KANUN YARARINA BOZMA YASA YOLUNDA BOZMA KARARININ ETKİLERİ

Abone Ol

Kanun yararına bozma yasa yolu olağanüstü yasa yollarından biri olup uygulama ve öğretide çeşitli isimlerle anılmaktadır.[1]

Yasa yolu koşulu

Hâkim veya mahkemece verilip istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlere yönelik olarak KYB yoluna gidilebilir.

Başvuru nedenleri

Maddi hukuka veya muhakeme hukukuna ilişkin hukuka aykırılıklar bulunması halinde başvurulan bir yasa yoludur.

Başvurunun yapılacağı makam

Maddi hukuka veya muhakeme hukukuna ilişkin hukuka aykırılıklar olduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtayca bozulması talebini, kanuni nedenlerini açıklayarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirmesi gerekmektedir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yapacağı işler

Adalet Bakanlığının bildirimi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının da hükmün veya kararın bozulması talebini içeren yazısına bu nedenleri aynen yazarak Yargıtay ilgili ceza dairesine vermesi gerekir.

Yargıtay’ın vereceği karar türleri

Burada ileri sürülen nedenlerin Yargıtay’ca yerinde görülmesi hâlinde karar veya hüküm kanun yararına bozulacak, yerinde görülmezse talep reddedilecektir.

KYB denetimi ile ülke genelinde uygulama birliği sağlanmış olacaktır. Bunun yanında hâkim ve mahkemelerce verilen cezaya ilişkin karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıklar, toplum ve birey açısından hukuk yararına ortadan kaldırılmış olacaktır.

Bozma sonrası yapılacak işlemler ve bu işlemleri gerçekleştirecek merciler ile bozma kararının etkileri şunlardır:[2]

a) CMK m. 223 hükmünde tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin ise: Bu durumda kararı veren hâkim veya mahkeme, gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yeniden karar verir.

b) Mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin ise: Bu durumda kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm verilir. Bu hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz.

c) Davanın esasını çözüp de mahkûmiyet dışındaki hükümlere ilişkin ise: aleyhte sonuç doğurmaz ve yeniden yargılamayı gerektirmez.

c) Hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektiriyorsa cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini

d) gerektiriyorsa: Bu durumda bu hafif cezaya Yargıtay ceza dairesi doğrudan hükmedecektir.

Bozmanın 5271 sayılı CMK m. 223 hükmünde tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin olması: CMK m. 309/4-a hükmü gereğince; kararı veren hâkim veya mahkemece gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yeniden karar verilecektir.

Bu durumda yargılamanın tekrarlanması yasağına ilişkin kurallar uygulanamayacaktır. Ayrıca bu durumda davanın esasını çözen bir karar yoktur. Bu nedenle verilecek hüküm veya kararda, lehe ve aleyhe sonuçtan da bahsedilmesi mümkün olmayacaktır.

Mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma ya da kısıtlama sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin olması: Bu durumda CMK m. 309/4-b hükmü gereğince, kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm verilecek, ancak bu hâlde verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacaktır.

Davanın esasını çözen mahkûmiyet dışındaki diğer hükümlerin bozulması: Bu durumda CMK m. 309/4-c hükmü gereğince, aleyhte sonuç doğurucu herhangi bir işlem yapılması mümkün değildir. Burada yeniden yargılama yapılması yasağı nedeniyle kanun yararına bozma kapsamında yeniden yargılama da gerekli değildir.

Bozma nedeninin hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektirmesi hâlinde cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektirmesi: Bu durumda bu hafif cezaya Yargıtay ilgili ceza dairesince doğrudan hükmedilecektir. Bu hâlde de yargılamanın tekrarlanması yasağı vardır. Yargıtay ceza dairesince hükmün bozulması ile yetinilmeyip gereken kararın doğrudan ilgili daire tarafından verilmesi gerekir (CMK m. 309/4-d).

CMK m. 309 hükmü aşağıda belirtilen hususları ayrıntılı bir şekilde göstermektedir:[3]

1) Bir karar veya hükmün kanun yararına bozulmasının, ilgili aleyhine sonuç doğurup doğurmayacağı hükümde gösterilmiştir.

