KARAR İNCELEMESİ: SAĞLIK HİZMETİNİN SUNUMUNDA ORGANİZASYON KUSURU

Abone Ol

Çalışmamızda, somut olay üzerinde yoğunlaşılarak hizmet kusuru kavramına sağlık hukuku bağlamında yüklenen anlam değerlendirilmiş; tıbbi hata, hekimin özen eksikliği, tıbbi hatanın kaynaklarından olan organizasyon kusuru, sağlık idaresinin sunulan/sunulamayan sağlık hizmetinden doğan sorumluluğu açıklanmaya çalışılmıştır.

Bu hususların açıklanmasından sonra yerel ve yüksek mahkeme kararları bir bütün olarak değerlendirilmiş ve eleştirdiğimiz yönler, Danıştay kararları ve doktrinde yer bulan görüşler doğrultusunda ortaya konulmaya çalışılmıştır.

I – DAVA KONUSU OLAYA İLİŞKİN BİLGİLER

Davacı (H), 19.08.2000 tarihinde sol elini biçer adlı tarım makinesine kaptırmış ve davacının sol elinin başparmağı hariç olmak üzere diğer parmakları kopmuştur.

Davacı, kopan parmaklarla birlikte ilk olarak sağlık ocağı[1]na müracaat etmiş, burada ilk müdahale yapıldıktan sonra kopan parçalar buzlu ortama konulmuş, acilen sağlanan araç ile davacının ve kopan parmakların (A) Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne(Bundan sonra “(A) Hastanesi” olarak anılacaktır.) sevki sağlanmıştır.     

(A) Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde elin canlı olduğu fakat hastanelerinde mikroskobik mikro cerrahi uzmanı[2] bulunmadığı için kopan parçaların yerine dikilmesinin mümkün olmadığı davacı ve yakınlarına bildirilmiştir.

Bunun üzerine davacı hasta, (A) Hastanesine yaklaşık 260 kilometre mesafedeki (B) Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne(Bundan sonra “(B) Hastanesi” olarak anılacaktır.) kopan parçalarla birlikte sevk edilmiştir.

(B )Hastanesinde hastayla üç hekim ilgilense de, hasta için gereken operasyonun mikro cerrahi[3] uzmanı tarafından yapılabileceği bildirilmiş ancak hastane kadrosunda bulunan mikro cerrahi uzmanının izinde olması nedeniyle hastanın tekrar (A) Hastanesine sevkine karar verilmiştir.

Nihayetinde, tekrar (A) Hastanesi’ne ulaşan hastanın bileğine ampütasyon[4] uygulanmış ve güdük kapama ameliyatı yapılmış, kopan parçalar yerine dikilememiştir.

II – DAVACININ İDDİALARI VE TALEPLERİ

Davacı, kopan parmakların (A) ve (B) Hastaneleri tarafından gerekli müdahalelerin yapılmayarak yerine dikilmediğini, bu durumun hizmet kusuru olduğunu ve tazminat gerektirdiğini ileri sürerek maddi ve manevi zararlarının yasal faiziyle birlikte karşılanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

III – İNCELEME KONUSU KARAR

İdare Mahkemesinin 11.11.2003 tarih ve E:2003/1856, K:2003/1507 sayılı kararı;

“ Dava dosyasının incelenmesinden; davacının biçer makinesinde sol elinin başparmağı hariç bütün parmaklarını kaptırması üzerine sağlık ocağı yardımı ile kopan elin buza konularak acilen sağlanan araç ile (A) Hastanesi’ne sevk edildiği, (A) Hastanesinde elin canlı olduğu fakat Hastanelerinde mikroskobik mikroşirurji uzmanı olmadığı için kopan parçaların yerine dikilmesinin mümkün olmadığının bildirildiği, buradan hastanın (B) Hastanesine sevk edildiği, (B) Hastanesi’nde hastayla üç hekimin ilgilendiği, ancak hastanenin mikro cerrahi uzmanının izinde olması nedeniyle hastanın tekrar geldiği yer olan (A) Hastanesine sevkinin yapıldığı, sonuçta (A) Hastanesinde davacının bileğine ampütasyon uygulandığı ve parmaklarla elin kaybedildiği anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlık konusu olayda; sevk işlemlerinde ve ambulans temininde bir kusuru bulunmayan sağlık ocağının bağlı bulunduğu Sağlık Bakanlığı ile davacının kopan parmaklarını yerine dikebilecek (A) Hastanesinde konu ile ilgili mikro cerrahi uzmanının bulunmaması nedeniyle anılan Hastanenin bağlı bulunduğu Üniversiteye atfedilecek herhangi bir hizmet kusuru bulunmamaktadır.

Mahkememizin 14.02.2001 günlü ara kararı uyarınca diğer davalı (B) Üniversitesine; davacının hastaneye girişinin yapıldığı tarihte görevli mikro cerrahi uzmanının izinli olup olmadığı ile hastanede kaç mikro cerrahın bulunduğu sorulmuş, gelen cevabi yazıda; hastanede sadece bir tane mikro cerrahi uzmanının görevli olduğu ve anılan tarihte mikro cerrah …’ın izinli olduğu bildirilmiştir. Bu itibarla olayın oluşumunda davalılardan (B) Hastanesinin bağlı olduğu Üniversiteye de atfedilecek herhangi bir hizmet kusuru bulunmaması itibariyle davacıların maddi ve manevi tazminat istemleri yerinde görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davanın reddine, … oybirliğiyle karar verildi.

IV – TEMYİZ MERCİİ KARARLARI

Yerel Mahkeme kararının davacı tarafça temyiz edilmesi üzerine dosya Danıştay Onuncu Dairesi'nce temyizen incelenmiştir.

Anılan Daire, temyiz istemine konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu gerekçesiyle, kararın bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varmış ve temyiz taleplerini reddederek kararı oybirliğiyle onamıştır.[5]

Yine kararın düzeltilmesi istemi, aynı daire tarafından oybirliğiyle reddedilmiştir.[6]

V – HUKUKİ SORUN

Birinci hukuki sorun; (A) Hastanesinde replantasyon[7](Kopan organ ya da dokunun yerine dikilmesi) yapılmasına ilişkin operasyonun teknik altyapı, ekipman ve mikro cerrahi uzmanı yok denilerek yapılmadığının anlaşılması karşısında, bu yönüyle sunulmayan sağlık hizmeti dolayısıyla idarenin sorumlu tutulup tutulamayacağı, bu durumun idare açısından tazmin yükümlülüğü doğurup doğurmayacağıdır.

İkinci hukuki sorun ise; hastanın, iletişim kurulmaksızın (A) Hastanesine 260 kilometre uzakta bulunan (B) Hastanesine sevk edilmesinin tıp kurallarıyla bağdaşıp bağdaşmadığı ve durumun hizmet kusuru teşkil edip etmediğidir.

