KİŞİLİK HAKLARI KAPSAMINDA ŞEREF VE HAYSİYET HAKKI

Abone Ol

SUNUŞ

Bu makalede kişinin sırf var olmakla kazandığı Kişilik Haklarından biri olarak kabul edilen “Şeref ve Haysiyet Hakkı” ele alınıp tartışılacaktır.  Bu hakkın kavramsal niteliği, Kişilik Hakkı olarak tarihsel gelişimi, Anayasa ve yasalar yanında yargı kararlarından örneklerle Türk Hukukundaki niteliği ve koruma mekanizmaları incelenecek, bu konuda tespit ve değerlendirmelerde bulunulacaktır.

GİRİŞ

Şeref ve Haysiyet kavramları tarih boyunca pek çok kez yaşamanın temel amacı sayılıp savaşlara, düellolara, kavgalara sebep yapılan, kaybedildiğine inanıldığında intiharlara götüren hatta intiharla korunduğuna inanılan, yoksunluk eki aldıklarında hakaret kabul edilen, mottolara ve deyimlere giren, filmlere, romanlara konu hatta ad olan, erdemin olmazsa olmaz değer ifadeleri olarak karşımıza çıkmaktadır.[1]

Prof. Dr. Yaşar KARAYALÇIN Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Ticaret Hukuku kürsüsü öğretim üyesi olmasına rağmen 1962-63 Öğretim Yılı Açılış Dersinin konusunu - önemine binaen- “Türk Hukukunda Şeref ve Haysiyetin Korunması” olarak belirlemiştir. Bu önemi konuşmasında “însan ve vatandaş olarak hepimizin en aziz varlığı -hiç şüphe yok- haysiyet ve şeref imizdir. Üstelik bu konunun bir memleket meselesi olarak aktüel bir değeri ve önemi de vardır.”[2] şeklinde ifade eder.

KAVRAM OLARAK ŞEREF VE HAYSİYET

Arapça itibar, saygı anlamına gelen “HAYS” kelimesinden türetilmiş olan “HAYSİYET” sözcüğü, Türk Dil Kurumu tarafından  ilk anlamı bakımından “değer, saygınlık, itibar”,  ikinci anlamı bakımından ise “öz saygı” olarak kabul edilmektedir. Bir anlamda haysiyet, kişinin kendisine ve toplumun kişiye duyduğu saygıyı ifade etmektedir. Türk Dil Kurumu “Değer, Saygınlık ve İtibar” sözcüklerini “Haysiyet” sözcüğüyle eş anlamlı kabul etmektedir.[3]

Yine Arapça kökenli olan “Şeref” sözcüğü ise Türk Dil Kurumu tarafından “Başkasının birine gösterdiği saygının dayandığı kişisel değer, “Onur” şeklinde tanımlanmakta[4], “Onur” sözcüğü “Şeref” sözcüğüyle eş anlamlı kabul edilmektedir.

Bu bağlamda; Şeref ve Haysiyet Hakkını ifade bakımından Türk hukuk metinlerinde yer alan veya yabancı dildeki hukuk metinlerinin çevirilerinde tercih edilen değer, saygınlık, itibar sözcüklerinin haysiyet yerine, aynı şekilde onur sözcüğünün de şeref yerine kullanılması, kavramların ifade ettiği anlam olarak aynı sonucu doğurur niteliktedir denebilir.

Yargıtay, 28.03.2001 tarihli bir kararında[5] şeref ve haysiyet için, «toplumun gerekli saydığı ahlaki nitelik ve kriterlere sahip olması nedeniyle kişiye verilen değer yargılarıdır.» tanımlaması yapmıştır.

KİŞİLİK HAKKININ TANIMI

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kişilik Hakkını “Kişilik hakkı kavramı; kişiyi var eden, kişiliğini serbestçe geliştirmesini sağlayan, diğer kişilerden farklılığını temin eden bütün değerler üzerindeki haktır. Yaşam, vücut bütünlüğü, özgürlükler, şeref ve haysiyet, özel yaşam, isim, resim gibi kişisel varlıklar üzerindeki haklar kişilik hakkını ifade eder.”[6] şeklinde tanımlamıştır.

ŞEREF VE HAYSİYET HAKKININ TARİHSEL GELİŞİMİ

Kişilik haklarının bir bölümünü oluşturan şeref ve haysiyet hakkının tarihsel gelişme süreci, insanın kişi olarak- yani hak ve ehliyet sahibi olarak- kabulüyle başlar ve özgürlük düşüncesinin gelişimini takip eder.

Eski Yunan ve Roma uygarlıklarının yaşadığı dönem olarak kabul edilen eski çağda (M.Ö. 8-7. yy – M.S. 5. yy)[7] Yunan site devletlerinde sadece vatandaş olanların siyasi hak sahibi olarak, oy kullanmak, hakim atamak ve yönetici seçmek gibi hakları olduğunun kabul edildiği görülmektedir.

Eski çağda Stoacılar’a (M.Ö. 334-262) baktığımızda ise insana değer verilmesi yönünde izlere rastlanmaktadır.[8] Hürriyetin, kişinin iç dünyasına ilişkin bir kavram olduğu savunulmuştur. Kendi tutkularını yenebilecek bir kölenin de özgür olabileceği fikri yankı bulmuştur. [9]

Ancak eski çağdaki uygulamaya baktığımızda ise düşüncenin insan hakları yönünden vücut bulmadığı görülmektedir. Bu durumun en önemli ispatı da kölelik ve site yönetimi hayatının eski çağa hakim olmasıdır.[10]  

Orta çağ, Avrupa tarihinde 5’inci yüzyıldan başlayıp 15’inci yüzyıla kadar süre bin yıllık bir dönemi ifade etmektedir.[11]

Orta çağda Hıristiyanlık dinin ortaya çıkması ve yayılması ile beraber artık eski çağa nazaran insana insan olmasından kaynaklı belirli hakların olduğu düşüncesini katmıştır. Orta çağın insan hakları felsefesi alanında iki büyük düşünürü Thomas Aquinas (1225-1274) ve Marsilius Patavinus’tur. (1275-1342) İnsan haklarının korunabilmesi ve devlet iktidarının sınırlandırılması için bu iki düşünürün orta çağda büyük etkisi olmuştur. [12]

