; orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

83. Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin ölçülü olduğunun söylenebilmesi için tutuklamaya alternatif olan, temel hak ve özgürlükler üzerinde daha hafif müdahale teşkil eden diğer adli kontrol tedbirlerinin yeterli olmaması gerekir. Bu çerçevede -konutu terk etmemeye göre temel hak ve özgürlüklere daha hafif etkide bulunan- diğer adli kontrol yükümlülüklerinin ulaşılmak istenen meşru amaç bakımından yeterli olması hâlinde konutu terk etmeme tedbirine başvurulmamalıdır.

84. Her somut olayda konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, bu tedbirin uygulanması için Anayasa'da öngörülen sınırlama sebeplerinin bulunup bulunmadığının ve söz konusu tedbirin ölçülülüğünün takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tedbirin uygulanmasına ilişkin süreç ve bu husustaki yargı mercii kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (tutuklama bakımından benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 123, 124).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

85. Başvurucu, terör örgütü üyesi olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından yürütülen bir soruşturma kapsamında Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen bir kararla 5271 sayılı Kanun'un 109. maddesi uyarınca konutu terk etmeme adli kontrol tedbirine tabi tutulmuştur. Dolayısıyla başvurucu hakkında bir adli kontrol yükümlülüğü olarak uygulanan konutu terk etmeme tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

86. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan adli kontrol tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce ön koşul olarak suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

87. Başvurucu hakkındaki soruşturma belgeleri incelendiğinde başvuruya konu tedbirin dayanağını oluşturan suçlamaların temelinde, başvurucunun önce eşinin sonra da kendisinin -olağanüstü hâl döneminde alınan tedbirler kapsamında- devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna MGK'ca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle KHK ile kamu görevinden çıkarılması üzerine önce Yüksel Caddesi'nde oturma ve sonrasında açlık grevi eylemlerinin olduğu görülmektedir. Soruşturma mercileri; başvurucunun da dâhil olduğu bazı kişiler tarafından gerçekleştirilen bu eylemlerin esasen DHKP/C terör örgütünün emir ve talimatları doğrultusunda örgütün amacına hizmet etmek ve propagandasını yapmak amacıyla gerçekleştirildiğini ileri sürmüş ve başvurucuya da ifadesi sırasında bu yönde sorular yöneltmiştir (bkz. §§ 19-23).

88. Bu bağlamda yöneltilen suçlamalara ilişkin olarak soruşturma mercilerince DHKP/C ile bağlantılı olduğu değerlendirilen oluşumların faaliyetlerine, başvurucunun eşi S.Ö. ve N.G. tarafından -kamu görevinden çıkarılmaları sonrasında- başlatılan oturma eyleminin ve sonrasındaki açlık grevinin bir hak arama yolu olmaktan çıkarak terör örgütünün amaçlarına hizmet eden bir faaliyete dönüşmesine, başvurucunun da sonradan dâhil olduğu bu eylemlerin DHKP/C terör örgütünün yayın organları tarafından sahiplenilmesine, bu kapsamda bir dergide, internet üzerinden yayın yapan bir televizyon kanalında ve sosyal medya hesaplarında açıklamalar yapılmasına ve mesajlar paylaşılmasına, ayrıca bazı gösterilerde pankartlar taşınmasına değinildiği, başvurucunun gözaltına alındığı sırada söylediği belirtilen bazı sözlerin anılan terör örgütüyle bağlantılı olduğu değerlendirilen bir sosyal medya hesabında yayımlanmasına dikkat çekildiği görülmektedir (bkz. § 31).

89. Belirli koşullarda ifade özgürlüğünün görünümlerinden biri olarak kabul edilebilecek olan oturma veya açlık grevinde bulunma eylemlerinin başlı başına bir suç konusu edilmemesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte bu eylemlerin icra edilmesinin terörle bağlantılı bir faaliyet olduğuna ilişkin olguların bulunması ya da eylemler sırasında terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerine yönelik övgü, meşrulaştırma ya da teşvik etme niteliğinde davranışlar sergilenmesi durumunda bu tür faaliyetlerin suç olarak değerlendirilmesi söz konusu olabilir.

90. Bu bağlamda başvurucunun suça konu edilen, dolayısıyla hakkındaki konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin dayanağını oluşturan oturma ve açlık grevi eylemlerinin DHKP/C terör örgütünün talimatlarıyla ve bu örgütün amaçları doğrultusunda gerçekleştiğine yönelik olarak soruşturma mercilerince dayanılan olgular genel olarak bu örgüt ile bağlantılı olduğu değerlendirilen bazı platformlarda söz konusu eylemlerin savunulması ve desteklenmesidir. Buna karşılık başvurucunun bu eylemleri örgütsel bir ilişki içinde gerçekleştirdiğine veya bunun başvurucu bakımından örgütsel bir tavır olarak sergilendiğine yönelik olarak soruşturma belgelerinde somut bir olguya veya tespite yer verilmemiştir. Yine suçlamaya dayanak olarak gösterilen yayın ve açıklamaların yapılmasına başvurucunun ne şekilde bir katılımının olduğu da belirtilmemiştir.

91. Başvurucu; Yüksel Caddesi'ndeki oturma eylemine katılmasının kendisinin ve eşinin kamu görevinden çıkarılması dolayısıyla gerçekleştiğini, bu eylemlere temel olarak eşine destek olma amacıyla katıldığını, bunu bir hak arama yolu olarak seçtiğini, eşinin tutuklanması üzerine bu kez kendisinin de açlık grevine başladığını ifade etmektedir. Somut olayın koşullarında başvurucunun eylemleri değerlendirilirken olayların gelişiminin gözardı edilmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda soruşturma mercilerince yapılan tespitlere göre kamu görevinden çıkarılan kişilerden N.G. 9/11/2016 tarihinde anılan yerde oturma eylemi yapmaya başlamış, başvurucunun eşi S.Ö. de 23/11/2016 tarihinden itibaren bu oturma eylemine katılmıştır. Bu süreçte kendisi de kamu görevinden çıkarılan başvurucunun bu eylemlere katıldığı yönünde bir tespit ve iddia bulunmamaktadır. Bu kişilerin 11/3/2017 tarihinde açlık grevine başlamaları üzerine başvurucu, eşi S.Ö.nün de sürdürmekte olduğu oturma eylemine iştirak etmiştir. Başvurucunun açlık grevine başlaması ise eşinin 23/5/2017 tarihinde tutuklanması üzerine gerçekleşmiştir.

92. Diğer taraftan başvurucunun gözaltına alınırken sarf ettiği belirtilen "Açlık grevinde olduğum için gözaltına alındım, yolda yürürken gözaltına alındım. Bunlara boyun eğmeyeceğim, direnişe devam edeceğim." şeklindeki sözlerin içeriği itibarıyla şiddeti, terörü veya ayaklanmayı meşru gösteren veya öven bir yönünün bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Bu sözlerin DHKP/C ile bağlantılı olduğu belirtilen bir sosyal medya hesabında yayımlanmasına başvurucunun ne şekilde bir etkisinin olduğu soruşturma belgelerinde açıklanmamıştır.

93. Bu itibarla eldeki belgelere göre somut olayda başvurucu yönünden suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin soruşturma makamlarınca yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.

94. Anayasa Mahkemesince varılan bu sonuç karşısında konutu terk etmeme tedbiri bakımından meşru bir amacın bulunup bulunmadığının veya bu tedbirin ölçülü olup olmadığının incelenmesine gerek görülmemiştir. Yine söz konusu tedbirin esasına ilişkin hak ihlali olduğunun tespit edilmiş olması nedeniyle tedbire hükmedilirken duruşma yapılmadığına ve tedbire yönelik itirazın incelenmediğine yönelik şikâyetlerin de ayrıca incelenmesine gerek olmadığı değerlendirilmiştir.

95. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında konutu terk etmeme tedbirinin uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan dönemde Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.

96. Bununla birlikte anılan tedbirin Anayasa'nın olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.

4. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden

97. Anayasa'nın 15. maddesine göre savaş, seferberlik durumlarında veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesi ve bunlar için Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi mümkündür. Ancak Anayasa'nın 15. maddesi, bu hususta kamu otoritelerine sınırsız bir yetki tanımamaktadır. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı bulunmaması ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir. Anayasa Mahkemesince Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak inceleme bu ölçütlerle sınırlı olacaktır. Anayasa Mahkemesi bu incelemenin usul ve esaslarını ortaya koymuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 192-211, 344).

98. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı savaş, seferberlik ve olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu hak yönünden olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 196, 345).

99. Ayrıca anılan hakkın milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden özellikle Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin 4. maddesinin ve AİHS'in 15. maddesinin (2) numaralı fıkralarında ve AİHS'e ek protokollerde dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı gibi somut olayda başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yapılan söz konusu müdahalenin milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir yükümlülüğe (olağanüstü dönemlerde de korunmaya devam eden bir güvenceye) aykırı olduğu da saptanmamıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 199, 200, 346; Turhan Günay [GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, § 86).

100. Bununla birlikte kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı devletin bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan temel bir haktır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 62). Kişilerin keyfî olarak hürriyetinden yoksun bırakılmaması, hukukun üstünlüğüyle bağlı olan bütün siyasal sistemlerin merkezinde yer alan en önemli güvenceler arasındadır. Bireylerin özgürlüklerine yönelik müdahalenin keyfî olmaması, olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde de uygulanması gereken temel bir güvencedir(Aydın Yavuz ve diğerleri, § 347).

101. Tutuklamaya alternatif adli kontrol yükümlülüklerinden biri olan konutu terk etmeme tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya konulması gelmektedir. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması -tıpkı tutuklamada olduğu gibi- anılan tedbir için ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu doğurur. Dolayısıyla -hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair belirti bulunmadan haklarında konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin uygulanması durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir olarak kabul edilemez (tutuklama tedbirine ilişkin aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Turhan Günay, § 88).

102. Somut olayda Anayasa Mahkemesince soruşturma makamlarının suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan başvurucu hakkında anılan tedbire başvurdukları sonucuna varılmıştır (bkz. § 93). Bu itibarla Anayasa'nın olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik olarak Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir.

103. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Muammer TOPAL, Rıdvan GÜLEÇ ve Basri BAĞCI bu sonuca farklı gerekçeyle katılmışlardır.

Kadir ÖZKAYA, Serdar ÖZGÜLDÜR, Recai AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU ve Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamışlardır.

5. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

104. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

105. Başvurucu, uygun görülen bir tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

106. Başvuruda, konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki davada konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri 19/10/2017 tarihinde sona ermiştir. Dolayısıyla bu yönüyle ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için tazminat ödenmesi dışında yapılması gereken bir hususun bulunmadığı anlaşılmaktadır.

107. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

108. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA, Serdar ÖZGÜLDÜR, Recai AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU ve Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 25. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/48) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/10/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

Başvuru, konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

Mahkememiz çoğunluğu tarafından başvurucu hakkında uygulanan konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin hukukiliği bağlamında kuvvetli suç belirtisinin bulunmadığı gerekçesiyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

Konutu terk etmeme tedbirinin niteliği, uygulanış şekli ve özellikleri itibarıyla hareket serbestisi üzerindeki sınırlayıcı etkisinin derece ve yoğunluk olarak seyahat hürriyetine nazaran oldukça ileri bir boyutta olduğu ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil ettiği; ayrıca bu tedbirin hukukiliğinin incelemesinde -tutuklama tedbirinde olduğu üzere- kanun tarafından öngörülme, kuvvetli suç belirtisinin bulunması, Anayasa'da öngörülen sınırlama sebeplerinin mevcut olması ve ölçülülük ilkesine uygunluk kriterleri bakımından bir değerlendirme yapılması gerektiği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmaktayız.

Konutu terk etmeme 5271 sayılı Kanun'un 109. maddesinde tutuklamaya alternatif bir adli kontrol tedbiri olarak düzenlenmiştir. Buna göre anılan tedbirin kanuni bir dayanağının mevcut olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır.

Buna karşılık Mahkememiz çoğunluğunun başvurucu yönünde kuvvetli suç belirtisinin bulunmadığı hususundaki görüşünün dosya kapsamı ile uyumlu olmadığı kanaatindeyiz.

Zira Anayasa Mahkemesi konutu terk etmeme tedbirine göre kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına daha ağır bir müdahale oluşturan tutuklama tedbiriyle ilgili verdiği çok sayıdaki kararda suç isnadına bağlı olarak tutmanın bir amacının da kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ve/veya kovuşturmasını ilerletmek olduğuna vurgu yapmıştır (Dursun Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87; Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, § 76).

Bu nedenle yakalama, tutuklama veya konutu terk etmeme şeklindeki koruma tedbirlerinin uygulandığı sırada tüm delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Bu bakımdan suç isnadına bağlı tutmaya esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (tutuklama yönünden bkz. Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013§ 73).

Başvurucu hakkındaki konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından terör örgütüyle bağlantılı birtakım faaliyetlere ilişkin olarak yürütülen bir soruşturma kapsamında uygulandığı; bu bağlamda, başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı kişiler tarafından Ankara Yüksel Caddesi'nde gerçekleştirilen oturma ve açlık grevinde bulunma eylemlerinin, kamu makamlarınca, ülke genelinde terör örgütü organizasyonunda gerçekleştirilen ve örgütün kampanyasına dönüşen bir faaliyet hâline geldiği belirlemesinin bulunduğu görülmektedir.

Başvuruya ilişkin bilgi ve belgeler ile başvurucu hakkında uygulanan tedbirin verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın kendine özgü koşulları birlikte değerlendirildiğinde, başvurucu yönünden kamu makamlarının ulaştığı kuvvetli suç belirtisinin bulunduğuna ilişkin değerlendirmelerin temelsiz ve keyfi olduğunu söylemenin mümkün olmadığı, konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin olgusal temellerinin bulunduğu sonucuna varılmaktadır.

Diğer taraftan terörle bağlantılı suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların güvenlik içinde yürütülebilmesi ve özellikle kişilerin kaçmalarının engellenmesinde tutuklama tedbiri ile konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri dışındaki koruma tedbirlerinin yetersiz kalabileceği akılda tutulmalıdır. Ayrıca terör suçlarından soruşturulan kişilerin bu örgütlerin yapısı ve bağlantıları dolayısıyla yurt dışına kaçmasının ve yurt dışında barınmasının diğer kişilere göre daha kolay olduğu göz önüne alınmalıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yıldırım Ataş, B. No: 2014/4459, 26/10/2016, § 60; Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 271, 272; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 78, 79).

Bunun yanı sıra terör suçlarının soruşturulması/kovuşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 214).

Somut olayda terörle bağlantılı bir suça ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında uygulanan konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin başvurucunun kaçmasını önlenme meşru amacı yönünden işlevsel bir niteliği bulunmaktadır. Ayrıca anılan tedbir tutuklamaya göre kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı üzerinde daha hafif bir etki oluşturmaktadır. Zira tutuklama tedbiri uygulandığında kişilerin ceza infaz kurumlarında ya da tutukevlerinde özgürlükleri kısıtlanırken konutu terk etmeme tedbiri söz konusu olduğunda hürriyetin kısıtlanması kişinin kendi konutunda gerçekleşmektedir. Konutunda kesintisiz olarak bulunmak zorunda olsa da şüpheli veya sanıkların konutta yaşayan ya da konuta gelen diğer kişilerle iletişimi üzerinde veya her türlü bireysel ya da kitlesel iletişim araçlarını kullanmalarında bir engel bulunmamaktadır Bu durumda anılan adli kontrol tedbirinin ölçüsüz olduğu da değerlendirilmemiştir. Kaldı ki adli makamlar başvurucu hakkında konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirini uzun bir süre devam ettirmemiş; 10/7/2017 tarihinde uygulanmaya başlayan tedbir 19/10/2017 tarihinde (yaklaşık yüz gün sonra) Mahkeme tarafından kaldırılmıştır.

Açıklanan gerekçelerle; konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri dolayısıyla başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediği görüşüyle, çoğunluk görüşüne dayalı karar katılmıyoruz.

Başkanvekili

Kadir ÖZKAYA

Üye

Recai AKYEL

Üye

Yıldız SEFERİNOĞLU

Üye

Selahaddin MENTEŞ

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Ceza Muhakemesi Kanununun (CMK) Dördüncü Kısmı “Koruma Tedbirleri”ne ayrılmış olup, “yakalama ve gözaltı”, “tutuklama”, “adli kontrol”, “arama ve el koyma”, “telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi”, “gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme” müesseseleri bu kısımda yer almaktadır. CMK’nın 100-108 nci maddelerinde düzenlenen “tutuklama”, koruma tedbirleri içinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bakımından en ağır müeyyide olup; aynı kanunun 109-115 nci maddelerinde düzenlenen “adli kontrol” müeyyidesi ise anılan hak bakımından tutuklamadan daha hafif sonuçları olan bir koruma tedbiridir. Başvurucu hakkında 10.7.2017-19.10.2017 tarihleri arasında “konutu terketmemek suretiyle”(CMK. md. 109/3-j), 10.7.2017-15.3.2018 tarihleri arasında da “her hafta cumartesi günleri ikametgâhına en yakın karakola imza vermek” (CMK.Md. 109/3-b) şeklinde tatbik edilen adli kontrol tedbirinin, tutuklamaya alternatif bir koruma tedbiri olduğu kuşkusuzdur. Anayasa’nın 19. md. nin 3. fıkrasında güvence altına alınan hakkın ihlâl edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuruda; başvurunun tutuklama ya da adli kontrol koruma tedbirine karşı yapılması, Anayasa Mahkemesince yapılan yargısal denetimde de dikkate alınmalı, “suç işlendiğine dair kuvvetli belirti” kriterinin, bu iki farklı koruma tedbirinin özgürlük ve güvenlik hakkına olan etkisi ve başvurunun somut koşulları dikkate alınarak tespit edilmesi gerekli bulunmaktadır.

Başvurunun somutunda, soruşturma aşamasında Savcılık makamınca başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin talep edilmediği, tutuklamanın istisna ve son çare olma özelliği dikkate alınarak, başvurucuya isnat edilen suçun cezasının ağırlığına karşın, onun yargı sürecine iştirakini sağlamak için, tutuklama tedbirine nazaran daha hafif olan “konutunu terketmeme” ve ardından “haftada bir gün karakola imza verme” şeklinde adli kontrol tedbirine hükmedildiği, derece mahkemelerinin uyguladığı bu tedbirinin, dosyadaki bilgi ve bulgular da gözetildiğinde elverişli ve gerekli olduğu, dolayısıyla Anayasa’nın 19/3. maddesinde öngörülen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edilmediği kanaatine vardığımdan; çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılamadım.

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

 

FARKLI GEREKÇE

Tutuklama ve koruma tedbir kararları yapıları gereği subjektif değerlendirmeye müsait olduklarından ceza usul hukukunun en tartışmalı konuları arasında yer almaktadırlar. Mahkemenin çoğunluğu tarafından ulaşılan ihlal kararına katılmakla birlikte ihlal sonucuna ulaştıran gerekçeler ile tutuklama tedbir kararlarının kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kapsamındaki incelenmesinde yöntemsel açıdan farklı düşünmekteyiz.

Şöyle ki;

Anayasa Mahkemesi kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine dair şikayetlerde hukuki denetim yapan bir yüksek mahkeme yaklaşımı sergilemeli, şikayete konu olan olaya ilişkin karar verecek sulh ceza hakimliği tarzında konuyu ele almamalıdır. Aksi bireysel başvurunun ruhuyla bağdaşmayacaktır.

Kabul etmek gerekir ki ceza usul hukuku konusu olarak tutuklama belli bir uzmanlık bilgisini gerektirmektedir. Bu konuda sulh ceza hakimleri Anayasa Mahkemesine nazaran ilk elden delillere ulaşmak bakımından daha avantajlı konumdadırlar. Bu görüş çoğunluğun ihlal kararında dile getirilmekle birlikte ihlal sonucuna ulaşılan gerekçelerde gözardı edilmiştir.

