“İstinaf Kanun Yolunda Tutukluluk İncelemesi” başlıklı bir yazıyı daha önce kaleme aldık ve yayınladık. Bu defa, konunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ve önemine binaen ve uygulamada teamüle düşmüş yanlışlara işaret etmek için tekrar yazma gereğini duyduk. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını kısıtlayan tutukluluk süresinin hesabında devam eden yanlış uygulamanın son bulması gerektiği tartışmasızdır.
İstinaf kanun yolu ile ilgili hükümler incelendiğinde;
- İstinaf muhakeme usulünde “sanık” sıfatının ve “kovuşturma” aşamasının devam ettiği, bu sıfatın ve aşamanın CMK m.272 ila 285 uyarınca istinaf muhakemesini de kapsadığı,
- İstinaf kanun yolunda tutukluluk sürecinin devam ettiği, CMK m.108 uyarınca ara incelemelerin istinaf mahkemelerince de yapılabileceği,
- CMK m.102’de belirlenen azami tutukluluk süresinin ve uzatma sürelerinin dolması halinde, istinaf mahkemelerinin tutukluluk durumunu inceleyebileceği, gerekçesini göstermek şartıyla uzatma kararı verebileceği,
- Bu incelemenin yapılabilmesi için dosya esasına girilerek duruşma açılmasının şart olmadığı, yani henüz dosyanın esası ile ilgili duruşma açılmadan önce azami tutukluluk süresi dolan tutuklunun tahliye talebinin değerlendirilebileceği,
- Tutuklulukta geçen sürenin CMK m.102’de sayılan sürelerden mahsup edilmesi, tutuklama ile kişi hürriyetine getirilen tedbirin talep üzerine veya mahkemece re’sen incelenip, tutuklama şartları ortadan kalktığında sonlandırılması veya tutukluluk yerine adli kontrol tedbirinin tatbiki yoluyla, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının istinaf kanun yolunda da gözetilmesi gerektiği,
- İstinaf kanun yolu aşamasında, devam eden tutukluluğun sadece CMK m.104 uyarınca talep üzerine değil, m.108/3’e göre “mahkeme” sıfatıyla re’sen bölge adliye mahkemesi ceza dairesince incelenebileceği,
- CMK m.104/3’e göre, dosya bölge adliye mahkemesine geldiğinde, salıverilme hakkında kararın istinaf mahkemesince dosya üzerinden yapılacak inceleme neticesinde verileceği,
- CMK m.108/3 gereğince istinaf mahkemelerinin, tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmediğini, her oturumda veya koşullar gerektiğinde oturumlar arasında veya 108/1’de öngörülen süre içerisinde re’sen inceleyebileceği,
- Netice itibariyle; istinaf kanun yolunda geçen tutukluluk süresinin, CMK m.102’ye göre azami tutukluluk süresinden mahsup edilmesi gerektiği,
Anlaşılmaktadır.
İki dereceli yargılanma hakkının güvencesi olarak hukuk sistemimize dahil edilen istinaf mahkemeleri; Türkiye Cumhuriyeti açısından 01.08.2016 tarihinde bağlayıcı olarak yürürlüğe giren İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 7. Ek Protokolü’nün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesi ile uyumlu şekilde yürürlüğe giren, kovuşturma aşamasına dahil olmak üzere, ilk derece mahkemesince verilen hükmü hem hukukilik ve hem de maddi vakıa denetiminden geçiren ve yargılamayı ikinci dereceden tekrarlayan bir muhakeme usulüdür.
İstinaf mahkemelerinin nev’i şahsına münhasır yenilik arz eden bu niteliği gereği; özellikle kişi hürriyetini uzun vadede kısıtlayan mahkumiyet hükümlerine ilişkin yapılacak incelemede, henüz kovuşturma aşaması tamamlanmadığından, tutuklu sanık yönünden salıverilme taleplerinin incelenmesi, CMK m.104/3’de belirtilen usulün tatbik edilmesi, azami tutukluluk süresi biten veya uzatma süresi dolan sanıklar yönünden tutukluluk durumunun gözden geçirilmesi, tutukluluğun devamına karar verilecek ise, buna ilişkin ilgili, yeterli ve somut gerekçelendirme ve bireyselleştirme yapılması gerekmektedir.
Uygulamada, ilk derece mahkemesince mahkumiyet hükmü verilen sanık hakkında “mahkumiyete bağlı tutma” veya “hükmen tutukluluk” gibi kavramlarla, istinaf mahkemelerinin azami tutukluluk süresi biten veya uzatma süresi dolan sanıklar yönünden, dosyanın esasına dair incelemeye başlanıncaya kadar, yani istinaf mahkemesince dava dosyası duruşma açılmak suretiyle veya dosya üzerinden incelenmeye alınıncaya kadar herhangi bir değerlendirme yapılmadığı görülmektedir. İstinaf mahkemelerince geliştirilen bu uygulamanın, temyiz mahkemelerinden esinlenerek tatbik edildiği muhakkaktır. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere; temyiz kanun yolu sürecinde sanığın “hükmen tutuklu” sayıldığı, sanığın ilk derece mahkemesinde “isnada bağlı olarak tutulurken”, temyiz kanun yolu aşamasında “mahkumiyete bağlı olarak tutulduğu”, bu sebeple Yargıtay’da geçen tutukluluk süresinin CMK m.102’de öngörülen sürelerden sayılmadığı, dolayısıyla Yargıtay aşamasında azami tutukluluk süresi tamamlanan veya uzatma süresi biten sanıklar yönünden talep üzerine veya re’sen inceleme yapılmadığı bilinmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin 30.10.2018 tarihli ve 2014/14643 bireysel başvuru numaralı Ali Boztepe kararında, başvurucu 23.09.2010 tarihinde yakalanmış ve 14.10.2010 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında, ilk derece mahkemesince 04.10.2016 tarihinde mahkumiyet kararı verilmiştir. Başvurucu, yakalandıktan ilk derece mahkemesince mahkumiyet hükmü verilinceye kadar 6 yıl 11 gün “suç isnadına bağlı olarak” tutulmuştur. İlk derece mahkemesinin 04.10.2016 tarihli mahkumiyet kararı, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi neticesinde 28.02.2017 tarihinde bozulmuştur.