Fakat daha sonrasında dinin resmileşmesi karşısında yeniden devletin korunma ihtiyacı doğmuş ve yeniden insan hakları kavram olarak kalmış ve arka plana atılmıştır.[13]

Orta çağda feodalite ile beraber merkezi devlet parçalanmıştır ve iktidar toprak sahibi senyörlerin eline geçmiştir. Hal böyle olunca da devletin mutlak ve sınırsız iktidarı fikri de kaybolmuştur. [14]

Hıristiyanlığın devlet dini olarak resmiyet kazanması din ve vicdan özgürlüğü ve daha geniş olarak insan hakları yönünden insanlığa bir hürriyet katmamıştır; aksine kiliseye karşı gelinmesi durumunda aforozlar ve engisizyonlar gündeme gelmiştir.[15]

Avrupa’da Mutlak Monarşi dönemi (17.-18. yy) orta çağda feodal senyörler ile krallar arasındaki savaşın galibi olan kralların feodalitenin hükümsüz kaldığını ve artık kendi yönetimlerinin sınırsız olduğunu, bunun kaynağının ise Jacques Benigne Bossuet’e (1627-1704) göre iktidarlarının gücünün Tanrıdan geldiğine inanması olduğunun ifade edildiği dönemdir. Buna göre hükümdarın ilahi kanuna uyması gerekmektedir ve gücün sınırı ancak bu olabilmektedir.[16]

Avrupa’da feodalite ile modern devlet arasında geçişi temsil eden mutlak monarşiler dönemi, gücün kaynağı olarak ilahi kanuna sığınılmasıyla insan hakları bakımından bir ilerlemenin olmadığı sadece tabii hukuk alanının doğması için geçiş olarak kaldığı[17] dönemdir.

Tabii Hukuk Akımı Dönemi (17.ve 18. yy), insanın sırf insan olmasından kaynaklı olarak bazı haklarının olduğu yıllar olarak adlandırılmaktadır.[18] Bu dönemde iki hipotezden söz edilmektedir. İlk olarak tabiat hali, ikincil olarak da sosyal sözleşmedir.[19]

Bu iki hipotez, insanın sahip olduğu hakların devletten önce var olduğunu, bunları devletin vermediğini, insanların bağımsız tabii halde yaşamalarından kaynaklı olarak doğuştan bazı hak ve hürriyetleri olduğunu, insanların zamanla anlaştığını ve tabiat halinden çıkarak kendi iradeleriyle siyasi bir üst otoriteyi yani devleti kurduklarını, yani tabiat halinde sosyal sözleşmeye geçen insanların devlete gerekli bazı kaçınılmaz haklarını devrettiklerini ifade etmektedir.[20]

Bu fikirler eleştirilse de[21] “anlaşılması gereken kanaatimizce dönemin insanlarının, insanın sırf insan olmasından kaynaklı var olan haklarının değişmeyeceğini ve devredilemeyeceğini bilmeleri karşısında korunmaya ihtiyacı bulunan haklarının da otoriteye tabi olmasını ve sağlanmasında güvencenin oluşmasını bilinç politikası haline getirmiş olmalarıdır”[22] denerek kişilik hakkı bilincinin gelişiminde önemli olduğu kabul edilmiştir.

Devam eden dönemde ortaya çıkan, bireyi temel alan Ferdiyetçi Doktrin ve devlete sorumluluk yükleyen Sosyal Doktrin, modern anlamda İnsan Haklarının ve dolayısıyla Kişilik Haklarının temel felsefesini oluşturmuştur.

Tarihsel olarak İnsan Haklarının güvenceye alındığı ilk pozitif hukuk metinleri 1689 tarihli İngiliz Haklar Kanunu (Bili of Rights), 1776 tarihli Virginia İnsan Hakları Demeci ve Amerika İstiklâl Demecidir. Bu bildiride insanların eşit olarak yaratıldığı, yaratılıştan itibaren vazgeçilmez bazı haklara sahip oldukları ve hükümetlerin bu haklardan yararlanmayı sağlamakla yükümlü oldukları vurgulanmıştır. Bu hakların başlıcaları yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, mutluluk ve güven arama ve bunlara erişebilme haklarıdır. 1789 Yılında yapılan Fransız Devrimi sonunda ilan edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi de yine aynı ilkeleri kabul eder.[23]

Bu gelişmelerle, önceleri toplumun sadece ayrıcalıklı sınıflarının ya da soylu üyelerinin “saygınlıkları” ceza hukuku tarafından korunurken, Fransız Devrimi sonrasında toplumdaki herkesin bir “saygınlığı” olduğu kabul edilmiş ve herkesin toplum içindeki saygınlığının ceza yaptırımı ile korunması sağlanmıştır.[24]

1946 tarihli Fransız Anayasasında (başlangıç kısmında), 1947 tarihli İtalyan Anayasasında (m. 2, 13 vd.), 1949 tarihli Alman Anayasasında ve nihayet 1961 tarihli T. C. Anayasasında insanların kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez temel hak ve hürriyetleri açıkça gösterilmiştir.[25]

10 Aralık 1948 yılında BM Genel Kurulunda İnsan Hakları Evrensel Bildirisi kabul edilmiş, bu bildiriye hukuki bir bağlayıcılık kazandırma çabaları sonucunda, 1966 yılında imzalanan iki uluslararası sözleşme ile 1976 yılında yürürlüğe girmiştir.[26]

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A(III) sayılı Kararıyla ilan edilmiştir. Türkiye’de ise 6 Nisan 1949 tarih ve 9119 Sayılı Bakanlar Kurulu ile "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin Resmî Gazete ile yayınlanması, yayımdan sonra okullarda ve diğer eğitim müesseselerinde okutulması ve yorumlanması ve bu Bildirge hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması" kararlaştırılmıştır. Bakanlar Kurulu Kararı 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 Sayılı Resmî Gazete'de yayınlanmıştır.[27]

Bildirinin 1. Maddesindeki “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.” İfadesiyle “Şeref ve Haysiyet Hakkı” ilk defa uluslararası bir metinde kabul edilmiştir.

