GİRİŞ
Kişilik hakları, hukuk düzenince koruma altına alınması gereken en önemli haklardır. Kişilik hakları uluslararası sözleşmelerde, anayasada, Türk Medeni Kanununda ve diğer kanunlarda, tüzük ve yönetmelikler olsun koruma altına alınmış hayatımızın her noktasında karşımıza çıkmaktadır.
Kişinin kendi hakları konusunda feragat etmesi rıza göstermesi yer alan ilgili maddelerde bile kısıtlanmış örnek vermek gerekirse kişi kendi özgürlüğünden sözleşme ile feragat edememekte olup bu konuda ciddi düzenlemeler getirilmiştir. Günümüzde ilerleyen teknoloji, düşünceler ve bunların karşısında gelişen fikirlerde sürekli kişilik hakları ile ilgili güncellemeler yapılmaya, yeni çıkan olaylar karşısında hukuki anlamda tartışılmaya itmektedir. İlerleyen teknoloji karşısında Kişisel verilerin korunması kanunu bile çıkartılmış burada açık rıza kavramı açıklanma ihtiyacı duyulmuştur.
Kişilik hakları ile ilgili hemen hemen bütün kanunlar da düzenlemeler yer almakta inceleme konumuz Türk Medeni Kanununa bakacak olursak 22. Madde ve devamında kişiliğin korunması ile ilgili hükümler yer almaktadır.
Kişilik hakkının korunmasında rıza hukukumuzda önemli bir yer edinmiştir. TMK madde 23 te geçen insan kökenli biyolojik maddelerin alınmasında rıza veya 24. Madde de geçen kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızasının gibi önemli hükümler yer almaktadır.
Rıza konusu geniş bir kavram olup çalışmamızda rıza verilmesi için gereken şartlar ve gösterilen rızanın geçerli olabilmesi için gereken şartlara değinilmiştir. Ayrıca verilen rızanın geri alınması durumunda ne zamandan itibaren hukuka aykırılık durumu oluşturduğu ve özellikle sınırlı ehliyetsizlerin durumuna ayrıca yer verilmiştir. Sınırlı ehliyetsizlerin durumu doktrinde tartışmalı olup kanun koyucu bazı durumlarda susma hakkını kullanmakta ve bu durumları yargıya ve doktrine bırakmıştır.
1. RIZA
1.1. Rızanın Tanımı
Hukuki bir terim olarak ise rıza kavramı; kişinin hukuk düzeni tarafından koruma altına alınan bir değerine müdahaleye veya saldırıya onay vermesi, bu saldırı ya da müdahaleyi kabullenmesi anlamına gelmektedir.
Türk hukukunda rıza ile ilgili birçok düzenleme bulunmaktadır. Örneğin TMK 23.maddesinde “yazılı rıza üzerine insan kökenli biyolojik maddelerin, aşılanması ve nakli mümkündür.” şeklinde yer alırken TCK 26.maddenin ikinci fıkrasında ise “Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir.
Uluslararası hukukta ise örnek vermek gerekirse Avrupa Birliği organlarından Avrupa Konseyi tarafından Kasım 1996’da Strasburg’da karara bağlanan ve Türkiye’nin de onayladığı “İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi” bu konuya özel ve ayrıntılı bir yer ayırmıştır. Konumuzla ilgili sözleşme hükümleri şöyledir:
Her tıbbi müdahale, bireylerin özgür ve bilgilendirilmiş onayı ile yapılır. Bu kişilere olası riskler ve olası sonuçlar aktarılır. Onay veremeyecek durumda olanların korunması: Yasalara göre onay veremeyecek yaşta olanlar için izin, o kişilerin yasal temsilcilerinden alınır. Yaşı küçük olanlarda ayrıca yaş ve olgunluğa göre görüş de alınmaya çalışılır. Yetişkin bir kişi sağlık nedenlerinden dolayı onay veremeyecek durumda ise onun yerine yasal temsilcisi karar verir. Akıl sağlığı yerinde olmayanlara yapılacak tıbbi müdahale ancak kişinin iyiliği için yapılır. Onay alınamayacak kadar acil olan durumlarda sadece kişinin yaşamı ve sağlığı göz önüne alınır, şeklinde düzenlemeler bulunmaktadır.
Bunlarla birlikte rıza ile ilgili birçok düzenleme bulunmasına karşı rızanın tanımı tam olarak kanunumuzda yer almamakta bu yüzden doktrine yönelmek durumdayız. Genel olarak bakıldığında burada kastedilen rızanın hangi aşamalarda verilebileceği niteliğinin nasıl olması gerektiği gibi konularda kanunumuzda net bir düzenleme yoktur. Ancak yukarıda da denildiği gibi bazı durumlarda özellikle sağlık durumlarında ayrıntılı olarak düzenlenmiş hükümler mevcuttur.
1.2. Rızanın Hukuki Niteliği
Rızanın hukuki niteliği hakkında doktrinde birçok görüş ortaya atılmıştır. Bunlar hukuki işlem teorisi ve hukuki işlem teorisine karşı geliştirilen teoriler olarak ayırabiliriz.
1.2.1. Hukuki İşlem Teorisi
Rızanın hukuki niteliğini açıklayan teorileri bakacak olursak kendi içerisinde rızanın özel hukuk alanına ait hukuki bir işlem olduğu veya rızanın kamu hukuku alanına ait hukuki bir işlem olduğu şeklinde iki teori bulunmaktadır.
Rızanın özel hukuk alanına ait hukuki bir işlem olduğunu savunan görüşe göre rıza hukuki bir neticenin veya olayın ortaya çıkmasına yönelik ve muhatabına rıza konusu hareketi gerçekleştirme hakkı veren bir irade açıklamasıdır.[1] Burada rızanın açıklanmasını geri alınabilen bir hukuki işlem, tek taraflı bir işlem olarak savunulmaktadır.
Rızanın kamu hukuku alanına ait hukuki bir işlem olduğunu savunan görüşe göre ise ceza normları kişinin maddi ve manevi değerlerini koruyan normlar olduğuna göre ve ceza kanunları verilecek olan rızayı hukuki bir sonuca bağlamış ise verilen rıza neticesinde failin hareketlerini hukuken sınırlayan bir durum oluşmayacaktır. Verilen rıza ile söz konusu olan uyuşmazlığı ortadan kaldıracaktır. [2]
1.2.2. Hukuki İşlem Teorisine Karşı Geliştirilen Teoriler
Rızayı hukuki işlem olarak kabul etmeyen bu görüşler birden fazladır ancak ortak olan nokta rızayı hukuki işlem olarak değil de hukuki bir fiil olarak görmüş olmalarıdır.