VI – DEĞERLENDİRME

A – GENEL OLARAK

Devleti, en geniş anlamda, kendisine tabi olan toplum adına ve toplum için karar alma yetkisine sahip, toplumsal düzeni ve sosyal istikrarı sağlayan kurumlar bütünü[8] olarak tanımlayabileceğimize göre, sağlık hizmeti sunmak da, toplumsal ve sosyal düzeni sağlamanın bir gereğidir. Bu bakımdan, sağlık hizmeti sunmanın devlet için aynı zamanda bir ödev olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde; Devletin, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlayacağı; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, iş birliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini planlayacağı ifade edildikten sonra Devletin, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği belirtilmiştir.

Anayasa Mahkemesi de, 17.01.1991 tarih ve E:1990/27, K:1991/2 sayılı kararı[9]nda; Anayasa’nın 56. maddesi ile sağlık alanında devlete yüklenen ödevlerin yerine getirilmesine ilişkin şu yorumu yapmıştır: “ Anayasa'nın 56. maddesinin 3., 4. ve 5. fıkraları devlete, kişilerin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmelerini sağlamak için sağlık kuruluşlarının hizmetlerini, düzenleme, denetleme ve organize etme gibi görevler yüklemiştir.

Yine Anayasa Mahkemesi'nin 16.07.2010 tarih ve E:2010/29, K:2010/90 sayılı kararı[10]na göre; "...Kişinin sahip olduğu hak ve hürriyetler önem dereceleri göz önünde bulundurularak Anayasa'da yer almıştır ... Kişilerin maddi ve manevi varlıklarını geliştirebilmelerinin mutlu ve huzurlu olabilmelerinin başlıca şartı, ihtiyaç duydukları anda sağlık hizmetlerine ulaşıp bu hizmetlerden yararlanabilmeleridir ... Sağlık hizmetleri, doğrudan yaşam hakkı ile ilgili olması nedeniyle diğer kamu hizmetlerinden farklıdır ... Sağlık hizmetinin temel hedefi olan insan sağlığı, mahiyeti itibarıyla ertelenemez ve ikame edilemez bir özelliğe sahiptir.

Görüldüğü üzere, sağlık hizmeti sunmak devlet için gereklilik ve ödev iken, bireyler için ise sağlık hizmeti almak en temel insan haklarından biridir. Böylesi önemli bir hak ve ödevin sunumu elbette ki insan eliyle gerçekleşecektir. Çünkü Devlet, bir kurumlar manzumesi olsa da, gerekli sağlık hizmetini sunarken soyut nitelendirmeden ayrılacak ve insan unsurunun tezahürü olan kamu personeli bünyesinde somutlaşacaktır.

Bir hukuk devletinde idarenin hukuka aykırı eylem ya da işlemler yapmaması ana kural olsa da, idarenin sunduğu hizmetlerin kamu personeli eliyle yürütülmesi, insan unsurunun bulunduğu her yerde olduğu gibi “hata” şeklinde kaçınılmaz bir sonuç doğuracaktır.

Kamu hastanelerinde sunulan sağlık hizmetinin idarenin bir eylemi olduğu noktasında kuşku yoktur. İdare bu hizmetini, sağlık personeli eliyle sunacağından, bu eylemler kapsamında doğacak olan zarardan da idare sorumlu olacaktır.[11] Bu hallerde sunulan hizmetin kusurlu işletilmesiyle ortaya çıkan “hizmet kusuru” kavramı gündeme gelecektir.

Danıştay içtihatlarında “hizmet kusuru” şöyle tanımlanmaktadır; İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluktur.[12]

Yine hizmet kusurunun; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşeceği ve bu durumlardan birinin gerçekleşmesi halinde idarenin tazmin yükümlülüğünün/sorumluluğunun doğacağı, doktrinde de kabul görmüş Danıştay’ın istikrar kazanmış uygulamalarındandır. [13] 

İdarenin tazmin sorumluluğun kaynağı Hukuk Devleti İlkesidir.[14] Bu ilkenin Anayasamızda yerini bulan hükümlerinden biri de Anayasanın 125. maddesidir. Nitekim madde metninde yer alan; “ idare,kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” ifadesi, idarenin sorumluluğunun anayasal dayanağını oluşturmaktadır.

Sorumluluk[15] kavramını en basit haliyle; hukuk kurallarınca öngörülen ödevin yerine getirilmemesi olarak tanımlamak mümkündür.[16]

Danıştay, İdarenin hukuki sorumluluğunu şöyle anlamlandırmaktadır;

“ … İdarenin hukuki sorumluluğu, kamusal faaliyetler sonucunda, idare ile yönetilenler arasında, yönetilenler zararına bozulan ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolay bireylerin uğradığı zararın idarece tazmin edilmesini sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu kurum, kamusal faaliyetler nedeniyle yönetilenlerin malvarlığında ortaya çıkan eksilmelerin ya da çoğalma olanağındaki yoksunluğun giderilmesi, karşılanabilmesi için aranılan koşulları, uygulanması gereken kural ve ilkeleri içine almaktadır… İdarenin hukuki sorumluluğu, kişilere lütuf ve atıfet duygularıyla belli miktarda para ödenmesini öngören bir prensip olmayıp; demokratik toplum düzeninde biçimlenen idare-birey ilişkisinin doğurduğu hukuki bir sonuçtur…”[17]    

Tıbbi hizmetlerde “ hizmet kusuru “, idarenin bir ajanı olan hekim yahut diğer sağlık personelinin hatalı uygulamasından kaynaklanabileceği gibi, sağlık personelinin tutum ve davranışlarından kaynaklanmasa da idarenin organizasyon eksikliğinden/hatasından[18] kaynaklanabilen, tamamen idare hukukuna göre özellikler arz eden objektif kusur tipidir.[19]

Konumuzla ilgisine binaen “Hatalı Tıbbi Uygulama”nın açıklanması gerekmektedir:

Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları'nın 13. maddesinde, tıbbi hata tanımlanmaktadır. Burada yer alan tanıma göre; “ Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi "hekimliğin kötü uygulaması" anlamına gelir.

Dünya Tabipleri Birliği’nin 44. Genel Kurulun’da kabul edilen sonuç bildirgesinde ise; hatalı tıbbi uygulama şöyle tanımlanmaktadır; “ Tıbbi kötü uygulama, hekimin tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi uygulamaması ile oluşan zarardır.[20]

Tıp biliminin standartlarına ve tecrübelere göre gerekli olan özenin bulunmadığı ve bu nedenle de olaya uygun gözükmeyen her türlü hekim müdahalesini, tıbbi uygulama hatası olarak adlandırabiliriz.[21] Olaya uygun gözükmeyen hekim yahut diğer sağlık personelinin müdahalesini özen yükümlülüğünün ihlali olarak nitelendirmek de mümkündür. Yani, hasta için teşhis, endikasyon, tıbbi tedbirin seçimi, bu tedbirin uygulanması, tedavi yahut cerrahi girişim sonrası bakım, hastanın aydınlatılması ve anamnez[22] alınmasındaki eksiklikler hekimin yahut diğer sağlık personelinin hastaya karşı göstermesi gereken özen yükümlülüğünün ihlali demektir. Burada özen eksikliğine Danıştay’ın güncel kararlarından örnekler vermekte yarar vardır. Zira burada dikkat çekmek istediğimiz husus, hatalı tıbbi uygulamanın sağlık personelinin doğrudan özen eksikliğinden yani sağlık personelinin tutum ve davranışından kaynaklandığını, idarenin organizasyon kusurunun bulunmadığını izah etmektir.