Türkiye’nin de imzaladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 8. Maddesi şu şekildedir.

AİHS Madde 8 – Özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı

 “1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin hukuka uygun ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”[28]

Şeref ve itibarın korunması hakkına, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinde açıkça yer verilmese de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihat yoluyla bu hakkı koruma altına almıştır.

Yine Türkiye’nin de taraf olduğu sözleşmeyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kurulmuştur.

TÜRK HUKUKUNDA KİŞİLİK HAKLARI 

Yukarıda açıklanan tarihsel süreçle kişinin dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez haklara sahip olduğu ilkesi pozitif hukuk metni olarak Türkiye’de de ilk defa 1961 Anayasası ile düzenlenmiştir.  Bu anayasanın “Temel hakların niteliği ve korunması” başlıklı 10. Maddesinde “Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.” düzenlemesi yer almıştır. Ayrıca “Basın Hürriyeti” başlıklı 22. maddesinde ise “Basın ve haber alma hürriyeti, ancak millî güvenliği veya genel ahlâkı korumak, kişilerin haysiyet, şeref ve haklarına tecavüzü suç işlemeye kışkırtmayı önlemek ve yargı görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesini sağlamak için kanunla sınırlanabilir.” denmekle kişilerin haysiyet ve şereflerinin de anayasal metinde yer aldığı görülmektedir. [29]

Yürürlükteki 1982 Anayasasının 5. maddesinde – “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” düzenlemesi yer almaktadır. 1982 Anayasasında ayrıca aşağıda belirtilen 10. ve 17. Maddeler bu hakları koruma bakımından kabul ve düzenlemeler içermektedir. [30]

“Anayasa Madde 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”

“Anayasa Madde 17- Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin     vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.”

Bu düzenlemelere rağmen Kişilik Haklarını tanımlayarak “Şeref ve Haysiyet Hakkını” terimsel olarak Kişilik Hakları arasında sayan en kapsamlı metin, yukarıda Kişilik Hakkının Tanımı başlığında da bahsedilen Yargıtay HGK’nın E. 2017/2297 K. 2020/672 T. 23.9.2020 kararıdır. Kanaatimizce kişinin manevi varlığının göstergesi olan “Şeref ve Haysiyet hakkı”nın Anayasada sadece işkence, eziyet, ceza kavramalarıyla ilgili olarak düzenlenmesi bir eksikliktir.

Temel norm dışında Türk Hukukunda Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu, ve Türk Basın Kanununda “Kişilik hakkı veya doğrudan Onur, Şeref ve Saygınlığı” konu alan düzenlemeler bulunmaktadır. Güncel yasal düzenleme maddeleri şunlardır:

“TMK Madde 24- Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.

Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte    özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”

“TCK Madde 125: Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.”

“TCK Madde 130: Bir kimsenin öldükten sonra hatırasına en az üç kişiyle ihtilat ederek hakaret eden kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Ceza, hakaretin alenen işlenmesi halinde, altıda biri oranında artırılır.”

“TBK Madde 58: Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.”

Görüleceği üzere belirtilen düzenlemeler kişilik hakkının zarar görmesi halinde uygulanacak hukuki ve cezai yaptırımları içermektedir. Belirtilen düzenlemeler önleyici tedbirler içermez ancak TMK’da “Kişiliğin Korunması” başlığı altında sayılan maddelerden aşağıda belirtilen 25. maddesi bu önlemeyi sağlamaya yönelik bir düzenleme içermektedir.

“MADDE 25 - Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir. Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.”

KİŞİLİK HAKLARI VE KAPSAMI

Kişilik hakları, başta Anayasa olmak üzere çeşitli kanunlarca koruma altına alınan fiziksel varlık ve malvarlığından öte ve ziyade olan haklar bütünüdür. Kişilik hakları; kişiye sıkı sıkıya bağlı, vazgeçilemez, devredilemez ve dokunulamaz niteliktedir. Kişilik hakları gelişmiş tüm demokratik ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de oldukça önemli olup Anayasa ile teminat altına alınmıştır. Bu kapsamda Anayasanın 5. Maddesi ile bu hakların korunması, devletin görev ve yükümlülükleri arasında sayılmıştır. Bu haklar, yaşama hakkının temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmamakla birlikte; ancak savaş, seferberlik ve sıkı yönetim gibi olağanüstü hallerde, üstün kamu yararı gözetilerek, sınırlandırılabilmesi mümkündür.

Belli başlı kişilik hakları şunlardır.

i. Yaşam Hakkı

ii. Sağlık Hakkı

iii. Eğitim Hakkı

iv. Saygınlık Hakkı

ŞEREF VE HAYSİYETİN İHLALİ

Şeref ve haysiyetin ihlali; resim, yazı, söz veya bir eylemle bir kişiye karşı; toplum tarafından verilen manevi değerlere saldırılması ve bunun neticesinde bireyin kişisel haklarının zarar görmesidir. Kişi hakkında iftira atılması, asılsız söylemlerde bulunulması kişiyi toplumda küçük düşürmek, gülünç duruma sokmak veya kişiye karşı hakaret suçu işlemek bu kapsamda değerlendirilir.[31]

KİŞİLİK HAKLARI İHLALLERİNE KARŞI BAŞVURULABİLECEK HUKUKİ YOLLAR

Kişiliğe tecavüz halinde hangi davaların açılabileceği MK 25’te düzenlenmiştir. Bunlar:

i. Durdurma

ii. Önleme

iii. Hukuka aykırılığın tespiti

iv. Maddi tazminat

v. Manevi tazminat

vi. Vekaletsiz iş görmeden doğan davalardır.

Kişinin Saldırılara Karşı Kendisini Koruması

TCK 25 ve BK 64. Maddede düzenlenen haklı savunma hali; bir kimsenin, kendisini veya başkasını hedef alan bir tecavüz, saldırı karşısında, savunma amacına matuf olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanmasını ifade etmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik kazanmış içtihatlarına göre ise haklı savunma; bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak için gösterdiği zorunlu tepki olarak tanımlanmaktadır.