Somut olayda da görüleceği üzere çoğunluğun ihlal gerekçesini oluşturan olgular, soruşturmanın başında mevcut olan atmosferi gözardı ederek, sonuca odaklı bir yaklaşım sergilemektedir. Karar taslağının 90. paragrafında; tedbir talebinde bulunulurken başvuranın dahil olduğu eylemin örgüt talimatıyla yapıldığına dair somut veri bulunmadığı dile getirilmektedir. Özünde tedbir kararı bu verilerin araştırılmasına imkan sağlanması için talep edilmektedir. Bu verilerin varlığı tedbirin değil mahkumiyet kararının gerekçesini oluşturacak mahiyettedir. O an için elde olan somut durum terör örgütünün bu olaylara özel önem atfettiği yönündeki tespittir. Aradaki organik ilişkinin ortaya konulması faaliyeti asıl soruşturma konusunu oluşturmaktadır. Tutuklama veya adli kontrolün asıl amacı da bu soruşturmanın yapılmasını sağlamaktır.

Çoğunluğun benimsediği değerlendirme tarzının Anayasa Mahkemesinin ikincillik fonksiyonu ile de uyuşmadığını düşünmekteyiz. Anayasa Mahkemesine düşen rol dosyada gözüken delillerden hareketle konuyu bizzat değerlendirip tutuklama konusunda bir karar vermekten ziyade, öncelikle süreçte yer alan aktörlerin (Cumhuriyet savcısı ve sulh ceza hakiminin) fonksiyonlarını anayasal güvencelere uygun yürütüp yürütmediğine dair süreçsel bir denetim olmalıdır.

Mevcut yaklaşım tarzının belki de en önemli sakıncalarından bir tanesi de, devam etmekte olan yargılamayı anlamsızlaştırma riski taşımasıdır. Anayasa Mahkemesinin salt dosya üzerinde, yüzyüzelikten ve sonuca götürecek kanaatin oluşmasını etkileyen birçok imkandan yoksun şekilde koruma tedbirleri konusunda yapacağı değerlendirmeler yürümekte olan yargılama sürecini de kastını aşar tarzda olumsuz yönde etkileme potansiyeli taşımasıdır.

Kanaatimizce Anayasa Mahkemesinin bu incelemeyi yaparken ilk ve asıl odaklanması gereken husus Cumhuriyet savcılığı ve hakimliğin hukuki performansı olmalıdır.

Bu bağlamda Cumhuriyet savcılığının talepte bulunurken tutuklama veya diğer tedbirlerin soruşturma açısından gerekliliğini yeterince açıklayıp açıklamadığına bakılmalıdır. Akabinde hakimin dosya kapsamındaki delillere vukufiyeti ve bunun karara nasıl yansıtıldığı sorgulanmalıdır. Bu aşamada şüphelinin mevcut delillere karşı getirdiği makul izahatın kararda dikkate alınıp alınmadığı da irdelenmelidir.

İlaveten usul kanununda öngördüğü şekilde (CMK.nın 101/2. maddesi) delillerin somut olgularla gerekçelendirilmesinin hakkıyla yapılıp yapılmadığı değerlendirilmelidir. Uygulanacak tutuklama ve adli kontrol tedbirlerinin kendileri üzerinden ulaşılması düşünülen amacı gerçekleştirme noktasında hangi nedenlerle elverişli, gerekli ve orantılı görüldüğü ve yapılan değerlendirmenin duruma uygun olup olmadığı sorgulanmalıdır.

Hiçbir delilin bulunmaması, soruşturma, kovuşturma veya tutuklama yasaklarının geçerli olması, eylemin suç oluşturmaması ya da zaman aşımına uğramış olması gibi bariz durumlar haricinde sulh ceza hakiminin takdir alanına girmekten kaçınılmalıdır.

Yukarıda sıraladığımız yaklaşım tarzı çerçevesinde somut olay irdelendiğinde;

Ev hapsi uygulamasının kişi güvenliği ve özgürlüğüne esaslı bir müdahale olduğu hususunda dosya özelinde çoğunlukla aynı fikri paylaşmaktayız. Ancak Cumhuriyet savcısının talep yazısında soyut bir şekilde şüphelinin kaçma ihtimalini dile getirmesi dosya ile örtüşmemektedir. Her şüphelinin teorik olarak kaçma ihtimali bulunmakta olup, soyut olarak buradan hareketle bir sonuç çıkarmaya çalışmak bizi her şüphelinin tutuklanması veya hakkında tedbir uygulanmasını gerekli kılan bir sonuca götürür ki bunun kabulü mümkün değildir. Hukukun aradığı bu noktada daha somut gerekçelerin var olmasıdır. Kanun koyucu bu nedenle kaçma şüphesi kapsamında somut olguların varlığını aramaktadır. (CMK. 100/2-a maddesi).

Koruma tedbirlerinin amacı öncelikli olarak delillerin kaybolmadan veya karartılmadan toplanması, akabinde verilmesi muhtemel bir cezanın infazına olarak sağlanmasıdır. Mevcut dosyada delillerin toplanma aşamasında olduğu gözetildiğinde, koruma tedbirlerinden umulan fayda delillerin toplanmasına hizmet etmesidir. Şüphelinin kaçması veya saklanması gibi bir durumdan bahsedilmemekte, ayrıca kaçma ihtimaline işaret eden somut emareden de söz edilmemektedir. Savcının talebi, bu yönüyle durumun gereklerine uygun düşmemektedir.

İncelemeye konu edilen olayda, ilk aşamada belli günlerde karakola müracaat tedbirine hükmedilmişken sonradan bunun “konutu terk etmemek” tedbirine dönüştürülmesinin yeterince gerekçelendirilmediği, ilk hükmedilen tedbire nazaran kişi hürriyetini daha ağır şekilde kısıtlayan bu tedbirin, delillerin toplanmasına veya kaybolmasının engellenmesine sağlayacağı katkının açıklanmadığı gözükmektedir. Sonuç itibariyle ihlalin varlığına yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda farklı gerekçe ile katılmaktayız.

Üye

Muammer TOPAL

Üye

Rıdvan GÜLEÇ

Üye

Basri BAĞCI

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ŞAHİN ALPAY BAŞVURUSU (3)

(Başvuru Numarası: 2018/10327)

 

Karar Tarihi: 3/12/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 7/1/2021-31357

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Yusuf Enes KAYA

Başvurucu

:

Şahin ALPAY

Vekili

:

Av. Aynur TUNCEL YAZGAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk hâlinin sona erdirilmesi suretiyle ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin kararı üzerine derece mahkemesince konutu terk etmeme şeklinde adli kontrol tedbirine karar verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/4/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu; 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan darbe teşebbüsü sonrasında, bu teşebbüsün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) medyadaki örgütlenmesine yönelik olarak yürütülen bir soruşturma kapsamında 27/7/2016 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin 30/7/2016 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır.

9. Başvurucu; tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla 8/9/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

10. Bireysel başvurunun incelendiği süre içinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/4/2017 tarihinde düzenlenen iddianame ile başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/112 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.

11. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 11/1/2018 tarihinde başvurucu tarafından yapılan bireysel başvuruyu karara bağlamıştır. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 111, 147).

12. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesi uyarınca tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup bulunmadığını değerlendirmiş ve somut olayda suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin soruşturma mercilerince yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verirken de esas olarak tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası kapsamındaki tespitlere dayanmıştır.

13. Anayasa Mahkemesi 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesi uyarınca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin ortadan kaldırılması için kararın bir örneğinin başvurucunun yargılandığı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş ve -karşıoylar dışında- gerekçeli karar aynı gün Anayasa Mahkemesinin internet sitesinde erişime açılmıştır. Ayrıca karşıoyların tamamlanması sonrası karar 19/1/2018 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanmıştır.

14. Anayasa Mahkemesinin kararın hüküm bölümünü göndermesi ve başvurucunun Anayasa Mahkemesinin bu kararına dayanarak tahliyesine karar verilmesini talep etmesi üzerine başvurucunun tutukluluk durumunu inceleyen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 11/1/2018 tarihinde, gerekçeli ihlal kararının Resmî Gazete'de yayımlanmadığı veya kendilerine tebliğ edilmediği gerekçesiyle tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yönelik itirazı İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince 15/1/2018 tarihinde reddedilmiştir.

15. Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin internet sitesinde yayımlanmış olan gerekçeli kararını da sunarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinden yeniden tahliye talebinde bulunmuştur. Mahkeme 12/1/2018 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâline ilişkin herhangi bir karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara itiraz etmiş; İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince 23/1/2018 tarihinde itiraza ilişkin yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

16. Başvurucu 1/2/2018 tarihinde, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının uygulanmadığı iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur.

17. Anayasa Mahkemesi 2018/3007 sayılı bireysel başvuruda (Şahin Alpay (2) [GK], 2018/3007, 15/3/2018) başvurucu hakkındaki kararda tespit ettiği ihlalin ve sonuçlarının derece mahkemelerince ortadan kaldırılmadığını, suç işlediğine dair kuvvetli belirti bulunmaması nedeniyle verilen ihlal kararına rağmen başvurucunun tutukluluğunun sonlandırılmamış olmasının Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

18. Anayasa Mahkemesi ayrıca kararın bir örneğinin başvurucunun tutukluluk hâlinin sona erdirilmesi suretiyle ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu da 16/3/2018 tarihinde salıverilme istemiyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur.

19. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 16/3/2018 tarihinde başvurucunun yurt dışına çıkamama ve konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirine tabi tutularak tahliyesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Sanık vekili tarafından Mahkememizin 2018/39 D.İş sayılı kararına yönelik olarak Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı bireysel başvuru neticesinde T.C. Anayasa Mahkemesi 15/3/2018 tarih ve 2018/3007 başvuru numaralı kararı ile başvurucu Şahin Alpay hakkında verdiği gerekçeli kararda; kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna, Anayasa nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine, kararın bir örneğinin başvurucunun tutukluluk halinin sona erdirilmesi suretiyle ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne (2017/112 E.) gönderilmesine karar verildiği anlaşılmıştır.

