İSTİHKAK DAVASINDA ORGANİK BAĞ

Abone Ol

I.GENEL OLARAK

İstihkak davasının temelini teşkil eden organik bağ teorisi ile; hacizli herhangi bir mal üzerinde; üçüncü kişinin mülkiyet veya diğer bir ayni hak sahibi olduğu iddiası incelenirken; borçluyla gerçekten ilgisi olmayan üçüncü kişiler hakkında; sanki dosyanın borçlusu, istihkak iddia eden üçüncü kişinin kendisiymiş gibi, tahsilatların sağlanmaya çalışılmasını hukuk düzeni korumamalıdır.

Bu nedenle; organik bağ tespitinde, Yargıtay’ın istikrar kazanmış kriterlerinin dikkate alınması ve somut uyuşmazlıklardaki benzer özellikler değerlendirilerek çözümü yoluna gidilmesi önemlidir.  

İstihkak iddiasına konu olayların çözümlenmesinde; hükme esas alınamayacak ölçüde yetersiz ve yanılgılı bilirkişi raporlarının düzenlenmesi, hukuki dinlenilme hakkına riayet edilmemesi, takip dışı üçüncü kişi ile takip dışı dördüncü kişi üzerinden bir organik bağ faraziyesi elde edilerek, haciz mahallinde borçlu varmışçasına düzenlenen tutanaklar ve akabinde yapılan yargılamaya matuf iş ve işlemler neticesinde dosya borcu ile ilgisi olmayan kimseler üzerinden borcun tahsil edilmesinin bir hak olduğu düşünülemez.

Fiili hacizler kapsamında, istihkak iddiası muhakkak ki mahallinde tanzim olunan bir haciz zaptı ile vuku bulur. Haciz zaptı düzenlenirken dikkat edilmesi gereken hususların başında hazır bulunanların beyanlarının tam ve eksiksiz olarak zapta geçirilmesi zorunluluğu gelmektedir. Borçlu yahut borçlu ile birlikte malı elinde bulunduran şahıslar, taşınır mal üzerinde üçüncü bir şahsın mülkiyet veya rehin hakkı gibi sınırlı bir ayni hakkının bulunması veya taşınır malın üçüncü şahıs tarafından haczedilmiş olması halinde bu hususu haciz yapan memura beyan etmek ve beyanının haciz tutanağına geçirilmesini talep etmek, haczi yapan memurun da; borçluyu yahut borçlu ile birlikte malı elinde bulunduran şahısları bu beyana davet etmesi gerekmektedir. Öyle ki mahallinde tanzim olunan zabıtlarda adresin kime ait olduğu, mahalde kimin bulunduğu, üçüncü şahsın adreste tespit edilmesi halinde bu durumu tevsik eden (fatura, kira kontratı, vergi dairesi bildirgeleri, sosyal güvenlik kurumu evrakları, ticaret odası kayıtları, genel yönetim ve aidat faturaları,vs.) belgeler ile tutanağın tanzim olunması, yapılacak evrak araştırması kapsamında hukuk düzeninin sağladığı sınırlar dahilinde gereğin yerine getirilmesi önemlidir.

Öte yandan baba ve oğulun farklı iş kolunda şirketlerinin olması yahut eski yöneticinin üçüncü şahıs şirketinde sigortalı çalışması, borçlu ile bağdaştırılmak istenen üçüncü şahsı önce borçlunun takip dışı grup firması ile bir ve beraber hareket ediyor gibi düşünüp, borçlu olmayan dördüncü kişi ile aralarında istihkak prosedürü görülmek şartıyla takibin devamı hakkında karar verilmesini sağlamak doğru değildir.

Ancak, görünüşteki hukuki amacın dışında hukuka aykırı amaçlar elde etmek için kurulmuş tüzel kişiyi kanun himaye etmez.

Organik bağ teorisini uygulamaları sonuç itibariyle tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisi uygulamalarına benzemekle birlikte, ikisi arasında bazı farklılıklar bulunmaktadır. İki teori arasındaki en önemli fark; tüzel kişilik perdesinin kaldırılması uygulamalarının aksine organik bağın varlığında, ilişkili kişiler arasında yasal bir hissedarlık ilişkisinin bulunmamasıdır.  Yasal hissedarlık ilişkisi bulunması halinde doğal olarak tüzel kişilik perdesinin kaldırılması talebi gereklidir. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması talepleri genellikle alacak takipleri için yapılmakla birlikte organik bağın varlığının iddia edildiği haller borç sorumluluğu yanında tasarrufun veya hukuki işlemlerin iptali veya istihkak iddiası gibi farklı nedenlere de dayanabilmektedir. (Dr. Namık Kemal Uyanık, Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması, 2.Baskı 919. Sayfa)

Yargıtay, organik bağın bulunduğu hallerde iki şirketi sanki tek bir şirketmiş gibi hüküm kurmakta, bunları bir ve beraber kabul etmektedir.

