İki tarafa borç yükleyen sözleşmeler (sinallagmatik) karşılıklı edim borcu yükleyen sözleşmelerdir. Sıklıkla karşımıza çıkan bu sözleşmelerin bir kısmında taraflar edimlerin ifası için süre öngörmemektedir.
Karşılaştığımız bir olayda, uzun süre taraflarca sessiz kalınan bir sözleşmede, müvekkil edimin ifası için hazırlıkları 10 yılın sonunda tamamlayabilmiş ve karşılıklı ifa için ihtar keşide etmiştir. Ancak muhatap (karşı taraf), ifanın yararsızlığından söz ederek sözleşmeyi haklı nedenle feshettiğini içerir bir ihtar keşide etmiş ardından kaporanın iadesi ve cezai şart talepli icra takibi ve sonrasında ise itiraza binaen itirazın iptali davasını açmıştır.
Dava ticaret mahkemesinde açılmasına rağmen, ticaret mahkemesi “hisse devir vaadi” sözleşmesi olarak nitelendirdiği sözleşmenin mutlak veya nispi ticari dava olmadığından bahisle görevsizlik kararı vermiş ve istinaf incelenmesinde de karar kaldırılmamıştır. Dava bu nedenle asliye hukuk mahkemesinde görülmüştür.
Karşı tarafın müvekkil aleyhine açtığı davada, kapora iadesine karar verilmiş ancak sözleşmeden dönüldüğünden bahisle artık müspet zararın istenemeyeceği belirtilerek cezai şart istemi reddedilmiştir. Bu dava istinaf aşamasındadır. Öte yandan tarafımızca ayrı bir dava ikame edilerek uğranılan zarar talep edilmiştir.
Somut olayda, taraflar 10 yıl boyunca sessiz kalmışlar, ihtar vs. herhangi bir bildirimde bulunulmamıştır. Ancak enerji hukukunda lisans alma süreleri dikkate alındığında ve söz konusu süreçte değişen mevzuat göz önünde bulundurulduğunda, bilirkişi marifetiyle geçen sürenin makul olup olmadığının tartışılması gerekmektedir. Diğer yandan somut olayda, müvekkil taraf 2019’da ifaya hazır olduğunu bildiren ihtar keşide edene kadar karşı taraf kaporayı dahi geri talep etmeyerek sözleşmenin ayakta olduğunu aslında kabul etmiştir. Öte yandan mahkemece verilen kararda ise uzun süre sessiz kalınan bu sözleşmede tarafların sözleşmeyi ayakta tutmadıkları ve sözleşmeden dönüldüğü belirtilmiştir. Ancak kararda sözleşmeden hangi tarihte dönüldüğü, kimin temerrüdünün söz konusu olduğu vs. tartışılmamıştır.
Bir hukukçunun vaka analizinde mantık kurallarını gözeterek, algoritmik bir şekilde ilerlemesi ve sorunları iyi belirleyip tartışılacak noktaları doğru şekilde ortaya koyması gerektiğini düşünmekteyim. Benim perspektifimden somut olayda tartışılması gereken önemli noktalar şu şekildedir:
-A (müvekkil) temerrüde düşmüş müdür?
-A temerrüde düşmediyse B (karşı taraf)’nin ifayı kabul etmeme ve direnme hakkı var mıdır? B’nin ifada direnmesi ve kendi edimlerini yerine getirmemesi A’ya haklı fesih hakkı verir mi?
-B’nin ifayı kabul etmemesi ve haklı nedenle feshi hukuka uygun mudur?
-Sözleşmenin geç ifası veya uzunca sessiz kalınması sözleşmeyi sona erdirir mi?
Bu soruların ardından uygulanacak hukukun belirlenmesi önem taşımaktadır. Somut olayda uygulanacak kanun maddeleri MK 2; TBK 90, 97, 106, 117, 125. maddelerdir.
Öte yandan doktrinde ve içtihatlarda incelenmesi gereken ve tartışılması gereken temel hususlar ise şunlardır:
-Borçlunun temerrüdünün şartları nelerdir? Alacaklının temerrüdünün şartları nelerdir? İfaya direnmenin şartları ve sonuçları nelerdir? Süre öngörülmemiş işlerde uzun süre ifa olmamasının sonuçları nelerdir? Süre öngörülmemiş sözleşmelerde bildirimsizliğin sonuçları nelerdir?
