KARARLAR

Kadastroda Maddi Hatalar Yönünden Devletin Sorumluluğuna Dair Yargıtay Kararlarından Sonra Açılan Tazminat Davalarının Zamanaşımı Nedeniyle Reddi

Dava açma süresinin işlemeye başladığı an mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır.

Abone Ol

Bu kapsamda dava açma süresinin, hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir.

Öte yandan mahkemeler, dava açma süresi öngören kanun hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte mahkemelerin sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini bertaraf etmesi hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun hükümlerinin yorumunda hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir.

Belirli bir tarihte etkili hale gelen bir hukuk yolunun bu tarihten önce tüketilmesi gerektiğine ilişkin yorum mahkemeye erişim hakkının ihlaline neden olabilmektedir.

Örnek olarak Yargıtay, 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi uyarınca açılacak tazminat davalarının 6098 sayılı Kanun’un 146. maddesi (818 sayılı mülga Kanun’un 125. maddesi) gereğince on yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olduğunu kabul etmektedir. Buna göre kadastro tespiti nedeniyle mülkiyet kaybının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl içinde tazminat davasının açılması gerekmektedir.

Sonradan oluşan bir hukuk yoluna ilişkin zamanaşımı süresinin kişinin bu yola başvurmasını kesin olarak imkânsız hâle getirecek bir tarihte başlayacağının kabulü, sınırlamanın istisna olduğu ilkesiyle bağdaşmamaktadır. 

4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi kapsamında 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunan tazminat talepleri hakkında bu tarihten itibaren makul bir süre içerisinde dava açılabileceğinin kabulü gerekmektedir. Bu sürenin ne kadar olacağının takdirinin derece mahkemelerine ve özellikle içtihat mahkemesi konumunda olan Yargıtaya ait olduğu kuşkusuz olmakla birlikte, derece mahkemelerinin bu yönde bir değerlendirmeye yer vermemesi ve dava açılmasını mümkün hâle getirebilecek şekilde makul bir süre tespiti yoluna gitmemesi Anayasa Mahkemesi nezdinde ihlallere yol açmıştır.

İlgili Kararlar:

♦ (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017)
♦ (Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri, B. No: 2017/15121, 11/12/2019)
♦ (Mehmet Aykut Vural, B. No: 2017/16486, 29/1/2020)
♦ (S.S.Teos Tatil Köyü Altyapi Kooperatifi, B. No: 2017/20651, 21/10/2020)
♦ (Nazmi Ömer Pakel ve Melike Coşkunoğlu, B. No: 2018/7363, 15/12/2020)

---

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

S.S.TEOS TATİL KÖYÜ ALTYAPI KOOPERATİFİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/20651)

 

Karar Tarihi: 21/10/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Eren Can BENAKAY

Başvurucu

:

S.S. Teos Tatil Köyü Altyapı Kooperatifi

Vekili

:

Av. Tuncay AKINCI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazın kadastro mahkemesince tespit harici bırakılması dolayısıyla uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 12/4/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. İzmir'in Urla ilçesi Yağcılar köyü Yukarı Demircili ve Ömerali mevkii 512 parsel numaralı 14.880 m² yüz ölçümlü ve arsa niteliğindeki taşınmaz, O.Y. adına kayıtlı iken 5/12/1970 tarihinde başvurucu Sınırlı Sorumlu Teos Tatil Köyü Alt Yapı Kooperatifi (başvurucu) tarafından satın alınmıştır.

9. Başvurucuya ait Aralık 1970 tarihli ve 7 sıra numaralı tapu kaydı kadastro sırasında revizyon görerek 392 parsel olarak başvurucu adına tahdit ve tespiti yapılmıştır. Kadastro tespitine itiraz üzerine Urla Kadastro Mahkemesinin 13/5/1982 tarihli kararıyla taşınmaz sahil şeridinde olması nedeniyle tespit harici bırakılmıştır. Karar 17/8/1983 tarihinde kesinleşmiştir.