Kararlar şöyledir:

1. Davacının, … Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji servisinde yapılan ameliyatında sol bacağında matkap ucunun kırılması suretiyle kırılan parçanın yerinde bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla, her ne kadar kırılan (oyucu) matkap ucunun çıkarılmamasının kırığın iyileşmesine etkisinin olmayacağı ve exremitede kısalma veya sakatlığa neden olmayacağı belirtilmekte ise de, davacı hastanın vücudunun bir bölgesinde böylesi bir yabancı cisim ile yaşamaya katlanması beklenemeyeceğinden, bu yönüyle davacıya uygulanan tıbbi müdahalede sağlık hizmetinin kusurlu işletildiği sonucuna ulaşılmaktadır. Buna göre, İdare Mahkemesi’nce olayda sağlık hizmetinin kusurlu işletildiği kabul edilerek davacının tazminat istemi hakkında karar verilmesi gerekirken, davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.[23]

2. Davacıların çocuğu olan …'ın boğazındaki şişlik nedeniyle … Devlet Hastanesine tyrogrossal kist ön tanısıyla yatırıldığı, 09.08.2005 tarihinde tespit edilen kitlenin çıkarılması amacıyla adı geçenin  ameliyat edilerek ertesi gün taburcu edildiği, sonrasında sağlık durumunun kötüye gitmesi üzerine 28.06.2006 tarihinde  davacılar tarafından … Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne götürüldüğü, burada yapılan muayene sonucunda rahatsızlık veren durumun troid bezi yokluğundan kaynaklandığının belirtilmesi üzerine davacılar tarafından adı geçenin sağlının bozulduğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu'nca hazırlanan bilirkişi raporunda hastayı ameliyata hazırlarken ileri tetkikleri yapmayan Op. Dr. ….'nun uygulamasının tıp kurallarına uygun olmadığı, ayrıca hastanın patolojik incelemesinin de uygun olmadığı, bu nedenle Dr. ….'nun uygulamasının tıbben uygun olmadığı görüş ve kanaatine varıldığının bildirildiği, bu durumda davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğu sonucuna varıldığı anlaşılmaktadır[24]

3. Davacılar tarafından, küçük …’in doğumu esnasında göbek kordonunun kesilmesi sırasında sol el küçük parmağının da kesilerek uzuv kaybına neden olunması sonrasında, iş gücü kaybı nedeniyle hizmet kusuru esaslarına göre zararın tazmini istemiyle açılan dava sonucunda, İdare Mahkemesi'nce; sağlık hizmeti sırasında özensiz davranılarak ilgililerin zarar görmesine neden olunduğu anlaşıldığından, davalı idarenin ağır ve açık hizmet kusurunun var olduğu ve doğan zararı tazminle yükümlü olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile fazlaya ilişkin tazminat taleplerinin reddine dair verilen kararın, onanmasına karar verilmiştir.[25]

4. Davacının … Devlet Hastanesinde yapılan apandisit ameliyatı esnasında yanlışlıkla yumurtalıklarının alınmasında idarenin ağır hizmet kusuru bulunduğundan bahisle uğranıldığı iddia edilen zararlarına karşılık gelmek üzere 70.000-TL manevi tazminatın  yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan davada, İdare Mahkemesi’nce; ameliyatı gerçekleştiren doktorun uzmanlık alanına girmediği ve hastanın rızası olmadığı halde operasyonla, endikasyonsuz olarak overleri çıkarması ve çıkarılan parçaları patolojiye göndermemesi nedeniyle olayda 8/8 oranında  kusurlu olduğu yönündeki raporu göz önüne alınarak meydana gelen olayda kusurlu bulunup  dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu yaralamaya sebebiyet vermek suçu sabit görülerek cezalandırıldığı gerekçesiyle, bu hususlar göz önüne alındığında davalı idare tarafından davacıya sunulan kamu hizmetinin kötü işlediği ve bu nedenle davacının uğramış olduğu zararın idarece tazmini gerektiği gerekçesiyle   davacıya 10.000-TL  manevi tazminatın yasal faizi birlikte ödenmesine karar verilmiş ise de, takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersiz bulunduğundan Mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir.[26]

5. Davacının sağ böbreğinin olması gereken yerden biraz aşağıda bulunduğu halde, tetkiklerin eksik yapılması sonucunda, bu durumun davalı idare personeli doktor tarafından tespit edilemediği ve davacıya tıp kurallarına aykırı tanı konularak bu tanıya göre davacının ameliyat edildiğinin anlaşılması karşısında, davalı idarenin olayda hizmet kusuru bulunduğu; ameliyat sonrasında sağ böbreğinin olmadığı ve artık tek böbrekli olarak daha dikkatli yaşaması gerektiği yönünde bilgilendirilen davacının, yapılmaması gereken bir ameliyata maruz kalması ve ameliyatın gerçekleştiği 31.01.2002 tarihi ile sağ böbreğin var olduğunu öğrendiği tarihe kadar geçen yaklaşık üç buçuk yıllık sürede çektiği acı ve üzüntü karşılığında 10.000 TL manevi tazminatın, idareye yapılan başvurunun idarenin kayıtlarına girdiği tarihten itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesi yolunda karar veren İdare Mahkemesi kararının onanmasına karar verilmiştir.[27]

6. Davacıların bebeği …'un … Devlet Hastanesi'nde gerçekleştirilen doğumu esnasında idarenin ağır hizmet kusuru nedeniyle ölümüne sebebiyet verildiği iddiasıyla uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan dava sonucunda; Antalya 3. İdare Mahkemesince, dosyada bulunan bilgi ve belgeler ile Adli Tıp Kurumunca düzenlenen raporların değerlendirilmesi neticesinde; kalp sesi dinlenmek suretiyle bebeğin sıkıntıya girip girmediğine ilişkin takibin yapılmadığı, bu nedenle NST ve ÇKS verileri edinilmeyerek doğum takibinin eksik yapıldığı ve bebeğe uygulanan takip ve tedavilerin tıp kurallarına uygun olmadığı kanaatine ulaşılarak, hükmedilen tazminata ilişkin kararın onanmasına karar verilmiştir.[28]

7. Buna göre, gerek İdare Mahkemesince Adli Tıp Kurumu nezdinde yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda, gerekse Asliye Ceza  Mahkemesi’ne sunulan Yüksek Sağlık Şurası tarafından düzenlenen bilirkişi raporunda, 27.4.2007 tarihinde yapılan muayenede müteveffaya üriner sistem taşı tanısı konulması, akut batın olup olmadığını gösterecek tetkiklerin yapılmamış olması, ve icapçı uzmana danışılmamış olmasının tıbbi yönden eksiklik olarak belirtilmesi nedeniyle doktorun tali kusurlu bulunması, idarenin hizmet kusurunun varlığını göstermektedir.[29]

8. İdare Mahkemesi'nce, Adli Tıp Kurumu nezdinde yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan raporda, ameliyata katılan hemşirelerin ve doktorların gazlı bez ve gaz kompresi sayımlarını dikkatli ve özenli yapmamaları nedeniyle davacının ameliyat bölgesinde gaz kompres unutulmuş olduğu,  uygulamalarının tıp kurallarına uygun olmadığı, bu nedenle davalı idarenin meydana gelen olayda kusurlu olduğu gerekçesiyle 10.000 TL'lik manevi tazminatın kabulüne ilişkin kararının onanmasına karar verilmiştir.[30]

Peki, sağlık hizmetinin sunumunda, sağlık personelinin gerekli özeni gösterme yükümlülüğü yanında, idareye düşen yükümlülükler yok mudur?