Dosyanın incelenmesinde; Mahkememizin 12/1/2018 tarih ve 2018/39 D.İş sayılı kararı ile Anayasa Mahkemesi'nin 11/1/2018 tarih ve 2016/16092 başvuru numaralı kararının dikkate alınması yasal olarak mümkün bulunmadığından söz konusu karara istinaden tutuklu sanık Şahin ALPAY'ın tutukluluk haline ilişkin herhangi bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş ise de Anayasa Mahkemesi'nin 15/3/2018 tarih ve 2018/3007 başvuru numaralı kararı ile bu kez Mahkememizin iş bu kararına yönelik olarak Anayasanın 19. Maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermekle birlikte kararın gerekçesinde Mahkememiz dosyasının esası ve delil durumu ile ilgili değerlendirmeden çok kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali noktasında ve Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğu noktası üzerinde durmuş olduğu, Mahkememizce de Anayasa Mahkemesi kararlarının bu yönden bağlayıcı olduğu hususunda şüphe olmaması nedeniyle, T.C Anayasasının 153 ve 6216 sayılı yasanın 66/1 maddesi gereğince Mahkememizin 2017/112 Esas sayısında tutuklu Şahin Alpay'ın tutukluluğunun sona erdirilmesine karar verilmiştir.

...

silahlı terör örgütüne üye olma, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından Mahkememizin 2017/112 Esas sayılı dosyasında tutuklu sanık Şahin Alpay hakkında Anayasa Mahkemesi'nin 15/3/2018 tarih ve 2018/3007 başvuru sayılı kararı ile 'kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine, kararın bir örneğinin başvurucunun tutukluluk halinin sona erdirilmesi suretiyle ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için istanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine' karar verildiğinden sanık Şahin Alpay'ın Anayasa Mahkemesi Kanununun 66/1 maddesi gereğince tahliyesine,

Tahliyesine karar verilen sanık başka suçtan tutuklu ya da hükümlü değil ise bulunduğu yer cezaevine müzekkere yazılmasına,

Tahliyesine karar verilen sanığın CMK nun 109/3-a maddesi uyarınca 'yurt dışına çıkamamak' şeklinde adli kontrol tedbirine tabi tutulmasına,

Tahliyesine karar verilen sanığın CMK nun 109/3-j maddesi uyarınca 'konutu terk etmemek' şeklinde adli kontrol tedbirine tabi tutulmasına... [karar verildi.]"

20. Başvurucu 22/3/2018 tarihinde bu karara itiraz etmiştir. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 6/4/2018 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/3/2018 tarih ve 2018/133 D.İş sayılı kararı ile hakkında 109/3-a maddesi gereğince yurt dışına çıkışının yasaklanması ve 109/3-j maddesi gereğince konutu terk etmemek adli kontrol tedbirleri verilen sanık Şahin Alpay müdafiileri [nin] itirazlarının ayrı ayrı reddine... [karar verildi.]"

21. Başvurucu bu kararı 10/4/2018 tarihinde öğrenmiştir.

22. Başvurucu 16/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

23. 5/4/2018 tarihli duruşmada başvurucunun konutu terk etmeme şeklinde uygulanan adli kontrolün kaldırılması talebinin mevcut delil durumu, başvurucu hakkında istenen cezaların alt ve üst sınırları dikkate alınarak reddine karar verilmiştir.

24. 5/4/2018 tarihli duruşmada Savcılık, esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Savcılık mütalaasında başvurucuyla ilgili olarak;

- Başvurucuya ait bilgisayarlarda yapılan incelemelerde "17 Aralık Raporu" isimli bir word belgesinin bulunduğu, bu belgede dönemin savcıları tarafından yapılan 17-25 Aralık soruşturmalarına ait fezlekelerinin olduğu,

- Başvurucunun bilgisayarından ele geçirilen "Sayın Fetullah Gülen Hoca Efendi" isimli word belgesinde başvurucunun örgüt lideri Fetullah Gülen'in kardeşi Hasbi Gülen'in ölümü nedeniyle başsağlığı dileklerini içeren bir taziye mesajının olduğu, "Gülen'e Sorular" isimli word belgesinde ise sanığın Fetullah Gülen'e evrim teorisi ile İslam inancının bağdaşıp bağdaşmayacağını sorduğu, "Okullar Ek" isimli word belgesinde Fetullahçı okul ve üniversitelere ait bir listenin bulunduğu,

- "Zamanda Son Gün" isimli word belgesinde başvurucunun Zaman gazetesine 4/3/2016 tarihinde el konulması olayındaki izlenimlerini, aynı binada bulunan M.T. N.I., A.T.A., B.K., M.K., B.K. gibi isimlerle dayanışma içinde olduğunu anlattığı hatta dışarıda insanların biriktiğini gören sanıklardan A.B.nin kalabalığa hitaben yapmış olduğu konuşmada Hükûmetteki eski arkadaşlarını uyararak "Aklınızı başınıza toplayın." şeklindeki sözlerini beğendiğini notlarına eklediği,

"Hizmet Hareketi" başlıklı word belgesinde yazarının Şahin Alpay olduğu etiket bilgisine göre anlaşılan yazıya göre sanığın 24/1/2012 tarihinde Gazeteci ve Yazarlar Vakfı toplantısında örgüt lideri Fetullah Gülen'e politik ve dinî açıdan pek çok övgü dolu sözler söylediği hatta örgütün yargı ve bürokrasi içerisinde gizli bir yapılanmada bulunduğuna ilişkin bilgilerin de gerçeği yansıtmadığını iddia ettiği,

- 2/3/2017 ibareli word belgesinin incelenmesi neticesinde başvurucunun 12/10/2015 tarihinde Dijitürk müşteri hizmetlerine bir faks geçtiği, faksta "8/10/2015 tarihi itibarıyla hizmetleriniz arasında olan Samanyolu Haber, Mehtap TV, Bugün TV ve diğer dört adet TV kanalının platformunuzdan çıkarıldığını öğrendim." diyerek bu nedenle üyeliğinin sonlandırılmasını istediği,

- "Hizmetin Kıymeti Bilinmiyor" isimli PDF dosyasının incelenmesi neticesinde başvurucunun A.P. isimli bir gazeteciyle 31/10/2015 tarihinde röportaj yaptığı, röportajda Hükûmetin 17-25 Aralık soruşturmalarını örtbas etmeye çalıştığını, Balyoz ve Ergenekon isimli yargılamaları engellediğini, paralel yapı iddiasının tamamen bir safsata olduğunu, terör örgütü olduğu iddiasının ise kuyruklu bir yalan olduğunu söylediği, konuşmasında bu yapıya karşı başlatılan yasal soruşturmaları Amerika'daki McCarthy dönemi soruşturmalarına benzettiği, bu soruşturmaların cadı avına dönüştüğünü, Zaman gazetesinin Türkiye'deki özgür basının kalesi olduğunu iddia ettiği,

- Başvurucunun 15 Temmuz darbe girişiminden önce E.K. ve M.A. isimli kişilerle katıldığı bir televizyon programında "İddianamede Fetullahçı terör örgütü oldukları gerekçesiyle... ya hu Allah aşkına hangi terör ne olmuş, ne şiddet uygulanmış, Fetullah Gülen'in şiddetle ne alakası var, ulan siz kimi kandırabilirsiniz. Fetullah Gülen dünyanın en barışçıl din insanı, İslam dünyasının en barışçıl din adamı, siz kim oluyorsunuz, Fetullah Gülen'e terörist diyecek kadar kim oluyorsunuz siz, utanın be." şeklinde beyanlarda bulunduğu,

- Başvurucunun kendisine ait sosyal medya hesabından yapmış olduğu paylaşımlarda FETÖ üyesi olduğu iddiasıyla on dört öğretmenin gözaltına alınmasına ilişkin işlemi "Nefret operasyonunda zulüm bitmiyor" şeklinde haberleştiren Özgür Düşünce isimli haber sitesinin söz konusu haberini 13/7/2016 tarihinde paylaştığı, aynı minvalde "Polise intikam davaları bir bir çöküyor" haberini 11/7/2016 tarihinde paylaştığı, Timetürk isimli haber sitesinde 7/2/2015 tarihinde yayımlanan "Cemaatin Bankası Olur mu?" başlıklı yazısında cemaate yönelik algı yaratmada Erdoğan'ın başını çektiği, Kemalist vesayetin de aynen buna uyduğunu belirttiği, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarının bu yapıyakarşı cadı avı sürdürdüğünü iddia ettiği,

- Başvurucunun 8/1/2015 tarihinde Zaman gazetesinde yayımlanan yazısında 17-25 Aralık operasyonlarını kastederek bu operasyonların sadece yolsuzluk tarafının doğru olduğunu, Hükûmete yönelik bir darbe amacı taşımadığını söylediği,

- Başvurucunun 29/10/2015 tarihinde Zaman gazetesinde yayımlanan yazısında FETÖ'nün güdümündeki İpek Koza Holdingine kayyım atanmasını eleştirdiği, Erdoğan Hükûmetinin artık demokrasiye saygısının kalmadığını, sulh ceza hâkimliklerinin ise tek parti dönemindeki istiklal mahkemelerini ya da Yassıada yargılamalarını hatırlattığını söylediği,

- Başvurucunun 16/12/2014 tarihinde Zaman gazetesinde yayımlanan yazısında FETÖ/PDY üyesi olan E.D ve H.K. ile örgütün güdümündeki televizyon kanalında yayımlanan bazı dizilerin yapımcı ve yönetmenlerine yönelik soruşturma ile Ergenekon ve Balyoz kumpaslarında görev almış emniyet müdür ve polislerine yönelik operasyonları kastederek bunların ciddiyetsiz soruşturmalar olduğunu, gözdağı vermek amacıyla yapıldığını, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasında bahsi geçen paralel devletin safsatadan ibaret olduğunu iddia ettiği,

