İTİRAZIN İPTALİ DAVALARI VE ALACAĞIN VARLIĞINI İSPAT YÜKÜ

Abone Ol

İcra ve İflas Kanunun 68’inci maddesinde takip talebine itiraz edilen alacaklının, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebileceği düzenlenmiştir. Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın “yüzde yirmisinden” aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkûm edilir. İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır. Düzenlemenin birinci fıkrasında yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkıysa saklıdır. Bu Kanunda öngörülen icra inkar tazminatı, kötü niyet tazminatı ve benzeri tazminatların tespitinde, takip talebi veya davadaki talep esas alınır.

Öncelikle her davada olduğu gibi, itirazın iptali davalarında da davacı alacaklının bu davayı açmasında hukuki yararı bulunmalıdır. Bu bir dava şartıdır ve dava açıldığı anda var olmalıdır. Örneğin muaccel hale gelmeyen alacak için takip yapılmasında ve dava açılmasında alacaklının hukuki yararı yoktur (11.HD. 20.4.1989 T. 1988/10067; 2386). Zira itirazın iptali davası icra takibiyle bağlantılı olduğundan, öncelikle davalı aleyhine girişilmiş geçerli bir ilamsız icra takibi olmalıdır (19.HD. 7.3.2003 T. 2002-185/1932). (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, İtirazın İptali Menfi Tespit İstirdat Davaları, 6.Baskı, ANKARA, 2020, s.32). Özetle itirazın iptali davası takiple bağlantılı olduğundan davanın dayandığı takibin geçerli bir takip olması gerekir (19.HD. 11.5.2000; 220/3629). Geçerli bir icra takibi bulunmadığı sürece itirazın iptali davası açılamaz. Geçerli bir takibin bulunması dava şartıdır (Yargıtay 3.HD Onursal Başkanı Nihat YAVUZ, İtirazın İptali ve Tahsil (Eda) Davası, Ankara 2007, s.25-26-27) (Aynı yönde HGK. 26.11.1997 T. 19728/998; Y.19.HD. 24.06.2009 T. 5978/6200 ; Y.19.HD. 05.03.2012 T. 2011/12152-3486 ; COŞKUN, s.44).

Alacaklı tarafından aynı alacak için / ikinci kez başka bir icra dairesine başvurulması halinde de, itiraz üzerine açılan itirazın iptali davası (icra dosyasının derdest olması nedeniyle) reddedilmelidir (YAVUZ, s.28). Bu husus Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 29.5.2001; 40/4122 sayılı kararında da vurgulanmıştır; “…Davacı tarafından davalı aleyhine Akkışla İcra Müdürlüğünde 6.9.1998 tarihinde girişilen icra takibine karşı davalı borçlu tarafından icra dairesinin yetkisine ve borca itiraz edilmiş olması sebebiyle takip durmuş, davacı alacaklı bu kez, Kayseri İcra Müdürlüğünde 3.11.1999 tarihinde icra takibine girişmiş ve itiraz üzerine görülmekte olan dava açılmıştır. Borçlu tarafından Akkışla İcra Müdürlüğünün yetkisine vaki itiraz üzerine alacaklının icra tetkik merciine veya bir yıl içinde mahkemeye başvurmadığı ya da yetki itirazını kabul ederek dosyanın yetkili icra dairesine getirtip oradan ödeme emri çıkartılmasını istemediği gibi Akkışla İcra Dairesinde girişilen takipte ilgili icra dosyası derdesttir. Bu yön gözetilerek yazılı olduğu şekilde karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik görülmemiştir.” (YAVUZ, s.28). Bu kapsamda aynı alacağa ilişkin iki ayrı takip başlatıldığı takdirde ortada geçerli bir icra takibinin varlığından söz edilemez. “…Alacaklının ilamsız icra takibine konu yaptığı alacağı için ikinci bir ilamsız takip yoluna başvurması halinde icra memuru aynı alacakla ilgili olarak borçluya ödeme emri göndermesi gerekir. Böyle bir durumda ödeme emrini alan borçlu derdest takip bulunduğunu ileri sürerek itiraz etmesi halinde alacaklı bu itirazın giderilmesi için itirazın iptali davası açamaz (Kuru-İcra, C 1 s.218 ; Kuru/Aslan/Yılmaz-icra s.172)” (Dr.Adnan DEYNEKLİ, İtirazın İptali Davaları, ANKARA 2005, s.82).

Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin T. 6.12.2017 E. 2016/14890 K. 2017/7766 sayılı kararında da aynı husus vurgulanmıştır; “…Davalı vekili, davacıdan hiçbir şekilde mal alımı yapmadığını, takibe konu faturanın ve irsaliyedeki imzaların sahte olduğunu, bununla ilgili soruşturmanın devam ettiğini, aynı faturaya dayanarak daha evvel ... 8.İcra Müdürlüğü'nün 2011-4052 esas sayılı dosyası ile de takip yapıldığını ve bunun itiraz ile durdurulduğunu, fakat alacaklı tarafından hiçbir işlem yapılmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda, davalının faturayı 2010 yılı Temmuz ayına ait BA formunda beyan edip kayıtlarına intikal ettirdiği, davacının da BS formu ve KDV beyannamesinde bildirdiği, bu durumda faturaya konu mal ve hizmetinin davalı tarafından alındığının kabulünün gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir. İtirazın iptali davası icra takibi ile sıkı sıkıya bağlıdır. İtirazın iptali davasının dava şartlarından birisi geçerli bir icra takibinin mevcut olmasıdır. Alacaklı davacı itiraz üzerine 13/06/2011 tarihinde duran takibe karşı herhangi bir girişimde bulunmadan 27/12/2012 tarihinde Adana 3. İcra Müdürlüğünün 2012/12987 Sayılı takibini başlatmış ve itiraz üzerinde görülmekte olan itirazın iptali davasını açmıştır. Yukarıda açıklanan yasa hükmü ve ilk takibe karşı dava açılmadığı gözetildiğinde mükerrer takip bulunması dava şartı olduğundan davanın reddi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.”