10. Başvurucu, taşınmazın kadastro mahkemesince tespit harici bırakılmasına karar verildiğini belirterek mülkiyet kaybı nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 20.000 TL tazminatın tahsiline karar verilmesi istemiyle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca 27/5/2011 tarihinde tazminat davası açmıştır.

11. Urla Asliye Hukuk Mahkemesi 10/4/2014 tarihinde davayı kabul etmiştir. Mahkeme kararında, mülkiyet hakkı ve tapu kütüğüne güven ilkesi gereği bu tür davalarda zamanaşımı ve hak düşürücü sürenin uygulanamayacağı belirtilmiş; başvurucunun mülkiyet hakkından mahrum bırakıldığına, bu hakla kamu yararı arasında makul ve adaletli bir oran kurmak gerektiğine işaret edilmiştir.

12. Temyiz edilen karar Yargıtay 20. Hukuk Dairesince (Daire) 17/11/2015 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde özetle;

i. Taşınmazın Urla Kadastro Mahkemesinin 13/5/1982 tarihli ve E.1978/41, K.1982/89 sayılı ilamıyla tespit harici bırakılmasına karar verildiği belirtilmiştir.

ii. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayanılarak açılan davalar için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 146. maddesindeki (22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 125. maddesi) on yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanacağı, Urla Kadastro Mahkemesinin 13/5/1982 tarihli kararının 17/8/1983 tarihinde kesinleştiğinden on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu ifade edilmiştir.

13. Karar düzeltme istemi Daire tarafından 4/5/2016 tarihinde reddedilmiştir.

14. Mahkeme, bozma kararına uymuş ve 16/12/2016 tarihinde davayı zamanaşımından reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 17/8/1983 tarihinden başlayarak on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu üzerinde durulmuştur.

15. Kararın temyizi üzerine Dairenin 13/6/2017 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır.

16. Karar düzeltme talebi Daire tarafından 28/6/2018 tarihinde reddedilmiştir.

17. Nihai karar 13/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 12/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

19. İlgili hukuk için bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, §§ 37-47.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 21/10/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

21. Başvurucu; Kadastro Mahkemesince taşınmazının haksız bir şekilde tescil harici bırakıldığını, parsel numarasının değiştirildiğini ve yüz ölçümünün düşürüldüğünü ileri sürmüştür. Başvurucu; Yargıtay HGK'nın 18/11/2009 tarihli kararı gözönünde bulundurularak açmış olduğu davasında zamanaşımı süresinin 18/11/2009 tarihinden itibaren başlatılması gerektiğini, açmış olduğu davasının zamanaşımı nedeniyle reddedildiğini belirtmiştir. Sonuç olarak başvurucu, mahkemeye erişim hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

22. Başvuru konusu ile ilgili ilkeler daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından 25/7/2017 tarihli kararda ortaya konulmuştur (Yaşar Çoban, §§ 54-75). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşse de bütün şikâyetleri adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

24. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

25. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

26. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

27. Somut olayda başvurucu tarafından açılan davanın zamanaşımından reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

28. Anayasa Mahkemesince Yaşar Çoban kararında Yargıtayın 18/11/2009 tarihinden önceki içtihadının devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı yolunda olduğu, Yargıtay HGK'nın 18/11/2009 tarihli kararından sonra içtihadın değiştiği belirtilmiştir. Bu içtihatta 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen sorumluluğun kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıt düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da kapsadığı belirtilmiştir. Yargıtay hukuk daireleri de bu tarihten sonra Yargıtay HGK'nın bu içtihadı doğrultusunda karar vermiştir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de Yargıtay HGK'nın bu içtihadından sonra yeni bir iç hukuk yolu oluştuğunu kabul ederek kabul edilemezlik kararları vermiştir (Yaşar Çoban, §§ 45, 46, 68). Anayasa Mahkemesi de daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).