- Başvurucunun 18/12/2014 tarihinde yayımlanan yazısında Erdoğan'ın Türkiye'yi tek parti yönetimine götürmeye çalıştığını, toplumu kutuplaştırdığını, Hükûmete yönelik ağır rüşvet ve yolsuzluk iddialarını örtbas ettiğini, Avrupa Birliği hedefinin kaybolduğunu söylediği,

- Başvurucunun 20/10/2014 tarihinde Zaman gazetesinde yayımlanan yazısında örgütün güdümündeki Zaman gazetesi ve Samanyolu Yayın Grubunun FETÖ/PDY'nin sözcüsü olmayıp özgür basın kuruluşları olduğunu iddia ettiği, Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarının askerî vesayet düzenini çökertmesi gibi tek adam yönetiminin de böyle bir mücadele sonucunda sonunun geleceğini söylediği,

- Başvurucunun 10/2/2015 tarihli "Cemaatin Polisi Olur mu?" başlıklı yazısında Fetullahçı polislere yönelik operasyonların bir cadı avına dönüştüğünü iddia ettiği,

- Başvurucunun 29/1/2015 tarihinde yayımlanan yazısında "Hizmet okulları Türkiye'nin iftar edeceği kurumlardır." şeklinde yorumda bulunduktan sonra FETÖ/PDY'nin güdümünde olan bu okullara yönelik nefret söyleminden utanç duyduğunu söylediği,

- Başvurucunun 17 Aralık operasyonunun sonrasında Zaman gazetesinde 21/12/2013 tarihinde yayımlanan "Din Savaşıymış" isimli yazısında, 28/12/2013 tarihinde yayımlanan "Erdoğan ile Batı Arasında" isimli yazısında, 8/2/2014 tarihinde yayımlanan "Evet Suç da Ceza da Şahsidir" isimli yazısında, 29/3/2014 tarihinde yayımlanan "Çıkar Yol Erdoğan'sız Hükümet" isimli yazısında 17-25 Aralık soruşturmalarının yolsuzluk kisvesi altında örgüt lideri Fetullah Gülen tarafından verilen talimat doğrultusunda bu örgüte mensup polis ve yargı mensuplarıyla Hükûmeti devirmek amacıyla yapıldığını bildiği hâlde bu soruşturmaların hukuka uygun şekilde yapılan soruşturmalar olduğu izlenimini yaratmaya çalıştığı belirtilmiştir.

25. 11/5/2018 tarihli duruşmada konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına, başvurucunun pazar günleri 08.00-22.00 saatleri arasında ikametgâhına en yakın karakola imza atması şeklindeki adli kontrol tedbirine tabi tutulmasına karar verilmiştir.

26. 6/7/2018 tarihinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etme suçundan beraatine, yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirinin devamına, imza atma şeklinde uygulanan adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına karar verilmiştir.

27. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi 25/6/2019 tarihli kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmüne karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir.

28. Bu karara karşı temyiz kanun yoluna başvurulmuştur. Yargıtay 16. Ceza Dairesi 24/9/2020 tarihinde başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar vermiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

29. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Şahin Alpay (2), §§ 22-30; Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020, §§ 36-52.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Mahkemenin 3/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

31. Başvurucu; ikinci ihlal kararı sonrasında hakkında adli kontrol kararı verilmesinin ihlal kararının icra edilmediği anlamına geldiğini, bu durumun mahkemeye erişim hakkının içini boşalttığını, bireysel başvuru usulünün anlamsız hâle gelmesine yol açtığını belirterek Anayasa’nın 36., 40. ve 153. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu; Anayasa Mahkemesinin verdiği ikinci ihlal kararının da uygulanmaması nedeniyle derece mahkemelerinin kendisine karşı kötü niyetli ve keyfî hareket ettiğini, bu durumun Anayasa'nın 14. maddesindeki hakların kötüye kullanılması yasağına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 18. maddesine aykırı olduğunu da ileri sürmüştür.

32. Başvurucu; hakkında uygulanan tedbirin uygulandığı koşullar ve etkileri itibarıyla asgari eşiği aştığını, kolluğun denetim için belirsiz zamanlarda evine geldiğini, bu durumun ne kadar devam edeceğini bilmediğini, hastalığı nedeniyle hastaneye giderek tetkiklerden geçmesi gerektiğini ancak adli kontrol nedeniyle izin almak gibi birçok bürokratik işlemle karşılaşmak zorunda kalacağını, evinden dışarı çıkamaması nedeniyle temiz hava almak, spor yapmak imkânlarının kısıtlandığını belirterek kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca hakkında uygulanan adli kontrol tedbiri nedeniyle özgürlükten yoksun bırakılma hâlinin, dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlalinin devam ettiğini, adli kontrol tedbirinin ilgili ve yeterli gerekçe sunulmadan verildiğini, adli kontrol tedbirinin süresinin belli olmadığını ve resen denetime tabi olmadığını, adli kontrol tedbirinin sağlık durumu ile uyumlu ve ölçülü olmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Son olarak Anayasa Mahkemesinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin kararının uygulanmaması nedeniyle ihlalin devam ettiğini belirterek ifade ve basın özgürlüklerinin de ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

33. Bakanlık görüşünde; koruma tedbirinin tatbik edildiği anda hukuki kesinlik ölçüsünde bir haklılık değil görünüşte bir haklılık içerdiğinin kabul edilmesi gerektiği, henüz hukuki kesinliğin sağlanmadığı koşullarda öngörülen bir amaca ulaşmak bakımından birden fazla tedbirden hangisinin daha elverişli olduğuna karar vermek bakımından ilk derece mahkemelerinin daha etkin olduğu belirtilmiştir. Bakanlık, başvurucuya isnat edilen suçların kanunlarda öngörülen cezasının ağırlığı dikkate alındığında başvurucunun yargı sürecine katılımını sağlamak için tutuklama tedbirine göre daha hafif olan söz konusu tedbire hükmedilmesinin derece mahkemelerinin geniş takdir payı da düşünüldüğünde söz konusu tedbirin elverişli ve gerekli bir tedbir olmadığının söylenemeyeceği kanaatindedir.

34. Bakanlık ayrıca konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin yaklaşık altmış gün boyunca uygulandığını, adli kontrol tedbirinin süresi gözetildiğinde yargılamanın süratle gerçekleştirilmesi ve maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmek amacıyla başvurucuya olağan dışı ve aşırı bir külfet yüklenmediğini belirtmiştir. Son olarak Ağır Ceza Mahkemesinin Anayasa Mahkemesinin kararıyla uyumlu olarak başvurucunun tahliyesine karar verdiğini, Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği adli kontrol kararının tutuklamadan farklı ve tutuklamaya alternatif bir koruma tedbiri olması gözönüne alındığında derece mahkemelerince Anayasa Mahkemesi kararının kasıtlı olarak uygulanmadığı ve derece mahkemelerinin kötü niyetle hareket ettiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olduğunu vurgulamıştır.

35. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru dilekçesindekine benzer açıklamalarının yanı sıra kuvvetli belirtinin olmadığı yerde görünüşte haklılık tezinin ileri sürülmeyeceğini, yasal koşulları oluşmadan adli kontrol tedbirine başvurulmasının sanık olmaktan kaynaklanan bir katlanma yükümlülüğü olduğunun da söylenemeyeceğini, adli kontrol ve devamına ilişkin kararların 74 yaşında ve sağlık sorunları olan bir kişi için ağır ve aşırı olduğunu, başvurunun açıkça dayanaktan yoksunluk gerekçesiyle reddedilmesinin hakkaniyete aykırı olacağını belirtmiştir.

B. Değerlendirme

1. Genel ilkeler

36. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre herkes, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Anayasa'nın 148. maddesinin birinci fıkrasında Anayasa Mahkemesine bu başvuruları karara bağlama yetki ve görevi verilmiştir.

37. Anılan yetki ve görev kapsamında Anayasa Mahkemesi, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında bulunan temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuruları incelemek ve karara bağlamak durumundadır. Anayasa Mahkemesi bireysel başvurulara ilişkin incelemelerinde 6216 sayılı Kanun'un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası uyarınca "bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine" ve "bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağına" karar vermektedir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, § 50).

38. Anayasa Mahkemesince bir temel hak ve özgürlüğün ihlal edildiğine karar verildikten sonra bu kararın gereğinin yerine getirilmesi Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruları karara bağlama yetki ve görevi verilmesinin zorunlu bir sonucudur. İlgili Anayasa değişikliğinin gerekçesi dikkate alındığında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun açılmasının amaçlarından birinin de temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiaları yönünden iç hukukta etkili bir başvuru yolu oluşturulması ve böylelikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) Türkiye aleyhine yapılan başvuruların azaltılması olduğu anlaşılmaktadır. Nihai ve bağlayıcı karar verilemeyen bir başvuru yolunun etkili olduğu söylenemez. Nitekim AİHM, Hasan Uzun/Türkiye (B. No: 10755/13, 30/4/2013) kararında Anayasa Mahkemesine bireysel başvurunun kendisine başvuru yapılmadan önce tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olduğu sonucuna varırken Anayasa'nın 153. maddesinin altıncı fıkrasına atıfla Anayasa Mahkemesi kararlarının bütün gerçek ve tüzel kişiler ile devlet organlarını bağlayıcı olmasını da dikkate almıştır (Şahin Alpay (2), § 67).

39. Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmemesi daha önce verilen ihlalin devam ettiği anlamına gelir. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmediğine ilişkin iddiaları incelemek de bireysel başvuruları incelemeye yetkili olan Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer. Aksinin kabulü, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı içinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin bireysel başvuru yolu ile etkili bir şekilde korunmasını öngören Anayasa hükümleri ile bağdaşmaz. Ancak Anayasa Mahkemesince yapılacak bu inceleme, olayların baştan itibaren yeniden değerlendirilmesi şeklinde değil Anayasa Mahkemesi tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile ilgili sınırlı bir inceleme olacaktır (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), § 52).

40. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında; bireysel başvuruların esas incelemesi sonunda başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verileceği, ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular kapsamındaki yetki ve görevi, hakkın ihlal edilip edilmediğinin tespitiyle sınırlı olmayıp tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlerin belirlenmesini de kapsamaktadır (Şahin Alpay (2), § 56).

41. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin veya yargısal makamların ya da yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Şahin Alpay (2), § 57).

42. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, kural olarak ihlalin ve sonuçlarının nasıl ve hangi araçlarla ortadan kaldırılacağı hususunda ilgili mercilere takdir yetkisi bırakır (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 67). İlgili merci, ihlal kararının niteliğini dikkate alarak bu ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için gerekenleri yapar. Bazı durumlarda Anayasa Mahkemesi somut olayın özelliklerini dikkate alarak ihlalin ve sonuçlarının nasıl ve hangi araçlarla ortadan kaldırılacağına dair ilkeleri belirleyebilir (Bizim FM Radyo Yayıncılığı ve Reklamcılık A.Ş. [GK], B. No: 2014/11028, 18/10/2017, §§ 71, 72). Böyle bir durumda ilgili mercilerin anılan ilkeler doğrultusunda hareket etmesi gerekir. İstisnai kimi durumlarda ise tespit edilen ihlalin niteliği, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından ilgili mercilerin önünde tek bir seçenek bırakabilir. Bu hâlde Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için alınması gereken tedbiri açıkça gösterir ve ilgili merci bu tedbiri alır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 82).

43. Diğer taraftan bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanması zorunludur. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle ihlalin sonuçlarının şeklen değil gerçek anlamda ortadan kaldırılması gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), § 56).

44. Genel ilkeler için ayrıca bkz. Şahin Alpay (2), §§ 39-70.

2. İlkelerin olaya uygulanması

45. Somut olayda Anayasa Mahkemesinin verdiği ikinci ihlal kararı sonrasında derece mahkemelerince başvurucunun tutukluluk durumu sonlandırılmış ancak başvurucunun konutu terk etmeme adli kontrol tedbirine tabi tutulmasına karar verilmiştir. Bu durumda ilk olarak konutu terk etmeme tedbirinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil edip etmediğinin belirlenmesi gerekmektedir.

46. Anayasa Mahkemesi Esra Özkan Özakça kararında konutu terk etmeme adli kontrol tedbirini kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında incelemiştir. Bu kapsamda ilk olarak kişilerin fiziki hareket özgürlüklerini sınırlandıran bir tedbirin Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına mı yoksa Anayasa'nın 23. maddesinde düzenlenmiş olan seyahat özgürlüğüne mi müdahale teşkil ettiği belirlenirken önemli olan hususun sınırlamanın niteliği veya esası değil derecesi ve yoğunluğu olduğu vurgulanmıştır. Anayasa Mahkemesine göre bunun tespitinde tedbirin türü, süresi, uygulanış şekli, gündelik hayatın denetiminin boyutu gibi faktörler önem taşımaktadır. Bu çerçevede yapılan değerlendirmede konutu terk etmemenin kişilerin fiziksel özgürlük alanını yalnızca ikamet ettiği konutun içi ile sınırlandıran, elektronik kelepçe takılmak suretiyle infazı söz konusu olabilen ve -kaldırılıncaya kadar- gün boyunca kesintisiz olarak devam ettirilen, uyulmadığında ise şüpheli veya sanık hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasına neden olabilen bir adli kontrol tedbiri olduğunun altı çizilmiştir. Anayasa Mahkemesi; anılan tedbirin bu niteliği, uygulanış şekli ve özellikleri itibarıyla hareket serbestisi üzerindeki sınırlayıcı etkisinin derece ve yoğunluk olarak seyahat özgürlüğüne göre oldukça ileri bir boyutta olduğu, dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil ettiği sonucuna varmıştır (Esra Özkan Özakça, §§ 73-77).

47. Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukukiliğine ilişkin yapılacak incelemeye esas tutulacak ölçütler de Anayasa Mahkemesince belirlenmiştir. Anılan tedbirin tutuklamaya alternatif bir adli kontrol tedbiri olması dikkate alındığında -tıpkı tutuklama tedbirinde olduğu gibi- kanun tarafından öngörülme, kuvvetli suç belirtisinin bulunması, Anayasa'da öngörülen sınırlama sebeplerinin mevcut olması ve ölçülülük ilkesine uygunluk kriterleri yönünden incelemeye tabi tutulacağı ifade edilmiştir (Esra Özkan Özakça, §§ 78-84).

48. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler bakımından mümkündür. Konutu terk etmeme de tutuklama yerine uygulanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil eden bir adli kontrol tedbiri olarak düzenlenmiş bulunduğundan kişiler hakkında bu tedbirin uygulanmasının ön koşulu -tıpkı tutuklamada olduğu gibi- kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir (Esra Özkan Özakça, § 79). Nitekim 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 109. maddesi gereğince de adli kontrole karar verilebilmesi için tutuklamanın koşullarının bulunması gerekir.

49. Anayasa Mahkemesi başvurucu hakkındaki ilk ihlal kararında Anayasa'nın 19. maddesinde tutuklamanın ön koşulu olarak düzenlenen suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin soruşturma makamlarınca yeterince ortaya konulamadığı tespitinde bulunmuştur (Şahin Alpay, §§ 93-101).

50. Anayasa Mahkemesi başvurucu hakkındaki ikinciihlal kararında ise ihlalin ne şekilde sona erdirilmesi gerektiği hususunda açık belirlemelerde bulunmuştur. Buna göre tutuklama tedbirinin uygulanmasında kuvvetli suç belirtisinin mevcut olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verildiği durumlarda derece mahkemelerinin -ön koşulunun bulunmadığı tespit edilen- tutukluluğu sona erdirmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde ihlal ve sonuçların ortadan kaldırılmamış olur. Bununla birlikte daha önce tutuklama gerekçesi olarak gösterilmeyen, dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında değerlendirilmemiş olan yeni olgularla suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin ortaya konulabildiği oldukça istisnai durumlarda da ihlal kararının gereklerinin yerine getirildiği kabul edilebilir. Ancak derece mahkemelerinin bu husustaki takdir aralığının ilk tutuklamaya göre oldukça sınırlıdır ve böyle bir durumda kuvvetli belirtinin yeni olgularla ortaya konulup konulmadığı yönündeki nihai değerlendirme Anayasa Mahkemesine aittir. Anılan kararda; ilk ihlal kararı sonrasında derece mahkemelerince başvurucunun tutukluluk durumunun sonlandırılmadığı, yukarıda belirtilen istisnai hâlin varlığının da ortaya konulmadığı vurgulanmıştır (Şahin Alpay (2), §§ 82, 83).

51. Somut olayda başvurucu hakkındaki ikinci ihlal kararından sonra başvurucunun tahliyesine karar verilmiş olmakla birlikte konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirine hükmedilerek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahaleye devam edilmiştir. Bu bağlamda anılan tedbirin uygulanmasına hükmedilirken derece mahkemesinin kuvvetli suç belirtisi yönünden Anayasa Mahkemesinin ilk ihlal kararında değerlendirmeye tabi tuttuğu olguların dışında yeni bazı deliller bulunduğu yönünde bir gerekçesi bulunmamaktadır. Esasen başvurucu hakkında konutu terk etmeme tedbirinin uygulanmasına ve buna yönelik itirazın reddine dair kararlarda kuvvetli suç belirtisiyle ilgili herhangi bir değerlendirmeye yer verilmemiştir.

52. Öte yandan başvurucu hakkında konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin uygulanmasına başlanmasından yaklaşık yirmi gün sonra 5/4/2018 tarihli duruşmada Savcılık tarafından sunulan esas hakkındaki mütalaada -Anayasa Mahkemesinin ilk ihlal kararında değerlendirilmemiş olan- yeni delillere değinilmiştir. Buna karşılık başvurucu hakkında konutu terk etmeme tedbirinin uygulanmasına karar verilirken derece mahkemelerince anılan olgu ve delillerin kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edildiği yönünde bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin ikinci ihlal kararlarından sonra derece mahkemelerince konutu terk etmeme adli kontrol tedbirine hükmedilirken de suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin yeni olgularla ortaya konulduğunu söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesince Savcılığın esas hakkındaki mütalaasında açıklanan yeni deliller yönünden kuvvetli suç belirtisi bağlamında ayrıca bir inceleme yapılmasını gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

53. Somut olayda başvurucu hakkında uygulanan konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin ön koşulu olan kuvvetli suç belirtisinin ortaya konulması şartı yerine getirilememiştir. Başvurucu hakkında kuvvetli belirtinin varlığı ortaya konulmadan verilen ve başvurucunun özgürlükten yoksun bırakılması durumunu devam ettiren adli kontrol tedbirine başvurulması başvurucu hakkındaki kararlarda tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının derece mahkemelerince ortadan kaldırılmadığı anlamına gelmektedir. Zira bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanması gerekir. Oysa somut olayda başvurucunun özgürlükten yoksun bırakılma hâli devam etmiş, ihlalden önceki duruma yani başvurucunun hareket serbestisinin maddi olarak sınırlandırılmadığı bir hâle dönüş sağlanmamıştır.

54. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin başvurucu hakkındaki kararda tespit ettiği ihlalin ve sonuçlarının derece mahkemelerince ortadan kaldırılmadığı sonucuna varılmıştır.

55. Bu itibarla suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin bulunmaması nedeniyle verilen ihlal kararına rağmen başvurucunun özgürlükten yoksun bırakılmasının sonlandırılmamış olması Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvencelere aykırıdır. Bu nedenle başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

56. Öte yandan başvurunun özünün suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunmaması nedeniyle verilen ihlal kararına rağmen özgürlükten yoksun bırakılma hâlinin sonlandırılmamasına ilişkin olduğu dikkate alınarak başvurucunun -özgürlükten yoksun bırakılma hâlinin devam ettirilmesi suretiyle- diğer bazı temel hak ve özgürlüklerinin de ihlal edildiği iddiaları ayrıca incelenmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

57. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

58. Başvurucu, 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

59. Başvurucu, bireysel başvuruda bulunduktan sonra İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 11/5/2018 tarihinde başvurucu hakkındaki konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına ve başvurucunun ikametine en yakın karakola imza atması şeklinde adli kontrol tedbirine tabi tutulmasına karar verilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun şikâyet ettiği konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri sona ermiştir. Bu durumda tazminat dışında ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir hususun bulunmadığı anlaşılmaktadır.

60. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 294,70 harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/112) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYŞE SÖĞÜT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/10866)

 

Karar Tarihi: 13/1/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Yusuf Enes KAYA

Başvurucu

:

Ayşe SÖĞÜT

Vekili

:

Av. Adem KAPLAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/3/2020 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve ayrıca adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. 19/12/2016 tarihinde Ankara'da düzenlenen bir fotoğraf sergisinin açılış kokteylinde Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçisi konuşma yaptığı sırada sırtından vurularak öldürülmüştür. Suikastçı M.M.A. da polislerle girdiği çatışma sonrası öldürülmüştür.

9. Meydana gelen olay neticesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından saldırının arkasında bulunan kişi veya kişilerin tespit edilebilmesi, saldırının tüm yönleriyle açıklığa kavuşturulması amacıyla soruşturma başlatılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu suikastın Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantılı olduğuna ilişkin bulgulara ulaşmıştır. Başvurucu, bu soruşturma kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 13/7/2018 tarihinde gözaltına alınmıştır.

10. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 18/7/2018 tarihinde Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısında; Rusya Büyükelçisi'ni öldüren M.M.A.nın FETÖ/PDY içindeki öğretmeni olduğu iddia edilen S.S.nin eşi olan başvurucunun örgüt içinde zümre başkanı olarak görev yaptığı, Eagle isimli haberleşme programını kullandığı, ikametgâhında yapılan aramada başka kişiler adına kayıtlı telefon hatlarının ele geçirildiği, FETÖ/PDY ile iltisaklı şirketlerde çalışma kaydının olduğu, kaçacağı veya saklanacağı yönünde kuvvetli şüphe bulunduğu, adli kontrol kararının yetersiz kalacağı belirtilmiştir.

11. Başvurucu sorgusunda atılı suçlamayı kabul etmediğini, 0555... numaralı hattı 2018 yılı Mart ayından itibaren kullanmaya başladığını, 0545... numaralı hattı daha önce kullandığını ancak ne kadar zaman kullandığını ve hangi tarihler arasında kullandığını hatırlamadığını, 0507... numaralı hattın da kendisine ait olduğunu ancak bu hattın eşi tarafından kullanıldığını, kesinlikle ByLock programını yüklemediğini, kullanmadığını, Eagle programını kullanmadığı gibi terör örgütü içinde zümre başkanı olarak da görev yapmadığını beyan etmiştir.

12. Hâkimlik 18/7/2018 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması talebinin reddine ve adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Her ne kadar şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması talep edilmişse de, şüphelinin UYAP üzerinden alınan nüfus kayıt örneğinde 1/9/2015 doğumlu bakıma muhtaç bir çocuğunun bulunduğu ve eşinin de halen tutuklu olduğu dikkate alınarak CMK.nun 100 ve AİHS 5. maddesindeki tutuklama şartları bulunmadığından iddia makamının tutuklama talebinin reddine, CMK 109/3-a ve b maddeleri uyarınca adli kontrol uygulanmasına, adli kontrol olarak şüphelinin CMK.nun 109/3-a maddesi uyarınca yurt dışına çıkışının yasaklanmasına, adli kontrol olarak şüphelinin, haftanın her pazar günü gün içerisinde saat:08:00-22:00 arasında ikametgahının bağlı bulunduğu karakola müracaat ederek ilde bulunduğunu belirterek beyanının tutanakla tespitine... [karar verildi.]"

13. Savcılık tarafından bu karara itiraz edilmiştir. İtiraz üzerine Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliği 20/7/2018 tarihinde başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Başvurucu 6/8/2018 tarihinde yakalanmış ve 7/7/2018 tarihinde Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliği huzuruna çıkarılmıştır. Başvurucu sorgusunda "Benim M.M.A. ile ilgili herhangi ilgim ve bilgim yoktur. Eşim tutukludur. Ben Bylock yüklemedim ve kullanmadım. Örgütle de herhangi bir bağım ve ilgim yoktur. Çocuğum vardır. Tutuklanmam mağduriyete neden olacaktır. Benim adli kontrolüm vardır. Bu nedenle serbest bırakılmayı talep ediyorum." şeklinde beyanda bulunmuştur.

14. Sorgusunun ardından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"Şüpheli Ayşe Söğüt'ün üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması (şüpheli adına kayıtlı 2 hat üzerinde terör örgütünün haberleşme programı olan Bylock isimli programın bulunması, şüphelinin ele geçen CD kaydına göre örgüt içerisinde zümre başkanı olarak tanımlanması), atılı suçun CMK'nın 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması, kaçma şüphesi ve adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı gözönüne alınarak CMK. 100. vd. maddeleri gereğince tutuklanmasına... [karar verildi.]"

15. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 22/11/2018 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır.

16. İddianamede; başvurucunun adına kayıtlı 0545... ve 0507... abone numaralı iki ayrı telefon hattı üzerinden sırasıyla 11/8/2014 ve 12/8/2014 tarihlerinden itibaren ByLock isimli programı kullandığına ilişkin kayda rastlandığı, FETÖ/PDY ile irtibatlı olan ve kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile kapatılan Özel Kaynak Eğitim ve Sosyal Hizmetler San. ve Tic. A.Ş.de, Özel Menba Eğitim İşl. San. ve Tic. A.Ş.de 2008-2009 yıllarında çalışma kaydının bulunduğu, başvurucu adına kayıtlı olan 0545... numaralı hat üzerinden ByLock isimli kriptolu haberleşme programına giriş yapan ve bu programı kullanan kişinin diğer şüpheliler arasında yer alan başvurucunun eşi olduğu, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı Ulusal Güvenliğe Yönelik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanan 6/4/2018 tarihli rapor ile başvurucunun eşi hakkında rapor tanzim edildiği, söz konusu rapor içeriğinde başvurucu hakkında da bilgilerin bulunduğu, bu kapsamda bahsi geçen rapor içinde başvurucunun terör örgütü mensubu olduğuna, örgüt içinde zümre başkanı olarak görev yaptığına, Eagle adlı haberleşme programı kullanıcısı olduğuna ilişkin tespitlerin yer aldığı belirtilmiştir.

17. İddianamede sonuç olarak başvurucunun FETÖ/PDY ile organik bağ kurarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerde bulunmak, FETÖ/PDY mensuplarının kendi aralarında haberleşmek amacıyla kullandıkları ByLock isimli kriptolu haberleşme programını kullanmak, FETÖ/PDY mahrem yapılanmasında zümre başkanı olarak görev yapmak ve FETÖ/PDY'ye aidiyeti, bu örgütle irtibatı veya iltisakı olması nedeniyle darbe teşebbüsü sonrasında olağanüstü hâl KHK'ları ile kapatılan eğitim kurumlarında çalışmak suretiyle üzerine atılı suçu işlediğinin anlaşıldığı belirtilmiştir.

18. Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 7/12/2018 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2018/2200 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.

19. 11/6/2019 tarihli duruşmada başvurucunun yurt dışına çıkmama ve konutu terk etmeme şeklinde adli kontrol uygulanmak sureti ile tahliyesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"Sanık Ayşe Sögüt'ün tutuklu kaldığı süre ve dosya kapsamı nazara alınarak, CMK 109/3-a maddesi uyarınca 'yurt dışına çıkamamak' ve CMK 109/3-j maddesi uyarınca 'konutu terk etmeme' şeklinde adli kontrol uygulanmak sureti ile tahliyesine... [karar verildi.]"

20. Mahkeme 6/8/2019 tarihinde başvurucunun 15-16-17/8/2019 tarihlerinde 3 gün süre ile (eşiyle açık görüş tarihinin 16/8/2019 olması, görüşe çocuğu ile birlikte gidebilmesi ve yol süresi de nazara alınarak) izinli sayılmasına karar vermiştir.

21. Mahkeme 17/10/2019 tarihinde başvurucunun ceza infaz kurumunda olan eşiyle açık görüş yapabilmesi için 5/11/2019 ile 6/11/2019 tarihlerinde izinli sayılmasına karar vermiştir.

22. 17/1/2020 tarihli duruşmada ByLock kullandığı iddia edilen başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıkların kullandığı hatlara ilişkin arayan-aranan, GPRS ve baz bilgilerini gösterir HTS trafiği ile ByLock CGNAT kayıtlarının zaman, baz, IMEI bilgileri ile ilgili bilirkişi raporu Mahkemeye sunulmuştur.

23. Duruşma sonunda başvurucu hakkında uygulanan adli kontrol tedbirinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu 20/1/2020 tarihinde bu karara itiraz etmiştir.

24. Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi 3/3/2020 tarihinde konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin devamına ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir.

25. Başvurucu 24/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

26. Başvurucu 31/3/2020 tarihli duruşmada konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin Bursa'da belirtilen adreste yerine getirilmesini avukatı aracılığıyla talep etmiş ve Ağır Ceza Mahkemesi bu talebi kabul etmiştir.

27. Mahkeme 25/6/2020 tarihli duruşmada başvurucunun eşiyle görüşme yapabilmesi amacıyla 26/6/2020 tarihinde bir gün süre ile izinli sayılmasına karar vermiştir.

28. Mahkeme 6/7/2020 tarihinde başvurucunun çocuğunun okul kaydı ve doktor işlemleriyle ilgilenebilmesi için 7-8-9/7/2020 tarihlerinde, tutuklu bulunan eşi ile açık görüş yapabilmesi için 21/7/2020 tarihinde izinli sayılmasına karar vermiştir.

