KONUTU TERK ETMEME ADLİ KONTROL TEDBİRİNİN KİŞİ HÜRRİYETİ VE GÜVENLİĞİ YÖNÜYLE ANAYASA MAHKEMESİ KARARI IŞIĞINDA DEĞERLENDİRİLMESİ

Abone Ol

İnsan haklarının çekirdeğinde bulunan haklardan biri olan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı bireyin bedensel olarak hareket edebilme özgürlüğüne ve bu özgürlüğün güvencesine sahip olması anlamına gelmektedir. Bu hak bireyin keyfi olarak hareket serbestîsinin kısıtlanmasını, istediği yere gidebilme olanağının ortadan kaldırılmasını engellemektedir. Ülkede yaşayan her bireyin sahip olduğu kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, Anayasa madde 19 ile güvence altına alınmıştır.

Anayasa madde 19: Kişi hürriyeti ve güvenliği

"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

Şekil ve şartları kanunda gösterilen: Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir…"

Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Anayasada bu şekilde yer almaktadır. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının birer istisnası olan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirleri Anayasa, kanun, uluslararası sözleşme, yönetmelik ve diğer düzenlemeler ile düzenlenmiş ve bu düzenlemeler normlar hiyerarşisi ile güvence altına alınmıştır. Söz konusu düzenlemeler, bireyin özgürlüğünü ön planda tutmayı hedeflese de uygulamada genelde buna uyulmamaktadır. Hâkimlerin bu düzenlemelere sıkı bir şekilde bağlı kalması ve kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının korunmasının teminatı olmaları gerekir.

Kişi hürriyeti ve güvenliğinin güvence altına alındığı anayasanın 19. Maddesinde yalnızca belirli hallerde bir kişi hürriyetinden yoksun bırakılabileceği düzenlenmiştir. Kişinin bu haller dışında hürriyetinden yoksun bırakılması yasaklanmıştır. Tutuklama tedbiri, kişinin hürriyetinden yoksun bırakıldığı en ağır haldir.

HANGİ DURUMLARDA TUTUKLAMA KARARI VERİLEBİLİR?

Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının önemli bir istisnası ise tutuklama tedbiridir. Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez

Tutuklama, geçici bir koruma tedbiridir ve iki durumda tutuklama kararı verilebilir:

1. Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların mevcudiyeti.

2. Şüpheli veya sanığın delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşması.

Bu iki halden birinin varlığı durumunda, kuvvetli suç şüphesini gösteren somut deliller bulunur ise tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. Adli kontrol ise bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, Ceza Muhakemesi Kanunu 100. maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilmesi anlamına gelir. Adli kontrol, tutuklamaya nazaran öncelik verilmesi gereken bir uygulamadır. Kanun koyucu ceza muhakemesi kanunu madde 101 fıkra 1’de yer alan düzenleme ile adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiili nedenlerin neler olduğunun mutlaka belirtilmesini zorunlu kılmıştır. Uygulamada görülen takdir yetkisinin keyfi kullanımının, gerekçesiz ve hukuka aykırı tutuklama kararlarına sebebiyet verdiği görülmektedir. Oysa Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. Ölçülülük ilkesine aykırı bir tutuklama kararı hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Bununla birlikte tutuklamaya karar verilebilmesi için kuvvetli suç şüphesi gerekmektedir. Verilen kararda tutuklama nedenlerinin varlığı, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, deliller ve somut olgularla, gerekçelendirilerek açıkça gösterilmelidir.

HANGİ ÖLÇÜTLERİN VARLIĞI HALİNDE TUTUKLAMA YERİNE ADLİ KONTROLE KARAR VERİLEBİLİR?

Adli kontrol, ceza yargılamasında şüpheli veya sanığın tutuklanarak cezaevine konması yerine buna alternatif tedbirlerle adli kontrol altına alınarak serbest bırakılmasıdır. Adli kontrol tedbirlerinin uygulanabilmesi için ceza muhakemesi kanunu madde 100 de belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle tutuklama sebepleri mevcut değilse, adli kontrol tedbirine de karar verilemez.

Madde 109 – Adlî kontrol

"1) (değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) BİR SUÇ SEBEBİYLE YÜRÜTÜLEN SORUŞTURMADA, 100 ÜNCÜ MADDEDE BELİRTİLEN TUTUKLAMA SEBEPLERİNİN VARLIĞI HALİNDE, ŞÜPHELİNİN TUTUKLANMASI YERİNE ADLÎ KONTROL ALTINA ALINMASINA KARAR VERİLEBİLİR…”

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 109. maddesine göre adli kontrol şüphelinin bir ya da birden fazla yükümlülüğe tabi tutulması anlamına gelmektedir. Bu yükümlülükler:

- Yurt dışına çıkamamak.

- Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.

- Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.

- Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.

- Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek.

- Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.

- Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek.

- Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye bağlamak.

- Aile yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.

- Konutunu terk etmemek.

- Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek.

- Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.

Yukarıdaki şekilde listelenen adli kontrol kararının verilmesinde, kişiye karşı özel bir husumet güdülmemeli, Anayasa madde 14’te yer alan hakkın kötüye kullanılmasına sebebiyet verilmemelidir. Adli kontrol tedbirlerinin uygulandığı koşullar ve etkileri itibari ile asgari eşiği aşmaması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 3’te “Hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya maruz bırakılamaz.” şeklinde yer alan kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerekmektedir.

Hakkında adli kontrol tedbiri uygulanan bir birey için, uygulanan adli kontrol tedbiri, özgürlükten yoksun bırakılma haline dönüşmemeli, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmesi anlamına gelmemelidir. Bu tedbirler, kişinin özgürlüğü lehine yorumlanmalıdır zira maksadını aşan bir adli kontrol tedbiri, ölçülülük ve amaca uygunluk ilkelerine aykırılık teşkil etmektedir.

Her ne kadar maddede çok açık bir şekilde adli kontrol tedbirlerinin uygulanabilmesi için Ceza Muhakemesi Kanunu madde 100’de yer alan tutuklama sebeplerinin varlığının şart olduğu belirtilmiş olsa da,  uygulamada koşullar mevcutsa tutuklama, mevcut değilse en ufak bir soruşturmada dahi adli kontrol tedbirine kararlar verilmektedir. Bu yanlış uygulamanın son örneği olan, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin gözaltına alındıktan sonra, “konutu terk etmeme” adli kontrol tedbiri ile serbest bırakılmaları hukuka aykırı ve kabul edilemez bir durumdur. Her durumda adli kontrol tedbirine başvurulması, yasanın yanlış anlaşıldığını göstermektedir.

KONUTU TERK ETMEME ADLİ KONTROL TEDBİRİNE YÖNELİK ANAYASA MAHKEMESİ’NCE BELİRLENEN ÖLÇÜTLER NELERDİR?

Anayasa Mahkemesi 03.12.2020 tarihli Şahin Alpay kararında, yerel mahkemelerin hak ihlali kararlarını usulsüz uygulamaları sebebiyle, bu kriterleri yeniden ele alma gereği hissetmiştir. Bu karar ışığında tutukluluk hâlinin sona erdirilmesi suretiyle ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması üzerine, derece mahkemesinin konutu terk etmeme şeklinde adli kontrol tedbirine karar vermesi, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini göstermektedir.

Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler bakımından mümkündür. Konutu terk etmeme de tutuklama yerine uygulanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil eden bir adli kontrol tedbiri olarak düzenlenmiş bulunduğundan kişiler hakkında bu tedbirin uygulanmasının ön koşulu kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. (Esra Özkan Özakça, § 79). Nitekim 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 109. maddesi gereğince de adli kontrole karar verilebilmesi için tutuklamanın koşullarının bulunması gerekir.

Tutuklama tedbirinin uygulanmasında kuvvetli suç belirtisinin mevcut olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verildiği durumlarda derece mahkemelerinin -ön koşulunun bulunmadığı tespit edilen- tutukluluğu sona erdirmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde ihlal ve sonuçların ortadan kaldırılmamış olur.

Daha önce tutuklama gerekçesi olarak gösterilmeyen ve Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında değerlendirilmemiş olan yeni olgularla suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin ortaya konulabildiği istisnai durumlarda da ihlal kararının gereklerinin yerine getirildiği kabul edilebilir. Ancak derece mahkemelerinin bu husustaki takdir aralığının ilk tutuklamaya göre oldukça sınırlıdır ve böyle bir durumda kuvvetli belirtinin yeni olgularla ortaya konulup konulmadığı yönündeki nihai değerlendirme Anayasa Mahkemesine aittir.

Konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri, tutuklama tedbirine göre daha hafif bir tedbirdir. Tutuklama tedbirine göre daha hafif olan söz konusu tedbire hükmedilmesi derece mahkemelerinin geniş takdir payı da düşünüldüğünde söz konusu tedbir, elverişli ve gerekli bir tedbir olmalıdır.

Görünüşte haklılık, tutuklama açısından gecikmede tehlike bulunması halini ifade eder. Kişi özgürlüğünün tutuklama suretiyle sınırlanmasında ilk şart bu işlemin hemen yapılmasının zorunlu olması, gecikmenin telafisi imkânsız tehlike doğuracak olmasıdır. Kuvvetli belirtinin olmadığı yerde görünüşte haklılık tezi ileri sürülemez. Yasal koşullar oluşmadan başvurulan adli kontrol tedbiri, kişinin sanık olmaktan kaynaklanan bir katlanma yükümlülüğü olamaz.