29. Yargıtay 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca açılacak tazminat davalarının11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi (818 sayılı mülga Kanun'un 125. maddesi) gereğince on yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olduğunu kabul etmektedir. Buna göre kadastro tespiti nedeniyle mülkiyet kaybının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl içinde tazminat davasının açılması gerekmektedir (Yaşar Çoban, § 69).

30. Somut olayda başvurucunun taşınmazı Urla Kadastro Mahkemesinin 13/5/1982 tarihli kararıyla tescil harici bırakılmıştır. Daire, Urla Kadastro Mahkemesinin 13/5/1982 tarihli kararının kesinleştiği tarih olan 17/8/1983 tarihinden itibaren 6098 sayılı Kanun'un 146. maddesindeki (818 sayılı mülga Kanun'un 125. maddesi) on yıllık genel zamanaşımı süresi içinde dava açılması gerekirken 2011 yılında açılan davada genel zamanaşımı süresinin geçtiğine ve bu nedenle davanın reddi gerektiğine hükmetmiştir.

31. Başvurucu tarafından taşınmazının tescil harici bırakılmasından sonra dava açılmamıştır. Dolayısıyla Dairenin kararına göre en son 1993 yılında dava açılmış olması gerekmektedir. Ancak anılan tarihteki Yargıtay içtihadı 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinin tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı biçimindedir. Diğer bir ifadeyle o tarihteki içtihat itibarıyla 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde düzenlenen sorumluluk davası, başvurucuların tazminat iddiasını incelemeye ve gerekirse başvurucular lehine tazminata hükmedilmesine elverişli bir yol değildir. Bu dava, Yargıtay HGK'nın 18/11/2009 tarihli içtihadından sonra başvurucuların tazminat talebinin incelenmesi bakımından etkili ve elverişli hâle gelmiştir (Yaşar Çoban, § 71).

32. Yaşar Çoban kararında ifade edildiği üzere 18/11/2009 tarihinde oluşan bu hukuki yol için zamanaşımı süresinin bu tarihe kadar dolduğunun tespit edilmiş olması 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunu etkisizleştirmektedir. Sonradan oluşan bir hukuk yoluna ilişkin zamanaşımı süresinin kişinin bu yola başvurmasını kesin olarak imkânsız hâle getirecek bir tarihte başlayacağının kabulü, sınırlamanın istisna olduğu ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Bununla birlikte 6098 sayılı Kanun'un 146. maddesi (818 sayılı mülga Kanun'un 125. maddesi) gereğince on yıllık zamanaşımı süresinin hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması amacına matuf olduğu gözetildiğinde bu sürenin tamamen gözardı edilmemesi gerektiği de açıktır. Başvurucuların dava açma hakkını kullanabilmesindeki bireysel yarar ile hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin sağlanmasındaki kamu yararı arasında dava açmanın süreye bağlanmış olmasını anlamsız kılmayacak şekilde bir denge kurulmalıdır. Bu denge kurma çabasının on yıllık zamanaşımı süresinin bu hukuki yolun oluştuğu 18/11/2009 tarihinden itibaren yeniden işleyeme başlayacağının kabulünü zorunlu kılmadığının altı çizilmelidir. Aksi takdirde zamanaşımı süresinin öngörülmesi anlamsız hâle gelecek ve kamu yararı ile bireysel yarar arasında gözetilmesi gereken denge kamu yararı aleyhine bozulmuş olacaktır. Önemli olan husus 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunanlar yönünden 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında dava açılabilmesine imkân tanınmış olmasıdır (Yaşar Çoban, §§ 72, 73).

33. Yaşar Çoban kararında 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolan başvurucuların dava açabilmelerini mümkün kılacak makul bir süre öngörülmesi gerektiği belirtilmiş ve bu sürenin ne kadar olacağının takdiri derece mahkemelerine ve Yargıtaya bırakılmıştır. Ancak anılan karar sonrasında derece mahkemeleri ve Yargıtay tarafından 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolan başvurucuların dava açabilmelerini mümkün kılacak ve öngörülebilir makul bir süre belirlenmediği anlaşılmaktadır.