2) Bozma sonrasında kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden inceleme, araştırma ve yargılama yapılıp yapılamayacağı hükümde açık bir şekilde belirtilmiştir.

3) Hangi hâllerde Yargıtay’ın doğrudan hükmetme yetkisinin bulunduğu hükümde gösterilmiştir.

4) Bu düzenlemede, kanun yararına bozmanın sonuçları ve bozma sonrasındaki uygulama belirlenmiştir.

5) Yasal düzenlemede “karar” ve “hüküm” ayrımı gözetilmiştir.

6) Mahkûmiyet hükmü ile davanın esasını çözen veya çözmeyen diğer hükümler bakımından farklı uygulama ve sonuçlar öngörülmüştür.

Hüküm çeşitleri

Hüküm türleri CMK m. 223’te açık bir şekilde gösterilmiştir. Buna göre hüküm türleri şunlardır:

1) Mahkûmiyet,

2) Beraat,

3) Ceza verilmesine yer olmadığı kararı.

4) Güvenlik tedbirine hükmedilmesi,

5) Davanın reddi,

6) Davanı düşmesi.

Belirtmek gerekir ki, “adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararları” da yasa yolu açısından hüküm sayılmaktadır.[4]

Uyuşmazlığı sona erdiren, davanın esasını çözen nitelikteki hükümler şunlardır:[5]

1) Mahkûmiyet,

2) Beraat,

3) Ceza verilmesine yer olmadığı kararı,

4) Güvenlik tedbirlerine hükmedilmesi.

Yargıtay, zamanaşımı, genel af ve davadan vazgeçme gibi düşme nedenlerinden birine dayanılarak verilen mahkeme kararlarının da davanın esasını çözümleyen kararlardan olduğunu bazı kararlarında ifade etmektedir.[6]

Ayrıca adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararlarının, kanun yolu bakımından hüküm sayıldığı kabul edilmektedir.[7]

Bu kararların davanın esasını çözen nitelikteki kararlardan olmadığı çok açıktır. Yine CMK m. 223’te belirtilen hüküm türleri arasında yer almayan durma kararları da davanın esasını çözmezler.

Belirtmek gerekir ki, adli hataların “olağanüstü itiraz” veya “kanun yararına bozma” yasa yollarıyla giderilebilmesinin mümkün olduğu durumlarda, yargılamanın yenilenmesi yasa yoluna gidilemez.[8]

Hâkim veya mahkeme tarafından verilip istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerdeki, gerek maddi hukuka gerekse usul hukukuna ilişkin aykırılıkların, “kanun yararına bozma” kanun yoluyla giderilebilmesinin mümkündür.

Örneğin; aralarında hukuki kesinti bulunmayan 25.04.2010 ve 29.04.2010 tarihli kullamak için uyuşturucu madde bulundurma suçlarından ayrı ayrı adli para cezasına mahkûm edilen sanığın, temyiz edilmeksizin kesinleşen söz konusu bu hükümlere konu eylemlerinin, TCK’nın 43. maddesi gereğince zincirleme suç kapsamında kalıp kalmadığı hususunun, CMK m. 309 ve devamı hükümlerinde düzenlenmiş olan “kanun yararına bozma” yasa yoluyla incelenmesi mümkündür.[9]

Eksik inceleme ve delillerin takdiri

Eksik incelemeye dayalı olarak karar verildiğinden bahisle kanun yararına bozma yoluna başvurulması mümkün değildir. Bu durumda ortada hukuka aykırılık hali yoktur. Bu durumda kanıtların mahkûmiyete yeterli olup olmamasına ilişkin değerlendirme yanlışlığından kaynaklanan bir uyuşmazlık hali söz konusudur.[10]

Suçun oluşmadığı yönündeki iddialar

“Suçun unsurlarının oluşmadığı” hususu kanun yararına bozma konusu yapılabilir.[11]

HAGB ve hukuka aykırılıklar

Gerek koşulları oluştuğu halde bu konuda hiçbir değerlendirme yapılmaması gerekse hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararındaki hukuka aykırılıkların, hâkimin takdir hakkına ilişkin bir husus olmaması nedeniyle kanun yararına bozma konusu yapılabilecektir.[12]

Kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunması

Yargıtay, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturulmak suretiyle meydana getirilen hukuka aykırılığın, yasa yararına bozmaya konu edilebileceğini bazı kararlarında ifade etmektedir.[13]

------------------

[1] Öğretide “olağanüstü temyiz” ismiyle bilinmektedir. 5320 sayılı Kanun'un 18. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı CMUK’da ise “yazılı emir” olarak isimlendirilmiştir. KYB, olağanüstü kanun yolu olarak 5271 sayılı CMK m. 309 ve 310 hükümlerinde “kanun yararına bozma” olarak yeniden düzenlenmiştir.