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi T. 7.7.2004 E. 2004/13619 K. 2004/17917 sayılı kararında; ÖZET : Takip konusu alacakla ilgili daha önce icra takibi yapıldığı ve itirazla takibin durduğu dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Alacaklı itirazın kaldırılması yoluyla takibe devam etme imkanı olmasına rağmen aynı alacakla ilgili ikinci kez icra takibine geçmiştir. İlk takipten feragat edilmeksizin mükerrer şekilde yapılan takibin iptali gerekir. KARAR : İcra takibine konu aynı alacakla ilgili alacaklının Avanos İcra Müdürlüğü'nün 2003/574 sayılı dosyasında icra takibi yaptığı, borçluya 152 nolu icra emrinin tebliği üzerine itirazla İcra takibinin durduğu anlaşılmaktadır. Alacaklının sözü edilen takip için itirazın kaldırılmasını talep etmek suretiyle takibin devamını sağlaması mümkün iken, aynı alacak için ilk takipten feragat edilmeksizin bu kez mükerrer şekilde örnek 151 nolu icra emri göndererek İcra takibi yapması yerinde olmadığından mahkemece borçlu şikayetinin anılan nedenle kabulüne karar vermek gerekirken yazılı gerekçeyle reddine karar verilmesi isabetsizdir. SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İ.İ.K. 366. ve H.U.M.K. 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 07.07.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

Konuya süre yönünden bakıldığında da; ilamsız icra takibine itiraz üzerine alacaklı, itiraz dilekçesinin tebliğinden itibaren bir yıl içinde itirazın iptali davası açmadığı takdirde, yaptığı ilamsız takip düşer (YAVUZ, s.169). Bilimsel öğretide savunulan bir görüşe göre de (Çağa: Tahir) itirazın iptali davası süresi geçtikten sonra açılırsa, reddedilmelidir (YAVUZ, s.170). Bu husus Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 31.5.1985; 3035/3414 sayılı kararında da vurgulanmıştır; “…Bir yılın geçip geçmediğini yargıç re’sen araştıracak ve bu süreden sonra açılmış itirazın iptali davası, süre geçmiş olması nedeniyle reddedilecektir. Süre geçtikten sonra açılmış itirazın iptali davasının HUMK.74.maddesine aykırı olarak, tahsil davası olarak kabul ve rüyeti mümkün değildir.” (YAVUZ, s.170).

İtirazın iptali davalarında takip dayanağı belge açısından konuya bakıldığında ise; uygulamada en çok faturaya dayalı takip başlatıldığı görülmektedir. Ancak faturanın itirazın iptali davasına konu takip dayanağı olabilmesi için TTK ve VUK kapsamında bazı zorunlu unsurları taşıması gerekir. Vergi mevzuatı ve uygulamasında, faturanın şekli ve kapsamı VUK.m.230 hükmünde düzenlenmiştir. VUK’nda yer alan hükümler yalnız vergi hukuku bakımından değil, dolaylı olarak, özel hukuk bakımından, özellikle muhasebe hukuku yönünden önemlidir ve Ticaret Kanununun bu alandaki boşluklarını da tamamlamaktadır. VUK.m.230 hükmüne göre; “Faturada en az aşağıdaki bilgiler bulunur: 3.Müşterinin adı, ticaret ünvanı, adresi, varsa vergi dairesi ve hesap numarası…” Görüldüğü gibi VUK.m.230 hükmü, faturanın şeklini düzenlerken, Ticaret Kanununa göre faturada bulunması zorunlu kayıtları da açıkça belirtmiştir. (Prof.Dr. Oğuz Kürşat Ünal, Fatura ve Teyit Mektubu, 5.Baskı, ANKARA 2013, s.104-105.). VUK.m.230 hükmünde belirtilmiş olan hususlardan birinin eksik olması halinde, düzenlenen belgenin VUK.bakımından fatura olarak nitelendirilmesi mümkün görülmemektedir. (ÜNAL, s.106.). Bu konuda Danıştay 4.Dairesinin 1972/2952 E., 1973/3384 K. sayılı kararında; “…Fatura ve diğer tevsik unsuru belgelerin Kanunun öngördüğü şekilde düzenlenmemesi, diğer bir ifadeyle, gerekli bilgileri ihtiva etmemesi, bunların hiç düzenlenmemiş olması hükmündedir.” (Ünal, s.106.).

Yargıtay uygulaması ve doktrinde ifade edildiği üzere fatura tek başına bir akit olmayıp akdin ifasını gösteren bir belge niteliğindedir. Faturaya dayalı bir borcun varlığı herşeyden önce muteber bir temel borç ilişkisinin varlığı şartına bağlıdır. Faturayı tanzim eden ve alan kimse arasında böyle bir temel borç ilişkisinin bulunmadığı hallerde faturanın hukuki bir sonuç doğurması da söz konusu değildir. Bu nedenle faturada yazılı bedelin taraflar arasında yazılı bir sözleşme olmadığı sürece teamül haline geldiği de düşünülemez. Yargıtay uygulaması ve doktrinde de aynı görüş hakimdir;

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1978/11-1147 Esas, 1980/1418 Karar sayılı kararında da; “…faturanın, onu teslim alan muhatabı borç altına sokabilmesi için her şeyden evvel borç doğurucu bir hukuki ilişkinin mevcudiyeti ve faturanın da bu ilişki nedeni ile düzenlenmiş olması gerekir. Borç münasebeti olmaksızın düzenlenen ve muhatap tarafından her nasılsa teslim alınan FATURAYA SEKİZ GÜNDE İTİRAZ EDİLMEMİŞ OLMASININ ONU BORÇ ALTINA SOKACAĞI ŞEKLİNDEKİ BİR GÖRÜŞ MANTIKİ VE HUKUKSAL DAYANAKTAN YOKSUN OLUR. O halde öncelikle taraflar arasında böyle bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının gözönünde tutulması zorunludur.”

Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 1986/5016 Esas, 5415 K. sayılı kararında da; “…Akdi ilişki kanıtlanmadığı sürece davacının davalı adına fatura düzenlemesi ve ticari defterlerine göre bu faturalar nedeniyle alacaklı gözükmesinin davalıyı bağlayıcı bir yanı yoktur.”

Yargıtay 19.Hukuk Dairesi’nin 2010/9165 E., 2011/4317 K. sayılı kararında; “…somut olayda, davalı akdi ilişkiyi inkar ettiğine göre davacının akdi ilişkinin varlığını usulüne uygun delillerle ispat etmesi gerekir. Fatura düzenlenmesi tek başına akdi ilişkinin varlığını kanıtlamaya yeterli değildir:”(Prof.Dr. Oğuz Kürşat Ünal, Fatura ve Teyit Mektubu, s.139, 5.Baskı, Bilge Yayınevi, ANKARA, 2013).

Yargıtay 13.Hukuk Dairesi’nin 1984/3755 E., 1984/4382 K. sayılı kararında; “…İtiraza uğrayan faturalar davalı aleyhine delil olarak kabul edilemez.” hükmü tesis edilmiştir.(Prof.Dr. Oğuz Kürşat Ünal, Fatura ve Teyit Mektubu, s.155, 5.Baskı, Bilge Yayınevi, ANKARA, 2013).