34. Bu durumda yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş olan somut başvuruya konu davanın bu tarihten sonra makul bir süre içinde açılıp açılmadığının tespit edilmesi gerekmektedir. Belirlenecek bu sürenin dava açılmasını mümkün kılacak yeterliliğe sahip ve öngörülebilir olması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır. Fakat bu süre, dava açma hakkının kullanabilmesindeki bireysel yarar ile hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin sağlanmasındaki kamu yararı arasındaki dengeyi de bozmamalıdır. Hesaplamada uyuşmazlığın dava edilebilmesini süreye tabi kılan zamanaşımı düzenlemesi de dikkate alınmalıdır. Nitekim uyuşmazlık için belirlenen on yıllık zamanaşımı süresi kadar veya daha fazla bir sürenin öngörülmesi hâlinde hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedeleneceği açıktır. Ayrıca bu dava, Yargıtay HGK'nın 18/11/2009 tarihli içtihadından sonra tazminat talebinin incelenmesi bakımından etkili ve elverişli hâle geldiğinden bu tarihten hemen sonra davanın açılmasını beklemek de hakkaniyete uygun düşmeyecektir. Zira bu süre, Yargıtay HGK içtihadının toplum tarafından bilinebilir hâle geleceği bir zaman diliminden daha kısa da olmamalıdır.

35. Sonuç olarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunan tazminat talepleri hakkında bu tarihten itibaren makul bir süre içinde dava açılabileceğinin kabulü gerekmektedir. Bu sürenin ne kadar olacağının takdirinin derece mahkemelerine ve özellikle içtihat mahkemesi konumunda olan Yargıtaya ait olduğu kuşkusuz olmakla birlikte somut olayda derece mahkemelerinin bu yönde bir değerlendirmeye yer vermedikleri ve dava açılmasını mümkün hâle getirebilecek şekilde makul bir süre tespiti yoluna gitmedikleri anlaşılmaktadır. Derece mahkemeleri başvurucu tarafından 27/5/2011 tarihinde açılan davada 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresinin dolduğunu tespit etmişlerdir. Yukarıda yer verilen değerlendirmeler de dikkate alındığında 18/11/2009 tarihinden 1 yıl 6 ay 8 gün sonra açılan davanın makul kabul edilebilecek bir sürede açıldığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenle başvurucu tarafından açılan davanın 18/11/2009 tarihinde etkili hâle gelen hukuk yolunun bu tarihten önce tüketilmesi gerektiği gerekçesiyle zamanaşımından reddedilmesi suretiyle başvurucuya yüklenen külfet, kamu yararı ile bireyin mahkemeye erişim hakkı arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozmuş ve mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kılmıştır.

36. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

M. Emin KUZ bu görüşe farklı gerekçe ile katılmıştır.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

38. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılamaya karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

39. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

40. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

41. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

42. İncelenen başvuruda 18/11/2009 tarihinde etkili hâle gelen hukuk yoluna ilişkin makul bir süre içinde dava açıldığı hâlde davanın zamanaşımından reddedilmesinden dolayı mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

43. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak amacıyla dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

44. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Urla Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/328 ve K.2016/792) GÖNDERİLMESİNE,

D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Yargıtay 20. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/10/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

 

FARKLIGEREKÇE

Taşınmazın kadastro mahkemesince tescil harici bırakılmasından dolayı uğranılan zararın tazmin edilmesi talebiyle açılan davanın zamanaşımından reddedilmesi sebebiyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