[2] Bozma sonrası yapılacak işlemler ve bu işlemleri gerçekleştirecek merciler ile bozma kararının etkileri ise, bozulan hüküm veya kararın türü ve bozma nedenlerine göre ayrıma tabi tutularak, bu husus 5271 sayılı CMK m. 309/4 hükmünde düzenlenmiştir.

[3] 5271 sayılı CMK’nın 309. maddesinde sıralı ve ayırıcı biçimde düzenlenmiştir.

[4] YCGK, E. 2019/8, K. 2022/195, T. 22.03.2022.

[5] Bunlardan mahkûmiyet, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı ve güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine dair hükümlerin uyuşmazlığı sona erdiren, davanın esasını çözen nitelikteki hükümler oldukları konusunda öğretide ve yargısal kararlarda genel bir kabul bulunmaktadır. Bkz.; YCGK, E. 2019/8, K. 2022/195, T. 22.03.2022.

[6] Bkz.; 03.06.1936 tarihli ve 9-11 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı.

[7] Bkz.; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 06.10.2009 tarihli ve 169-223 sayılı kararı.

[8] CMK m. 315/2 hükmüne göre; “Hatanın giderilebilmesini sağlayacak başka bir yol varsa, yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilemez.” CMK m. 311 ve devamı hükümlerine göre; hüküm altına alınan “yargılamanın yenilenmesi” kanun yolunun, diğer olağanüstü kanun yollarına göre daha özel nitelikte olduğu, bu bağlamda adli hataların “olağanüstü itiraz” veya “kanun yararına bozma” yasa yollarıyla giderilebilmesinin mümkün olduğu durumlarda, yargılamanın yenilenmesi istenemeyecektir. CMK m. 311/1-e hükmü gereğince; yargılamanın yenilenmesi açısından yeni delil ve olayın varlığından bahsedilebilmesi için söz konusu delil ya da olayın, mahkeme ya da yargılamayı yapan hâkim tarafından bilinmemesi, yani mahkeme veya hâkimin bilgisi dışında kalmış olması gerektiği söylenebilir.