Menfaatten vazgeçme teorisine göre kişinin kendisi üzerinde karar verme yetkisi olan hallerde kendi menfaatleri doğrultusunda bu haklardan veya menfaatlerinden vazgeçmesidir. Bu ise terk edilen menfaatin hukuk düzeni tarafından korunmasının anlamsız olduğu şeklinde açıklanır.
Menfaatten vazgeçme teorisi ile hukuki korumadan vazgeçme teorisi aynı teoriler mi yoksa farklı teoriler mi olduğu hukuk camiası arasında belirsizlik yaşanmaktadır. Hukuki korunmadan vazgeçme teorisine göre, hukuksal olarak korunan kişinin hukuki değerlerinden hukuksal düzenin izin verdiği müddetçe, vazgeçmesi olarak tanımlanabilir.
Bir diğer teori ise toplumsal değer teorisi olarak adlandırılmaktadır. Bu teoriye göre kişinin kendi menfaatlerini, kendi geleceğini belirleme hakkı vardır. Bu hak hukuksal anlamda önemli bir değerdir. Bu hakkın ihlali durumunda ihlal edilen hakkın toplum menfaatlerinden daha üstün olduğu durumlarda rızanın fiilin hukuka aykırılığı ortadan kaldırabileceğini iddia eder.
Son olarak değinebileceğimiz önemli olan teorilerden biride kişinin kendi aleyhine suç işlemesi teorisidir. Bu teoriye göre kişi kendi aleyhine bir suç işlediğinde örnek olarak kendi arabasının camını kırması gibi durumlarda aynı fiili başkası işlediğinde fail eğer kişinin rızasına dayanarak hareket etmiş ise fail bu durumda cezalandırılmamasıdır.
Rıza ile ilgili teori olarak çok fazla teorisi bulunmaktadır. Yukarıda değindiklerimizden farklı olarak rızayı temsil yetkisi olarak savunan bir görüş veya rızanın tek bir hukuki temele dayandırılmaması birden çok hukuki temele dayandığını savunan görüşlerde bulunmaktadır.
1.3. Rızanın Veriliş Bakımında Türleri
Rızanın verilmesi konusunda irade beyanı bakımından ele almamız gerekir. Çünkü irade beyanının açıklanmamış olması bu konuda rızanın verilmediği anlamına gelir ancak bu konuda kişi susma anlamında bir beyan açıklaması göstermiş olabilir. Susma şeklinde gösterilen rıza ise hukukumuzda bazı durumlara göre kabul anlamına gelirken bazı durumlarda ise ret anlamına gelmektedir.
1.3.1. Açık Rıza
Açık rıza; “belirli bir konuya ilişkin, bilgilendirilmeye dayanan ve özgür iradeyle açıklanan rızadır”. Örnek olarak 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanun’unda açık rızanın üç unsuru bulunması gerektiğini kanun koyucu belirtmiştir. Bu üç unsur ise, belirli bir konuya ilişkin olması, rızanın bilgilendirmeye dayanması, özgür iradenin açıklanması şeklinde kanunda belirtilmiştir.
Açık rıza vermek kişiye sıkı sıkıya bağlı bir haktır. Aynı şekilde kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğu için her zaman geri alınabileceği unutulmamalıdır. Bundan ötürü verilerin işlenmesinde kişinin kendi geleceğini belirleme hakkı olduğundan dolayı kişi dilediği zaman veri sorumlusuna vermiş olduğu rızasını kişi her zaman geri alabileceği de unutulmamalıdır.
1.3.2. Örtülü Rıza
Örtülü rızayı örnekle açıklamak gerekirse altsoyu tehdit eden bir hastalığın varlığı bilinerek evlenilirse eş bu durumda nisbi butlanı ileri süremez. Çünkü burada örtülü rıza söz konusudur. Başka bir örnek verilecek olursa sürücünün alkollü olduğunu bildiği halde arabasına binen kişinin kaza sonucunda ölen kişinin tazminat hesaplamasında TBK’nın 51 ve 52.maddesinin uygulanmasına karar verilmiştir.[3]
2. RIZANIN KONUSU VE UNSURLARI
2.1. RIZANIN KONUSU
Kişi ihlal edilmesine rıza gösterecek olduğu hak üzerinde serbestçe tasarruf edebilmelidir. Kişi eğer tasarruf edemeyeceği hak üzerinde rıza verirse verilecek olan rıza hukuka aykırı olacağı için kesin hükümsüzdür ve gerçekleştirilecek olan fiilde hukuka aykırı olacaktır. Ancak verilen rıza neticesinde tazminatta indirim sebebi olabilir. Verilecek olan rızanın konusu ve bunun neticesinde sınırları belli olmalıdır.[4] Örnek vermek gerekirse resmini sadece broşürde paylaşımına rıza gösteren kişinin ayrıca resimlerinin televizyona da verilmesi hukuka aykırılık teşkil eder.
Başka bir açıdan yaklaşılacak olursak 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunun 57.maddesinde “Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi - paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı) - bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağii şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak’ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir.” Şeklinde düzenlemeye yer verilmiş ve aynı kanunun 72.maddesinde ise alınacak önlemler sıralanmıştır. Bu madde hükmüne göre ise “hastalar hasta olduğundan şüphe edilenler öncelikle tecrit edilip müşahede altına alınacak ve sonra hastalara veya hastalığa maruz kalanlara serum ve aşı uygulanacaktır.” Şeklinde zorunlu aşı ve tedavi uygulamasına zorunlu tutulmuş olup kişiye sıkı sıkıya bağlı olan fiziksel bütünlüğü ihlal edilmiş olmasına karşın burada kanun koyucu kişinin rızasını aramamakta ve aşıyı zorunlu tutmakla birlikte yapılacak olan tedavi hukuka aykırılık teşkil etmeyecektir.[5]
Hangi haklar üzerinde kişinin tasarruf yetkisinin bulunup bulunulamayacağı yürürlükte olan kanunlara bakılarak karar verilmesi gerekmektedir. Kişinin ülkemizde yaşam hakkına ne olursa olsun son verilemezken bazı ülkelerde ötenazi yöntemi ile kişinin yaşamına son verilebilmektedir. Bu konuda başka örnek verilecek olursa hala ölüm cezası yürürlükte olan ülkeler bulunmaktadır.
Burada değinilmesi gereken başka bir nokta ise verilecek olan rızanın konusu ahlaka, adaba ve hukuka aykırı olmaması durumudur. Anayasamızın 12. maddesi «Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.» şeklinde düzenleme yapılarak kişilik haklarının devredilemez ve vazgeçilemez olduğunu vurgulamıştır. Aynı şekilde bu maddenin yansıması olarak TMK 23. maddede “Kimse, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez. Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlâka aykırı olarak sınırlayamaz” şeklinde düzenlemeye yer verilerek rızanın konusunun kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı olmaması gerekir. Ayrıca rızanın konusu imkânsız olmamalıdır.