Kararın gerekçesinde; Yargıtayın 18/11/2009 tarihli kararından önceki içtihadı devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı yolunda iken içtihat değişikliği ile 4721 sayılı Kanunun 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun bunlar yönünden de etkili hâle geldiği, on yıllık zamanaşımı süresinin bu içtihat değişikliği ile oluşan hukukî yol için 18/11/2009 tarihinde yeniden işlemeye başlayacağı söylenemese de, bu tarihten önce zamanaşımı süresi dolan başvurucuların dava açmalarını mümkün kılacak makul bir süre öngörülmesi gerektiği belirtilerek, somut olayda başvurucuların mezkûr içtihat değişikliğinden 1 yıl 6 ay 8 gün sonra açtıkları davanın makul kabul edilebilecek bir sürede açıldığı sonucuna varılmış ve davanın zamanaşımından reddedilmesinin kamu yararı ile bireyin mahkemeye erişim hakkı arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozarak anılan hakka yapılan müdahaleyi orantısız kıldığı gerekçesiyle ihlal kararı verilmiştir (§§ 28-36).

Oybirliğiyle alınan ihlal kararına katılmakla birlikte, somut olayda zamanaşımından reddedilen davanın mezkûr içtihat değişikliğinden 1 yıl 6 ay 8 gün sonra açıldığı ve bu sürenin makul olduğu belirtilerek ihlal sonucuna varılmasının isabetli olmadığını düşünüyorum.

Bilindiği gibi, konuya ilişkin ilke kararımızda, 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolan davalar bakımından, Yargıtayın içtihat değişikliğinden sonra ortaya çıkan ve AİHM ile Anayasa Mahkemesi tarafından da etkili bir hukuk yolu olduğu kabul edilen 4721 sayılı Kanunun 1007. maddesi kapsamında tazminat davası açılmasını mümkün kılacak makul sürenin ne kadar olacağının takdirinin derece mahkemelerine ve özellikle içtihat mahkemesi konumunda olan Yargıtaya ait olduğunda kuşku bulunmadığı belirtilmiştir (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 73).

İncelenen başvuruya konu red kararının, yukarıda belirtilen ilke kararımızdan önce verildiği (16/12/2016) ve onandığı (13/6/2017) dikkate alındığında, makul sürenin belirlenmesinde takdir yetkisinin derece mahkemelerine ve özellikle Yargıtaya ait olduğuna ilişkin tespitten ayrılmanın uygun olmadığı açıktır.

Somut başvuruda da içtihat değişikliğinden başvuruya konu davanın açılmasına kadar geçen sürenin makul olup olmadığı Mahkememizce değerlendirilmeden, bu değerlendirmenin derece mahkemelerince yapılması gerektiği ve bu süreye ilişkin bir inceleme yapılmadan zamanaşımı sebebiyle davanın reddine karar verilmesinin mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kıldığı gerekçesiyle ihlal kararı verilmesinin ilke kararımıza uygun olacağı düşüncesiyle çoğunluğun kararına farklı gerekçeyle katılıyorum.

Üye

 M. Emin KUZ

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NAZMİ ÖMER PAKEL VE MELİKE COŞKUNOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/7363)

 

Karar Tarihi: 15/12/2020

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Kamber Ozan TUTAL

Başvurucular

:

1. Nazmi Ömer PAKEL

 

 

2. Melike COŞKUNOĞLU

Başvurucular Vekili

:

Av. Turgay ÖZDOĞAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazın dava yoluyla tapusunun iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tespit ve tescilinden dolayı uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 7/3/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca 2018/9863 numaralı başvuru dosyasının hukuki bağlantı nedeniyle 2018/7363 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/7363 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucular sırasıyla 1957 ve 1960 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

10. İstanbul'un Beykoz ilçesi Gümüşsuyu mahallesi 318 ada 1 parselde kayıtlı bostan vasıflı 123.004 m² yüz ölçümündeki taşınmaz, 1954 yılında yapılan tapulamada tapu kayıtları uygulanarak İ.D.M., F.B. ve müşterekleri adlarına paylı mülkiyet üzere tescil edilmiştir. Sonrasında söz konusu taşınmazın 11/16 payı başvurucuların murisi N.O.ya geçmiştir.