Anayasa Mahkemesi kararları ışığında; tutuklamanın adli kontrol tedbirlerinin objektif koşullarına uygun olması gerektiği açıktır. Tutuklamaya başvurulması için önce tüketilmesi gereken tüm yollar tüketilmelidir. Adli kontrol tedbirindeki temel amaç; özgürlüğün kısıtlanmamasıdır. Konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri bir başka hukuk ihlalinin devam ettirilmesi için kullanılamaz. Bir hak ihlali ortadan kaldırılması amaçlanırken, bir başka hukuk normu ihlal edilerek yerine yeni bir hak ihlali getirilemez. Diğer bir ifadeyle bir hukuk normu ihlal edilerek hâlihazırda mevcut olan hak ihlali ortadan kaldırılamaz Anayasa mahkemesinin, bir hak ihlalini kaldırmak doğrultusunda vermiş olduğu bir kararın anlam ifade etmesi için, bu karar tamamen Anayasa Mahkemesi’nin perspektifi doğrultusunda ve usulüne uygun yerine getirilmelidir.

ANAYASA MAHKEMESİ’NİN TANIMLAMASINA GÖRE BİR MAHKEMEYİ MAHKEME YAPAN, KARARLARININ UYGULANABİLMESİDİR

Bireysel başvurunun uygulamaya geçirilmesiyle, kamu gücünü kullanan kişi ve kurumların sebep olduğu hak ihlallerine karşı 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren anayasal yargı denetimi uygulaması başlatılmıştır. Buna göre, 23 Eylül 2012 tarihi itibarıyla herkes, Anayasa’mızda güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin tanımlamasına göre bir mahkemeyi mahkeme yapan, kararlarının uygulanabilmesidir. Nihai ve bağlayıcı karar verilemeyen bir başvuru yolunun etkili olduğu söylenemez. Nitekim AİHM, Hasan Uzun/Türkiye (B. No: 10755/13, 30/4/2013) kararında Anayasa Mahkemesine bireysel başvurunun kendisine başvuru yapılmadan önce tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olduğu sonucuna varırken Anayasa'nın 153. maddesinin altıncı fıkrasına atıfla Anayasa Mahkemesi kararlarının bütün gerçek ve tüzel kişiler ile devlet organlarını bağlayıcı olmasını da dikkate almıştır

Bir mahkemeye mahkeme statüsü kazandıran, kararlarının uygulanabilmesidir. Örneğin Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmemesi daha önce verilen ihlalin devam ettiği anlamını taşır. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmediğine ilişkin iddiaları incelemek de bireysel başvuruları incelemeye yetkili olan Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer. Aksi halde bu, Anayasa ve Sözleşmenin ortak koruma alanı içinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin bireysel başvuru yolu ile etkili bir şekilde korunmasını öngören Anayasa hükümleri ile bağdaşmaz. Ancak Anayasa Mahkemesince yapılacak bu inceleme, olayların baştan itibaren yeniden değerlendirilmesi şeklinde değil Anayasa Mahkemesi tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile ilgili sınırlı bir inceleme olacaktır. (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), § 52).

ANAYASA MAHKEMESİ, HAK İHLALLERİNİN ORTADAN KALDIRILMASINDA NASIL BİR YOL İZLEMEKTEDİR?

Anayasa Mahkemesi, Anayasa ve Sözleşmenin ortak koruma alanında bulunan temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuruları incelemek ve karara bağlamak durumundadır.

6216 Sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir." şeklindedir.

Söz konusu madde ışığında, Anayasa Mahkemesi bireysel başvurulara ilişkin incelemelerinde 2 yönde karar vermektedir:

1.Bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine karar verir.

2. Var olan ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağına karar verir, yol gösterir.

Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular kapsamındaki yetki ve görevi, hakkın ihlal edilip edilmediğinin tespitini yapar. Anayasa mahkemesinin yetkisi bu tespitle değildir. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlerin belirlenmesini de kapsamaktadır.

6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin veya yargısal makamların ya da yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Şahin Alpay (2), § 57).

Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, kural olarak ihlalin ve sonuçlarının nasıl ve hangi araçlarla ortadan kaldırılacağı hususunda ilgili mercilere takdir yetkisi bırakır (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 67). İlgili merci, ihlal kararının niteliğini dikkate alarak bu ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için gerekenleri yapar. Bazı durumlarda Anayasa Mahkemesi somut olayın özelliklerini dikkate alarak ihlalin ve sonuçlarının nasıl ve hangi araçlarla ortadan kaldırılacağına dair ilkeleri belirleyebilir. Böyle bir durumda ilgili mercilerin anılan ilkeler doğrultusunda hareket etmesi gerekir. İstisnai kimi durumlarda ise tespit edilen ihlalin niteliği, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından ilgili mercilerin önünde tek bir seçenek bırakabilir. Bu hâlde Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için alınması gereken tedbiri açıkça gösterir ve ilgili merci bu tedbiri alır. (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 82).

Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır.

Eski hâle getirmek için ise izlenilmesi gereken adımlar şu şekildedir:

- Öncelikle devam eden ihlal durdurulur.

- İhlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılır.

- Varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilir.

- Bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirler alınır.

Bu adımlar ile ihlalin sonuçlarının şeklen değil gerçek anlamda ortadan kaldırılması amaçlanır. (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), § 56).

Bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanması gerekir. Oysa anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurularda, başvurucunun özgürlükten yoksun bırakılma hâlinin devam ettiği, ihlalden önceki duruma yani başvurucunun hareket serbestîsinin maddi olarak sınırlandırılmadığı bir hâle dönüş sağlanmadığı görülmektedir. Suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin bulunmaması nedeniyle verilen ihlal kararına rağmen başvurucunun özgürlükten yoksun bırakılmasının sonlandırılmamış olması Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvencelere aykırıdır.

KONUTU TERK ETMEME ADLİ KONTROL TEDBİRİ, KİŞİ HÜRRİYETİ VE GÜVENLİĞİ HAKKINA MI, YOKSA SEYAHAT ÖZGÜRLÜĞÜNE Mİ MÜDAHALE TEŞKİL EDER?

Yerleşme ve seyahat hürriyeti, Anayasa’nın 23. Maddesi ile güvence altına alınmıştır.

“Yerleşme ve Seyahat Hürriyeti

Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.

Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak;

Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek; amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.

Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, vatandaşlık ödevi ya da ceza soruşturması veya kovuşturması sebebiyle sınırlanabilir.

Vatandaş sınır dışı edilemez ve yurda girme hakkından yoksun bırakılamaz.”

Anayasa Mahkemesi Esra Özkan Özakça kararında konutu terk etmeme adli kontrol tedbirini kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında incelemiştir. Bu kapsamda ilk olarak kişilerin fiziki hareket özgürlüklerini sınırlandıran bir tedbirin Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına mı yoksa Anayasa'nın 23. maddesinde düzenlenmiş olan seyahat özgürlüğüne mi müdahale teşkil ettiği belirlenirken önemli olan hususun sınırlamanın niteliği veya esası değil, derecesi ve yoğunluğu olduğu vurgulanmıştır. Anayasa Mahkemesine göre bunun tespitinde tedbirin türü, süresi, uygulanış şekli, gündelik hayatın denetiminin boyutu gibi faktörler önem taşımaktadır. Bu çerçevede yapılan değerlendirmede konutu terk etmemenin kişilerin fiziksel özgürlük alanını yalnızca ikamet ettiği konutun içi ile sınırlandıran, elektronik kelepçe takılmak suretiyle infazı söz konusu olabilen ve gün boyu kesintisiz olarak devam ettirilen, uyulmadığında ise şüpheli veya sanık hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasına neden olabilen bir adli kontrol tedbiri olduğunun altı çizilmiştir. Anayasa Mahkemesi; anılan tedbirin bu niteliği, uygulanış şekli ve özellikleri itibarıyla hareket serbestîsi üzerindeki sınırlayıcı etkisinin derece ve yoğunluk olarak seyahat özgürlüğüne göre oldukça ileri bir boyutta olduğu, dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil ettiği sonucuna varmıştır.

Anılan tedbirin tutuklamaya alternatif bir adli kontrol tedbiri olması dikkate alındığında kanun tarafından öngörülme, kuvvetli suç belirtisinin bulunması, Anayasa'da öngörülen sınırlama sebeplerinin mevcut olması ve ölçülülük ilkesine uygunluk kriterleri yönünden incelemeye tabi tutulacağı belirtilmiştir. Adli kontrol tedbirleri her suç için başvurulacak bir tedbir değildir, uygulamada bu husus yanlış anlaşılmaktadır. Adli kontrol tedbirleri tutuklama sebeplerinin varlığı halinde başvurulacak bir tedbirdir.

Av. Cesim PARLAK

KAYNAKÇA:

Kararlarbilgibankasi.Anayasa.Gov.Tr

Mevzuat.Gov.Tr

Aihm, Hasan Uzun/Türkiye B. No: 10755/13, 30/4/2013 Kararı.

Aligül Alkaya Ve Diğerleri Kararı (2), § 56.

Şahin Alpay Kararı 03.12.2020 7/1/2021-31357

Anayasa Mahkemesi Esra Özkan Özakça Kararı

Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 67

Kenan Yıldırım Ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 82