Temel hukuk kurallarının en önemlilerinden bir tanesi sözleşmelerin ve borç ilişkilerinin nisbiliği ilkesidir. Alacak hakkı ancak hukuki ilişkinin tarafları arasında ileri sürülebilir. Ticaret şirketlerinde ise sınırlı sorumluluk ilkesi, ortaklardan ayrı ve bağımsız malvarlığı oluşumunu yaratmaktadır. Tüzel kişilerin ve ortakların mal varlığı ve sorumlulukları birbirinden ayrılmaktadır. Ticaret şirketlerinde sınırlı sorumluluk ya da ayrı malvarlığı ilkesinin alacaklıların menfaatlerine zarar verecek şekilde kötüye kullanılması durumunda alacaklıların hak ve menfaatlerini korumak için hukuk sistemlerinde hakkaniyet gereği “Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Teorisi” geliştirilmiş ve tüzel kişiliğin arkasına sığınılarak durumu kötüye kullanan ortakları şirket borçlarından şahsen sorumlu tutma imkanı getirilmiştir.

Teorinin uygulanmasının yasal dayanağı olarak dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağını düzenleyen MK’nın 2. maddesi kabul edilmektedir.

Asıl borcun yükümlüsü olan bir tüzel kişilik bulunmaktayken; şirketin ortaklarına ya da başka bir şirkete karşı bu borçtan dolayı yönelinemez. Ancak tüzel kişiliğin kötüye kullanıldığı bazı istisnai hallerde tüzel kişilik perdesi aralanmak suretiyle gerçek ya da tüzel kişi ortakların sorumluluğu cihetine gidilebilecektir.

Uygulamada ve doktrinde, tüzel kişi ile ortaklarının ya da birden fazla tüzel kişi şirketi birbirinden ayrı olan çalışma alanlarının ve malvarlıklarının birbirine karışması halinde ve ayrıca borcu karşılamada borçlu şirkete ait sermayenin yetersiz kalması durumunda, kardeş şirketler arasında ya da ortak ile şirket arasında çok istisnai hallerde tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin uygulanmasının mümkün olabileceği kabul edilmektedir.

Bu teoriye ihtiyatlı bir biçimde yaklaşılmalı, istisnai bir teori olduğundan mümkün olduğunca dar yorumlanmalı ve bu teorinin uygulanmasına ancak tüzel kişilik kavramının arkasına saklanılarak dürüstlük kuralına aykırı davranıldığı, kendisine tanınan hakkın kötüye kullanılarak üçüncü kişilerin zarara uğratıldığı, zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır. (Çamoğlu Ersin - BATİDER C.32.S.2.2016 – Yargıtay 11 H.D. 2020/6865 E. ve 2021/3225 K. )

Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması davasında (Tüzel kişiliğin varlığı asıl olup borcun yükümlüsü olan bir tüzel kişilik bulunmaktayken bu tüzel kişiliğin malvarlığının alacaklılarının zararına olarak kötüye kullanılması durumu iddia edilip kanıtlanmadığında şirketin ortaklarına ya da başka bir şirkete karşı bu borçtan dolayı yönelinemeyecektir.) tüzel kişiler arasındaki iş ve işlemlerin yargılamaya matuf olarak ortaya konması ve perdenin aralanmasına karar verilmesi görece daha uzun süren bir yargılama gerektirdiği için alacaklılarca pratik uygulamada daha çok organik bağ müessesine başvurulmaktadır.

Nitekim Yargıtay da organik bağ iddiası ile görünüşte birbirleriyle hiçbir ilgisi bulunmayan şirketler hakkında yıllarca edinilmiş ve ancak bir ve beraber olacak şekilde tasnifi mümkün kriterlerin neler olduğunu kodifiye etmiştir.   