Bu sorunun yanıtı, aynı zamanda hekim yahut diğer sağlık personeline kusur atfedilmediği ancak klinik organizasyonda eksiklik bulunduğu hallerde sorumluluğun tespitinde önem arz etmektedir.   

Sağlık İdaresinin klinik organizasyon bakımından birtakım yükümlülükleri vardır. Danıştay’a göre; idarelerin, kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak, yeterli araç ve gereçle donatılmış bina ve tesislerde, hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmek yükümlülüğü vardır.[31] Hatta Danıştay tarafından verilen bir kararda, “hekimin özen eksikliğinden kaynaklanan doğrudan girişim kusurunun irdelendiği bilirkişi raporunun yetersiz olacağı, olayda idarenin organizasyon kusurunun bulunup bulunmadığının da sunulan sağlık hizmetinin gereği gibi işleyip işlemediğinin değerlendirilmesi için irdelenmesi gerektiği “ vurgulanmıştır.[32]

Hizmet kusuru[33]; hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak kabul gördüğüne göre, sağlık uygulamalarındaki organizasyon kusuru için şu tanımı yapabiliriz: Sağlık hizmetinin sunumunda rol alacak nitelikli personelin seçimi, personelin yeterli düzeyde eğitilmesi, geliştirilmesi,  yeterli sayıda personel bulundurulması hususlarında ve sağlık hizmetine tahsis edilen araç-gereçler ile alt yapısal donanımların çalışır durumda bulundurulmaması gibi sağlık hizmetlerinin sunumuna ilişkin yapısal/işleyişsel eksikliklerdir.[34]

Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, hatalı tıbbi uygulamanın doğrudan sağlık personelinin özen eksikliğinden değil, idarenin organizasyon kusurundan kaynaklandığıdır.

O halde sağlık hizmetini sunmakla yükümlü sağlık idaresinin sağlık hizmetini sunarken tıbbi ameliye kapsamına doğrudan dahil edilemeyecek bir takım bakım, gözetim ve diğer yan yükümlülüklerini şöyle sıralayabiliriz:

Birincisi, sağlık hizmeti sunabilmek adına yeterli sayı ve düzeyde teknik donanım ile sağlık hizmeti sunmaya elverişli bina ve araçların kullanıma hazır şekilde bulundurulmasıdır.

Günümüz sağlık uygulamalarında gerek teşhis gerekse tedavi aşamasında teknolojinin etkin kullanımı vazgeçilmez boyutlara ulaşmıştır. Bu durum teşhis ve tedavinin süresini kısalttığı gibi, sonuca ulaşma adına hekim ve hastaya pek çok kolaylık da sağlamaktadır. Ancak günden güne artan nüfus ve hastalık çeşitliliği, eldeki donanımı yetersiz bırakabilmektedir. Her iki tablo da, idareyi tıbbi donanım teknolojisinde yeniliklere ayak uydurmaya zorlamakta hatta Anayasanın 56. maddesi gereğince de mecbur bırakmaktadır. Ancak idare bu uyumu her zaman gerçekleştiremediğinde ve yargı yerlerine yansıyan çeşitli uyuşmazlıklar doğmaktadır.

Şimdi konunun somutlaşması adına Danıştay tarafından verilmiş emsal niteliği haiz kararlara değinilecektir: 

1. İlgili sağlık birimi devlet hastanesi statüsünde olmasa dahi, ilçede yer alan Sağlık Bakanlığına bağlı en büyük kuruluşta kan tahlilinin yapılamıyor olması(tahlil yapabilecek cihaz bulunmuyor) başlı başına hizmet kusuru oluşturmaktadır. Belirtilen duruma göre, davacının yakınlarının başvurduğu …'daki sağlık kuruluşunda rahatsızlıklarının tanı ve teşhisine yönelik gerekli işlemlerin yapılamaması nedeniyle sağlık hizmetlerinin gereği gibi yürütülmediği ve hizmetteki söz konusu aksamadan dolayı davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğu anlaşılmaktadır..[35]

2. Bakılan davada hastanın ilk başvurusunda doğum sancısının başlamış olduğu, ancak “yeni doğan yoğun bakım ünitesinde yer olmadığı” gerekçesiyle hastaneye girişinin yapılmadığı ve hastanın ağır doğum sancısı çekmesine ve plasenta suyunun gelmeye başlamasına rağmen hastaneden ayrılmak zorunda kaldığı ve o gün sırasıyla gece saat 02.00’dan 17:30’a kadar toplam sekiz hastaneye müracaat ettiği ancak başvuruların tüm hastanelerde aynı gerekçe ile reddedildiği gözetildiğinde, kamu hizmetlerini eksiksiz şekilde yerine getirmekle görevli olan davalı idarenin bu hizmeti örgütlenmede ve hizmetin yürütülmesi için gerekli olan araç, gereç ve personelin sağlanmasında kusurlu olduğu, bunun sonucu olarak da hizmetin gereği gibi yerine getirilmemesinden sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır.[36]

3. Olayda, davacıların murisinin yoğun bakım ünitesinde kaldığı sürede şuurunun yerinde olmaması, ajite[37] bir hasta olması nedeniyle, elleri ve ayaklarından sürekli yatağa bağlanması suretiyle güvenlik yönünden gerekli önlemlerin alındığı bir odada yatırılması veya sürekli gözetim altında tutulması gerekirken, belirtilen önlemlerin alınmaması ve yoğun bakım ünitesinde görevli hemşirenin yoğun bakım odası içerisindeki lavaboya gittiği sırada 4. kattaki pencereden düşerek vefat etmesinde müteveffanın veya 3. bir kişinin kusurunun bulunmadığı, olayın tamamen davalı idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığı kanaatine ulaşılmıştır.[38]

4. Davacılar murisinin … Üniversitesi Hastanesi’ne sevk edilmesine rağmen ambulans yerine kendi imkânları ile gitmelerinin istenilmesi karşısında(Olay tarihinde B. İlinde bulunan 4 ambulansın 2'sinin Devlet Hastanesine ait ambulanslar olduğu ve anılan gün ve saatte ambulansların tamamının görevli olmadıkları kayıtların incelenmesinden anlaşılmaktadır.) B. İli nüfusu 100.000'nin üzerinde bir il olup bu büyüklükte bir ilde olay tarihinde sadece 4 adet ambulans bulunması hizmetin kötü işlediğinin bir göstergesi olduğu anlaşıldığından davayı reddeden İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.[39]

İkincisi, seçilen yeterli sayı ve nitelikteki sağlık personeli, sağlık hizmetinin özelliklerine ve gereklerine uygun olarak istihdam edilmelidir.