Sözleşme hukuku açısından genel ahlaka, kişilik haklarına, emredici hükümlere aykırılığın sonucu kesin hükümsüzlüktür. Rıza hukuka ve ahlaka uygun olması şartıyla hukuka aykırılığı giderebilir. Rıza hukuka uygun değilse, TBK m.26-27 anlamında geçersiz olup, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmaz; ancak TBK m.52 anlamında tazminattan indirim sebebi olur.
Rızayı açıklayan kişi, rızanın ilgili olduğu konuya dair özgür bir şekilde tasarrufta bulunma hakkına sahip olmalıdır. Burada şahıs varlığı ve malvarlığı haklarına ilişkin ikili bir ayrıma gitmek zorundayız.
2.1.1. Malvarlığı Hakları
Malvarlığı haklarında, malvarlığına ilişkin haklarında kişilerin genel olarak tasarruf yetkisinin mevcut olduğu kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu haklarda rıza göstermek mümkündür. Örneğin, mülkiyet hakkı tasarruf yetkisini içermektedir. Alacak hakkı belli bir tasarruf yetkisini barındırmaktadır. Başka bir örnek verilecek olursa kişi alacak hakkını ibra edebilir. Kişi bunlara yönelik müdahaleye rıza gösterebilir; ancak bunun da birtakım sınırları vardır. Örneğin kişinin ekonomik olarak mahvına neden olacak, kişinin bakmakla yükümlü olduğu kişilere karşı yükümlülüklerini yerine getirmesini engelleyecek derecede ağır ekonomik müdahalelere rıza göstermesi mümkün değildir. Kaldı ki, bu tür rızaların ahlaka aykırı olduğu da gündeme gelebilir. Örneğin ailesinin tek geçim kaynağı tarlası olan kimse, tarladaki ekinlerin yakılmasına rıza gösteremez.[6]
Ancak bazı durumlarda sadece kişinin rızasının yetmediği durumlar ortaya çıkabilir. Bu duruma örnek olarak aile konutunun üzerindeki işlemleri örnek verilebilir. Gerekli şartları sağladığı takdirde aile konutunda gerek irtifak hakkının kurulması gerek başka bir kişiye devri halinde TMK 193.madde gereğince kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî işlemi yapabilir.” diyerek eşlere hukuki işlem özgürlüğü tanımıştır. Fakat TMK md. 194/I hükmünde “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.” diyerek bu rızaya bir sınırlama getirmiştir.[7]
2.1.2. Şahısvarlığı Hakları
Kişilik hakkı mutlak haklardandır. Kişi bu hakları herkese karşı ileri sürebilme hakkına sahiptir. Kişilik haklarının para ile ölçülemeyen, başkasına devredilemeyen ve mirasçılarına geçmeyen haklar Şahısvarlığı hakları olarak adlandırılmaktadır.
Şahısvarlığı haklarında ise kişinin kendinden bile koruyacak düzenlemelerin olduğunu görebiliriz. Örneğin ülkemizde ötenazinin yapılamayacağı gibi kişiyi kendisinde bile koruyacak düzenlemeler mevcuttur.
2.1.2.1. Yaşam Hakkı
Yaşam Hakkı, anayasamızda bile güvence altına alınmış önemli bir kişisel hak iken kişinin yaşam hakkına kendisinin doğrudan müdahale ettiğinde buna yönelik bir yaptırım olmadığını görürüz fakat kişinin rızası kapsamında yaşam hakkına yönelik bir müdahalede bulunulmasını düzenleyen birçok düzenleme hem Türk Hukukunda hem de Uluslararası hukukta mevcuttur. Hasta hakları yönetmeliği 25. maddeye göre “Kanunen zorunlu olan haller dışında ve doğabilecek olumsuz sonuçların sorumluluğu hastaya ait olmak üzere; hasta kendisine uygulanması planlanan veya uygulanmakta olan tedaviyi reddetmek veya durdurulmasını istemek hakkına sahiptir.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır.[8]
Kişi her ne kadar da kendi yaşamına son vermesi sonucunda yaptırıma tabi tutulmasa da bir başkasının kişinin yaşam hakkına müdahale etmesine rıza gösteremez. Ancak bazı durumlarda tedavi sırasında gerçekleşen olaylardan ötürü başka tedaviler yapılabilir. Buna örnek olarak Amerika’da iyileşme durumu olmayan hastaya bilgi verilmeden acısını azaltmak maksadıyla yapılan ameliyat sırasında ciğerine takılan aspiratör nedeniyle hasta, ameliyatı yapan hekimler hakkında dava açmış ve mahkeme tedaviyi ret hakkının hastada bulunduğunu ancak hastalığın seyri sonucunda takılan aspiratörün hekimlerin sorumlu olmayacağına mahkeme hükmetmiştir.[9]
2.1.2.2. Beden Bütünlüğü
Beden Bütünlüğü, anayasamızın 17. maddesine göre “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.” şeklinde düzenleme yapılmış ve kişinin beden bütünlüğünü ihlal eden davranış ve eylemlere doğrudan rıza göstermesinin hukuken mümkün olmadığının altı çizilmiştir. Örnek vermek gerekirse Doku ve organ nakledilmesine rıza gösterilebilmesi için kişinin ergin ve mümeyyiz olmasıyla birlikte, hayatını ağır tehlikeye maruz bırakacak ya da sona erdirecek nitelikte bir müdahale olmaması ve kişinin ayrıntılı olarak tıbbi müdahale hakkında bilgilendirilmesi gibi koşullar aranmaktadır.
Kişinin beden bütünlüğüne saldırı kişinin ister rızası olsun ister olmasın hem hukuki hem de cezai yaptırımlara bağlanmıştır. Çünkü kişinin beden bütünlüğüne saldırı kamu düzenine aykırı bir durumdur. Bu durumda oluşan olay karşısında beden bütünlüğü zarar gören kişinin rızasının olması hukuki anlamda tazminattan indirim sebebi sayılabilir. [10]
Burada önemli olan husus kişiye yapılacak olan müdahaleler konusudur. Bilinci kapalı olan kangren hastasının kişiyi yaşatmak amacıyla beden bütünlüğüne zarar verilmesi kişinin yakınlarından alınacak rıza ile hukuka uygunluk sebebi sayılabilir.