Kişilik haklarına yöneltilen haksız bir saldırıdan kurtulmak amacıyla saldırganın kişiliğine zarar veren şahıs, bu zarardan dolayı tazminatla sorumlu tutulamayacağı gibi, bu fiilinden dolayı kendisine ceza da verilemeyecektir.

Haklı Savunma Hali

“TBK Madde 64- Haklı savunmada bulunan, saldıranın şahsına veya mallarına verdiği zarardan sorumlu tutulamaz. Kendisini veya başkasını açık ya da yakın bir zarar tehlikesinden korumak için diğer bir kişinin mallarına zarar verenin, bu zararı giderim yükümlülüğünü hâkim hakkaniyete göre belirler. Hakkını kendi gücüyle koruma durumunda kalan kişi, durum ve koşullara göre o sırada kolluk gücünün yardımını zamanında sağlayamayacak ise ve hakkının kayba uğramasını ya da kullanılmasının önemli ölçüde zorlaşmasını önleyecek başka bir yol da yoksa, verdiği zarardan sorumlu tutulamaz.”

İhtiyati Tedbir Talepleri

Bir kişinin basın yayın veya internet yoluyla kişilik haklarına saldırıda bulunulması halinde ve özellikle bu saldırı basın yoluyla ya da dijital medya aracılığı ile gerçekleşmiş ise, habere erişimin engellenmesi için tedbir başvurusu yapılabilir.

Kişilik haklarının önlenmesi için tedbir kararı alınmasında görevli mahkemeler sulh ceza hakimlikleridir. İhtiyati tedbir kararı verilebilmesi için yaklaşık ispat yeterli sayılmaktadır.

Tekzip Hakkı

Türk Dil Kurumuna göre ise tekzip kelimesinin anlamı “yalanlama” şeklinde ifade edilmektedir.[32] Bu yol, yalnızca basın yoluyla ihlaller bakımından geçerlidir. Basın yolu ile yanlış ve veya onur ve haysiyet kırıcı yayın yapılmış olması halinde hakkı ihlal olunan yayıncıdan bu durumun düzeltilmesini isteme hakkına sahiptir. Yayıncı bunu yapmaya kendi rızasıyla yanaşmazsa kişi mahkemeye başvurabilecektir. Hakim bu müracaatı 7 (yedi) gün içerisinde karara bağlamakla yükümlüdür.

Saldırının Önlenmesi Davası

Bu davanın amacı ihlalin sonuçlarına yönelik değil, kişilik haklarını ihlal edici fiillerin önlemesine yöneliktir. Burada dava açılabilmesi için ihlali gerçekleştirmeye yönelik fiilde bulunulacağına dair ortada kuvvetli bir şüphe bulunması gerekmektedir. Bu dava türünde henüz bir saldırı yoktur   fakat yakın bir gelecekte saldırı ihtimali mevcuttur. Davanın amacı gelecekte mümkün olabilecek saldırın önlenmesidir.  Görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir.

Saldırının Durdurulması Davası

TMK 25’e göre davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.  Durdurma davası, kişilik hakkına saldırı sebebiyle meydana gelen hukuka aykırı durumu ortadan kaldırmaya yönelik, tecavüzün sona erdirilmesini amaçlayan bir eda davasıdır seri halde devam eden programlar ve reklamlar haberler dolayısıyla kişilik hakkının saldırıya uğraması söz konusu olması örnek verilebilir. Durdurma davası açabilmek için,

i. Eylem devam ediyor olmalı

ii. Durdurma fiilen mümkün olmalı

iii. Durdurmada hukuki bir yarar olmalı

YHGK 13.01.1988 tarih ve E. 1987/4 -405, 1998/47 “Anımsanmasında yarar bulunmayan olayların, gündeme getirilmesinde kural olarak genel yarar bulunamaz.

İnternet Siteleri Vasıtasıyla Kişilik Haklarına Saldırıda Görevli Mahkeme

İnternet siteleri vasıtasıyla kişilik haklarına saldırı durumunda Manevi Tazminat ve Yayın kaldırılmasına ilişkin tedbir talepleri sadece Sulh Ceza Mahkemelerinde (5651 sayılı kanun sonrasında çıkan yasa değişikliği nedeniyle Sulh Ceza Mahkemeleri Sulh Ceza Hakimliği olarak değiştirilip davaların Asliye Cezaya aktarılması sebebiyle Asliye Ceza Mahkemelerinde) görülecektir.  İnternet Yoluyla kişilik hakkı ihlallerinde 5651 Sayılı kanuna göre ilgili başvuralar yapılacaktır. 5651 sayılı kanun uyarınca İnternet sitesinden içeriğin kaldırılması, yayının durdurulması, tedbir, tazminat gibi istemler Sulh Ceza Mahkemelerine yapılacaktır.

İnternet Yoluyla Kişilik Haklarına Saldırıda Görevli Mahkeme

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi E. 2013/7417 K. 2013/10004 T. 27.5.2013 Uyuşmazlık, internet sitesinde kişilik haklarına saldırı teşkil eden yayının tedbir yoluyla içerikten çıkarılması isteminin tek başına ya da tazminat istemiyle birlikte talep edilmesi halinde genel yetkili mahkemece değerlendirilip değerlendirilemeyeceği noktasında toplanmaktadır. 5651 sayılı yasa, internet ortamındaki yayınlar nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğraması durumunda hangi usul ve esaslara göre mücadele edileceğini düzenlemekte olup bu yönüyle 4721 sayılı Medeni Kanuna göre özel yasa durumundadır. Özel yasada bir düzenlemenin varlığı halinde öncelikle uygulanacağı da hukukun genel kuralıdır. Kaldı ki özel yasa somut olaya ilişkin görev yönünden özel bir düzenleme de içermektedir.

Tespit Davası

Saldırıya ilişkin fiilin kişilik haklarını ihlal edip etmediğinin tespit edilmesidir. Davanın açılabilmesi için devam etmekte olan bir saldırı veya sona ermekle birlikte etkileri süregelen bir saldırı söz konusu olmalıdır.