Anayasa Mahkemesi’ne göre; ilk derece mahkemesinin karar tarihi ile Bölge Adliye Mahkemesinin bozma karan tarihi arasında geçen 4 ay 23 günlük sürede başvurucu ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutulmuştur. Dolayısıyla başvurucu, istinaf mahkemesinin bozma kararından sonra bir suç isnadına bağlı olarak tutulmaya devam edilmiş olup, arada geçen 4 ay 23 günlük süre, AYM tarafından tutukluluk süresinin makul olup olmadığına yönelik incelemede dahil edilememiştir. AYM’nin makul süre açısından dikkate aldığı tutukluluk süresi yaklaşık olarak 7 yıl 9 ay olup, istinaf mahkemesince verilen bozma kararına kadar geçen tutukluluk süresi incelemeden muaf tutulmuştur.
Esasında İHAS m.53’e aykırı olarak geliştirilen bu uygulamanın, kişi hürriyetinin korunması amacıyla ve yine kişi hürriyeti lehine iç hukukumuza yerleştirilen Anayasa m.2, 13, 19, 38 ve CMK m.2, 102, 104/3 hükümlerine de aykırı olduğu tartışmasızdır. “Tanınmış insan haklarının korunması” başlıklı İHAS m.53; Sözleşmeci Devletlerin yasalarında belirlenen haklara üstünlük tanımış ve İHAM içtihadında benimsenen tutuklama kriterlerine nazaran, insan hak ve hürriyetlerine daha üstün güvence sağlayan iç hukuk hükümlerinin korunması gerektiğini belirtmiştir. Dolayısıyla istinaf mahkemeleri, “Tanınmış haklar” doktrini olarak bilinen İHAS m.53 ile bağlı olup, iç hukukun kişiye daha üstün koruma sağladığı yasaları tatbik etmek zorundadır. Bu sebeple; Yargıtay kanun yolunda hatalı şekilde benimsenen “hükmen tutukluluk” içtihadının, istinaf kanun yolunda da tekrarından kaçınılmalı, AYM kararlarında “mahkumiyete bağlı tutma” şeklinde geliştirilen bu uygulamaya, maddi vakıa denetimi yapmakla yükümlü olan istinaf mahkemelerinde son verilmelidir. İstinaf mahkemelerinin niteliği ve işlevi gereği temyiz mahkemelerinden farklı olduğu dikkate alınarak, kovuşturma aşamasına dahil olan istinaf yargılamasında, İlk derece mahkemesince tutukluluğu devam ettirilen sanık yönünden talep üzerine veya re’sen tutukluluk incelemesi yapılmalıdır.
Gerek istinaf ve gerekse temyiz incelemesinde geçen tutukluluk süresinin (CMK m.102’den) mahsup edilmemesinin hukuka aykırı olduğunu, en önemlisi de CMK m.2/1-b ve f ile m.102’yi ihlal ettiğini, bu aşamada devam eden “sanık” sıfatı ve kovuşturma aşamasına rağmen, istinaf ve temyiz kanun yollarında geçen tutukluluk sürelerinin sayılmaması, CMK m.102’de gösterilen azami tutukluluk sürelerinden mahsup edilmeyip, yerel mahkemece verilen karardan sonra istinaf kanun yolunda duruşma açılıncaya kadar, temyiz incelemesinde de ilk derece mahkemesinin kararından sonra istinaf kanun yolunda duruşma açılmadığında tutukluluk süresinin sayılmaması veya duruşma açılmakla birlikte verilen mahkumiyet kararı sonucunda tutukluluğun devamına karar verilmesi hallerinde geçen bu sürelerin tutukluluk sürelerinden sayılıp mahsup edilmemeleri, net bir şekilde Kanunun açık hükümlerine aykırıdır.
CMK m.102’de değişikliğe gidilmedikçe kanun yolarında geçen sürelerin dikkate alınmaması, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.53’e de aykırıdır. Bir başka ifadeyle; kanun yolarında geçen sürelerin tutukluluk sürelerinden sayılmamasının dayanağı olarak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarının gösterildiği ve Anayasa Mahkemesi’nin de bu kararları dikkate aldığı bilinmektedir. Buna göre, “Tanınmış İnsan Haklarının Korunması” başlıklı İHAS m.53 ve bu yolla iç hukukun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sağladığı üstün güvence gözardı edilmemelidir.
İHAS m.53’e göre; “Bu Sözleşme hükümlerinden hiçbirisi, herhangi bir yüksek sözleşmeci tarafın kanunlarına ve onun taraf olduğu bir başka sözleşme uyarınca tanıdığı insan hakları ve temel özgürlükleri sınırlayacak veya onları ihlal edecek şekilde yorumlanamaz”
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)