Ayrıca üzerinde durulması gereken hususlardan bir tanesi ayırt etme gücü olmayan bir hastanın tedavisinde kimin rıza göstereceğidir. Kişi her ne kadar ayırt etme gücünden yoksun olsa da beden bütünlüğü kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardandır. 1219 sayılı Tababet Ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. Maddesine göre hekimlerin uygulayacakları her türlü tıbbi tedavide ayırt etme gücünden yoksun olanların velisinin veya vasisinin öncelikli olarak rızasının alınması hüküm altına alınmıştır. [11]
2.1.2.3. Manevi Alana İlişkin Haklar
Yukarıda değinildiği üzere kimse mutlak haklarından vazgeçmez, devredemez. Bu haklara manevi değerleri de dâhil olmaktadır. Bu manevi değerlerin en başında şeref ve haysiyete ilişkin haklar gelmektedir. Örnek verilecek olursa kişi şeref ve haysiyetine yapılan saldırılara karşı dava açmayacağını buna ilişkin tazminat isteminde bulunmayacağını taahhüt eden bir sözleşme imzalasa dahi TMK 23.madde uyarınca yapılan bu sözleşme kanuna aykırı olduğu için geçersiz olacaktır.[12]
Manevi alana ilişkin haklara başka bir örnek verilecek olursa kişinin kendi geleceğini belirleme hakkı veya kişisel verilerinin işlenmesine rıza göstermesi örnek olarak verilebilir.
Bazı durumlarda kişinin açık rızası aranırken bazı durumlarda kişinin rızası aranmamaktadır. Bu durum KVKHK’da açık olarak belirtilmiştir.[13]
2.2. Rıza Gösterenin Ehliyeti
Bu konuda birçok görüş olmaklar birlikte rıza bir eyleme olaya ilişkin irade ortaya koyma hali olduğu için bunun için ilkin kişinin ayırt etme gücünün bulunması gerekmektedir. Rıza gösterecek kimse ilk olarak kendisine yönelen bir saldırının anlam ve sonuçlarını algılayıp algılamadığı, bu eylemin ne tür sonuçları doğuracağını bilip bilmediği ve en önemlisi bu eyleme rıza gösterme iradesi ortaya koyup koymadığı değerlendirilmeli. Önemli olan kişinin zararın oluşmasından önce bu eylemin hukuki sonuçlarını anlamasıdır.
Tam ehliyetliler ayırt etme gücü bulunan, kısıtlı olmayan ve ergin kimselerdir ve tam ehliyetliler için bir sıkıntı olmamakla birlikte rıza gösterme ehliyeti bulunmaktadır. Ancak ne kadar kişi ergin olsa da organ bağışı gibi durumlarda kanunda yazılan yaş sınırı dikkate alınacaktır aksi halde kanunun emredici hükümlerine aykırı olduğu için yapılan işlem kesin hükümsüz olacaktır. Sınırlı ehliyetsizler ise ayırt etme gücü bulunan ancak küçük ve kısıtlı olan kişileridir. Sınırlı ehliyetsizler yasal işlemlerini yapabilmek için yasal temsilcinin onayı gerekmektedir. Ancak kişinin sıkı sıkıya bağlı olduğu durumlarda kanunda aksi hal öngörülmediği müddetçe kişi bu işlemleri tek başına yapabilir. Tıbbi müdahaleye rıza göstermek kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğu halde bir görüşe göre sınırlı ehliyetsizin rızasının yanında yasal temsilcinin onayının da olması gerektiğini savunmaktadır.
Sınırlı ehliyetsizlerin rıza gösterme ehliyeti doktrinde tartışmalı bir husus olmuştur. Bir görüşe göre rıza göstermek için ayırt etme gücü yeterliyken diğer görüşe göre ayırt etme gücünün yanında yasal temsilcinin izni de alınması gerektiği görüşünü savunlar da vardır. Benim görüşüm ise kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların dışındaki hakların kullanılmasında ayırt etme gücünün yanında yasal temsilcinin izninin alınması gerektiği görüşündeyim. Çünkü TMK 16.madde de belirtildiği üzere sınırlı ehliyetsizlerin kendilerini borç altına sokmaları yasaktır. Burada asıl olan ehliyetsizliktir. Kişinin bazı durumlar için yasal temsilcinin onayının alınması bile bu duruma işarettir.
Sınırlı ehliyetliler de ise durum biraz daha değişmektedir. Sınırlı ehliyetliler ayırt etme gücüne sahip ancak bazı durumlar karşısından dolayı mahkeme tarafından kısıtlama getirilen ve kendilerine yasal danışman atana kişilerdir. Ancak kısıtlama konularına bakacak olursak hakların kullanılmasında yasal danışmandan izin alınmasına gerek olmadığı sonucuna ulaşabiliriz.[14]
Tam ehliyetsizler, ayırt etme gücü bulunmayan kişilerdir. Kural olarak rıza gösterme ehliyeti bulunmamaktadır. Ancak bu durumun kati bir şekilde uygulanması durumunda kişi zarar görebilir. Örneğin tam ehliyetsiz olan bir kişinin bu kural kati bir şekilde uygulandığı zaman durumdan ötürü zorunlu olan tıbbi müdahalesine yasal temsilcinin onayının aranmaması gerekir. Çünkü tıbbi müdahale kişiye sıkı sıkıya bağlı bir haktır. Ancak öğretide genel görüşe göre yasal temsilcinin rızası ile zorunluluk hallerinde tıbbi müdahalede bulunulabilmeli ama sırt güzelleşme amacı gibi zorunluluk taşımayan durumlarda ise kişiye kat’i surette sıkı sıkıya bağlı olduğu için yasal temsilcinin, temsil olunan yerine rıza göstermesi mümkün olmaz.
2.3. Rızanın Açıklanması
Hukuki işlemlerin ilk ve en önemli temel unsuru irade açıklamasıdır. İrade açıklaması bir kişinin bir hakkı kurarken, kaldırırken, sonlandırırken veya değiştirirken içinde olan düşüncesini herhangi bir davranış biçimiyle ortaya koymasıdır. Rızaya yönelik kişinin iradesinin dışa vurumu önemli olup bunun nasıl olacağı bazen ihtilaf doğurabilmektedir. Bazı durumlarda sessiz kalmak bile rızanın olduğu anlamına gelebilir.[15]
Rızanın açıklanmasına ilişkin doktrinde bazı teoriler bulunmaktadır. Bu teorilerden ilki katı irade açıklamasıdır. Bu teoriye göre rızanın yazılı veya sözlü bir şekilde mutlaka ulaşmasını gerektiği yani karşıdaki kişinin rızanın varlığından mutlaka haberdar olması gerektiğini savunmaktadır. Bu teoriye göre rızanın hukuki niteliği bir hukuki işlem olarak görülmektedir. İradenin yönü teorisi ise rızayı hukuki niteliği itibariyle hukuki işlem olarak kabul etmez. Bu teoriye göre rıza hukuki bir işlem değil ceza hukukuna ait bir kurum olduğu için rızanın açıklanması gerekmediğini veya açıklansa bile karşı tarafa yani faile ulaşması beklenmeyeceğini, Rıza açıklamaya yetkili olan kişinin içsel iradesinin fiilin gerçekleştirilmesi yönünde oluşması hukuka sonuçlarının ortaya çıkması için yeterli olacağını savunur.