Kararların 3. Kişilere Bildirilmesi veya Yayınlanması

Önleme veya tespit davaları ile bir sonuca ulaşmak mümkündür. Fakat saldırının tespiti, mağdur açısından halkta oluşan yanlış kanaatleri kafalardan silmeye yetmeyebilir. Örneğin bir haber erişime engellenmiş bir dergi toplatılmış olabilir ancak zihinlerdeki etkisi devam ediyor olabilir bu durumda kişi kararın ilanı yoluyla zihinlerdeki yanlış algıyı düzeltmek isteyebilir.

Maddi-Manevi Tazminat Talepleri

Kişilik haklarına saldırıda bulunulan şahıs ve/veya işletmeler zarar ve kusurun varlığı halinde maddi manevi tazminat talebinde bulunabilirler.  Manevi tazminat davalarında hakim, saldırganı parasal bir değer ödemeye mahkum etmenin yanında, özür dilenmesi veya ilamın yayını gibi kararlar da verebilir.

Kişilik Haklarına Saldırının Cezai Boyutu

Kişilik haklarını ihlal eden fiil, aynı zamanda bir suç teşkil ediyor olabilir. Örneğin hakarette bulunulması aynı zamanda TCK 125. Madde kapsamında suç olarak düzenlenmiştir.  Söz konusu suç, şikâyete tabii olup mağdurun şikâyeti ile ceza davası açılabilecektir. Bunun dışında, işlenen suç şikayete tabi değilse; (Cumhurbaşkanına hakaret) Cumhuriyet Savcılığı resen harekete geçip soruşturma başlatabilecektir.

YARGI KARARLARINDAN ÖRNEKLER

I)  Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları[33]:

YHGK, E:2008/4-445, K:2008/450, 25.06.2008

“…Davaya konu olan yayındaki ifadeler bir bütün olarak incelendiğinde; davalının, davacının yazmış olduğu eserinden yola çıkarak davacı hakkında, diğer davalı… Televizyonunun… tarihli ana haber bülteninde davacı için “psikolojik tedaviye muhtaç olduğunu düşünüyorum, bu konuda psikologlarımız kendisine yardımcı olursa sevinirim” şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu sözlerin eleştiri sınırlarını aştığı, davacının kişiliğine yönelik saldırı niteliğinde bulunduğu açıktır…”

YHGK, E:2003/4-161, K:2003/201, T: 26.03.2003

“… Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacı ile ilgili olarak yazılan yazıda, davacının kişilik haklarına saldırı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır… Aylin isimli kişinin yaşam öyküsünün anlatıldığı biyografik romanda yer alan sözler, davacının kimliği açıklanarak, doğrudan hedef alınarak, aşağılayıcı bir üslupla kullanılmıştır. Her ne kadar bir tanık davacının konuşmasının yer aldığı ses bandını dinlediğini, söylediklerinin yayınlanmasına rıza (muvafakat) gösterdiğini ifade etmişse de davalılar tarafından ses bantları ibraz edilmemiştir. Tanığın açıklamaları rızasının kapsamını ve amacını açıklayacak nitelikte olmayıp, davacının hormonal tedavi gördüğünü bildiklerinden ibarettir. Anılan değerlendirmedeki sözcüklerin davacının özel yaşamı onun sır alanı ile yakından ilgili olduğu kuşkusuzdur. Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, davacının bu alanla ilgili olarak yazılanlara geçerli bir rızasının(muvafakatinin) bulunduğunu söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır. Ayrıca yukarıda ayrıntılı şekilde anlatıldığı gibi kendisine karşı bile mutlak korunması gereken kişinin onuru, kişiliği, sır alanına giren gizli yaşamının onun rızası ile hukuka aykırılığı ortadan kaldırdığını ve tecavüze haklılık kazandırdığını ileri sürmenin yasanın amacına açıkça aykırı olduğu aşikardır. Davacının özel yaşamı bu kadar açık bir şekilde topluma sunulamayacağından kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu kabul edilmiştir.”

YHGK, E:2007/4-98, K:2007/110, T: 07.03.2007

“… Anayasanın 20 inci maddesinde herkes seni özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip bulunduğu, özel hayatın gizliliğine dokunulmayacağı belirtilmiştir. Ayrıca bu hak Türk Medeni Kanununun 24 ve 25 inci maddelerinde koruma altına alınmıştır. Borçlar Kanununun 49 uncu maddesinde de kişilik haklarının saldırıya uğraması durumunda uygulanacak yaptırım belirtilmiştir. Belirtilen bu yasal düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere kişinin özel yaşamının gizliliğine dokunulamaz.  Kişinin sıfatı ve konumu ne olursa olsun rızası dışında kamuya açıklanamaz. Bunlar kişinin gizli alanını oluşturur. Bir kişinin hukuka aykırı bile olsa konuşmalarının ve görüntüsünün gizli kamera ile kayda alınması aynen telefon konuşmalarının yasa dışı dinlenmesine de olduğu gibi onun kişilik haklarına ve özel yaşamına saldırı niteliği taşımaktadır. Bu kayıt ve görüntülerin televizyon yoluyla kamuoyuna yansıtılması kişilik haklarına yapılmış ikinci bir saldırı niteliğindedir…

Somut olayda davacının özel muayenehanesinde gizli kamera ile çekilmiş görüntülerinin televizyonda yayınlanarak davacının kişilik hakları saldırı almıştır. Yerel mahkemece bu yönler gözetilmeden davanın reddedilmiş olması bozma nedenidir…