11. Orman Yönetimi 22/5/1962 tarihinde başvurucular murisi ile birlikte diğer paydaşlara karşı tapu iptali davası açmıştır. Dava dilekçesinde, taşınmazın kesinleşen orman tahdidine göre orman içinde kaldığı ve revizyon gören tapu kayıtlarının yanlış uygulanması sonucu kişiler adına tapu kaydının oluştuğu gerekçesiyle tapunun iptali ile el atmanın önlenmesi talep edilmiştir.

12. Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesi 13/3/1978 tarihinde davayı kabul etmiş ve taşınmazın 101.704 m² yüz ölçümlü kısmın kesinleşen orman tahdit sınırı içinde kaldığı gerekçesiyle tapu kaydının iptaline ve tapu maliklerinin el atmalarının önlenmesine karar vermiştir. Karar 1983 yılında kesinleşmiş ve söz konusu kısım 26/8/1983 tarihinde tapu kaydından terkin edilmiştir.

13. Tapuda terkin edilen kısım 1988 yılında yapılıp kesinleşen 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. maddesi uygulamasıyla (2/B uygulaması) Hazine adına orman sınırı dışına çıkarılmıştır. Söz konusu kısım 2010 yılında yapılan kullanım kadastrosu sırasında 1872, 1873, 1874, 1908, 1888, 1889 ve 1891 adalarda çeşitli parsellere ayrılarak Hazine adına tespit edilmiştir.

14. Orman sınırı dışında kalan 21.300 m²lik kısım ise 10/4/1971 tarihinde yapılan satışa istinaden gerçek kişiler adına tapuda kayıtlıdır.

B. Başvurucuların Açtığı Kadastro Tespitine İtiraz Davası

15. Başvurucular 2/8/2010 tarihinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde; orman sınırları içinde kaldığından tapu kaydı iptal edilen taşınmazın 2/B uygulaması ile orman sınırları dışına çıkarıldığını, başka kişilerin zilyet gösterildiğini ve taşınmazın kadastro çalışmaları sırasında üzerlerine yazılmadığını belirterek beyanlar şerhinin düzeltilmesini talep etmiştir.

16. Beykoz Kadastro Mahkemesi 23/2/2012 tarihinde, dava konusu bölgede kadastro çalışması yapılmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş ve görevli mahkemenin Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesi olduğuna hükmetmiştir. Dosya kararın kesinleşmesinin ardından Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmiştir.

C. Başvurucuların Açtığı Tapu İptali ve Tescili ile Tazminat Davası

17. Başvurucular 2/8/2010 tarihinde Beykoz 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescili ile tazminat talepli başka bir dava daha açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde; 2/B uygulamasıyla orman sınırları dışına çıkarılarak Hazine adına kaydedilen murisin hissesine tekabül eden kısmına ilişkin tapu kaydının iptali ile bu kısmın miras hisseleri oranında adlarına tescilini talep etmiştir. Başvurucular, tapu iptali ve tescili taleplerinin kabul edilmemesi hâlinde ise tapusu iptal edilen kısım için mülkiyetten haksız olarak mahrum bırakılmalarından doğan zararlarının karşılığı olarak taşınmazın bedelinin (fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 12.000 TL) tazminini istemiştir. Beykoz 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 8/4/2014 tarihinde, hukuki ve fiilî bağlantı bulunduğu gerekçesiyle davanın Mahkeme dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir.