“…(faturaya süresinde itiraz yapılmışsa) vesikanın doğruluğunu faturayı tanzim edenin ispatlaması gerekir. Çünkü MK.m.6 hükmüne göre “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. …Fatura yukarıda izah ettiğimiz gibi bir akit olmayıp akdin ifasını gösteren bir belge olduğundan verilmesi ticari işletmesi bağlamında bir mal satılması, üretilmesi, bir iş görülmesi veya bir menfaat sağlanması (TTK.m.21.) gibi bir sözleşmenin yani muteber bir temel borç ilişkisinin varlığı şartına bağlıdır. Faturayı tanzim eden ve alan kimse arasında böyle bir temel borç ilişkisinin bulunmadığı hallerde faturanın hukuki bir sonuç doğurması da söz konusu değildir. GEÇERSİZ BİR SÖZLEŞMEYE 8 GÜN İÇİNDE İTİRAZ ETMEME MUTEBER OLMAYAN SÖZLEŞMEYE GEÇERLİLİK DE SAĞLAMAZ. …Borç münasebeti olmaksızın düzenlenen ve muhatabı tarafından her nasılsa teslim alınan faturaya sekiz gün içinde itiraz edilmemiş olmasının onu borç altına sokacağı şeklindeki bir görüş hem mantıki hem de hukuki dayanaktan yoksundur. O halde öncelikle taraflar arasında böyle bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının gözönünde tutulması zorunludur. Bu bakımdan temel borç ilişkisinin mevcudiyeti hakkında doktrin ile Yargıtay arasında da görüş ayrılığı yoktur.”(Prof.Dr. Oğuz Kürşat Ünal, Fatura ve Teyit Mektubu, s.133-134, 5.Baskı, Bilge Yayınevi, ANKARA, 2013).

Bilindiği üzere Türk Ticaret Kanunu, fatura itirazı için özel bir şekil ve usul şartı öngörmemektedir. Yine faturaya itirazın süresinde olup olmadığını ispat yükümlülüğü davacı üzerindedir. Kaldı ki TTK., itiraz için özel bir şekil ve usul şartı aramadığından faturaya itirazın herhangi bir şekilde yapılması mümkündür. Bu kapsamda alacağın varlığını ispatla birlikte ortada kesinleşmiş bir fatura bulunduğunun ispat yükü de, faturaları keşide eden davacı şirket üzerindedir. Doktrinde de aynı görüş mevcuttur;

“…faturanın herhangi bir şekilde muhatabına ulaştırılması yeterli olmayacaktır. …faturaya tanınan karineden faydalanmak isteyen tacir hem faturanın gönderildiğini hem de faturanın muhatap tarafından alındığını ve ALINMA TARİHİNİ İSPAT ZORUNDA KALACAKTIR.” .”(ÜNAL, s.146.).

“…TTK., itiraz için özel bir şekil ve usul şartı aramadığından faturaya itirazın herhangi bir şekilde yapılmasının mümkün olduğu kanaatindeyiz.”(ÜNAL, s.155.).

İtirazın iptali davalarında borçlu borcun olmadığını iddia ettiğine göre yokun ispatı mümkün olmadığından kural olarak ispat yükü alacaklıya aittir. Zira hukuki ilişkin varlığını ispat yükü alacaklıda olduğundan alacaklı hukuki ilişkinin yani borcun varlığını kanıtlamak durumundadır. (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, İcra ve İflas Kanunu Şerhi, 5.Baskı, ANKARA, s.1725-1730.). Aynı husus menfi tespit ve istirdat davalarında da geçerlidir. Menfi tespit davasında ispat yükü kural olarak davalıya (alacaklıya) düşer. Borçlu ödeme emrine itiraz ederek borçlu olmadığını bildirdiği halde, icra takibi ilamsız icra usulüne göre (şu veya bu şekilde) kesinleşmiş ise, borçlu davacı açacağı menfi tespit davasında borçlu olmadığını ispat ile yükümlü değildir. Bu halde, alacaklı olduğunu alacaklının (davalının) ispat etmesi gerekir. (Prof.Dr.Baki KURU, İcra ve İflas Hukuku, II.Baskı, ANKARA 2013, s.371.). Nitekim bu davada davacı borcun olmadığını iddia ettiğine göre yokun ispatı mümkün olmadığından kural olarak ispat yükü alacaklıya aittir. Zira hukuki ilişkin varlığını ispat yükü davalı alacaklıda olduğundan alacaklı hukuki ilişkinin yani borcun varlığını kanıtlamak durumundadır. (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, İcra ve İflas Kanunu Şerhi, 5.Baskı, ANKARA, s.1725-1730.). Menfi tesbit davasında tarafların davadaki sıfatları değişik olduğundan, ispat külfeti bakımından bir değişiklik akla gelebilirse de, dikkatli bir inceleme sonuncunda menfi tesbit davasında ana kuraldan sapma bulunmadığı anlaşılmaktadır. Burada da davacı, kural olarak davalı tarafından var olduğu iddia edilen hukuksal ilişkinin mevcut olmadığını (yani menfi bir durumu) ispat edecek değildir. (Yargıtay Üyesi Nihat YAVUZ, Menfi Tespit ve İstirdat (Geri Alma) Davası, ANKARA 2007, s.142.). Yargıtay uygulaması da bu yöndedir;

Yargıtay 19.HD. 10.12.2013 T. 14915/19643 sayılı kararında; “Özü: Satıcı/davalı malı teslim ettiğini ispatlamak zorundadır. …davalı, mal satıp teslim ettiğini iddia ederek icra takibi yapmış, davacı ise akdi ilişkiyi ve mal teslimini inkarla borçlu olmadığını iddia etmiştir. 818 sayılı BK’nın 182.maddesi (6098 sayılı TBK’nın 207.maddesi) uyarınca satım sözleşmesinde satıcı davalı, satılan malların davacıya teslim edildiğini kanıtlamak zorundadır. Mahkemece ispat külfetinde yanılgıya düşülerek davacı tarafa yemin teklif hakkının hatırlatılması ve alacaklı davalı şirket temsilcisinin de faturada belirtilen ürünleri davacıya teslim ettiği hususunda icapsız davete istinaden yemin etmiş olması gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir. (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, Menfi Tespit ve İstirdat Davaları, ANKARA 2015, s.592.).

Yargıtay 15.HD. 2010/7646 E. 2011/2849 K.sayılı kararında; “…Kural olarak eser sözleşmelerinde, imalatın sözleşmeye ve tekniğe uygun yapılarak teslim edildiğini kanıtlamak yükleniciye, iş bedelinin ödendiğini kanıtlamak yükü de iş sahibine aittir. Fatura düzenlenmesiyle imalatın yapıldığı ve teslim edildiği kanıtlanamaz. (Corpus CD-Medya)” (ÜNAL, s.140.).