Sağlık idaresince, yerleşim yerlerinin özellikleri gözetilmeli ve buralarda sağlık hizmeti sunabilecek nitelikte personel istihdam edilmelidir. Zira; günümüzdeki hastalıkların farklılığı ve fazlalığı tıp biliminde uzmanlaşmayı gerektirmiştir.

Şimdi konunun somutlaşması adına Danıştay tarafından verilmiş emsal niteliği haiz kararlara değinilecektir: 

1. Davalı idareler bünyesinde faaliyet gösteren hastanelerde replantasyon ya da ampütasyon ameliyatının teknik altyapı olmadığı, ameliyathanenin steril olmadığı, ameliyatı yapabilecek personel bulunmadığı gibi gerekçesiyle yapılamaması, davalıların sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Zira tedavi için gerekli olan ameliyathane ortamının işler durumda bulundurulması ve bu cihazları kullanabilecek eğitimli personelin var edilmesi, davalı idarelere bağlı hastanelerin en önemli sorumluluklarından biridir. Hal böyle iken; böyle bir operasyonun yapılmasını sağlayacak teknik altyapı, cihaz ve uygun ekipman, teknik personel ya da yoğun bakımda yer bulunmadığı gerekçesiyle hastanın, devlet tarafından sosyal devlet ilkesi uyarınca sunulan sağlık hizmetinden yararlandırılmaması ve hastanın özel bir hastanede ücretli olarak tedavi görmek zorunda bırakılması, davalı idarelerce sunulan sağlık hizmetinin kötü işlediğini göstermektedir.[40]

2. … Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Başkanlığı'nın yazısından radyoloji uzman hekimlerinin mesai saatleri dışında nöbet tutmadıklarının anlaşıldığı, araştırma görevlisi doktorlar tarafından radyolojik tetkiklerin değerlendirildiği ve mesai saatleri içerisinde uzman radyologlar tarafından rapor haline getirildiği dikkate alındığında; iki rapor arasındaki farklılığın mesai saatleri dışında uzman radyologların nöbet tutmamasından kaynaklandığı, araştırma görevlisi …'ye kusur atfedilemeyeceği, bu durumun idari bir kusur olduğu..." ifade edilmektedir. Bu durumda meydana gelen ölüm olayı ile sunulan sağlık hizmeti kapsamındaki tıbbi uygulamalar arasında uygun illiyet bağı kurulamamış ise de; manevi tazminatın niteliği gereği meydana gelen durum ile tıbbi uygulamalar arasında illiyet bağının aranmayacağı açıktır.[41]

Üçüncüsü, sağlık hizmetinin mahiyetine uygun, insanın maddi ve manevi varlığına verilen değeri gözeten sağlık politikası izlenmelidir. 

Sağlık hakkının değeri, yadsınamaz boyuttadır. İnsan hak ve özgürlüklerinin kullanılması ancak sağlıklı bir birey için söz konusu olabilmektedir. Aksi halde sağlıksız bir birey için hak ve özgürlüklerin varlığı anlamsızlaşabilecektir. Örneğin geçirdiği kaza sonucu %100 oranında hareket kabiliyetini ve konuşma yetisini kaybeden kişi için başta ifade özgürlüğü, seyahat özgürlüğü gibi temel haklar kullanılamaz hale gelebilmektedir. Öyleyse değer biçilemez derecede önem arz eden sağlık hakkı; ulaşılabilir olan, çözüm odaklı, bireyin maddi ve manevi varlığını gözeten, eşitlik ilkesiyle pekiştirilmiş, olmalıdır.     

Şimdi konunun somutlaşması adına Danıştay tarafından verilmiş emsal niteliği haiz kararlara değinilecektir: 

1. Dava konusu olayda, bilgi edinme hakkının kullanılması kapsamında talep edilen başta hasta dosyası olmak üzere, epikriz ve ölüm raporlarının davacı tarafa süresinde verilmemesinin çocukları ölü olarak doğan anne ve baba nezdinde, sağlık uygulamalarının kusurlu işletildiği hususunda yaratılan şüphe ve ruhsal çöküntü manevi tazmin talebinin karşılanması gereğini ortaya koymaktadır.[42]

2. … Polikliniğine başvuran davacıyı muayene eden ilgili hekimlerce bazı tetkik ve tahlillerin yapılmasının istendiği, ancak istenilen teknik ve tahlillerin bir kısmının hastanece yapılmadığı, ek ücret ödemeyi kabul etmesi halinde tetkik ve tahlillerin yapılabileceğinin ifade edildiği, davalı idarenin hastane otomasyon sisteminde yaptığı düzenlemenin Tedavi Yardımına İliştin Uygulama Tebliğine aykırı olması, hastanın Tebliğ kapsamında bulunan tüm tetkik ve tahlillerin paket fiyat karşılında hastanece yapılmasının zorunlu olması, tetkik ve tahlillerin yapılabilmesi için hastadan ek ücret alınmasına olanak veren bir kuralın bulunmaması, paket fiyat uygulamasına ilişkin Tebliğin Danıştay 5. Dairesinin 13.06.2006 tarih ve E:2006/4184 sayılı kararı ile yürütülmesinin durdurulması nedeniyle, davacının sağlık hizmetine erişim ve tedavi hakkını hukuka aykırı bir şekilde sınırlayan idarenin olayda hizmet kusurunun bulunduğu anlaşılmıştır.[43]

3. Bebek hakkında ölüm kararı verildikten sonra, ölü bebeğin küçük bebek hastalara kullanılan alt bezine sarılarak ve yapıştırıcı bant ile bantlanarak babasına teslim edildiği, babanın ''Bu insan, böyle götürülmez'' demesi üzerine görevli kişinin hastane yemekhanesine giderek içinde reçel bulunan karton kutuyu boşalttığı ve öldüğü belirtilen bebeği bezle sarılı olarak karton kutunun içinde babasına teslim ettiği anlaşılmıştır. Uzun yıllar sonra ve birçok tedavinin ardından tüp bebek sistemi ile sahip oldukları ikiz bebeklerinden birini doğum esnasında, diğerini de doğum sonrası süreçte kaybeden aileye ölü bebeklerini nasıl teslim almak istedikleri hususunda bir soru yöneltilmeksizin ölü bebeğin insani vasıflara yakışmayan, onur ve haysiyet kırıcı bir şekilde alt bezine sarılarak ve bant ile yapıştırılarak babaya teslim edildiği ve ailenin bu durum karşısında yoğun elem ve ızdırap duyduğu anlaşılmış, söz konusu elem ve ızdırabın giderilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.[44]

Bu üç yükümlülüğün özünde yatan şudur; bireylerin sağlıklı olarak yaşayabilmesi, hastalandığında da gerekli tedaviye ulaşabilmesi için sunulacak sağlık hizmetinin kesintisiz olarak devam etmesidir. Çünkü, sağlık hakkının diğer haklara göre önceliği mevcuttur. Anayasa Mahkemesinin tabiriyle “ … Sağlık hizmetinin temel hedefi olan insan sağlığı sorunu, ertelenemez ve ikame edilemez niteliktedir…”[45]