29. Mahkeme 2/10/2020 tarihli duruşmada da başvurucunun 7-8-9/10/2020 tarihlerinde izinli sayılmasına karar vermiştir.

30. 30/10/2020 tarihli duruşmaya kadar gerçekleştirilen tüm duruşmalarda "Haklarında adli kontrol kararı verilen sanıklar hakkındaki adli kontrol tedbirlerinin aynen devamına" şeklindeki gerekçeyle başvurucu hakkındaki adli kontrol tedbirinin devamına karar verilmiştir.

31. Mahkeme 30/10/2020 tarihli duruşmada başvurucu hakkındaki konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına karar vermiştir.

32. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir.

IV. İLGİLİ HUKUK

33. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020, §§ 36-52.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 13/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

35. Başvurucu; hakkında uygulanan konutu terk etmeme tedbirinin koşullarının bulunmadığını, bu tedbir yönünden de tutuklama nedenlerinin varlığının aranması gerektiğini, somut olayda kaçma ve delilleri karartma şüphesinin söz konusu olmadığını, adli kontrol tedbirinin devamı kararlarının gerekçesiz olduğunu, daha hafif bir koruma tedbirinin neden yetersiz kalacağının açıklanmadığını, tüm duruşmalarda hazır bulunması ve eşinin tutuklu olması hususları nazara alındığında hakkındaki adli kontrol tedbirinin ölçüsüz olduğunu, sonuçları itibarıyla tutuklamadan daha ağır bir tedbir olarak hayatının kısıtladığını, makul süreyi aşacak şekilde uygulanan konutu terk etmeme tedbiri nedeniyle tutuklu olarak bulunan eşiyle görüşemediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

36. Bakanlık görüşünde; başvurucunun sınırlı bir alanda yaşamaya mahkûm olmadığı -zira başvurucunun evinin konforunda hayatını idame ettirdiği-, evde beraber yaşadığı veya eve ziyarete gelen kişilerle ilişki kurabildiği ve böylece sosyal hayatını devam ettirdiği, dışarıyla ilişki geliştirebildiği, ayrıca kimi durumlarda izinli sayılarak konutunu terk etmesine izin verildiği hususları gözetildiğinde başvurucunun durumunun Anayasa'nın 19. maddesinin uygulanmasını gündeme getirecek düzeyde özgürlükten mahrum bırakılma hâli veya özel hayata ve aile hayatına saygı hakkına yönelik bir müdahale oluşturmayacağı belirtilmiştir. Bakanlık ayrıca başvurucu hakkında uygulanan adli kontrol tedbirinin kanuni bir dayanağının bulunduğunu ileri sürmüştür.

37. Bakanlık; başvurucunun tutuklandığı, yargılandığı ve daha sonra adli kontrol altına alınmasına neden olan suçun Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen, dolayısıyla evleviyetle adli kontrole hükmedilebilecek suçlar arasında yer alması nedeniyle adli kontrol tedbirinin meşru bir amacının olduğunu ifade etmiştir. Ölçülülük bakımından ise Bakanlık, terör suçlarının soruşturulmasının zorlukları dikkate alındığında Ağır Ceza Mahkemesinin öngörülen yaptırımın ağırlığını, işin niteliğini ve önemini, başvurucunun tutuklulukta geçirdiği süreyi ve tüm dosya kapsamını nazara alarak başvurucunun özgürlüğünü tutuklamadan çok daha az sınırlayıcı adli kontrol altına alınmasına karar vermesinin keyfî, temelsiz ve ölçüsüz olduğunun söylenemeyeceğini belirtmiştir.

38. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, ev hapsinde geçirdiği süre boyunca eşiyle görüşme imkânından yeterince yararlanamadığını, çocuğunu okula götürecek kimse olmadığından çocuğunun okul kaydını sildirmek zorunda kaldığını, bu süreçten çocuğunun da etkilendiğini, ev hapsi nedeniyle yaşadığı bu zorlukların dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.

B. Değerlendirme

39. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

40. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

...

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."

41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

1. Genel İlkeler

42. Genel ilkeler için bkz. Esra Özkan Özakça, §§ 78-84.

2. İlkelerin Olaya Uygulanması

43. Anayasa Mahkemesi; konutu terk etmeme tedbirinin niteliği, uygulanış şekli ve özellikleri itibarıyla hareket serbestisi üzerindeki sınırlayıcı etkisinin derece ve yoğunluk olarak seyahat özgürlüğüne göre oldukça ileri bir boyutta olduğu ve dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil ettiği sonucuna varmıştır (Esra Özkan Özakça, §§ 68-76).

44. Öte yandan başvurucu, konutu terk etmeme tedbirinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüş ancak sadece söz konusu tedbire ilişkin ilk karardan değil bu tedbirin devam eden uygulamasından da şikâyetçi olmuştur. Dolayısıyla anılan tedbirin hukukiliğinin incelemesi söz konusu tedbirin uygulandığı bütün bir süreç yönünden yapılacaktır.

45. Başvurucu, terör örgütü üyesi olma suçundan yürütülen bir kovuşturma kapsamında Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen bir kararla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 109. maddesi uyarınca konutu terk etmeme adli kontrol tedbirine tabi tutulmuştur. Dolayısıyla başvurucu hakkında bir adli kontrol yükümlülüğü olarak uygulanan konutu terk etmeme tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

46. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan adli kontrol tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce ön koşul olarak suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

47. Başvurucu hakkında verilen tutuklama kararında daha sonra düzenlenen iddianamede başvurucunun FETÖ/PDY üyelerinin kendi aralarındaki iletişimini sağladığı ifade edilen ByLock uygulamasını kullandığı belirtilmiştir.

48. Anayasa Mahkemesi, ByLock uygulamasının özellikleri gözönüne alındığında kişilerin bu uygulamayı kullanmalarının veya kullanmak üzere elektronik/mobil cihazlarına yüklemelerinin soruşturma makamlarınca FETÖ/PDY ile olan ilgi bakımından bir belirti olarak değerlendirilebileceğini belirtmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 106, 267; M.T. [GK], 2018/10424, 4/6/2020, §§ 112-116). Bu itibarla somut olayda soruşturma makamlarınca FETÖ/PDY üyesi olmakla suçlanan başvurucunun bu yapılanma tarafından örgütsel iletişimin sağlanması için oluşturulan bir haberleşme ağı olan ByLock uygulamasını kullanmasının somut olayın koşullarına göre suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi, anılan programın özellikleri itibarıyla temelsiz ve keyfî bir tutum olarak değerlendirilemez.

49. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.

50. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin tutuklamaya alternatif olma niteliği gereği bu tedbir yalnızca Anayasa'da öngörülen bu amaçlarla verilebilir. Anılan tedbirin niteliği ve özellikleri dikkate alındığında bunun bilhassa şüpheli veya sanıkların kaçmalarını engellemeye yönelik adli bir önlem olarak değerlendirilmesi mümkündür (Esra Özkan Özakça, § 80). 5271 Kanun'un 109. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da tutuklama sebeplerinin varlığı hâlinde, kişinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebileceği belirtilmiştir.

51. Terörle bağlantılı suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların güvenlik içinde yürütülebilmesi ve özellikle kişilerin kaçmalarının engellenmesinde tutuklama tedbiri ile konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri dışındaki koruma tedbirlerinin yetersiz kalabileceği akılda tutulmalıdır. Başvurucunun üyesi olduğu ileri sürülen FETÖ/PDY'nin yüz elliyi aşkın ülkede faaliyet gösteren ve ciddi seviyede uluslararası ittifaklar kurabilen bir yapılanmadır. Bu durumda anılan örgütle bağlantılı bir suç işlediği ileri sürülen kişilerin yurt dışına kaçmasının ve yurt dışında barınmasının diğer kişilere göre daha kolay olduğu gözönüne alınmalıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yıldırım Ataş, B. No: 2014/4459, 26/10/2016, § 60; Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 271, 272; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 78, 79).

52. Öte yandan başvurucunun konutu terk etmeme suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar verilen silahlı terör örgütüne üye olma suçu, Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tipleri arasında olup isnat edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66). Ayrıca anılan suç, 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar arasındadır.

53. Dolayısıyla somut olayın yukarıda belirtilen özel koşulları ile Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından verilen kararların içeriği birlikte gözetildiğinde FETÖ/PDY ile bağlantılı suçtan hakkında kovuşturma yürütülen başvurucu açısından özellikle kaçma şüphesine yönelik olarak adli kontrol tedbiri nedenlerinin olgusal temellerinin olduğu sonucuna varılmıştır.

54. Başvurucu hakkındaki adli kontrol tedbirinin ölçülü olup olmadığının da tespiti gerekir. Bu tedbirin Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm özellikleri dikkate alınmalıdır.

55. Terör suçlarının soruşturulması/kovuşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 214; Devran Duran, § 64).

56. Başvurucu, FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıyla önce tutuklanmış; sonra da hakkında konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkındaki davaya bakan Mahkeme başvurucunun tutuklanmasından yaklaşık 11 ay sonra tahliyesine ve konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin uygulanmasına hükmetmiştir. Yargı mercilerinin tutuklama yerine anılan adli kontrol tedbirini yeterli görmelerinde başvurucunun kişisel konumunu (kadın olması, eşinin de aynı suçtan tutuklu olması ve bakıma muhtaç çocuğunun bulunması gibi) dikkate aldıkları görülmektedir. Mahkeme adli kontrol tedbirinin sürdürüldüğü dönemde eşiyle açık görüş yapabilmesi, çocuğunun okul kaydı ve sağlık işlemleriyle ilgilenebilmesi amacıyla belirli tarihlerde tedbire ara vermiştir. Ayrıca başvurucunun tedbirin bir başka şehirde infaz edilmesi talebi de Mahkemece kabul edilmiştir. Mahkemenin yaklaşık 1 yıl 4 ay sonra konutu terk etmeme adli kontrol tedbirini kaldırdığı da görülmektedir (bkz. §§ 19, 20, 25-28, 31).

57. Bu durumda başvurucuya isnat edilen suçun niteliği ve Mahkemenin tedbirin devamı sürecindeki tutumu birlikte dikkate alındığında konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin uygulanmasının ve sürdürülmesinin ölçülü olmadığı söylenemez.

58. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 13/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.