Son olarak sınırlı irade açıklaması teorisi ise yukarıdaki açıklanan iki teoriyi de ret ederek rızanın hukuki sonuçlarının ortaya çıkması için rızanın açıklanmasının yeterli olduğu görüşündedir.16
2.3.1. Rıza Beyanını Sakatlayan Durumlar
Rıza bir irade beyanı olduğu için, rıza gösterecek olan kişinin iradesi, iradenin oluşumu safhasında sakatlanmış veya rıza gösterenin iradesi ile beyanı arasında uyumsuzluk, yani beyanında bir sakatlık olabilir. Bu sakatlıkların sebebi razı olandan kaynaklanabileceği gibi, muhataptan ve hatta üçüncü bir kişiden de kaynaklanabilir. Burada ilk belirlenmesi gereken husus, bu tür sakatlanmalarda uygulanacak hükümlerin belirlenmesi ise önem arz etmektedir. Bu konuda TBK 30 ve devamı hükümleri bize yol gösterecektir.
İrade sakatlığı türleri tek tek incelenmeye başlanmadan önce rızanın var olup iradenin sakatlanması hali ile rızanın var olmadığı durumların ayırt edilmesi gerekmektedir. İlk olarak, bir kimsenin verdiği rızanın sınırı aşılıyorsa, bu aşılan kısım için rızanın bulunmadığını ve dolayısıyla irade sakatlığı haline başvurmanın yersiz olduğunu belirtmek gerekir. Örneğin fotoğrafının çekilmesi konusunda rıza gösteren kimsenin, rızası alınmadan fotoğrafının yayınlanması durumunda, kişinin fotoğraflarının yayınlanmasına rızası bulunmamaktadır. Dolayısıyla burada herhangi bir irade sakatlığı hali yoktur.
2.3.1.1. Yanılma
Yanılma (hata), bir kimsenin olayları yanlış algılaması, olayları yanlış bir şekilde değerlendirmesi ve bunun sonucunda iradenin yanlış şekilde açıklanması ve beklentilerinin ve tahmininin isabetsiz olmasıdır.[16]
TBK’ya göre kişi esaslı yanılmaya düşerse sözleşme ile bağlı olmaz. TBK’nın yanılmaya ilişkin kuralları uygulandığında ise zaten rızası ile bağlı olmayan rıza gösteren kimsenin rızası, yanılmasına rağmen geçerli olur. Buradaki önemli olan husus rızanın geri alınabilecek olmasıdır. TBK hükümler uygulandığında her iki tarafın bir birinden aynı fiilden ötürü aynı miktarda tazminat talebinde bulabilecek olmasıdır. Ancak burada yanılan kişinin kusurlu olup olmaması önemli bir rol oynayacaktır. Burada izlenebilecek yol yanılan kişinin iptal hakkını kullanmasıdır. Kişi yanıldığını öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde iptal hakkını kullanabilir. Burada iptal hakkını kullanılması bozucu yenilik doğuran bir hak olduğu unutulmamalıdır. Kullanıldıktan sonra tek taraflı olarak dönülemez.
2.3.1.2. Aldatma Aldatma, muhatabın veya üçüncü kişinin, irade beyanı aşamasında hatalı bir kanaat oluşturması veya var olan hatalı kanaati koruması ve sürdürmesidir.[17] Aldatma sözleşmenin hükümsüzlük sebebidir. Koşullarına bakacak olursa ilk olarak kast fiili olması gerekmektedir. Bundan sonra aldatma eyleminin varlığı ve aradaki illiyet bağı bu durumda önemlidir.
Aldatma muhatap tarafından gerçekleştirilmişse, rızanın bu aldatmanın oluşturduğu hatalı tasavvur dolayısıyla verilmiş olması gerekmektedir. Ayrıca muhatabın aldatmayı kasten gerçekleştirmesi de gerekmektedir. Üçüncü kişinin aldatmasının, irade sakatlığını etkilemesi noktasında iki husus önem arz eder. İlk olarak, muhatap, üçüncü kişinin aldatmasını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, aldatma sebebiyle rıza sakatlanmış ve kesin hükümsüz hale gelmiştir. Ancak muhatap bilmiyorsa, bu durumda rıza gösteren şartları gerçekleşiyor ise yanılma hükümlerinden yararlanır. Fakat aldatma muhataba yüklenemiyorsa, rıza gösteren kişi, zararını aldatmayı gerçekleştiren üçüncü kişiden giderilmesini talep edebilir ve Öte yandan iradesi sakatlanan kişi üçüncü kişiye karşı haksız fiil hükümlerince tazminat talebinde bulunabilir. Aldatma ile sakatlanmış rıza ise kesin hükümsüzdür. Buna bağlı olarak gerçekleştirilen müdahale hukuka aykırıdır.
Aldatılan kişi, aldatmayı öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde sözleşmeyi hükümsüz hale getirebilir veya sözleşmeyi şptal etmeyip TBK’nın 39.maddesine göre aldatma nedeniyle uğradığı zararları talep edebilir. Ancak her halükarda sözleşme kurulduğundan itibaren 10 yıllık bir zamanaşımı olduğu unutulmamalıdır.
2.3.1.3. Korkutma (İkrah)
Korkutma (İkrah), rıza gösterenin kendisinin veya yakınlarının kişilik haklarına, hayatına, şeref ve haysiyetine veya malvarlığına ağır ve yakın bir zarar verileceği tehdidi ile yani rıza verecek olan kişiyi maddi veya manevi veya her iki şekilde de zarar vereceğini tehdit ederek rıza vermesi sağlanmışsa, rızası sakatlanmıştır. Bu durumda rıza verecek olan kişinin rızası kesin hükümsüzdür. [18]
Koşullarına kısaca göz atarsak ilk olarak korkutma eylemi bulunmalı, bu korkutma eylemi diğer tarafa veya yakınlarına yönelik olmalı, korkutma eylemi ağır ve derhal gerçekleşebilecek bir tehlike oluşturmalı, korkutma eylemi hukuka aykırı olmalı ve son olarak sözleşme korkutma eylemi altına imzalanmış yani illiyet bağı bulunmalıdır.
Bu durumda korku altında rıza veren kişi korkutmanın kalktığı tarihten itibaren bir yıl içinde sözleşmenin iptalini isteme hakkına sahiptir. Ayrıca korkutma nedeniyle doğan maddi ve manevi zararı istemekle beraber sözleşme yürürlükte kalsa bile bu nedenle uğradığı zararları isteme hakkına sahiptir.