Bu temel tespitlerin ardından asliye hukuk mahkemesinin söz konusu kararının ilgili bölümüne bakmak yerinde olacaktır:
“Tüm dosya kapsamı ve toplanan delillere göre davacı ile davalı arasında … ili …. İlçesi …. mahallesinde yapılması planlanan … regülatörü ve HES’in satış ve devir işlemlerinin yapılması hususunda 15/10/2010 tarihli “Satış ve Devir Vaadi Sözleşmesi” imzalandığı, sözleşme gereği satıcı ve davalı şirketin alıcı davacıya kurulu gücü yaklaşık 12,95 mw olan regülatörü ve HES’in alıcıya satışını ve devir işlemlerini gerçekleştirmeyi taahhüt ettiği, sözleşmenin 3. maddesi uyarınca davacı tarafından davalıya 100.000 USD’lik kaparo ödemesi yapıldığı, davalı tarafından sözleşme imzalandıktan yaklaşık 10 yıl sonra ihtarname keşide edilerek satış ve devir işlemlerinin tamamlandığı, kalan devir bedelinin ödenmediğinin iddia edildiği, davacı tarafça …. 3.9.2019 tarihli ihtarname gönderilerek 15.10.2010 tarihli sözleşmenin haklı nedenle feshedildiğinin bildirildiği, ödenen kaparo ile cezai şart alacağının tahsili için ……. sayılı dosya ile icra takibine geçildiği, davalı tarafça takibe itiraz sonucu takibin durduğu sabittir.
Her ne kadar taraflar arasındaki sözleşmede bir süre öngörülmemiş ise de, sözleşmenin imzalanmasının üzerinden geçen süre, tarafların bu sürede hiçbir girişimde bulunmaması, şifaya yönelik bir gelişme olmaması, tarafların da bir ifa beklentisi olmaması karşısında her iki tarafın sözleşmeden döndükleri anlaşılmaktadır.
Sözleşmeden dönme halinde taraflar karşılıklı olarak ifa yükümlülüğünden kurtulur ve daha önce ifa ettikleri edimleri geri isteyebilirler…. Bu durumda davacının ödediği kaparo bedelini geri talep edebilecektir.” T.C. Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi T:29.11.2022
Asliye hukuk mahkemesince verilen karar, tarafımıza göre pek çok açıdan hatalıdır. Öncelikle bu kararda yukarıda söz ettiğimiz tartışmalar yapılmamış dolayısıyla somut olay çözümlenmemiştir. Yukarıda da değindiğimiz üzere, somut olayda en önemli husus; karşı tarafın “haklı feshinin” hukuki ve geçerli olup olmadığıdır:
Karşı taraf, müvekkilin ifa için hazırlıklarını tamamladığını belirtip karşılıklı ifa için süre verdiği ihtara cevabında “uzun süre sessiz kalındığını, ifanın artık yararsız olduğunu” belirterek sözleşmeyi haklı nedenle feshetmiştir. Yerel mahkeme ise haklı fesih tartışmasına girmemiş, “uzun süre sessiz kalmanın” sözleşmeden dönme iradesi olduğu yönünde bir yorumda bulunmuştur. Oysa doktrinde ve yüksek yargı kararlarında bu tip sözleşmelerde süre öngörülmemişse ve uzun süre ifa veya ifa hazırlıkları tamamlanmamışsa ancak bu sürede alacaklı veya diğer taraf sessiz kalmışsa bu durum tarafların bu durumu kabullendiğini gösterir ve zarar doğurmadığına karine teşkil eder. Nitekim Nazikoğlu’nun konuya ilişkin yorumu şu şekildedir:
"Borçlunun edimini ifa etmemesine alacaklının sessiz kalması durumunda borçlunun temerrüdünden söz edilemez; çünkü alacaklının sessiz kalması edimin ifa edilmemesinden ötürü bir zarara uğramadığına, edimin hemen ifa edilmesinde bir çıkarının bulunmadığına ve en önemlisi borçluya zaman tanıdığına karine teşkil etmektedir." Nazikoğlu,“Karşılıklı Taahhütleri Havi Akitlerde Borçlunun Temerrüdü”, AÜHFD, S. 1, C.8, Yıl:1951, s. 662
Konuya ilişkin büyük üstat Andreas Von Tuhr -yeri gelmişken benim gibi mesleğinin henüz başlarında olan bütün hukukçulara adeta şiir gibi yazılmış Andreas Von Tuhr’un yazdığı ve üstat Av. Cevat Edege’nin dilimize kazandırdığı Borçlar Hukuku kitabını mutlaka öneriyorum. Dili eski ve hatta kanunlar yenilenmiş olsa da kitabın mantığı ve konuları ele alış biçimi övülmeye değerdir ve hukuki nosyon ve istirdat açısından oldukça verimlidir.- ise şu ifadeleri kullanmaktadır:
“alacaklı borçlunun aciz halinde bulunup bulunmadığını veya edayı başka bir sebeple yerine getirmediğini tahkik etmeksizin 107/106 maddeye tevfikan munzam bir mühletin hitamından sonra borçluyu temerrüt haline koyabilir ve akdi mş. feshedebilir.” (Andreas von Tuhr, Borçlar Hukuku, Yargıtay Yayınları, 1983, s.531)
Her iki görüşten de anlaşıldığı üzere somut olayda müvekkil ifa hazırlıklarını sürdürürken karşı tarafın hiçbir ihtar veya bildirimde bulunmamış olması, müvekkilin temerrüde düşmesini engellemiştir.