[9] Somut olayda olduğu gibi aynı mahkemenin farklı esaslarına açılmış bulunan ve soruşturma ya da kovuşturma dosyalarına ilişkin belge ve bilgilere hızlıca ve kolayca ulaşılabilmesine olanak sağlayan Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sistemi üzerinden her türlü bilgisine ulaşılabilecek olan 25.04.2010 ve 29.04.2010 tarihli eylemlere ilişkin davaların mahkeme ya da hâkim tarafından bilinmediğinin, bu bağlamda ayrı ayrı kesinleşmiş söz konusu bu davaların yeni delil ya da olay olduğunun ileri sürülebilmesinin mümkün olmadığı Yargıtay tarafından dikkate alınmıştır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu E. 2019/8 K. 2022/195 T. 22.03.2022: “….İ… Cumhuriyet Başsavcılığının 18.05.2010 tarihli ve 28204-18969 sayılı iddianamesi ile; sanık hakkında 25.04.2010 tarihinde işlediği kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan TCK’nın 191/1 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı, İ…. (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesince 2013/9 esasında yapılan yargılama neticesinde 15.05.2013 tarih ve 9-459 sayı ile; sanığın kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan TCK’nın 191/1, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 6.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye karar verildiği, söz konusu bu kararın temyiz edilmeksizin 03.06.2013 tarihinde kesinleştiği, aynı sanık hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 05.08.2010 tarihli ve 38310-25185 sayılı iddianamesi ile; 29.04.2010 tarihinde işlediği kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan, TCK’nın 191/1 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle İzmir (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, Yerel Mahkemece 2013/12 esasında yapılan yargılama neticesinde 19.03.2013 tarih ve 12-216 sayı ile; sanığın kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan TCK’nın 191/1, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 6.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye karar verildiği, bu hükümde temyiz edilmeksizin 09.04.2013 tarihinde kesinleştiği, temyiz edilmeksizin kesinleşen söz konusu iki hükme karşı Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün istemi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 27.04.2018 tarihli ihbarnamesi ile; “...Söz konusu eylemlerin bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlendiği, dosyaların birleştirilerek sanık hakkında TCK’nın 43. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümleri uygulanması gerektiği gözetilmeyerek, her iki eylemden ayrı ayrı hüküm kurulmasının isabetsiz olduğu...” şeklindeki gerekçeyle CMK’nın 309. maddesi uyarınca kanun yararına bozma isteminde bulunulduğu, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince “...Yerel Mahkemece hüküm tarihlerinde bilinmeyen ve sonradan ortaya çıkan bu hususun ancak CMK’nın 311 ve devamı maddeleri uyarınca yargılamanın yenilenmesi kapsamında değerlendirilebileceği...” biçimindeki gerekçeyle kanun yararına bozma talebinin reddine karar verildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca; “...Her iki suça ilişkin davaların aynı mahkemeye açılmış olması nedeniyle sonradan ortaya çıkan yeni bir delil ya da olayın söz konusu olmadığı, ayrıca bu hususun Yerel Mahkemece bilinmemesinin de söz konusu olmayacağı, bu bağlamda uyuşmazlığın kanun yararına bozma yoluyla incelenmesi gerektiği...” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurulduğu dosya kapsamında; ……Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin kanun yararına bozma isteminin reddine ilişkin kararının kaldırılmasına, İ… (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesinin kanun yararına bozma talebine konu 15.05.2013 tarihli, 9-459 sayılı ve 19.03.2013 tarihli, 12-216 sayılı kararlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir

[10] Yargıtay 11. Ceza Dairesi E. 2019/8600 K. 2019/8569 T. 02.12.2019. Reddine karar verilen talep şu şekildedir: “Süresinde temyiz edilmediği için kesinleşen sanık hakkındaki hükmün incelenmesinde, 2009, 2011, 2013 takvim yıllarına ait sahte olarak düzenlendiği iddia olunan faturaların sanığa gösterilerek yazı ve imzaların kendisine ait olup olmadığının sorulması, kendisine ait olmadığını söylediği takdirde; yazı ve imza örnekleri temin edilerek, faturalardaki yazı ve imzaların sanığa ait olup olmadığı konusunda uzman bir kurum veya kuruluştan rapor alınması, Faturaları kullanan şirket yetkilileri veya kişilerin, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 48. maddesi uyarınca çekinme hakları hatırlatılarak tanık sıfatıyla dinlenmesi; kendilerinden, sözü edilen faturaları hangi hukuki ilişkiye dayanarak kimden aldıklarının, sanığı tanıyıp tanımadıklarının ve faturaların alınması konusunda sanığın bir iştirakinin bulunup bulunmadığının sorulması, gerektiğinde, faturaların gerçek alım-satım karşılığı olup olmadığının belirlenmesi için; faturayı düzenleyen mükellefe ait mal ve para akışını gösteren sevk ve taşıma irsaliyelerinin, teslim ve tesellüm belgelerinin, bedelinin ödendiğine ilişkin ticari teamüle uygun ve kanıtlama yeterliliği olan banka hesaplarının ve kasa mevcuduyla uyumlu geçerli belgeler ile faturaları kullanana ait yeterli mal girişi veya üretimi olup olmadığına ilişkin belgelerin getirtilerek faturayı düzenleyen mükellef ile kullanan mükellefin ticari defterleri ve belgeleri üzerinde karşılıklı bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesinde isabet görülmediğinden" bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca, bozulması istenilmiş olmakla,”