3. RIZANIN GERİ ALINMASI
Gerçekleştirilen eylemin hukuka uygun olarak kabul edilebilmesi için; rıza verecek olan kişinin rızasının fiilin işlenmesinden daha önce ya da en geç fiilin işlendiği esnada verilmesi gereklidir. Eylem gerçekleştikten sonra rıza veren kişinin bu eyleme rıza göstermesi halinde hukuka aykırılık ortadan kalkmayacaktır. Bir eylemin yapılmasından önce bir duruma rıza gösterilmesi halinde hukuka aykırılık ortadan kalkmayacağı gibi zarar verici eylem icra edildikten sonra eyleme rıza gösterilmesi durumunda da yapılan eylem hukuka uygun hale gelmeyecektir.
Rıza, rızayı açıklayan kişi tarafından geri alınmalıdır. Rızayı geri alacak olan kişinin yukarıda açıklanan şartlara sahip olmalıdır yani ehliyeti olmalı, herhangi baskı altında olmamalı gibi. Burada önemli olan rızasını geri alacak olan kişinin kendi hukuksal değerleri üzerinde kendi menfaatleri ölçüsünde tasarruf edebilme yeteneğine sahip olmasıdır.
Önemli olan nokta burada kişinin özgür iradesiyle bu rızayı geri alabilmesidir. Eğer eylem başlamadan önce kişi rızasını geri alırsa yapılan eylem hukuka aykırı olur. Ancak eylemin icrasına başladıktan sonra rıza geri alınırsa rızanın olduğu sıradaki yapılan eylemler hukuka uygun rızadan sonra yapılan eylemler ise hukuka aykırı olur. Örnek verilecek olursa A Turizm, müşterisi olan B kişisinin fotoğraflarını çekmek ister ve bunu broşürlerinde ve televizyon reklamlarında yayımlamak ister. B kişisi buna rıza gösterir. Ancak fotoğraflar çekildikten ve broşüre basıldıktan sonra rıza veren B kişisi rızasını geri alır ancak rızanın geri alınmasına rağmen A Turizm, B kişisinin fotoğraflarını televizyonda reklam olarak yayımlatır. Olayda fotoğrafların çekilmesi ve broşüre basılması hukuka uygunken rıza geri alındıktan sonra televizyonda yayınlatılması hukuka aykırı bir durumdur.
Ancak rızanın eylem bittikten sonra geri alınması yani yukarıdaki olaya göre örneklendirirsek rıza veren B kişisinin rızasını televizyon yayımlattıktan sonra geri alınması hukuki olarak bir önem ifade etmeyecektir. Çünkü burada eylem bitmiş bulunmaktadır.
Rızanın geri alınamayacağı durumlardan bir tanesi de taşıma sözleşmelerinde bulunan durumdur. Bu duruma örnek verilecek olursa B kişisi, A Turizmden bir uçak bileti satın almaktadır. B kişisi bileti aldıktan sonra uçağa binip binmemekte serbesttir ancak uçağa bindikten ve uçak havalandıktan sonra rızasını geri alması bir şey değiştirmeyecektir. Aynı şekilde tren yolculuğu yapan kişinin durağı olmayan kendi köyünde inmek istemesi bu anlamda imkânsızdır. Rızasını geri alsa bile trene bindiğinden itibaren trenin belli duraklarda durmasını kabul edeceğinden ötürü geçersiz olur.[19] Ancak A kişi ile B kişisi kendi arabası ile seyahat ederken çıkan tartışmadan ötürü B kişisi inmek isterse A kişisi indirmezse burada kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçu oluşmakta kişi araca binerken verdiği rızayı geri almaktadır bir bakıma. Kişinin hürriyetinin uzun süreliğine kısıtlanmasına yönelik olan rıza ve bu rızanın geri alınamayacağına dair feragatlerde batıldır. Çünkü TMK’nın 23.maddesi devreye girmektedir.
4. RIZANIN HUKUKİ SONUÇLARI
Rızanın hukuki sonuçlarını üç başlık altında incelememiz mümkündür. İlki hukuka uygunluk sebebi olarak rıza ve sonuçları, verilen rızanın konusunun hukuka aykırı olması ve bunun neticesinde tazminat ve son olarak rızanın verilmemesi sonucunda bu hallere bağlanan sonuçlardır.
TMK’nın 23.maddesi kişinin kendi rızasıyla yapılacak olan dış saldırılara karşı korumaktadır. Aynı şekilde kimsenin özgürlüklerinden vazgeçemeyeceğini de belirterek kişiyi kendinden bile koruyan hükümlere yer verilmiştir.
Taraflar arasında akdedilen sözleşmede TBK’nın 27.maddesine göre sözleşmenin konusunu kanunda öngörülen sınırlar içerisinde dilediği gibi yapabilir şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir. Aynı kanunun 27.maddesinde ise hukuka aykırı olarak düzenlenen sözleşmenin kesin hükümsüz olacağı belirtilmiş ve devamında sözlenmenin bir kısmının hükümsüz olması sözleşmenin genelini etkilemiyorsa sözleşme tümden geçersiz olmayacak sadece hukuka aykırı olan kısım geçersiz olacaktır ancak sözleşmenin genelini etkiliyorsa sözleşme baştan aşağı geçersiz olacaktır.
Taraflar arasında akdedilen sözleşme gereğince A kişisi, B kişisinin rızası ile B kişisini öldürmek üzerine kurulan sözleşme ilgilinin rızası olsa bile hükümsüzdür. Çünkü sözleşmenin konusu TBK 27.maddeye, TMK 23.maddeye ve Anayasa’nın 15.maddesine göre aykırıdır.
Burada rıza hukuka uygunluk sebebi olarak algılanmayıp hukuka aykırı fiil olarak algılanacaktır.[20]
Hukuka uygunluk sebeplerinin varlığı halinde yapılacak olan eylem başta itibaren hukuka uygun olur. Örnek vermek gerekirse tıbbi müdahaleye aydınlatılmış rıza gösterildikten sonra, kişi ağır bedensel zarara uğrasa dahi TBK’nın 56.maddesi 2.fıkrası uyarınca kişinin yakınları, manevi tazminat talebinde bulunamaz. Bir kimse kangren olan bacağının kesilmesine rıza gösteriyorsa, artık yakınları ağır bedensel zarar oluştuğu için tazminat talebinde bulunamaz. Dolayısıyla sadece kişinin değil, yakınlarının da yansıma yoluyla zarar sebebiyle tazminat hakkı bulunmaz. Öte yandan eğer rıza sonradan ve sadece fail açısından hukuka aykırılığı kaldırsaydı, rıza gösterenin yakınları, kendi zararları açısından rıza gösterilmediğini, fiilin işlendiği anda hukuka aykırı olduğunu iddia edebilirlerdi. Burada şu noktaya dikkat edilmeli, eylemi uygulayacak olan kişinin hukuka uygunluk sebeplerinden haberi bile olmasa hukuka uygunluk sebeplerinden yararlanabileceği göz önünde bulunmalıdır.[21]
Duruma ilişkin örnek verilecek olursa rıza veremeyecek durumda olan kişiye tıbbi müdahalede bulunulması halinde buradaki hukuka aykırılık durumunu ortadan kaldıran durum hukuka uygunluk sebeplerinden üstün özel yararın bulunulmasıdır.