B – İNCELEME KONUSU KARARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Dava konusu olayın gerçekleştiği 2000 yılı nüfus verilerine göre (A) Hastanesinin bulunduğu ilin şehir merkezi nüfusu 361.235 iken, il geneli toplam nüfus 937.398'dir. Yine 2000 yılında (A) Hastanesinin bulunduğu ilin hastane verileri incelendiğinde; bu ildeki en donanımlı hastanenin, (A) Hastanesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda olayın gerçekleştiği tarihte nüfusu 1 milyona yaklaşan ilde en kapsamlı teknik ekipman ve personel niteliğine sahip olması gereken sağlık kuruluşu (A) Hastanesi olmalıdır. Böylesi bir niteliğe ve sorumluluğa sahip olmak elbette ki, sağlık idaresine ihmale gelmez birtakım sorumluluklar yükleyecektir.

Bu tespiti yapmamızın bir sebebi de şudur: Bilindiği üzere, sağlık hizmeti yapılanması, sağlık kurum ve kuruluşlarını kategorize eden bir sistemi öngörmüştür. Birinci basamakta bulunan sağlık kuruluşlarından anlamamız gereken, aile sağlığı merkezi düzeyinde hizmet veren özel ya da kamuya ait sağlık kuruluşlarıdır. İkinci basamakta yer alan sağlık kuruluşları; devlet hastanesi düzeyindeki özel veya kamuya ait sağlık kuruluşlarıdır. Üçüncü basamakta bulunan sağlık kuruluşları ise, üniversitelerin tıp fakültelerine bağlı olarak hizmet veren üniversite hastaneleri ile eğitim ve araştırma hastaneleridir. Bu sistem gerek sahip olduğu teknik donanım gerekse personel niteliği bakımından kendi içerisinde bir hiyerarşiye sahiptir. Basit bir örnek vermek gerekirse, yaşadığı sağlık problemi için aile sağlığı merkezine başvuran kişinin durumu, aile sağlığı merkezinin imkânlarını aşan daha ileri tetkik ve/veya tedavi gerektiriyorsa, bu kişi üst basamak olan devlet hastanesine yönlendirilecektir. Devlet hastanesindeki imkânların da yetersiz kalması halinde başvurulabilecek son nokta ya üniversite hastaneleridir ya da eğitim ve araştırma hastaneleridir.

Her sağlık kuruluşunda olduğu gibi, esas yükümlülük, hastaya, ihtiyaç duyduğu zamanda ve nitelikte gerekli tıbbi bakımı sunmaktır. Hastaların tedavilerini gerçekleştirme amacına hizmet etme adına (A) Hastanesi idaresinin, somut organizasyon yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu kapsamdaki yükümlülükler; hastanenin bakımını sağlama, hekim ve diğer sağlık personeline uygun çalışma ortamı hazırlama, tedavi için gerekli nitelikli personel istihdam etme, tedavi kapsamında ihtiyaç duyulan tüm tıbbi cihazları bulundurma, ihtiyaç halinde sevk için ambulans bulundurma, tıbbi bilgi ve belgeleri saklama, diğer sağlık kuruluşlarıyla koordinasyon kurma bunlardan bazılarıdır. Bu yükümlülükler, günden güne artan nüfus, hastalık çeşitliliği ve gelişen teknoloji dikkate alındığında, gerekliliğini daha da hissettirmektedir.

Sağlık kuruluşlarını kategorize eden yapılanma ile (A) Hastanesinin bulunduğu ilin nüfus yoğunluğu bir arada değerlendirildiğinde, yörenin en gelişmiş ve “üniversite hastanesi” statüsüne sahip sağlık kuruluşu olan (A) Hastanesi, ileri tetkik ve tedavi gerektiren yahut sıkça karşılaşılmasa dahi bu tür durumlarda gerekli personel ve donanım bakımından her türlü vakaya bakmaya hazır olmalıdır.

Somut olay özelindeki değerlendirmemize gelince; kopan parmakların teknik cihazları kullanabilen mikro cerrahi uzmanları tarafından başarılı bir şekilde yerlerine dikilmesinin, ancak kısıtlı bir zaman içinde mümkün olduğu tıbbi bir gerçek olduğuna göre bu konudaki tıbbi müdahaleye yönelik tüm eylem ve işlemlerin mümkün olabilen en kısa zaman dilimi içerisinde yapılması gerekecektir.

Bu bakımdan parmakları kopan hasta için replantasyon öngören mikro cerrahi ameliyatının, ameliyatı yapabilecek uzman hekim bulunmadığı ve/veya teknik altyapı olmadığı gerekçesiyle yapılamaması davalılardan (A) Hastanesinin bağlı olduğu Üniversitesi Rektörlüğünün sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Zira (A) Hastanesinde ameliyatın yapılmayarak sevk için geçen süre ile hastanın içinde bulunduğu klinik tablo birlikte değerlendirildiğinde, sağlık hizmetinin kötü işlediğini gösterdiğinden bu durum idarenin tazmin sorumluluğunu gerektirecektir. Zira tedavi için gerekli olan cihazların çalışır durumda bulundurulması ve bu cihazları kullanabilecek eğitimli personelin var edilmesi, 937.398 nüfusa sahip ve Üniversite bünyesinde teşkilatlanan ve hizmet veren (A) Hastanesinin en önemli sorumluluklarından biridir. 

Hal böyle iken, (A) Hastanesinin bağlı olduğu idarenin, sağlık hizmetini kusurlu işletmesi nedeniyle, hak sahipleri nezdinde oluşan zararı tazmin etmesi gerektiği yönünde hüküm kurmak yerine, dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddeden İdare Mahkemesi kararına ve bu kararı tasdik eden Danıştay kararına katılmak mümkün olmamıştır.

İnceleme konusu kararın, katılmadığımız diğer kısmı işe şöyledir;

(A) Hastanesi’nde hastaya müdahale edebilecek mikro cerrahi uzmanı hekim ile yardımcı personelin ve teknik ekipmanların anılan bulunmaması nedeniyle, hastanın içinde bulunduğu klinik tablo (Olayda zaman kaybedilmeksizin müdahale gerektiren acil vaka söz konusudur.) gözetilerek en uygun tıbbi merkeze sevk edilmesi noktasında gereken titizliğin gösterilmesi zorunluluk arz etmektedir.

Hastanın içinde bulunduğu klinik tablo, sevk düşünülen sağlık merkezi ile iletişim kurularak ilgili uzman hekim ve diğer sağlık personeli ile gerekli ekipmana sahip ameliyathane ortamının mevcut olup olmadığının araştırılmasını zorunlu kılmaktadır. Hatta sevke karar verilmişse, yine gerekli iletişim sağlanarak, hastanın sevk edilecek sağlık kuruluşuna ulaşıncaya kadar ameliyatta bulunacak uzman hekim ve diğer sağlık personeli ile ameliyatta kullanılacak ekipman ya da tıbbi malzemenin hazır hale getirilmesi gerekmektedir.