Yargıtay 15.HD. 24.06.2013 T. 2012/4820; 4133 sayılı kararında; “Özü: Eser sözleşmesine dayanan işlerde yapılan işin fen ve sanat kurallarına uygun olarak imal edildiğinin ispat yükümlülüğü yükleniciye, iş bedelinin ödendiğini ispat yükümlülüğü ise iş sahibine aittir.” (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, Menfi Tespit ve İstirdat Davaları, ANKARA 2015, s.601.).

İtirazın iptali davalarında takip dayanağı belge tutarları HMK.m.200 sınırını geçtiği takdirde alacaklının alacağın varlığına ilişkin tanık dinletmesi de hukuken mümkün değildir. Yargıtay uygulaması da aynı doğrultudadır;

Yargıtay 13.HD. 3.11.1988; 5011/5146 sayılı kararında; “Davacı, davalının kendisini borçlu göstererek 4 milyon liralık icra takibi yaptığını, ödeme emrini değişik adrese tebliğ ettirerek takibi kesinleştirdiğini ileri sürerek davalıya borçlu olmadığının tesbitini ve takibin iptalini istemiştir. İcra takibi herhangi bir belgeye dayanmamaktadır. Bu davada alacağın varlığını isbat yükü davalı alacaklıya aittir. ALACAĞIN MİKTARI İTİBARİYLE İDDİANIN TANIKLA İSBATINA HUKUKEN OLANAK YOKTUR.” (YAVUZ, s.146.).

Yargıtay 13.HD. 20.11.1986; 5028/5655 sayılı kararında da; “Davacı aleyhine 978.000 liralık ilamsız takiplere mahsus yol ile icra takibi yapıldığı, bu takibe karşı yapılan itirazın reddedildiğini, oysa davalıya hiçbir borcu olmadığını öne sürerek, borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir. Olayda, davalı tarafından yapılan icra takibi herhangi bir belgeye dayanmadığından, alacaklı olduğunu isbat etmek kural olarak davalıya düşer. Davalı alacağını yasal delillerle isbat edememiştir.” (YAVUZ, s.146.).

Yargıtay 11.HD. 22.6.1984; 266/502 sayılı kararında da; “Dava konusu olayda icra takibi bir belgeye dayanmamaktadır. Ödeme emrine itiraz edilmemesi sonucu ilamsız icra takibinin kesinleşmesi, takip hukuku yönünden sonuç doğurur. Bu husus, borçlunun, borçlu olduğunu ikrar ettiğine dair madde hukuk yönünden bir karine teşkil etmez. …O halde davalı alacaklı, evvelemirde davacı borçludan alacaklı olduğunu isbat etmekle yükümlüdür.” (Aynı yönde YHGK. 2.5.1984 T. 266/502 ; Y.11.HD. 15.3.1983 T.1056/1260 ; Y.13.HD. 20.10.1981 T. 4869/6574). (YAVUZ, s.146.).

Doktrinde hakim olan görüşe göre de temel borç ilişkisi faturayı veren kişi tarafından kanıtlanmalıdır (Arkan, s.136; Poroy, s.109; Karahan, s.90; Uçar, s.46). Fatura sözleşmenin ifa safhası ile ilgili olup mutlaka bir sözleşmeye dayanmalıdır. Sadece faturanın tebliğ edilmesi ve tebliğden itibaren sekiz gün içinde itiraz edilmemesi akdi ilişkinin varlığının kanıtı değildir. Bu nedenle akdi ilişkinin inkarı halinde faturayı düzenleyen kimsenin bu ilişkinin varlığını da kanıtlaması gerekir. (DEYNEKLİ, s.159). Ayrıca taraflar arasında sözleşme ilişkisi yoksa düzenlenen belge fatura sayılmaz ve bu belgeye itiraz edilmemesi de yeni TTK m.21/2 fıkrası anlamında bir sonuç doğurmaz (HGK 19.09.2018 T. 2017/19-915; 1338) (COŞKUN, s.335). Bir sözleşmeye dayanarak açılan itirazın iptali davasında da, davacı, dayandığı sözleşmenin varlığını kanıtlamalıdır (Umar, Bilge/Yılmaz, Ejder: İspat Yükü, 2.B, İstanbul 1980, s.106). İstisna/Eser sözleşmesine dayanarak açılan itirazın iptali davasında, davalının akdi ilişkiyi kabul etmemesi halinde sözleşmenin varlığı HUMK’nun 288 (6100 s.HMK.m.200) ve sonraki maddeleri uyarınca usulüne uygun olarak davacı tarafça ispat edilmelidir (DEYNEKLİ, s.124). Bu hususta Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 13.04.1994; 1088/2327 sayılı kararı; “…taraflar arasında akdi ilişki yazılı bir sözleşmeye bağlanmamış, davalı yan da sözleşme ilişkisini kabul etmemiştir. Akdi ilişki davalı tarafından inkar edildiğine göre, davacı akdin varlığını HUMK.nun 288 ve sonraki maddeleri uyarınca yöntemine uygun kanıtlamalıdır.” (DEYNEKLİ, s.124). (Aynı yönde Y.19.HD. 28.2.1997 T. 96-4290/2016 ; “Özü : Eser sözleşmesinin varlığı HMK’nın 200.maddesi hükmü uyarınca yazılı belge ile ispat edilmelidir.” (Y.15.HD. 29.10.2009 T. 6492/7268) (COŞKUN, s.247).

Özetle şekle bağlı olmaksızın yapılan akdin varlığında uyuşmazlık çıktığı takdirde, akdi inkar eden tarafa karşı, akdin varlığını iddia eden taraf MK.6.maddesi hükmünce bu iddiasını ispat hukuku yönünden HMK.200 ve devamı hükümlerindeki koşullarla ispatlamak zorundadır. Bu ifadeyi biraz daha açmak gerekirse, bir inşaat yapımını sözlü bir akitle üstlenen müteahit, yaptığı inşaatın bedelini ödemeyen ve akdi bir ilişkiyi de inkar eden iş sahibi karşısında, yaptığı işin değeri 2500 TL’yi geçtiği takdirde, kural olarak inşaatı kendisinin yaptığına ve aralarında bir sözleşme bulunduğuna dair şahit dinletemez; iddiasını ancak yazılı bir belgeyle veya karşı tarafa teklif edeceği yemin ile ispatlayabilir. Görülüyor ki, inşaat sözleşmeleri şekle bağlı değilse de taraflardan birinin inkarı halinde varlığının ispatı usul hukukundaki kurallara göre mümkündür. (Yargıtay 15.HD’nin 3.10.1994 tarih, 984/1631-3265 sayılı kararı).” (Yargıtay 19.HD. Onursal Başkanı Cengiz KOSTAKOĞLU, İçtihatlı İnşaat Hukuku ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmeleri, 9.Baskı, İSTANBUL 2015, s.21.). Dolayısıyla tek başına fatura gönderilmesi sözleşme ilişkisinin varlığını kanıtlamaya yetmez (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, İnşaat Sözleşmelerinden Kaynaklanan Davalar, I.Baskı, ANKARA 2017, s.114.).

Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 18.02.1992 Tarihli 1991/3700 Esas 1992/695 Karar; “Özü: Akdi ilişkinin inkarı halinde, davacının akdin varlığını yasal koşullara göre kanıtlaması gerekir. (6100 S.HMK.mad.200) “…Davacı taraf, davalı ile aralarındaki ilişkinin eser sözleşmesi olduğunu iddia etmesine karşın, davalı bu ilişkinin eser olmayıp, HİZMET SÖZLEŞMESİ OLDUĞUNU ve davacının inşaatta işçi olarak çalıştığını savunmuştur. Davacının akdi ilişkinin eser sözleşmesi olduğunu HUMK’un 288 ve müteakip maddeleri uyarınca kanıtlaması gerekir. Oysa davacı, bu konuda yazılı sözleşme ibraz edememiştir. Davalı taraf TANIK DİNLENMESİNE KARŞI KOYDUĞUNDAN TANIK DİNLENMESİ DE MÜMKÜN DEĞİLDİR.” (KOSTAKOĞLU, s.609.).

Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 11.11.1986 Tarihli 986/2831-3756 sayılı kararında; …Davacı, davalı ile yapılan sözlü eser sözleşmesine istinaden alacaklı bulunduğunu iddia etmiştir. Davalı ise, aralarında eser sözleşmesi bulunmadığını, inşaatta işçi olarak çalıştığını ve ücretini ödediğini savunmuştur. İnşaat sözleşmesi yazılı şekle tabi akitlerden bulunmamakla beraber, ispat yönünden yazılı belge aranmaktadır. HUMK 289.maddesinde 288.madde uyarınca (halen yürürlükte olan 6100 sayılı HMK’nun 200.maddesi) senetle ispatı gereken hususlarda yukarıdaki hükümler hatırlatılarak KARŞI TARAFIN AÇIK MUVAFAKATI HALİNDE TANIK DİNLENEBİLEBİLİR denilmektedir. Davacı iddiasını tanık vs delillerle ispat etmek istediğine göre, mahkemece yukarıdaki madde gereki davalıya hatırlatma yapılarak açık rızası halinde tanık dinlenmesi gerekirken buna riayet edilmemiş olması usul hükümlerine aykırıdır.” (KOSTAKOĞLU, s.23.).

Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 8.7.1992 Tarihli 1992/2995 Esas 1992/3708 Karar; “Özü: Akdi ilişki, inkarı halinde yazılı delille veya yemin delili ile kanıtlanabilir. …Davalı, sözleşme ilişkisini kabul etmemiştir. …Oysa ki davalı akdi ilişkiyi kabul etmediğini; çekin de sebepten ari ödeme vasıtası olduğuna göre, davacı iddiasını yasal delillerle kanıtlamak zorundadır. Dosyada yanlar arasında sözleşme ilişkisinin varlığını kanıtlayan bir delil mevcut değildir. Bu sebeple dava reddedilmelidir.” (KOSTAKOĞLU, s.46.).

Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 23.9.1991 Tarihli 1991/1336-4266 sayılı kararı; “Özü: İnşaat hukukunda akdi ilişkinin usulüne uygun ispatı gerekir. Muvafakat dışında dinlenen tanıklara değer verilemez. …Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davalıya ait binaların boya ve badana yapımı işinden kaynaklanmaktadır. Davalı, davacı ile bu konuda hiçbir sözleşme yapmadığını savunmuştur. O halde, davacı, sözleşme ilişkisini kanıtlamak zorundadır. Davacı 12.12.1988 günlü dilekçe ile bu konuda şahit ikame etmiştir. Ne var ki, davalının gösterilen belli şahitlerin dinlenmesine açık muvafakatı yoktur. Bu durumda olayda şahit dinlenemez ve dinlenmiş tanık beyanlarına da değer verilemez. Ancak davacı, dava dilekçesinin deliller bölümünde “vs.yasal kanıtlar” demek suretiyle yemin deliline de dayandığından mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatarak hasıl olacak sonuca uygun karar vermesi gerekirken, tanık beyanlarına dayanarak sözleşme ilişkisini kabul etmesi yasaya aykırı olup karar bozulmalıdır.” (KOSTAKOĞLU, s.52-53.).

Tüm bu hususlarla birlikte TTK.m.21 hükmüne göre; Ticari işletmesi bağlamında bir mal satmış, üretmiş, bir iş görmüş veya bir menfaat sağlamış olan tacirden, diğer taraf, kendisine bir fatura verilmesini isteyebilir. Bu hüküm faturanın istendiği sürede verilmesi gerektiğini göstermektedir (ÜNAL, s.122.). TTK’nın 23/2 maddesinde ise bir faturayı alan kimsenin aldığı tarihten itibaren 8 gün içinde münderecatı hakkında bir itirazda bulunmadığı takdirde fatura münderecatını kabul etmiş sayılacağı düzenlenmiştir. Nitekim Yargıtay’ın bu konuda yerleşmiş içtihatları bulunmaktadır;

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.04.2005 tarihli, 2005719-213 E. Ve 2005/265 K. Sayılı kararında da belirtildiği gibi; “Faturanın tebliğinden itibaren 8 gün içinde itiraz edilmezse fatura münderecatı kabul etmiş sayılır”

Yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28.04.2004 tarihli 2004/19-205 E. Ve 2004/246 K. Sayılı kararında; “Faturaya, TTK’nın 23/2 maddesi gereği tebliğinden itibaren 8 gün içinde itiraz edilmemesi durumunda, fatura içeriğinin kabul edilmiş sayılır.” şeklinde hüküm tesis edilmiştir. Kanunun fatura için öngördüğü bu karinenin hüküm ifade edebilmesi için taraflar arasında akdi bir ilişkinin, başka bir deyişle hukuken muteber bir temel borç ilişkisinin bulunması şartı yanında, tanzim edilen belgenin fatura olarak kanunun öngördüğü asgari şekil şartlarına da sahip olması gerekir. Gönderilen belge fatura olarak kabul edilmezse, bunun tabi sonucu olarak itiraz edilsin veya edilmesin, belge gönderilen yönünden, itiraz edip etmemeye dayanan bir hukuki sonuç meydana getirmeyecektir (ÜNAL, s.142.). Bu kapsamda Vergi Usul Kanunumuz fatura verme mecburiyetini bir süreye tabi tutmuştur. VUK.m.231 b.5 hükmüne göre; fatura, malın teslimi veya hizmetin yapıldığı tarihten itibaren azami yedi gün içinde düzenlenir. Bu süre içinde düzenlenmeyen faturalar hiç düzenlenmemiş sayılır. Bu hususta Danıştay 9.D, 1997/4352 E., 1998/4331 K. sayılı kararında; “…Hak edişlerde fatura, hak ediş raporunun onaylandığı tarihten itibaren 10 günlük süre içinde düzenlenir” ve de VG, 1999/29 E., 1999/46 K. sayılı kararda; “…Yasada öngörülen on günlük süreden sonra ve tespit sırasında düzenlenen fatura hiç düzenlenmemiş sayılarak, kesilen özel usulsüzlük cezasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” (ÜNAL, s.123.). şeklinde hüküm tesis edilmiştir.