Verilecek olan rıza hukuka uygunsa yani rıza geçerli bir rıza ise eylemi yapacak olan diğer tarafın yaptığı fiiller hukuka uygundur ve ayrıca buna ilişkin olarak da tazminat talebinde bulunamayacağı ile birlikte müdahalenin meni, önlenmesi veya saldırının tespiti gibi kişiliği koruyucu davalar açılamaz ancak bunun istisnası rızanın geri alınması durumudur.
Buradaki üzerinde durulması gereken başka bir nokta ispat yüküdür. Rıza gösteren kimse, muhatabın fiilinin temel veya özel koruma normunu ihlal ettiğini ispat ile yükümlüdür. Ancak, rıza gösteren kimse, davranışın hukuka uygunluk sebebi teşkil etmediği durumda, hukuka aykırılığı ispat ettikten sonra, muhatabın hukuka uygunluk sebebini ortaya koyması gerekir.
İkinci olarak değinecek olacağımız nokta, tazminat üzerinedir. Kişinin verdiği rıza geçersiz veya hukuka aykırı bir rıza olsa bile diğer tarafın rızaya dayalı işlem yapması neticesinde tazminattan indirim veya şartların oluşması halinde tazminata hâkim hükmetmeyebilir. Burada üzerinde durulması gereken nokta rızanın hangi durumlarda hüküm ifade etmeyeceği noktasıdır.
İlk olarak, yokluğu durumunda rıza, ne tazminattan indirim sebebi ne de hukuka uygunluk sebebi teşkil eder. Rızanın kurucu unsurlarında bir eksiklik varsa veya aykırılık söz konusuysa rıza yokluk yaptırımı ile karşılaşır. Örneğin, irade beyanı yoksa rıza yoktur. Dikkat edilmesi gereken nokta burada örtülü rızanın olup olmadığı araştırılmalıdır. Bu noktada gösterilen rızanın sınırının aşılması halinde, sınırı aşılan kısım açısından rızanın bulunmadığını belirtmek gerekir. Ancak sınırı aşılmayan kısım için ise rıza varlığını korumaya devam eder.
Rıza, şekle aykırılık, serbestçe tasarruf edilemeyecek bir alana ilişkin olması, irade beyanının sakatlanması ya da hukuka ve ahlaka aykırı olması hallerinde kesin hükümsüzlük müeyyidesine tabi olur. Şekle aykırı ve serbestçe tasarruf edilemeyecek bir alana dahi rıza gösterilirse, hâkimin takdirine bağlı olarak tazminattan indirim sebebi teşkil edebilir.
Rıza bölünebilir nitelikteyse ve sadece bir kısmı geçersiz olabiliyorsa, bu durumda kısmi hükümsüzlükten bahsetmek mümkün olur. Bunun için rıza gösterenin iradesinin belirli bir kısmın geçersiz olmasına rağmen diğer kısımlar için var olacağı kabul edilmelidir. Bu durumun en yaygın örneği ise kişisel verilerin işlenmesine rıza gösterilmesine ilişkin olan genel işlem koşullarıdır. Nitekim herhangi bir elektronik yazılım sözleşmesinde kişisel verilerin işlenmesi, paylaşılması hakkındaki hükümler yazılmamış sayılır ve buna göre davranan kimsenin fiili hukuka aykırı olur.[22] Başka bir örnek verilecek olursa kişi fotoğrafının çekilmesine izin verebilir ancak yayınlanmasına müsaade etmemiş ise ve fotoğraf paylaşılmış ise burada hukuka aykırı bir durum oluşur.
Hukuki işlem ehliyeti açısından sınırlı ehliyetsizin rızası, yasal temsilcinin izin veya icazetine bağlıdır. Ancak hakkın kullanımı niteliğinde olan ve kişilik haklarına aykırı olmayan, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar açısından sınırlı ehliyetsiz, yasal temsilcisinin iznine ihtiyaç duymaz.
Son olarak değinilmesi gereken üçüncü kısım ise rızanın gösterilmediği hallerde bağlanan sonuçlardır. Kişi belirli bir olayda rıza gösterip göstermemekte serbesttir. Kişinin kendi geleceğini belirleme hakkına sahip olduğu unutulmamalıdır. Ancak bazı hallerde kişinin rıza göstermesi beklenirken rıza göstermemesine hukuk birtakım sonuçlar bağlamıştır.
Kişiler zorla bir sağlık kurumuna yatırılsalar dahi zorla tedavi edilemezler. Nitekim zorla yatırma kişinin hürriyetinden yoksun bırakılmasına ilişkin iken, zorla tedavi beden bütünlüğünün ihlaline ilişkindir. Beden bütünlüğünün ihlaline ise zikredilen maddeler izin vermemektedir. Fakat kimi durumlarda kişilerin zorla tedavisi de mümkündür. Biyotıp Sözleşmesi m. 7 gereğince ciddi nitelikli akıl hastalığı bulunan kişi, tedavi edilmez ise sağlığına ciddi bir zarar gelmesi muhtemel olduğu durumlarda zorla tedavi edilebilir. Bu istisnai kurallar dışında kişilerin zorla yatırılması ve tedavi edilmesi mümkün değildir.
Başka bir örnek verilecek olursa sürücünün alkol veya başka maddeler alıp almadığının kontrolü için yapılan trafik denetlemesinde sürücü rıza göstermese bile sürücünün bu tür maddeler alıp almadığını kontrol etmekle yükümlüdür kolluk kuvvetleri. Kolluk kuvvetleri kanun çerçevesinde rıza göstermeyen kişiye gerekli idari para cezasının yanında sürücü belgesini de geri almakla yükümlüdür.
SONUÇ
Türk Medeni Kanunu olsun TBK, TCK’nın da kişiliğe yapılan haksız saldırıların kişinin rızası olsun veya olmasın engelleneceği ve buna ilişkin yaptırımlar yer alır. Ancak rıza gerekli haller neticesinde yeri geldiğinde hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir. Buna ilişkin olarak örnek vermek gerekirse Türk Borçlar Kanununun 63. Maddesinde de zarar görenin rıza göstermesi halinde fiilin hukuka aykırı olarak nitelendirilemeyeceği belirtilmek suretiyle rıza olgusu bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir.