Bu nedenle hastanın, bünyesinde bir mikro cerrahi uzmanı bulunduğu varsayılarak, gerekli araştırma yapılmayıp, iletişim kurulmaksızın 260 kilometre uzaklıktaki (B) Hastanesine sevk edilmesi de tıp kurallarıyla bağdaşmamaktadır. Nitekim hasta, (B) hastanesine ulaşmışsa da, bu hastane kadrosunda bulunan tek mikro cerrahi uzmanının izinde olması nedeniyle, hastaya müdahale edilememiş ve hasta (A) Hastanesine geri gönderilmiştir. Hasta (A) Hastanesine tekrar ulaştığında ise, kopan organlar canlılığını yitirip replantasyon şansı kalmadığından, bileğine ampütasyon uygulanmıştır.

Bu itibarla, hastanın içinde bulunduğu klinik tablo zaman kaybedilmeksizin müdahale gerektirmesine rağmen, gerekli koordinasyonun sağlanmaması nedeniyle hasta uygun olmayan merkeze sevk edilmiştir. Bu durumda, kaybedilen zaman neticesinde tedavisinin imkânsızlaşmasına neden olan (A) Hastanesinin bağlı bulunduğu Üniversitesi idaresinin hizmeti kusurlu işletmesi nedeniyle doğan zarardan sorumlu tutulması gerecektir.

Yine bu duruma rağmen, sağlık hizmetini kusurlu işleten idarenin, hak sahipleri nezdinde oluşan zararı tazmin etmesi ikinci bir gerekçe teşkil edecekken, bu yönde hüküm kurmak yerine, dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddeden İdare Mahkemesi kararına ve bu kararı tasdik eden Danıştay kararına katılmak mümkün olmamıştır.

SONUÇ

Anayasa’nın 125. Maddesi’nde yer alan, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğuna ilişkin hükmün, idarenin sorumluluğunun anayasal dayanağını oluşturduğunu ifade ettik.

Yine sağlık hizmetini sunmakla yükümlü sağlık idaresinin sağlık hizmetini sunarken tıbbi ameliye kapsamına doğrudan dahil edilemeyecek bir takım bakım, gözetim ve diğer yan yükümlülüklerinin bulunduğunu, bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesinin tazmin sorumluluk doğuracağını 3 madde halinde gerek Danıştay kararları gerekse doktrin nezdinde kabul görmüş uygulamalar üzerinden anlatmaya çalıştık.

Zira burada dikkat çekmek istediğimiz husus; hatalı tıbbi uygulamanın, sağlık personelinin özen eksikliğinden kaynaklanmadığı, idarenin organizasyon eksikliğinden kaynaklandığı ve bu durumun hekim yahut diğer bir sağlık personeline atfedilecek bir durum olmayıp tamamen sağlık idaresinin klinik organizasyon eksikliği/kusuru nedeniyle oluştuğu, söz konusu gereklerin yerine getirilmemesi halinde oluşacak zarardan sağlık idaresinin sorumlu olacağıydı.

Bu açıklamalardan sonra, inceleme konusu İdare Mahkemesi kararına ve bu kararı tasdik eden Danıştay kararlarına iki farklı gerekçeyle katılmadığımızı ifade etmiş olduk.

Her iki gerekçenin özünde, sunulan sağlık hizmetinin organizasyon kusuru içermesi nedeniyle idarenin tazmin sorumluluğunun olması gerektiği, bu yönüyle davanın reddi yerine tazminata hükmedilmesi gerektiği yatmaktadır.

Av. Gamze Çelikkol

Hüseyin Çelikkol

KAYNAKÇA

KİTAPLAR:

ÇAĞLAYAN, Ramazan, “İdarenin Sorumluluğu Anlamında Bedensel Zarar Kavramı ve Uygulaması”, Yeni Gelişmeler Işığında Bedensel Zararların Tazmini Ulusal Kongresi, Türkiye Barolar Birliği Yayınları,  C. 2, Ankara, 2016

ERDOĞAN, Mustafa, “Anayasal Demokrasi” Siyasal Kitabevi, Ankara, 2014

GÜNDAY, Metin; İdare Hukuku “  İmaj Yayınevi, Ankara, 2011

HAKERİ, Hakan, “Tıp Hukuku”, Seçkin Yay., Ankara, 2012

KOCATÜRK, Etkan, “ Açıklamalı Tıp Terimleri Sözlüğü “, Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum, 1981

POLAT, Oğuz, “Tıbbi Uygulama Hataları” Seçkin Yay. Ankara, 2015

ÖZTÜRKLER, Cemal, “ Hukuk Uygulamasında Tıbbi Sorumluluk, Teşhis, Tedavi ve Tıbbi Müdahaleden Doğan Tazminat Davaları”, 2. B., Ankara, 2006

POLAT, Oğuz, “Tıbbi Uygulama Hataları” Seçkin Yay. Ankara, 2015

YILMAZ, Ejder, “ Hukuk Sözlüğü “ Yetkin Yayınları, Ankara, 2002

KARARLAR:

Anayasa Mahkemesi Kararları

Danıştay Kararları

İNTERNET KAYNAKLARI:

www.anayasa.gov.tr/icsayfalar/kararlar/kbb.html

www.resmigazete.gov.tr

www.saglikkutuphanesi.net/sozluk-detay.asp?sozluk=14

----------------------

[1] Günümüzdeki karşılığı; aile sağlığı merkezidir.

[2] Dokuları mikroskop altında ameliyat edebilecek yetki ve uzmanlığa sahip tıp doktorudur.(Etkan Kocatürk, “Açıklamalı Tıp Terimleri Sözlüğü“, Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum, 1981, s. 422.)

[3] Mikro cerrahiyi, dokuların mikroskop altında ameliyat edilmesi olarak tanımlamak mümkündür.

[4] Ampütasyon, ameliyat yoluyla vücudun bir parçasının kesilip alınmasıdır. (Ejder Yılmaz, “ Hukuk Sözlüğü “ Yetkin Yayınları, Ankara, 2002, s. 73.)

[5] Danıştay Onuncu Dairesi’nin 04.04.2007 tarih ve E:2004/8074, K:2007/1647 sayılı kararı.

[6] Danıştay Onuncu Dairesi’nin 24.06.2008 tarih ve E:2007/6706, K:2008/4796 sayılı kararı.

[7] Replantasyon sözcüğünü, yeniden yapışma, tutunma olarak ifade edebiliriz.( Kocatürk, s. 590.) Replantasyon ile dokuların yerine uygun tekniklerle dikilmesiyle doku canlılığının tekrardan kazandırılması amaçlanmaktadır.

[8] Mustafa Erdoğan, “Anayasal Demokrasi” Siyasal Kitabevi, Ankara, 2014, s. 342.