Özetle hukuken hak ya bir akitten veya haksız fiilden doğar. Fatura bir akit olmayıp, muteber bir akdin ifası ile ilgili ticari vesika olduğundan, bizzat fatura tebliği herhangi bir alacak hakkı doğurmaz (ÜNAL, s.172.). Geçersiz bir sözleşmeye 8 gün içinde itiraz etmeme, muteber olmayan sözleşmeye geçerlilik de sağlamaz. Buna dayalı bir faturaya itiraz edilip edilmemesinin de bir kıymeti yoktur. Demek oluyor ki, TTK.m.21 hükmünün düzenlediği ve madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere, faturanın, onu teslim alan muhatabı borç altına sokabilmesi için evvel emirde borç doğurucu bir hukuki ilişkinin (ki bu hukuki ilişki kanun metnine göre bir sözleşmedir Y.11.HD. 1968/3605 E., 1968/4337 K. -ERİŞ, s.279) bulunması ve faturanın bu hukuki ilişkiye istinaden verilmesi şarttır. Bu husus doktrinde de tartışmadan uzaktır. Yargıtay’a göre de “sözleşmesi olmayan işlerde faturaya itiraz edilmemiş olması bağlayıcı değildir.” (Y.15.HD., 1998/928 E., 1998/1319 K.; Yargıtay İçtihatları Birleştirme HGK.Kararı, 2001/1 E., 2003/1 K.). (ÜNAL, s.133-134.).

Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 2010/13884 E. 2011/8100 sayılı kararında; “…Salt fatura düzenlenmesi davacıya alacak hakkı vermez. Davacının fatura konusu malları davalıya teslim ettiğini usulüne uygun deliller ile kanıtlaması gerekir. Faturaların davacı defterlerinde kaydının olması ve davacının tek taraflı düzenlediği kantar fişlerinin mal teslimini kanıtlamaya yetmediği gibi TANIK BEYANLARI İLE DE MAL TESLİMİ KANITLANAMAZ. (Aynı yönde Y.11.HD. 1978/1788 E, 1978/1687 K. (Uçar, s.48).

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 19.02.2004 tarihli, 2003/4214; 1479 sayılı ilamında; “…fatura düzenlenip, davalıya tebliğ edilmiş olması ve BUNA İTİRAZ EDİLMEMİŞ OLMASI TEK BAŞINA AKDİ İLİŞKİNİN VARLIĞINI KANITLAMAYA YETERLİ DEĞİLDİR. Mahkemece bu yönler üzerinde durulmaksızın eksik araştırma ve inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.” (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, Menfi Tespit-İstirdat Davaları, 2.Baskı, ANKARA 2015, s.276.).

Yargıtay 3.HD. 2000/4885 E., 2000/5011 K. (Yargıtay Kararları Dergisi, c.26, sa.12, Aralık 2000, s.1821, 1822); “…tebliğ edilen faturaya 8 gün içinde itiraz edilmemiş olması hali faturada yazılı malın davalı alıcıya teslim edildiğini göstermez; bu sadece malın fiyat ve adedi yönünden içeriğini kabul anlamına gelir. Davacı satıcının fatura yazılı malı alıcıya (davalıya) teslim ettiğini bu tesliminde borç doğurucu bir hukuksal ilişki sonucu olduğunu ayrıca ispat etmesi gerekir.” (Aynı yönde Yargıtay 11.HD. 1977/5304 E., 1977/5594 K. (TEKİL, s.84); Yargıtay HGK, 1978/11-1147 E., 1980/1418 K.(TEKİL, w.128-129 dipnot 10); Yargıtay 11.HD 1977/1857 E., 1977/2032 K.; Yargıtay HGK. 1979/11-317 E., 1979/285 K. (DOĞANAY, Şerh, s.149).

Tüm bu hususlarla birlikte alınan faturaya sekiz gün içinde itiraz edilmezse, fatura sadece (miktar) ve (fiat) yönünden kabul edilmiş sayılır. Yoksa faturada yazılı mal ya da hizmetin daha önce ifa edildiği kabul edilemez (YAVUZ, s.168.). Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 28.6.1990 T.; 4593/5189 sayılı kararı da aynı yöndedir; “Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere ve sadece faturanın malın teslim edildiğinin delili olamayacağına, teslimin ayrıca belge ile kanıtlanması gerekeceğine ve bu hususun kanıtlanmış olmasına göre, davacı vekilinin karar düzeltme isteğinin reddine…” (YAVUZ, s.168.).

İtirazın iptali davaları, icra inkar tazminatı yönünden de önem arz eden dava türüdür. Bu davalarda icra inkar tazminatına hükmedilebilmesi için alacağın likit olup olmadığına bakılmalıdır. Doktrinde de ifade edildiği üzere likit olmayan alacaklarda, alacağın miktarı belirli değildir; yani borçlu tarafından alacağın gerçek miktarını tespit edebilmek için bütün unsurlar bilinmemekte veya bilinememektedir. Alacağın gerçek miktarının tespiti için, ya alacaklı ve borçlu bir anlaşmaya varacaklar veya alacağın gerçek miktarı bir mahkeme kararı ile tespit olunacaktır. Bu tür likit olmayan bir alacak için yapılan takip talebi ve gönderilen ödeme emri üzerine, borçlu, ödeme emrine itiraz ederse, itirazında haklıdır ve bu nedenle icra inkar tazminatına mahkum edilemez (Prof. Dr. Baki KURU, İcra ve İflas Hukuku, Adalet Yayınevi, ANKARA 2013, s.267).