Zarar görenin rızası özellikle doku ve organ naklinde yani tıbbi müdahalelerde önem göstermekle beraber hayatımızın her alanını etkileyen kişilik hakları neticesinde rıza önemli bir unsurdur. Burada önemli olan ilk sorulması gereken nokta kişinin serbest tasarruf yetkisinin olup olmadığı akabinde sorulması gereken ikinci nokta rıza verecek olan kişinin rıza verme ehliyeti olup olmadığıdır. Eğer kişi bu şartları sağlamıyor ise kişinin verdiği rıza geçersiz sayılmalı ve bunu hâkim göz önüne almalı ve yeri geldiğinde yasal temsilcisi gerekli girişimleri başlatmalıdır.
Buradaki önemli noktalardan biride verilen rızanın baskı altında verilip verilmediğidir. Eğer rıza veren kişi iradeyi sakatlayan hallerden birisi var ise kişinin verdiği rıza geçersiz sayılmalı ama kişinin burada sağladığı menfaat hâkim tarafında da göz önünde bulunmalıdır.
Rıza konusunda ilk olarak bakmamız gereken nokta yukarıda da değinildiği üzere şartlarına bakmamız gerekir. Özellikle günümüzde ilk olarak insanların rızasının olup olmadığına bakılmaksızın örnek vermek gerekirse verilerinin paylaşılması ikinci olarak verilen rıza neticesinde hukuka aykırı olarak yapılan işlemlerdir. Bu durumlar dikkatle incelenmeli ve ona göre davranılmalıdır.
KAYNAKÇA
1. CASSAN Carlotta, “HUKUKA UYGUNLUK NEDENİ OLARAK HUKUKTA RIZA” çev. Özen Muharrem, ÖZEN Mustafa, TBB Dergisi, Sayı 77, 2008
2. Demirel Muhammed (2020), “Ceza Hukukunda Rızanın İki Boyutu: Tipikliğe Engel Olan Rıza ve Hukuka Uygunluk Nedeni Olan Rıza”, İstanbul Hukuk Mecmuası, 78.3.0010
3. DEMİRSOY AŞIKOĞLU Eda, Kişi Dokunulmazlığı Hakkı Bağlamında Rıza Olmaksızın Yapılan Tıbbi Müdahaleler, TAAD, Yıl:9, Sayı:35 (Temmuz 2018)
4. Dural M., Öğüz T. “Türk Özel Hukuku Kişiler Hukuku”, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2014
5. EKİCİ Meral, Ceza Hukukunda Rıza, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2010
6. HOŞER ÖĞÜT Hande, Ayırt Etme Gücünde Yoksun Olanlar Bakımından Tıbbi Müdahaleye Rıza, İzmir Ekonomi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2022
7. Ilgın B. “Anayasa Yargısı Bireysel Başvuru Yolunda Kişilik Haklarının Korunması”, Gaziantep, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Kamu Hukuku Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2021
8. Kulular İbrahim Merve Ayşegül, “Rıza, Üstün Nitelikte Özel Ve Kamusal Yarar Bağlamında Hukuka Uygunluk Nedenleri” SDÜHFD VOL: 9, NO 2, 2019
9. M. KILIÇOĞLU Ahmet, Borçlar Hukuku,19. Bası, Ankara; Turhan Yayınevi, 2015
10. Piştav S. , “Kişilik ve Kişiliğin Korunması”, İstanbul, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 1996
11. POLAT Alperen, Sorumluluk Hukukunda Rıza, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2018
12. TUNÇ Aybike, Diğer Eşin Rızasına Bağlı Hukuki İşlemler, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2013
13. Uzun, M. “Borçlar Hukukunda Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak Zarar Görenin Rızası”, Academic Social Resources Journal, 2020, Vol:5, Issue:13
14. YILMAZ Mehmet, Zarar Göreninin (Mağdurun) Rızasının Hukuka Aykırılığa Etkisi ve Sorumluluk Bakımından Sonuçları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1995
-----------------------
[1] EKİCİ Meral, Ceza Hukukunda Rıza, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2010, syf 26
[2] EKİCİ Meral, Ceza Hukukunda Rıza, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2010, syf 28
[3] Y, 4. HD, 15.6.1989, E. 5065, K. 5455.
[4] POLAT Alperen, Sorumluluk Hukukunda Rıza, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2018, S. 118
[5] DEMİRSOY AŞIKOĞLU Eda, Kişi Dokunulmazlığı Hakkı Bağlamında Rıza Olmaksızın Yapılan Tıbbi Müdahaleler, TAAD, Yıl:9, Sayı:35 (Temmuz 2018), s. 326
[6] Uzun, M. Borçlar Hukukunda Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak Zarar Görenin Rızası, Academic Social Resources Journal, 2020, Vol:5, Issue:13, s. 243
[7] TUNÇ Aybike, Diğer Eşin Rızasına Bağlı Hukuki İşlemler, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2013, s. 47
[8] Uzun, M. Borçlar Hukukunda Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak Zarar Görenin Rızası, s. 243
[9] POLAT Alperen, Sorumluluk Hukukunda Rıza, s. 141
[10] YILMAZ Mehmet, Zarar Göreninin (Mağdurun) Rızasının Hukuka Aykırılığa Etkisi ve Sorumluluk Bakımından Sonuçları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1995, S.25
[11] HOŞER ÖĞÜT Hande, Ayırt Etme Gücünde Yoksun Olanlar Bakımından Tıbbi Müdahaleye Rıza, İzmir Ekonomi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2022, S. 73
[12] YILMAZ Mehmet, Zarar Göreninin (Mağdurun) Rızasının Hukuka Aykırılığa Etkisi ve Sorumluluk Bakımından Sonuçları, s. 35
[13] POLAT Alperen, Sorumluluk Hukukunda Rıza, s. 162
[14] POLAT Alperen, Sorumluluk Hukukunda Rıza, s. 175
[15] Uzun, M. Borçlar Hukukunda Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak Zarar Görenin Rızası, s. 247 16 EKİCİ Meral, Ceza Hukukunda Rıza, Ankara, s. 154
[16] M. KILIÇOĞLU Ahmet, Borçlar Hukuku,19. Bası, Ankara; Turhan Yayınevi, 2015, s.195
[17] POLAT Alperen, Sorumluluk Hukukunda Rıza, s. 212
[18] M. KILIÇOĞLU Ahmet, Borçlar Hukuku, s.219
[19] EKİCİ Meral, Ceza Hukukunda Rıza, s. 168
[20] KULULAR IBRAHIM Merve Ayşegül, Rıza, Üstün Nitelikte Özel Ve Kamusal Yarar Bağlamında Hukuka Uygunluk Nedenleri, Hakemli Makale, SDÜHFD VOL: 9, NO 2, YEAR 2019, s.309
[21] POLAT Alperen, Sorumluluk Hukukunda Rıza, s.284
[22] POLAT Alperen, Sorumluluk Hukukunda Rıza, s.300