18. Mahkeme 15/12/2014 tarihinde başvurucuların açmış olduğu kadastro tespitine itiraza ilişkin asıl dava ile birlikte tapu iptali ve tescili ile tazminata ilişkin birleşen davayı reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde öncelikle Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesince 1978 yılında verilen dava konusu taşınmazın kesinleşmiş orman tahdit sahası içinde kaldığından tapu kaydının iptaline ve tapu maliklerinin el atmalarının önlenmesine ilişkin karara işaret etmiştir. Bu doğrultuda Mahkeme, orman sayılan söz konusu yerin 19/4/2012 tarihli ve 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun'un 7. maddesine tabi taşınmazlardan olmadığından tapu iptali ve tescili talebini reddetmiştir. Mahkeme, 1978 yılında verilen hüküm tarihinden itibaren de on yıl geçmiş olduğundan tazminat talebini reddettiğini açıklamıştır.

19. Taraflar kararı temyiz etmiştir. Başvurucular temyiz dilekçesinde; kadastro tespitine itiraz iddialarının değerlendirilmediğini, orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın iade edilmesi gerektiğini ve taşınmaz bedelinin haksız olarak tazmin edilmediğini belirtmiştir.

20. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi (Daire) 8/11/2016 tarihinde hükmün, tapu iptali ve tescili ile tazminat talebinin reddine ilişkin kısmının onanmasına; kadastro tespitine itiraz kapsamında beyanlar hanesindeki şerhlere yönelik taleplere ilişkin kısmın ise bozulmasına karar vermiştir. Daire, tapu iptali ve tescili davası yönünden; 2/B uygulamasına konu taşınmazın çıkarma işleminin kesinleştiği tarihten itibaren kazandırıcı zamanaşımı yoluyla iktisap edilemeyeceğini ifade etmiştir. Daire 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesine dayalı tazminat davası yönünden; tapu kaydına iptaline ilişkin kararın 1983 yılında kesinleştiğini ve dava tarihi itibarıyla on yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini açıklamıştır. Daire, beyanlar hanesine yönelik talepler bakımında ise kadastro mahkemesinin görevli olduğunu belirtmiştir.

21. Daire 21/12/2017 tarihinde başvurucuların karar düzeltme isteğini reddetmiştir.

22. Nihai karar 5/2/2018 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucular vekili 7/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

24. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, §§ 37-47; Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri, B. No: 2017/15121, 11/12/2019, §§ 21-29.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Mahkemenin 15/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

26. Başvurucular, murislerine ait taşınmazın orman sınırları içinde kaldığından tapu kaydının iptal edildiğini belirtmiştir. On yıllık zamanaşımı nedeniyle 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı olarak açılan tazminat davasının reddedilmesinin haksız olduğunu ileri süren başvurucular, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararın devlet tarafından tazmin edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucular; taşınmazın orman sınırları dışına çıkarılmasının taşınmazın iadesi beklentisini oluşturduğunu, tazminat davasının süresinin ise bu beklenti ile açılan tapu iptali ve tescili davasının reddi kararının kesinleşmesi ile birlikte başlamasının gerektiğini belirtmiştir. Başvurucular bu gerekçelerle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, tazminat davasının on yıllık zamanaşımı gerekçesine dayalı olarak reddedilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte davanın reddi zamanaşımı gerekçesine dayandırıldığından başvurunun mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

28. Başvuru konusu ile ilgili ilkeler daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından Yaşar Çoban kararı ile ortaya konulmuştur. Anılan karara konu olayda, tapu siciline güvenilerek satın alınan taşınmazın kadastro çalışması sonucu Hazine adına tespit ve tescili sebebiyle uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle 26/6/2009 tarihinde açılan dava on yıllık zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmiştir. Kararda; esası incelenmeden davanın süre aşımı yönünden reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturduğu, 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 125. maddesine dayalı müdahalenin kanuni temeli olduğu ve hukuki güvenliğin sağlanması kapsamında meşru bir amaç taşıdığı açıklanmıştır (Yaşar Çoban, §§ 54-63).