Örneğin eser sözleşmesinden doğan alacak yargılama sonucu alınmış bilirkişi raporu ile saptanmışsa alacak likid değildir (DEYNEKLİ, s.183). (Aynı yönde 15.HD. 21.12.1995, 6558/7577 ; 15.HD. 22.05.1997, 1975/2657 ; 15.HD. 05.12.1994, 5100/7205 ; 15.HD. 17.10.1994, 201/5892). Yine Eser sözleşmesinde eserin ayıplı yapıldığına dayanan tazminat alacağı (YBK.M.475) likit değildir (15.HD. 14.12.2009, 7842/6797; 15.HD. 5.5.2009, 592/2608). Ayrıca eser sözleşmesine dayalı iş bedeli alacağı likit değildir (15.HD. 22.3.2011, 1780/1659; 15.HD. 15.12.2011, 1648/7580; 15.HD. 5.4.2011, 2162/2068). Sözleşme dışı imalat dava konusu edildiğinde, işin miktarı yargılama sonucu belirleneceğinden, likit bir alacak bulunmadığı halde, borçlunun itirazında haksızlığı kabul edilerek inkar tazminatına hükmedilmesi İİK.m.67’ye aykırıdır (15.HD. 9.7.2012, 7420/5190) (Prof. Dr. Baki KURU, İcra ve İflas Hukuku, Adalet Yayınevi, ANKARA 2013, s.268). Kaldı ki İcra inkar tazminatına hükmedilebilmesi için, ilamsız icra takibinin geçerli olması gerekir. (Yargıtay 3.HD Onursal Başkanı Nihat YAVUZ, İtirazın İptali ve Tahsil (Eda) Davası, Ankara 2007, s.219). Yine icra inkar tazminatına itirazın alacaklıya tebliği tarihinden itibaren bir yıl içinde mahkemeye başvurulması halinde hükmedilebilir. Bir yıllık süre geçtikten sonra açılan itirazın iptali davasında bu tazminata hükmedilemez (13.H.D. 19.2.1981; 292/1131) (YAVUZ, s.221).

Likit olmayan alacaklarda icra inkar tazminatına hükmedilemeyeceği Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 28.03.2007 tarihli, 2005/7673 E. 2007/1915 K. ilamında da vurgulanmıştır; “…- İİK. nun 67/II. maddesi uyarınca itirazın iptali davalarında alacaklı lehine icra inkar tazminatına hükmedilebilmesi için diğer koşulların varlığının yanında alacağın likit olması da gereklidir. SOMUT OLAYDA ALACAĞIN VARLIĞI VE MİKTARI YAPILAN YARGILAMA SONUCU BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ İLE SAPTANDIĞINDAN LİKİT DEĞİLDİR. Bu nedenle koşulları oluşmayan icra inkar tazminatı isteminin reddi yerine kabulü doğru olmamıştır. Hükmün bu nedenle bozulması gerekir ise de düşülen bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden kararın HUMK. nun 438/VII. maddesi uyarınca düzeltilerek onanması uygun bulunmuştur.” hükmü tesis edilmiştir. Özetle likit olmayan ve muhakemeyi gerektiren alacaklarda icra inkar tazminatına hükmedilmesi, gerek yasaların emredici hükümlerine gerekse Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına aykırılık teşkil eder. Bu kapsamda icra inkar tazminatına karar verilmesinin belli şartları vardır. Bunlar;

a. Geçerli bir ilamsız icra takibi yapılmış olmalıdır.

b. Borçlu süresi içinde ödeme emrine itiraz etmiş olmalıdır.

c. Bir yıl içerisinde açılmış itirazın iptali davası bulunmalıdır.

d. Talep edilmelidir.

e. Borçlunun itirazının haksızlığına karar verilmelidir.

Borçlunun itirazının haksız olup olmadığını tespit edebilmek için her durumda takip konusu yapılan ve borçlunun itiraz ettiği alacağın likid olup olmadığına bakmak gerekir. Yukarıdaki açıklamaların aksine alacak likid ise borçlu itirazında haksızdır. Bu konuyla ilgili olarak;

Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 01.03.2001 Tarih 2001/7860 E. 2002/1631 K. Sayılı Kararında; “Uyuşmazlık davacı tarafından, davalıya çeşitli tarihlerde satılan mal bedelinin tahsili için yapılan takibe davalının itirazının iptali isteminde kaynaklanmakta olup, davacı taraf FATURAYA dayalı olarak takibe geçmiştir. Bu durumda alacağın LİKİT nitelikte olduğu kabul edilip, davacı yararına icra inkar tazminatına karar verilmesi gerekirken….” şeklinde hüküm tesis edilmiştir.

Doktrinde de aynı görüş hakimdir; “…likid alacaklarda, alacağın miktarı bellidir; yani borçlu tarafından alacağın gerçek miktarını belirlemek için bütün unsurlar bilinmektedir veya bilinecek durumdadır. Alacağın gerçek miktarını tespit etmek için alacaklı ve borçlunun anlaşmalarına veya böyle bir anlaşma olmazsa bir mahkeme kararına gerek yoktur. Borçlu, yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir, yani bilebilir;”(Prof.Dr.Baki KURU, s169, İcra ve İflas Hukuku, 27.Baskı, ANKARA, 2013).

“…likid alacaklarda borçlunun icra inkar tazminatına mahkum edilebilmesi için, borçlunun itirazında borcu inkar etmiş olması (borç hiç doğmamıştır, imza inkarı, borç itfa edilmiştir gibi) şart değildir. Borçlunun borcu inkardan başka sebeplerle itiraz etmiş olması halinde de itiraz sebebi haksız ise borçlu icra inkar tazminatına mahkum edilir. Mesela, borçlu borcun muaccel olmadığı, zamanaşımına uğradığı, taliki bir şarta bağlı olduğu ve taliki şartın gerçekleşmediği veya alacaklının alacaklı sıfatına sahip olmadığı gibi bir sebeple ödeme emrine itiraz eder, alacaklı itirazın iptali davası açar ve bu davada itiraz sebebinin doğru olmadığı (misallerde sırasıyla alacağın muaccel olduğu, zamanaşımına uğramadığı, taliki şartın söz konusu olmadığı) sonucuna varılırsa, borçlu itirazında haksız çıkmış olacağından, icra inkar tazminatına mahkum edilir.” (Prof.Dr.Baki KURU, s170-171, İcra ve İflas Hukuku, 27.Baskı, ANKARA, 2013).

“…İtirazın iptali davasında, borçlunun itirazında haksız olduğu mahkemece tespit edilirse, borçlu hükmolunan borç miktarının %20’sinden aşağı olmayacak şekilde tazminata mahkum edilir. Buna icra inkar tazminatı denir. Alacaklı lehine icra inkar tazminatına hükmedilmesinin kabulünde kanun koyucunun güttüğü amaç, borçlunun borçlu olduğunu ve miktarını bildiği halde borcunu inkar ederek takibi uzatmasını engellemektir. …İpoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takibe itiraz edilmesi neticesinde açılan itirazın iptali davasında da, şartları varsa icra inkar tazminatına hükmedilmelidir. …İnkar tazminatına ancak para alacaklarından dolayı ilamsız genel takip, temerrüt nedeniyle kira alacağına dayalı tahliye, rehnin paraya çevrilmesi takiplerinde hükmedilir. …İtirazının haksızlığına karar verilen borçlunun iyi niyetle ya da kötü niyetle itiraz etmiş olmasına bakılmaz.” (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, İtirazın İptali Menfi Tespit ve İstirdat, syf.351-352-353-354, Seçkin Yayınevi, ANKARA, 2015).