[11] Yargıtay Ceza Genel Kurulu E. 2009/9-30 K. 2009/177 T. 23.06.2009: “…Somut olayda; Adalet Bakanlığınca yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulurken gösterilen neden, “sanığın vergi borcu nedeniyle haczedilip kendisine yediemin olarak teslim edilen menkul malları yapılan uyarıya rağmen süresi içinde ilgili mercie teslim etmemekten ibaret eyleminin yasada tarifi yapılan suça uymadığından bahisle 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Yasanın 110. maddesinde yazılı suçun unsurlarının oluşmadığına” ilişkin olup; kesinleşen bir mahkumiyet hükmünde “suçun unsurlarının oluşmadığı” hususu yasa yararına bozma konusu yapılabileceğinden, Özel Dairece “kesinleşen hükümlerde delil ve takdirde hataya düşüldüğünden bahisle kanun yararına bozma yoluna gidilemeyeceği” gerekçesiyle yasa yararına bozma isteminin reddine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır…”

[12] Yargıtay Ceza Genel Kurulu E. 2009/6-163 K. 2009/202 T. 14.07.2009: “…Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır. Koşullu bir düşme nedeni oluşturan “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” müessesesi, objektif koşulların varlığı halinde mahkemece, diğer kişiselleştirme hükümlerinden önce ve re’sen değerlendirilerek, uygulanması yönünde kanaate ulaşıldığı takdirde, hiçbir isteme bağlı olmaksızın öncelikle uygulanmak zorundadır. Gerek koşulları oluştuğu halde bu konuda hiçbir değerlendirme yapılmaması gerekse hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararındaki hukuka aykırılıkların, hâkimin taktir hakkına taalluk eden bir husus olmaması nedeniyle yasa yararına bozma konusu yapılabileceği yönünde bir kuşku bulunmamaktadır. Bu nedenle Özel Dairece bu yöne ilişen yasa yararına bozma isteminin taktire taalluk ettiğinden bahisle reddine karar verilmesinde de isabet bulunmamaktadır. Bu itibarla, haklı nedenlere dayanan Yargıtay C.Başsavcılığı itirazın kabulüne, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve yasaya aykırı olduğu saptanan hususlar yönünden de yasa yararına bozma başvurusu sağlandıktan sonra, sonucuna göre tüm istemler birlikte değerlendirilerek karar verilmek üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir…”

[13] YCGK, E: 2011/164, K: 2011/203, T: 04.10.2011: “….Bu yasal düzenleme ve açıklamalar ışığında somut olay ve uyuşmazlık incelendiğinde; Korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda silahla ateş etmek suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda yerel mahkemece sanığın eylemi silahla yaralamaya teşebbüs olarak kabul edilip, 5237 sayılı TCY'nın 86/2, 86/3-e, 35, 62 ve 52/2. maddeleri uyarınca 60 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına yönelik hüküm kurulmasına karşın; taraflara tebliğ edilecek, infaza verilecek ve adli sicil kaydına işlenecek olan gerekçeli kararda sanığın taksirle ölüme neden olma suçundan 5237 sayılı Yasanın 85/1, 62, 50/1 ve 52/2. maddeleri uyarınca 12.100 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve aynı Yasanın 53/6. maddesi uyarınca sürücü belgesinin üç ay süreyle geri alınmasına karar verildiği yazılmak suretiyle hükmün esasını oluşturan kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki doğmasına neden olunmuştur. Gerekçeli karar ile kısa karar arasındaki bu çelişkinin, hükmün infazında karışıklığa neden olabileceği kuşkusuzdur. Nitekim hükmün bu haliyle kesinleşmesi üzerine yerel mahkemece de hangi kararın infaza verileceği hususunda duraksama yaşanmış ve Cumhuriyet savcılığından yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulması isteminde bulunulmuştur. Yerel mahkemenin bu yöndeki talebi kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki çelişkinin giderilmesi zorunluluğunu ortaya koymuştur. Anılan çelişkinin giderilmesi bakımından bu aşamada yasa yararına bozma yasa yolu dışında bir kurum da bulunmadığından kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturulmak suretiyle meydana getirilen hukuka aykırılığın, yasa yararına bozmaya konu edilebileceğinin kabulü gerekmektedir. Bu itibarla, Özel Dairece anılan çelişkiye işaret eden yasa yararına bozma isteminin kabulüne ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir…”