29. Yaşar Çoban kararında ölçülülük yönünden yapılan incelemede, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı tazminat davası yolunun Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/11/2009 tarihli içtihadından sonra etkili ve elverişli hâle geldiği belirtilmiştir. Bu nedenle 1980 tarihli kadastro tespitine karşı on yıllık süre içinde tazminat davası açılmasının beklenmesinin tazminat yolunu etkisizleştireceği açıklanmıştır. Dolayısıyla 18/11/2009 tarihinden önce tüketilmesi gerektiği gerekçesiyle tazminat davasının reddedilmiş olmasının başvurucu aleyhine adil dengeyi bozduğu ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır (Yaşar Çoban, §§ 68-74).

30. Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri başvurusunda 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi kapsamında 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunan tazminat talepleri hakkında bu tarihten itibaren makul bir süre içinde dava açılabileceğinin kabulü gerektiği ifade edilmiştir. Bu sürenin ne kadar olacağının derece mahkemelerinin takdirinde olduğu ancak bu yönde bir değerlendirmeye yer verilmediği ve dava açılmasını mümkün hâle getirebilecek şekilde makul bir süre tespiti yoluna gidilmediği belirtilmiştir. Bu kapsamda 18/11/2009 tarihinden 1 yıl 10 ay 15 gün sonra açılan davanın makul kabul edilebilecek bir sürede açıldığı sonucuna varılmış ve mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri, §§ 40-45).

31. Buna karşılık Asım Uzun ve diğerleri başvurusunda ise 18/11/2009 tarihinden itibaren 4 yıl 1 ay 13 gün sonra açılan 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayalı tazminat davasının makul kabul edilebilecek bir sürede açılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu bağlamda makul denilebilecek bir sürede dava açmayan başvurucuların davasının zamanaşımından reddedilmesinin başvuruculara aşırı bir külfet yüklemediği ve mahkeme erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır (Asım Uzun ve diğerleri, B. No: 2018/26593, 12/2/2020, §§ 41, 42).

32. Yukarıda açıklanan kararlarda belirtilen ilkeler doğrultusunda 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş olan somut olaya konu davanın, bu tarihten sonra makul bir süre içinde açılıp açılmadığının tespit edilmesi gerekmektedir. Başvuruya konu olayda başvurucular 2/8/2010 tarihinde 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayalı tazminat davasını açmıştır. Söz konusu dava, tapu kaydının iptaline ilişkin kararın kesinleştiği 1983 yılından itibaren on sene içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Buna karşılık somut olayda derece mahkemeleri davanın makul bir sürede açılıp açılmadığına ilişkin bir değerlendirmede bulunmamıştır.

33. 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi kapsamında 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunan tazminat talepleri hakkında bu tarihten itibaren makul bir süre içinde dava açılabileceği kabul edilmelidir. Somut olayda da 18/11/2009 tarihinden itibaren 8 ay 14 gün sonra açılan davanın makul kabul edilebilecek bir sürede açıldığı açıktır.

34. Sonuç olarak başvurucular tarafından açılan davanın 18/11/2009 tarihinde etkili hâle gelen hukuk yolunun bu tarihten önce tüketilmesi gerektiği gerekçesiyle zamanaşımından reddedilmesi suretiyle başvuruculara yüklenen külfet, kamu yararı ile bireyin mahkemeye erişim hakkı arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucular aleyhine bozmuş ve mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kılmıştır.

35. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

37. Başvurucular, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve ayrı ayrı 55.937.200 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur.

38. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

39. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

40. İncelenen başvuruda, 18/11/2009 tarihinde etkili hâle gelen hukuk yoluna ilişkin makul bir süre içinde dava açıldığı hâlde davanın zamanaşımından reddedilmesinden dolayı mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

41. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

42. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

43. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harcın başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine, 3.000 TL vekâlet ücretinin ise başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/333, K.2014/468) GÖNDERİLMESİNE,

C. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDİNE,

D. 294,70 TL harcın başvuruculara AYRI AYRI, 3.000 TL tutarındaki vekâlet ücretinin ise başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.