[9] İş bu karar Anayasa Mahkemesi’nin internet sitesinde bulunan “ Kararlar Bilgi Bankası” menüsünden temin edilmiştir. (http://www.anayasa.gov.tr/icsayfalar/kararlar/kbb.html  E.T: 31.03.2016)

[10] 04.12.2010 ve 27775 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. (http://www.resmigazete.gov.tr E.T: 31.03.2016)

[11] İdarenin mali sorumluluğuna yol açan kusur nesnel niteliktedir. Yani kamu görevlisinin kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın sunulan hizmetin kusurlu işletildiğinin anlaşılması hali, sorumluluk/yükümlülük için yeterlidir. Nitekim, Anayasa’nın 129. maddesinin 5. fıkrasında yer alan; “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” bu hususu destekler niteliktedir

[12] Danıştay 15. Dairesi’nin 11/03/2015 tarih ve E:2013/7669, K:2015/1396 sayılı kararından alınmıştır.

[13] Metin Günday, “ İdare Hukuku “  İmaj Yayınevi, 2011, Ankara, s.370-371.

[14] Günday, s. 368.

[15] Sorumluluk kavramı yerine mes’uliyet kavramı da kullanılmaktadır.

[16] Ramazan Çağlayan, “İdarenin Sorumluluğu Anlamında Bedensel Zarar Kavramı ve Uygulaması”, Yeni Gelişmeler Işığında Bedensel Zararların Tazmini Ulusal Kongresi, Türkiye Barolar Birliği Yayınları,  C. 2, Ankara, 2016, S. 225.

[17] Danıştay 15. Dairesi’nin 15/04/2015 tarih ve E: 2014/8898,  K:2015/2185 sayılı kararından alınmıştır.     

[18] Danıştay Onuncu Dairesi'nin E:2009/8454, K:2009/7726 sayılı kararında; “… İdarelerin kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak yeterli araç ve gereçle donatılmış bina ve tesislerde, hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmek yükümlülüğünün bulunduğu... “ ifade edilmektedir.

[19] Oğuz Polat, “Tıbbi Uygulama Hataları” Seçkin Yay. Ankara, 2015,  s. 285.

[20] Cemal Öztürkler, “ Hukuk Uygulamasında Tıbbi Sorumluluk, Teşhis, Tedavi ve Tıbbi Müdahaleden Doğan Tazminat Davaları”, 2. B., Ankara, 2006, s. 337’den Nakleden, Hakan Hakeri, “Tıp Hukuku”, Seçkin Yay., 2012, Ankara, s. 510.

[21] Hakeri, s. 498.

[22] Anamnez, hastanın hastalık öyküsünün dinlenmesi olarak nitelendirilebilir.

[23] Danıştay 15. Dairesi’nin 04.06.2014 tarih ve E:2013/3949, K:2014/4718 sayılı kararı.

[24] Danıştay 15. Dairesi’nin 02.04.2014 tarih ve E:2013/4334, K:2014/2341 sayılı kararı.

[25] Danıştay 15. Dairesi’nin 22.05.2014 tarih ve E:2013/4162 , K:2014/4188 sayılı kararı.

[26] Danıştay 15. Dairesi’nin 20.03.2014 tarih ve E:2013/3957, K:2014/2049 sayılı kararı.

[27] Danıştay 15. Dairesi’nin 13/06/2014 tarih ve E:2013/4284, K:2014/5322 sayılı kararı.

[28] Danıştay 15. Dairesi’nin 05/12/2014 tarih ve E:2013/2108, K:2014/9329 sayılı kararı.

[29] Danıştay 15. Dairesi’nin 02.04.2014 tarih ve E:2013/4458, K:2014/2342 sayılı kararı.

[30] Danıştay 15. Dairesi’nin 12.03.2014 tarih ve E:2013/3862, K:2014/1699 sayılı kararı.

[31] Danıştay’a göre Onuncu Dairesi'nin E:2009/8454, K:2009/7726 sayılı kararı.

[32] Danıştay 15. Dairesi’nin 11.03.2015 tarih ve E:2013/4509, K:2015/1398 sayılı kararında yer alan ifade aynen şöyledir; İdare Mahkemesi'ne sunulan Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu Raporu'nun sonuç kısmında; "Nöroşirurji Uzmanı Dr. …'un eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu " ifade edilmiştir. Görüldüğü üzere sunulan raporda, sunulan sağlık hizmetinin tıp kurallarına uygunluğu hekim uygulamaları bazında incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Oysaki, İdarenin araç/gereç/cihaz eksikliği, teşkilatı yetersiz kurması yahut tıbbi ameliyedeki organizasyon eksikliği nedeniyle tedavide aksamaya yol açması da bir tür hata olarak nitelendirilmekte, İdarenin sunduğu sağlık hizmetinin gereği gibi işlememesini ifade etmektedir. Bu durumda tıbbi ameliye kapsamına dahil edilemeyecek bir takım bakım, gözetim ve diğer yan yükümlülüklerin hiç veya gereği gibi yapılmaması nedeniyle oluşacak zararlarda, İdarenin sorumluluğundan söz edilebilecektir. Durum böyle olunca Adli Tıp 3. İhtisas Dairesi tarafından hazırlanan raporda, açıklanan hususların dikkate alınmayarak İdarenin kusurlu olup olmadığı noktasında ayrıca bir inceleme yapılmaması diğer bir eksikliktir.  

[33] Danıştay 15. Dairesi’nin 11.03.2015 tarih ve E:2013/7669, K:2015/1396 sayılı kararından alınmıştır.

[34] Polat, s. 285.                                                                        

[35] Eskişehir İdare Mahkemesi’nin 13.05.2014 tarih ve E:2013/952, K:2014/602 sayılı kararıdır.

[36] Danıştay 15. Dairesi’nin 17.04.2014 tarih ve E: 2013/4010, K:2014/2916 sayılı kararı.

[37] Ajite hasta, saldırganlığa varan davranış bozukluğu içerisindeki huzursuz, taşkınlık yapan hastayı ifade etmektedir.( http://www.saglikkutuphanesi.net/sozluk-detay.asp?sozluk=14 E.T: 09.04.2016)

[38] Danıştay 15. Dairesi’nin 28.01.2015 tarih ve E:2013/7075, K:2015/296 sayılı kararı.

[39] Danıştay 15. Dairesi’nin 13.05.2014 tarih ve E:2013/4299, K:2014/3649 sayılı kararı.

[40] Danıştay 15. Dairesi’nin 10.12.2015 tarih ve E:2015/407, K:2015/8736 sayılı kararı.

[41] Danıştay 15. Dairesi’nin 07.05.2015 tarih ve E:2014/7680, K:2015/2672 sayılı kararı.

[42] Danıştay 15. Dairesi’nin 15.04.2014 tarih ve E:2014/5076, K:2015/2184 sayılı kararı.

[43] Danıştay 15. Dairesi’nin 03.03.2015 tarih ve E:2013/5496, K:2015/1250 sayılı kararı.

[44] Danıştay 15. Dairesi’nce 17/04/2014 tarih ve E:2013/4309 , K:2014/2946 sayılı kararla onanan Balıkesir İdare Mahkemesi’nin 24/02/2011 tarih ve E:2010/172; K:2011/352 sayılı kararı.

[45] Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2007 tarih ve E:2004/114, K:2007/85 sayılı kararı.