İTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA ALACAKLININ TAKİPTE DAYANMADIĞI BELGELERE DAYANAMAYACAĞI SORUNU ÜZERİNE

Abone Ol

Bilindiği üzere genel icra hukuku iki bölüme ayrılmakta olup; alacaklının elinde ilam olması karşısında ilamlı takip yolu ile borçlu karşısında elinde herhangi bir belge bulunmayan alacaklı ilamsız icraya başvurabilmektedir.

İlamsız icra kendi içerisinde genel haciz yolu ile takip, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ve kiralanan taşınmazların ilamsız icra yolu ile tahliyesi şeklinde sınıflandırılmaktadır. İİK 44. Madde ile 144. Maddeleri arasında geniş bir düzenleme alan Genel Haciz Yolu ile takip yalnızca para alacakları için yapılmakta olup,  alacaklının genel haciz yolu ile takibe dayanması için alacağın bir senede ya da belgeye dayanması da zorunlu değildir.

Bu genel bilgiye göre borçludan alacağını alamayan alacaklı, elinde borcun varlığını gösteren bir belge olmasa da ilamsız icra yoluna başvurma ve alacağını tahsil etmeye çalışmaktadır. Bu hususta önemli olan başlatılan takipte alacağın belgeye dayanması halinde, belgenin de takibe eklenmesidir. İİK madde 58/4'e göre takip konusu alacak bir senede bağlanmış ise senedin tarihi ve numarası ile özetinin takip talebine eklenmesi gerekmektedir.

Ancak alacak senede bağlı değilse, alacaklının takip talebinde borcun sebebini göstermesi gerekmektedir. Örneğin takibe konu alacak kira bedeli, satılan malın bedeli veya ödünç alınan para ise bunların yazılması gerekmektedir.

Alacaklı tarafından hazırlanan takip talebinin devamında, icra dairesi borçluya bir ödeme emri göndermektedir. Ödeme emri ile borçluya, borcu ödemesi veya itirazı varsa bunları bildirmesi ve bunları yapmazsa hakkında başlatılan takibin kesinleşeceği ve cebri icraya devam edilip mallarının haczedileceği ihtar edilir.

Borçlu kendisine tebliğ edilen ödeme emrine karşılık 7 gün içerisinde itiraz etmelidir. İtiraz imzaya itiraz olabileceği gibi borca itiraz da olabilir. Özellikle gerçekten borçlu olduğu halde haksız itirazla takibi durduran borçluya karşılık alacaklının ne yapması gerektiği hususu oldukça önemlidir.

Alacaklı İİK madde 68'de yer alan belgelere dayanıyorsa icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını ister, ancak alacaklının elinde alacağı ispata elverişli olan İİK madde 68'de sayılan belgelerin bulunmaması halinde genel mahkemelerde itirazın iptali davası açması gerekmektedir. Makalede özellikle üzerinde durmak istediğimiz husus, itirazın iptali davasında borçlunun haksız itirazı karşısında alacaklının alacağının varlığını ispata elverişli tutumunun nasıl şekilleneceği, yargılamanın nasıl yürütüleceği ve verilen kararın icra takibine olan etkisinin nasıl olacağıdır.

Bilindiği üzere borçlunun itiraz sebebini açıkça ve ayrıntılı olarak belirtmeden salt ''Takibe itiraz ediyorum.'' şeklindeki beyanı dahi borca itiraz olarak kabul edilmekte ve takibi durdurmaya yetmektedir. Hal böyleyken elinde İİK madde 68'de sayılan belgelerden bulunmayan alacaklının takibe devam edebilmesi için genel mahkemelerde itirazın iptali davası açmaktan başka çaresi kalmamaktadır.

Ödeme emrine itirazın iptali davası, konusu borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan bir eda davasıdır. İtirazın iptali davası, takip alacaklısı tarafından ödeme emrine süresi içerisinde itiraz etmiş olan borçluya karşı açılmakta, mahkemece dava sonucunda borçlunun takibe itirazının haksız itiraz olduğu sonucuna varırsa, itirazın iptali ve alacaklı talep etmişse icra-inkar tazminatı ödenmesine karar vermektedir. Yani genel mahkemelerde konusu alacak olan bir eda davası olarak görülen itirazın iptali davası genel hükümlere tabi olarak yürütülecektir.