“…Likit alacak; takip konusu alacağın miktarı bellidir. Yani borçlu tarafından alacağın gerçek miktarını belirlemek için bütün unsurlar bilinmekte veya bilinebilecek durumdadır. Alacağın gerçek miktarını tespit etmek için alacaklı ve borçlunun anlaşmalarına veya böyle bir anlaşma olmazsa bir mahkeme kararına gerek yoktur. Borçlu, yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilecek durumda ise alacak likit alacaktır. Örneğin; kambiyo senedinden kaynaklı alacaklar, SATIŞ BEDELİ ALACAĞI, elektrik, su ve telefon aboneliği sözleşmesine dayalı alacaklar, kira alacağı, taraflar arasında düzenlenmiş protokolden kaynaklı alacaklar likit alacaklardır.” (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, İtirazın İptali Menfi Tespit ve İstirdat, syf.356, Seçkin Yayınevi, ANKARA, 2015).

Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 14.01.2013 Tarihli 2012/13588; 466 sayılı kararında; “Özü: Alacak faturadan kaynaklandığından likit mahiyettedir. Haksız itirazdan dolayı davacı yararına icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekir. Alacak faturadan kaynaklanıp İİK’nın 67.maddesi uyarınca likit (bilinebilir) mahiyette olduğundan haksız itirazdan dolayı davacı yararına icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekirken red kararı verilmesi; … kararın bu yönlerden bozulması gerekmiştir.” (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, İtirazın İptali Menfi Tespit ve İstirdat, syf.360, Seçkin Yayınevi, ANKARA, 2015).

Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 17.1.2011 Tarihli 5134/144 sayılı kararında; “Özü: İtirazın iptali davasında davacı alacaklı lehine icra inkar tazminatına karar verilmesi itiraz nedeniyle alacaklının zarar görüp görmemesi önemli değildir. İtirazın iptali davalarında davacı alacaklı lehine icra inkar tazminatına karar verilebilmesi için davalı borçlunun itirazında haksız olması ve takip konusu alacağın likit (bilinebilir, belirlenebilir) olması gerekir. Alacaklının itiraz nedeniyle zarara uğrayıp uğramamasının icra inkar tazminatına hükmedilmesi açısından önemi bulunmamaktadır.” (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, İtirazın İptali Menfi Tespit ve İstirdat, syf.361, Seçkin Yayınevi, ANKARA, 2015).

Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 8.7.2009 Tarihli, 3737/9599 sayılı kararında; “Özü: Tazminata hükmedilebilmesi için borçlunun kötü niyetli olması gerekmez. Alacağın likit ve muayyen olması ve icra takibine itirazın iptaline karar verilmiş bulunması yeterlidir. Bahsedilen bu tazminata hükmedilebilmesi için borçlunun kötü niyetli olması gerekmez. Alacağın likit ve muayyen olması ve icra takibine itirazın iptaline karar verilmiş bulunması yeterlidir. Dava konusu olay değerlendirildiğinde davacı yararına icra inkar tazminatına karar verilmesi gerektiği anlaşılmakta olup mahkemece bu talebin reddine karar verilmiş olması da usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.” (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, İtirazın İptali Menfi Tespit ve İstirdat, syf.361, Seçkin Yayınevi, ANKARA, 2015).

SONUÇ OLARAK; her davada olduğu gibi, itirazın iptali davalarında da davacı alacaklının bu davayı açmasında hukuki yararı bulunmalıdır. Bu bir dava şartıdır ve dava açıldığı anda var olmalıdır. Örneğin muaccel hale gelmeyen alacak için takip yapılmasında ve dava açılmasında alacaklının hukuki yararı yoktur. Zira itirazın iptali davası icra takibiyle bağlantılı olduğundan, öncelikle davalı aleyhine girişilmiş geçerli bir ilamsız icra takibi olmalıdır. Alacaklı tarafından aynı alacak için / ikinci kez başka bir icra dairesine başvurulması halinde de, itiraz üzerine açılan itirazın iptali davası (icra dosyasının derdest olması nedeniyle) reddedilmelidir. Konuya süre yönünden bakıldığında da; ilamsız icra takibine itiraz üzerine alacaklı, itiraz dilekçesinin tebliğinden itibaren bir yıl içinde itirazın iptali davası açmadığı takdirde, yaptığı ilamsız takip düşer. İtirazın iptali davalarında takip dayanağı belge açısından konuya bakıldığında ise; uygulamada en çok faturaya dayalı takip başlatıldığı görülmektedir. Ancak faturanın itirazın iptali davasına konu takip dayanağı olabilmesi için TTK ve VUK kapsamında bazı zorunlu unsurları taşıması gerekir. VUK.m.230 hükmünde belirtilmiş olan hususlardan birinin eksik olması halinde, düzenlenen belgenin VUK.bakımından fatura olarak nitelendirilmesi mümkün görülmemektedir. Doktrinde hakim olan görüşe göre de temel borç ilişkisi faturayı veren kişi tarafından kanıtlanmalıdır. Fatura sözleşmenin ifa safhası ile ilgili olup mutlaka bir sözleşmeye dayanmalıdır. Sadece faturanın tebliğ edilmesi ve tebliğden itibaren sekiz gün içinde itiraz edilmemesi akdi ilişkinin varlığının kanıtı değildir. Bu nedenle akdi ilişkinin inkarı halinde faturayı düzenleyen kimsenin bu ilişkinin varlığını da kanıtlaması gerekir. Bir sözleşmeye dayanarak açılan itirazın iptali davasında da, davacı, dayandığı sözleşmenin varlığını kanıtlamalıdır. İtirazın iptali davaları, icra inkar tazminatı yönünden de önem arz eden dava türüdür. Bu davalarda icra inkar tazminatına hükmedilebilmesi için alacağın likit olup olmadığına bakılmalıdır. Likit olmayan bir alacak için yapılan takip talebi ve gönderilen ödeme emri üzerine, borçlu, ödeme emrine itiraz ederse, itirazında haklıdır ve bu nedenle icra inkar tazminatına mahkum edilemez. Ancak bu açıklamaların aksine alacak likid ise borçlu itirazında haksızdır ve icra inkar tazminatına mahkumiyeti gerekir.