Somut olayda; davacı, kendisine muayene olmak üzere gelen kadın hastasını taciz ettiği iddiası karşısındadır. Hatta bu muayeneden ve tacizden sonra tanıdığını bildirdiği gazeteciye giderek durumu anlatır. Davalı kadına gizli kamera verilir. Kadın tekrar doktorun muayenehanesine gider. Dosya kapsamında olduğu gibi, doktor ile hastanın arasında olmaması gereken konuşmalar ve hareketler yaşanır. Daha sonra bunlar televizyonda yayınlanır. Davacının hastasına yaptığı muamele hiçbir şekilde tasvip edilemez. Doktor hastasını taciz etmiştir. Ancak; davalı N: d iddia ettiği ilk tacizden sonra gitmesi gereken mercilere gitmemiştir. Ne emniyetten ne de Cumhuriyet savcılığından adli yardım talep etmemiştir. Gazeteciye gitmiş, gizli kamera ile çekim yapmış ve televizyon kanalında yayınlanmıştır. Bu durum davalılar yönünden kişilik haklarına saldırıdır. İşin daha ilginç yönü davalı N. davacıyı şikâyet etmemiştir. Aksine davacı davalıyı şikâyet etmiştir. Davacının kişilik haklarına saldırı olduğu bellidir. Manevi tazminata hükmedilebilir. Ancak, davacı H. de davalı N.yi taciz etmiştir. Bu durum da dosya kapsamı ile açıklığa kavuşmuştur. İşte bu aşamada manevi tazminat miktarının belirlenmesinde borçlar kanununun 44. maddesi devreye girmelidir. Bu maddeye göre de; mahkeme hüküm altına alınacak manevi tazminat miktarını ya tenkis etmeli yahut da bundan sarfı nazar edilmelidir.”

YHGK, E. 2007/4-224, K. 2007/228, T. 2.5.2007.

“Kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi; hayatın olağan akışına, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak belirlenmelidir”

YHGK, E. 2012/4-179; K. 2012/412, T. 27.6.2012.

“Bu açıdan kişinin hayatı, sağlığı ve vücut tamlığının, beden ve ruhsal bütünlüğünün, duygu yaşantısın da ruhsal uyum ve denge, ruhsal sükun, yakınlarla olan gönül bağlılığı, aile birliği şeref ve haysiyetinin, resminin, özel hayatının gizliliğinin, sırlarının, duygu yaşantısı ve düşünce dünyasının, manevi acılar verdirilmek yoluyla ruhsal varlıklara saldırılmasının vs. hukuka aykırı tecavüze karşı korunmasından söz edilir”.

II) Anayasa Mahkemesi Kararları[34]:

AYM şeref ve itibarın korunması hakkının koruma kapsamının kişilere göre farklı olduğunu kabul etmektedir. Bu hakkın kapsamı sade vatandaşlar söz konusu olduğunda geniş yorumlanırken, siyasetçiler söz konusu olduğunda bu alan daralmakta ve ifade özgürlüğü daha ağır basabilmektedir.

İlhan Cihaner(2), B. No:2013/5574, 30/06/2014, § 70

“Bununla birlikte, kamu görevlilerinin siyasetçilerde olduğu gibi her türlü söylemlerini yakın denetime açtıkları da söylenemez. Kamu görevlilerinin, görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerekir ki bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabilir.”  

İlyas Çınar, B. No:2015/14

AYM, Başvurucunun emekli bir asker olduğu ve hakkında Ergenekon Soruşturması ile ilgili yapılan bir haberin mevcut olduğu  haberde iddiaların gerçekleştiğini anlatan kesinlikte ifadelerin mevcut olduğunu kabul etmiştir. Ancak, haberin bütününde aktarılan bilgilerin bir iddiadan ibaret olduğuna vurgu yapıldığının ve haberin tamamına bakıldığında haberin, başvurucunun sanık konumunda olduğu bir ceza davasındaki iddialardan ibaret olduğunun altının çizildiğini belirtmiştir. Bu nedenle, başvurunun şeref ve itibar hakkının ihlali açısından açıkça dayanaktan yoksun olduğuna hükmetmiştir.

AYM’nin bu konudaki ölçütleri de AİHM’in ölçütlerine paralel olup AYM, şeref ve itibarın korunması hakkı ile ifade özgürlüğünün çatışması durumunda, yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, yayının genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığının, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığının, haber veya makalenin yayımlanma şartlarının, haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin türü, yayımın içeriği, şekli ve sonuçlarının, haberde yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiğinin, hedef alman kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışlarının, kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının incelenmesi gerektiğinin altını çizmiştir.

İ.D, B. No: 2015/15955

Başvurucu Avukat hakkında yerel bir haber sitesinde mesleki faaliyetleri kapsamında resmi belgede sahtecilik ve dolandırıcılık nedeniyle tutuklanmasını anlatan “Antalya’da müvekkilini dolandıran avukat tutuklandı” başlıklı bir haber sebebiyle yapılan başvuruda AYM, yerel bir haber sitesi sahibi olan davalıların bir avukatın mesleğiyle bağlantılı olarak işlediği suç nedeniyle hakkında yürütülen adli sürecin haberini yapmalarının doğal olduğunu, hatta kamunun da bu süreçle ilgili bilgi edinme hakkının bulunduğunu belirtmiştir.

III) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları[35]:

Karako/Macaristan, B. No: 39311/05

Karako/Macaristan Kararında Mahkeme, aktif bir siyasetçi olan Bay Karako’nun aleyhine bir ifade içeren broşürdeki ifadenin başvurucunun aday olduğu bir seçim kampanyası sırasında yapıldığını ve başvurucunun milletvekili iken yapmış olduğu faaliyetler hakkında bir eleştiri getirdiğini, dolayısıyla kamu menfaatine yönelik bir tartışmaya katkı sağladığını, bu nedenle ifade özgürlüğü kapsamında korunması gerektiğini vurgulamıştır.

Petrenco/Moldova, B. No: 20928/05

Petrenco Kararında Mahkeme, Moldova Cumhuriyeti Tarihçiler Derneği Başkanı olan başvurucunun kamusal bir figür olduğunu, bu nedenle sıradan bir vatandaşa oranla eleştirilere karşı daha toleranslı olması gerektiğinin altını çizmiş, başvurucunun KGB ile ilişkisinin olduğu, bu nedenle üniversitede kadro alabildiği gibi ifadelerin genel üslup nedeniyle başvuranın şeref ve itibarını zedelemiş sayılmayacağını fakat bu iddiaların yazarın kurgusu olmasına rağmen kanıtlanmış bir olay gibi ifade edilmesinin başvurucunun şeref ve itibar hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir.