Bu haliyle borçlu itirazın iptali davasına karşı cevap süresi içinde vereceği cevapta ödeme emrine karşı bildirmiş olduğu itiraz sebepleri ile bağlı değildir. Borçlu cevap ve ikinci cevap dilekçelerinde, bütün savunma sebeplerini bildirebilmektedir. (HMK 141) Bu haliyle itirazın kaldırılmasından farklı olarak yürütülen bu davada verilen karar maddi anlamda kesin hüküm teşkil edecektir.

Çünkü icra hukuku aslında bir usul hukuku alanı olup, maddi hukuk bakımından alacaklının gerçekten alacaklı olduğu ile ya da borçlunun gerçek bir borçlu olup olmadığı ile ilgilenmez, usulüne uygun olarak başlatılan icra takibinde borçluya ve alacaklıya verilen sürelerin sonunda gerekli aşamaları geçirerek, kesinleşen takip sonucunda alacaklının alacağına kavuşmasına aracılık eder.

Bu yüzden genel mahkemelerde görülen itirazın iptali davalarının önemi büyük olup, alacaklının ve borçlunun iddia ve savunmaları oldukça önemlidir. Mahkeme bu davada normal bir alacak davasında olduğu gibi tarafların iddia ve savunmalarını genel hükümlere göre inceler ve borçlunun borçlu olup olmadığını araştırır. Burada davacı konumunda olan alacaklı, alacağını ispat bakımından madde 68'de sınırlı olarak sayılan belgelerle bağlı olmayıp, alacağının varlığını her türlü delille ispat edebilmektedir. Kural olarak itirazın iptali davasında ispat yükü alacaklıda olduğundan, alacaklı takip talebinde alacak hakkının sebebi üzerinden alacağının varlığını ispat etmeye çalışmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/ 2076 E. 2020/ 117 K. Sayılı ilamında özetle ''İtirazın iptali davalarında alacaklı, takipte dayanmadığı belgeler dışındaki başka belgelere dayanamaz.'' şeklinde bir karar vermiştir.

Ayrıntılı kararda yazdığı üzere ''Bu davada, ispat yükü kural olarak davayı açan alacaklıda olup, alacaklı alacağını ispatla yükümlüdür. Genel hükümler dairesinde her türlü delille ispat edilecek alacak da yine takip talepnamesine konu olan ve borçlu yanca itiraza uğrayan alacaktır. Zira aynı maddede itirazın haksızlığı borçlu açısından, takibin haksız ve kötü niyetli yapılması da alacaklı açısından tazminat müeyyidesine bağlanmıştır.

Diğer taraftan, İİK’nin 67.maddesinin son fıkrasında alacaklının itirazın tebliği tarihinden itibaren bir yıl içinde itirazın iptali davası açamamışsa umumi hükümler dairesinde alacağını dava etme hakkının saklı olduğu ifade edilmiştir. Bu da bir yıllık süre içinde açılan itirazın iptali davası ile süre geçirildikten sonra açılan alacak davaları arasında her ikisi de genel hükümlere tabi olmakla birlikte ispat yöntemleri ve hukuki sonuçları bakımından bir fark olduğunu ortaya koymaktadır. Zira süresi içinde açılan dava itirazın iptali davasıdır ve itirazın iptali davasının kazanılması hâlinde borçlunun itirazı iptal edilmiş olur. Bunun üzerine alacaklı itiraz üzerine durmuş olan icra takibine devam edilmesini isteyebilir. Süresinden sonra açılan davada ise itirazın iptali değil alacağa hükmedilmesi istenecektir ve verilen kararın takibe etkisi bulunmamaktadır. Şu durumda itirazın iptali davasında ispat edilecek olanın takibe ve borçlunun itirazına konu alacak olduğunda ve itirazın iptali davası için bu alacağın sebebinin değiştirilme olanağının bulunmadığında kuşku bulunmamaktadır. '' denmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca itirazın iptali davasının her ne kadar genel hükümlere göre yürütüleceği söylense de takibe etkisi bakımından alacaklının takibe dayanak olarak takipte dayanmadığı belgelere dayanamayacağı yorumu yapılmıştır.