Tarafımızın konuya ilişkin değerlendirmesi ise şu şekildedir: Her ne kadar 10 yıl gibi bir süre, taraflar sessiz kalmışsa da bu durum ifaya hazırlık yapılmadığının göstergesi olamaz. Kaldı ki gerçekten de bir hazırlık söz konusu olmasa dahi her iki tarafın da iradesinin sözleşmeyi sürdürmemek olduğu yönünde bir delil, ibare vs. varsa değerlendirme buna göre yapılmalı aksi halde uzun süre sessizliğin sözleşmeden dönüldüğüne işaret etmeyeceğini ve bu durumun MK 2’ye aykırılık da teşkil etmeyeceğini düşünmekteyiz. Yine de her somut olayda değerlendirme şartlara göre yapılmalıdır. Ayrıca alacaklının geç ifada, borçlunun kötüniyetini ispat etmesi durumunda ise alacaklının ifaya direnmesinin alacaklıyı temerrüde düşürmeyeceği kanaatindeyiz.
Bu durumda müvekkilin ifa teklifini haksız şekilde kabul etmeyen ve ifaya direnen alacaklı, temerrüde düşmüştür. Her ne kadar karşı taraf ifanın artık yararsız olduğundan söz etmişse de yukarıda andığımız Tuhr’un eserinde geçen “hal icaplarının değişmesi alacaklının temerrüdüne mani teşkil etmez.”( a.g.e. s.537) ifadeleri konuya açıklık getirmektedir. Bu durumda, incelenmesi gereken husus alacaklının temerrüdü hususudur. Konuya ilişkin doktrin ve yargı görüşleri ise şu şekildedir:
"Edimi kabulün sadece hak değil, borç da teşkil edebildiği bu tür durumlarda alacaklı ifayı kabulden kaçınırsa alacaklı temerrüdüne düşmüş olmakla birlikte, aynı zamanda borcuna aykırı davranan kimse durumunda olacaktır.” Kemal Oğuzman/Turgut Öz, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt-I, İstanbul 2014, s 367
Öte yandan Yargıtayın içtihatları da bu şekildedir. Yargıtay, bir kararında daha sözleşme kurulmamışken bile zarar talebinde bulunulacağını açıkça belirtmiştir:
"O halde, davacı ihaleden dönülmesi ve yazılı sözleşme yapılmaması sebebiyle davalıdan olumlu zarar kapsamında gelir ya da kar kaybı isteyemez. Ancak, davalının kusurlu tutum ve davranışları yahut işlemleri sonucu yanlar arasında sözleşme kurulamamışsa, kurulmasına güvenilen sözleşmenin kurulamaması yüzünden uğradığı menfi zararı davacının davalıdan isteyebilmesi gerekir. Çünkü, yüklenici davacının, davalı iş sahibine karşı gösterdiği güven, olumsuz zararın kaynağını teşkil etmektedir. Bu itibarla, sözleşmenin yapılmasına hazırlık aşaması sayılan ihale sebebiyle ve sözleşmenin kurulmasına yönelik yapılan davacı masrafları sorumluluk koşulları oluşmuş ise menfi zarar kapsamında istenebilir ( Y. 15. H.D. 25.05.1981 1., E: 1981 ( 825 ve K: 1981/1234 ). Sonuçta; "çoğun için de az da vardır" kuralı da gözetilerek, davacı yanca gerçekleşmiş olduğu yasal delillerle kanıtlanması ve davalının tazmin sorumluluğu koşullarının gerçekleşmesi durumunda; istemle bağlı kalınarak davacının olumsuz zararlarının tazmini yerine; kar ya da gelir kaybı olarak olumlu zarar kapsamında istenen maddi tazminat ödetilmesi istemi hakkındaki davasının mahkemece kabulüne karar verilmesi doğru olmamış ve hükmün bozulması gerekmiştir." Yargıtay 15. HD E. 2005/2513 K. 2006/587 T. 8.2.2006
Sonuç olarak, süresi belirlenmemiş sözleşmelerde uzun süre sessiz kalınmasının sonuçlarını, alacaklının ifaya direnmesini ve alacaklının temerrüdü hususlarına değindiğimiz bu yazının çıkış noktası olan somut olayda ise alacaklının temerrüdünden dolayı feshin haksız olduğu değerlendirmesi ile müvekkilin uğradığı zararın tazmini istemli dava ofisimizce ikame edilmiş olup dava henüz öninceleme safhasındadır.
KAYNAKLAR:
Andreas von Tuhr, Borçlar Hukuku, Yargıtay Yayınları, 1983
Gizem Kılıç Öztürk, Türk Borçlar Hukukunda Borçlunun Temerrüdü, Uludağ Üniversitesi, YL Tezi, (https://acikerisim.uludag.edu.tr/bitstream/11452/10413/1/427355.pdf)
Kemal Oğuzman/Turgut Öz, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt-I, Gözden Geçirilmiş 12. Bası, İstanbul 2014
Işık Nazikoğlu,“Karşılıklı Taahhütleri Havi Akitlerde Borçlunun Temerrüdü”, AÜHFD, S. 1, C.8, Yıl:1951
Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi T:29.11.2022
Yargıtay 15. HD E. 2005/2513 K. 2006/587 T. 8.2.2006
https://www.lexpera.com.tr/ictihat/yargitay/hukuk-genel-kurulu-e-2010-14-244-k-2010-260-t-12-05-2010