IV) Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) Kararları[36]:

Google-İspanya Kararı:

Unutulma kararı olarak ta bilinir. İspanyol Avukat Gonzales’in 1998 yılında borçları sebebiyle açık arttırma ile satılan evine dair haber ve ilanların kaldırılması için Google’a yaptığı başvuruyu konu almaktadır. ABAD bu kararında olayın üzerinden 16 yıl geçtiğini, olayın başvurucunun özel hayatına ilişkin hassas bilgi içerdiğini, kamunun bu ilan ve haber sebebiyle yüksek bir menfaatinin bulunmadığına karar vermiştir.

Shevill, EDate ve Martinez davaları

Basın yoluyla kişilik hakkının ihlâline dayanan Shevill davasındaki içtihada göre mağdur, dava konusu materyalin dağıtıldığı her üye devlette, yalnızca o üye devlette gerçekleşen zararlarla sınırlı olarak fail hakkında dava ikame edebilmektedir. Söz konusu prensip Mozaik Prensibi (Erişilebilirlik Prensibi) olarak adlandırılmaktadır . ABAD, internet ortamında meydana gelen kişilik hakkı ihlâllerinde mahkemelerin milletlerarası yetkisine ilişkin yeni bir yetki irtibatını gündeme getirmiştir. ABAD, EDate ve Martinez davalarında internet ortamında meydana gelen kişilik hakkı ihlâllerine ilişkin olarak tüm zararın talep edileceği mahkemenin, “mağdurun menfaatler merkezi” mahkemesi olabileceğini ifade etmiştir.[37]

Mittelbayerischer Verlag davası

Mittelbayerischer Verlag davasında, Auschwitz mahkûmu olan Polonya’da yaşayan Polonya vatandaşı davacı, internette “Polonya imha kampı” ifadesini kullanarak o zamanlar işgal altındaki Polonya'daki bir Nazi toplama kampına atıfta bulunan bir makale yayınlayan Alman yerel gazetesine karşı talepte bulunmuştur. Esas davadaki davalı Mittelbayerischer Verlag KG, Regensburg'da (Almanya) kurulmuş bir tüzel kişidir ve bölgesel bir çevrimiçi gazeteyi Almanca yayınlamaktadır. Söz konusu internet sitesi (www.mittelbayerische.de ) Polonya da dahil olmak üzere diğer ülkelerden de erişilebilen bir sitedir. Polonya maddi hukukuna göre, ‘Polonya imha kampı’ terimi Nazi toplama kamplarından kurtulan herhangi bir Polonyalı kişinin kişilik haklarına saldırı mahiyetindedir; çünkü söz konusu ifade, bu kamplarda esir olanların, bu kampların yaratılmasında veya operasyonlarında rol oynamış olabileceği izlenimini yaratabilmektedir.

ABAD’ın konuyla ilgili içtihadına göre internet ortamına yüklenen içerik, yalnızca o kişinin bireysel duyarlılığıyla ilgili olan öznel faktörlere değil, aynı zamanda o kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak bir birey olarak tanımlamayı mümkün kılan nesnel ve doğrulanabilir unsurlara dayanmalıdır. Tüzüğün m. 7 hükmüne göre, bir web sitesinde çevrimiçi olarak yayınlanan içerik nedeniyle kişilik hakkını ihlâl edildiğini iddia eden bir kişinin menfaatlerinin merkezi mahkemeleri zararın tümüne ilişkin olarak, yalnızca, söz konusu içeriğin doğrudan veya dolaylı olarak o kişiyi bir birey olarak tanımlamayı mümkün kılan nesnel ve doğrulanabilir unsurlar içermesi durumunda yetkilidirler.[38]

SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER

Şeref ve haysiyet hakkı kişilik haklarının parçasıdır ve kişilik hakları gelişimin tarihinin insanlık tarihiyle birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Hukuk ve demokrasi bilinci geliştikçe kişilik haklarının önemi artmıştır.

Kişilik hakları, başta Anayasa olmak üzere çeşitli kanunlarca koruma altına alınan fiziksel varlık ve malvarlığından öte ve ziyade olan haklar bütünüdür. Kişilik hakları; kişiye sıkı sıkıya bağlı, vazgeçilemez, devredilemez ve dokunulamaz niteliktedir. Kişilik hakları gelişmiş tüm demokratik ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de oldukça önemli olup Anayasa ile teminat altına alınmıştır. Bu kapsamda Anayasanın 5. Maddesi ile bu hakların korunması, devletin görev ve yükümlülükleri arasında sayılmıştır. Bu haklar, yaşama hakkının temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmamakla birlikte; ancak savaş, seferberlik ve sıkı yönetim gibi olağanüstü hallerde, üstün kamu yararı gözetilerek, sınırlandırılabilmesi mümkündür.

Yürürlükteki 1982 Anayasasının 5. maddesinde – “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” düzenlemesi yer almaktadır. 1982 Anayasasında ayrıca 10. ve 17. Maddeler bu hakları koruma bakımından kabul ve düzenlemeler içermektedir. Ancak Anayasada sadece işkence, eziyet, ceza kavramalarıyla ilgili olarak düzenlenmesi bir eksikliktir.

Türk Hukukunda Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu, ve Türk Basın Kanununda “Kişilik hakkı veya doğrudan Onur, Şeref ve Saygınlığı” konu alan düzenlemeler bulunmaktadır. Ulusal mevzuatımız kapsamında Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Birliği Adalet Divanı kararları dikkate alınarak şeref ve haysiyet hakkının korunmasına yönelik daha kapsayıcı ve etkili düzenlemeler yapılmalı ve önleyici düzenlemelere de yer verilmelidir.

KAYNAKÇA

Akbay, Muvaffak, 1961, Umumi Amme Hukuku Dersleri, Ankara, AÜHF Yayınları, 4. Baskı, C.1, s.168

Gözler, Kemal, İnsan Hakları Hukuku, Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa, 2018, s.125-132

Karayalçın, Yaşar, 1962, Türk Hukukunda Şeref ve Haysiyetin Korunması, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:19 Sayı:1

Münci, Kapani, Kamu Hürriyetleri, Ankara, AÜHF Yayınları, Bilgi Yayınevi,1987, s.17-30.