Peki gerçekten de itirazın iptali davasının amacının, salt borçlunun itirazının iptaline sebebiyet vermesi yönünden genel hükümlere tabiiyetini dar olarak yorumlamalı mıyız? Bu yorumlama kaynağını kanundan mı almakta? Ya da dava sonucu verilecek hükmün takibe etkisi bakımından değil de, itirazın iptali davasında davacı alacaklı lehine icra-inkar tazminatına hükmedilmesinin süresinden sonra açılan davadan farkını ortaya koymak içindir diye yorumlanamaz mı? Böyle yorumlanması halinde genel hükümlere göre yargılamayı geniş mi yorumlayacağız?

Kanunun itirazın iptali davasını oluşturan hükümlerinin bu kadar dar olarak yorumlanmasının pratikte bir faydası var mıdır? Görülmektedir ki, 11 Şubat 2020 tarihli Hukuk Genel Kurul Kararı önceki Yargıtay kararlarından bu anlamda ayrılmakta olup borçlu karşısında alacaklının zor duruma düşmesine neden olmaktadır.

Borçlu bu davada itiraz sebeplerini genişletip, değiştirebilirken alacaklının takibe dayanak belge dışında alacağını ispat edemeyeceğinin kabulü bu davaları genel hükümlere tabi olmaktan çıkaracaksa, genel mahkemelerde açılan bu davanın icra mahkemesinden istenecek olan itirazın kaldırılması taleplerinden farkı nerede kalacaktır ki bu davayı açmakta hiçbir hukuki yararı olmayan alacaklının ilamsız takibe girişmesinde de bir yararı kalmayacaktır.

Öte yandan bu düşünce sonucu itirazın iptali davaları genel mahkemelerce bu kadar dar yorumlanırsa, o zaman elinde alacağı ilama dayanmayan alacaklı, bu kararlardan dolayı önce genel mahkemelerde bir eda davası açsın, sonra ilamlı takibe başlasın, yoksa itirazın iptalinde bu gerekçelerle davası reddolunabilir gibi bir algıya da yol açabilir.

Bunun da usul ekonomisi yönünden sakıncalı sonuçlarına değinmemek mümkün dahi değildir. Kararda karşı oy yazısında ''Görüldüğü üzere takip konusu alacağın kaynağı ve miktarı takibe ekli ihtarnamede açıkça belirtilmiş olup takibe konu edilen alacağın genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığı, bu açıklama karşısında takip talebine kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı açıkça anlaşılmaktadır.

Alacaklı takip talebinde genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye bağlı olarak gönderilen ihtarname şeklinde belgeler zincirine dayanmıştır. İhtarname içeriğinde genel kredi sözleşmesinin yazılı olması karşısında, takip talebinde genel kredi sözleşmesi ibaresinin yazılı olmaması bu sözleşmeye dayanılmadığını söylemeye yeterli değildir.'' denmiştir. Bu haliyle karşı oy yazısına katılmamak mümkün değildir. Alacak bir belgeye dayanıyor ve takibe konu asıl alacak o belgelerden anlaşılıyorsa takip talebini itirazın iptali davasında haksız itirazı kaldırtmak isteyen alacaklı aleyhine bir dava dilekçesi gibi yorumlamanın hukuki bir temeli de yoktur.

Zaten itirazın iptali davasında alacaklının da alacağının varlığını ispatı her türlü delille mümkün olacağından, bu hususu dar yorumlamanın hukuk pratiğindeki sonuçlarına dikkat edilmelidir. Ancak yukarıda anılan kararda usul hukukunun bir yansıması olan takip hukuku şekli çerçeve içinde dar yorumlanarak, adeta esas usule feda edilmeye çalışılmıştır.

Kanun hükmünde açıkça yazmayan yoruma dayalı usuli gerekçelere, maddi hukukun feda edilmesi tercihi karşısında; kanunun amaçsal yorumlanması hususuna dikkatlerin çekilmesi gerekmektedir. Borçlunun takibe itiraz sebepleri dışında itiraz sebeplerini değiştirme serbestisi karşısında alacaklının takip talebini adeta  dava dilekçesi gibi yorumlamanın, genel hükümlere göre görülen ve tarafları arasında maddi anlamda kesin hüküm teşkil eden bu davayı açmakta hukuki bir yarar sağlayamayacağı, borçlu ve alacaklı arasındaki menfaat dengesinde teraziyi borçlu lehine daha da kaydırıp sosyal adaleti bozmaya doğru götüreceği de ortadadır.