Tekin, Esra, Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın İnternet Ortamında Meydana Gelen Kişilik Hakkı İhlâllerinde Milletlerarası Yetkiye İlişkin Güncel Usûlî Değerlendirmeleri, Social Science Development Journal, Vol 6 / Issue 28 / pp: 154-162

1961 anayasası, https://www.anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/onceki-anayasalar/1961-anayasasi/, Erişim Tarihi: 29.12.2022

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, https://www.echr.coe.int/documents/convention_tur.pdf, Erişim Tarihi: 29.12.2022

İnsan Haklarının Tarihsel ve Düşünsel Gelişimi, https://www.adaletmedya.net/insan-haklarinin-tarihsel-ve-dusunsel-gelisimi/ , Erişim Tarihi: 29.12.2022, Av. Maşallah MARAL LL.M. ve Hakim Ayşegül KOÇAK

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, HSK, https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/Dosyalar/9a3bfe74-cdc4-4ae4-b876-8cb1d7eeae05.pdf , erişim Tarihi: 29.12.2022

Mevzuatlar, https://www.mevzuat.gov.tr/, Erişim Tarihi: 29.12.2022

https://sozluk.gov.tr/ Türk Dil Kurumu Sözlükleri, Erişim Tarihi: 29.12.2022

Anayasa Mahkemesi Kararları, https://www.anayasa.gov.tr/tr/kararlar-bilgi-bankasi/ , Erişim Tarihi: 29.12.2022

Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) Kararları, http://www.calisma.de/index.php?option=com_k2&view=item&id=8:avrupa-toplulu%C4%9Fu-adalet-divan%C4%B1-abad-%C3%B6nemli-kararlar%C4%B1&Itemid=97, Erişim Tarihi: 29.12.2022

vrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları, https://hudoc.echr.coe.int/eng#{%22documentcollectionid2%22:[%22GRANDCHAMBER%22,%22CHAMBER%22]} , Erişim Tarihi: 29.12.2022

Yargıtay Kararları, https://karararama.yargitay.gov.tr/ Erişim Tarihi: 29.12.2022

----------------------

[1] Örneğin, 18.Yüzyıl Avrupa’sında soylular arasında erkekliğinin şanı hakarete uğrayan kişinin hasmını düelloya davet etmesi, Japon Samuraylarının şereflerini kurtarmak için harakiri adı verilen intiharları, “Şerefimle yaşadım, şerefim için ölürüm” mottosu.

[2] Karayalçın, Yaşar, 1962, Türk Hukukunda Şeref ve Haysiyetin Korunması, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:19 Sayı:1

[3] https://sozluk.gov.tr/ Türk Dil Kurumu Sözlükleri

[4] https://sozluk.gov.tr/ Türk Dil Kurumu Sözlükleri

[5] Yargıtay HGK. 28.03.2001 T. E.201/2276, K. 2001/289

[6] Yargıtay HGK., 23.9.2020 T., E. 2017/2297 K. 2020/672

[7] Gözler, Kemal, İnsan Hakları Hukuku, Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa, 2018, s.125.

[8] https://www.adaletmedya.net/insan-haklarinin-tarihsel-ve-dusunsel-gelisimi/

[9] Münci, Kapani, 1987, Kamu Hürriyetleri, Ankara, AÜHF Yayınları, Bilgi Yayınevi, s.17-18.

[10] https://www.adaletmedya.net/insan-haklarinin-tarihsel-ve-dusunsel-gelisimi/

[11] Gözler, Kemal, İnsan Hakları Hukuku, Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa, 2018, s.129.

[12] Gözler, Kemal, İnsan Hakları Hukuku, Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa, 2018, s.129.

[13] https://www.adaletmedya.net/insan-haklarinin-tarihsel-ve-dusunsel-gelisimi/

[14] Münci, Kapani, 1987, Kamu Hürriyetleri, Ankara, AÜHF Yayınları, Bilgi Yayınevi, s.17-18.

[15] Akbay, Muvaffak, 1961, Umumi Amme Hukuku Dersleri, Ankara, AÜHF Yayınları, 4. Baskı, C.1, s.168

[16] Münci, Kapani, 1987, Kamu Hürriyetleri, Ankara, AÜHF Yayınları, Bilgi Yayınevi, s.28-30.

[17] Av. Maşallah Meral, age.

[18] Av. Maşallah Meral, age.

[19] Gözler, Kemal, age.

[20] Kapani, Münci, age.

[21] Dağınık halde yaşayan insanların bir araya gelerek bir sözleşme yaptıkları ispattan da yoksundur. Av.Maşallah Maral, a.g.e.

[22] Av. Maşallah Maral, age.

[23] Av. Maşallah Maral, age.

[24] Av. Maşallah Maral, age.

[25] Karayalçın, Yaşar, age.

[26] Karayalçın, Yaşar, age.

[27] https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/Dosyalar/9a3bfe74-cdc4-4ae4-b876-8cb1d7eeae05.pdf

[28] https://www.echr.coe.int/documents/convention_tur.pdf

[29] https://www.anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/onceki-anayasalar/1961-anayasasi/

[30] https://www.mevzuat.gov.tr/

[31] Karayalçın, Yaşar, age.

[32] https://sozluk.gov.tr/ Türk Dil Kurumu Sözlükleri

[33] https://karararama.yargitay.gov.tr/

[34] https://www.anayasa.gov.tr/tr/kararlar-bilgi-bankasi/

[35] https://hudoc.echr.coe.int/eng#{%22documentcollectionid2%22:[%22GRANDCHAMBER%22,%22CHAMBER%22]}

[36] http://www.calisma.de/index.php?option=com_k2&view=item&id=8:avrupa-toplulu%C4%9Fu-adalet-divan%C4%B1-abad-%C3%B6nemli-kararlar%C4%B1&Itemid=97

[37] Tekin, Esra, Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın İnternet Ortamında Meydana Gelen Kişilik Hakkı İhlâllerinde Milletlerarası Yetkiye İlişkin Güncel Usûlî Değerlendirmeleri, Social Science Development Journal, Vol 6 / Issue 28 / pp: 154-162

[38] Tekin, Esra, age.