*Borçlu şirkete ait ve ticari faaliyetin temini için gerekli bir kısım belgelerin davalı şirketin işyerinde bulunması,

*Borçlu şirket ile davalı şirket arasında devir ilişkisinin olması,

*Borçlu ile üçüncü şahıs şirketin aynı merkezden idare edilmesi,

*Borçlu ile üçüncü şahıs şirketin web sitesinde yer alan logo, adres, ürün ve iletişim bilgilerinin aynı olması,

* Borçlu ile üçüncü şahıs şirketin benzer unvanlarda kurulması,

* Borçlu ile üçüncü şahıs şirketin faaliyet alanlarının ve müşteri çevrelerinin aynı olması,

* Borçlu ile üçüncü şahıs şirketin çalışanlarının önemli ölçüde aynı olması,

* Borçlu ile üçüncü şahıs şirketin aynı sosyal medya mecralarında tek hesaptan yönetiliyor olması,  

*Şirket yöneticilerinin aynı olması,

*Ortaklar arasındaki akrabalık ilişkisi, (tek başına olması halinde dikkate alınmaması gerekir)  

*Borçlu şirket temsilcisi ile davalı şirket temsilcisinin baba oğul yahut abi kardeş olması, (tek başına olması halinde dikkate alınmaması gerekir) 

*Şirketler arasındaki iktisadi bütünlük, (yıllık yapılan ticaret hacminin önemli miktarının şirketler içinde gerçekleştirilmesi)

*Haciz mahallinde borçlu şirket yöneticilerinin aynı adreste faaliyet gösterdiklerini tevsik eden kartvizitlerinin bulunması,

*Haciz mahalline gidildiğine borçlu şirket yetkilisinin patron koltuğunda otururken görülmesi,

*Borçlu şirketin vergi levhasının haciz mahallinde bulunması,

*Tüzel kişi ile ortak alanlarının, organizasyon ve malvarlıkların birbirine karışması, (iki şirketin aynı depo içerisinde mal bulundurması, aynı üretim bandında faaliyette bulunulması)

*Yetersiz sermaye ve özellikle şirket tüzel kişiliğinin bilinçli olarak üçüncü kişileri zarara uğratması,

* Borçlu ile üçüncü şahıs şirket çalışanlarının bir ve beraber faaliyet gösterdiklerine ilişkin beyanları,

Yukarıda kısaca verilen örnek olayların biri ya da birkaç tanesinin aynı anda ve birlikte var olması hakkında Yargıtay’ca organik bağın varlığının kabul edildiği ancak organik bağın varlığının her somut olayda araştırılarak gerekli değerlendirmenin yapılması önemlidir.

İzah edilmeye çalışılan hali ile organik bağın varlığı tespit edilirken çok farklı kriterlerin dikkate alındığı görülmektedir. Somut uyuşmazlığa bağlı olarak Yargıtay ve İstinaf Mahkemelerinin benzer uyuşmazlıklar hakkında verdikleri farklı kararların da olduğunu gözden kaçırmamak gerekir.

Bu haliyle organik bağ teorisinin uygulanması, perdenin kaldırılması teorisinin uygulanmasından çok daha kolaydır. Organik bağ kavramının uygulanabilmesi için borçlunun, diğer tüzel kişiliği, alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla kullanma niyeti yeterli görülmektedir.

Alacaklılarına zarar vermek kastıyla hareket eden bir borçlunun, yapmış olduğu tasarruf işlemi sonrasında, bu işlemi iptal davasına konu etmek ve zaman kaybetmek istemeyen alacaklı, hukuki ispat araçlarının da eldeki uyuşmazlığın çözümüne yetecek kadar tespite değer olmadığını bilmesi halinde, alacağın tahsilinde daha fazla zaman kaybetmemek için borçlu hakkında başlatılan takip sonrasında yapılan haciz işlemleri akabinde, borçlu şirketin hiç yada yeteri kadar malvarlığının tespit edilememesi halinde organik bağ müessesine başvurarak alacağını tahsil etme yoluna gidebilmektedir.

Organik bağ iddiası değerlendirilirken, somut olay ve bağlantı iddiasına konu olguların tüm ilgililerinin, organik bağ iddiası ve yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olmalarının sağlanması, açıklama ve ispat hakkının tam olarak kullandırılması, mahkemenin açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesi ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesi gerekmektedir. Tarafların gösterdiği tüm deliller toplanıp değerlendirilmeden karar verilmesi, hukuki dinlenilme hakkının ihlalidir.

Sonuç olarak organik bağın tespit edilmesi hususunda; Yargıtay tarafından ortaya konulan kriterlerin dikkate alınarak; istihkak davasında esas alınacak ispat kurallarının ortaya konulması ve alacaklı taraf korunmaya çalışılırken, borçlu ile üçüncü şahıs arasındaki hukuk düzeninin koruduğu iş ve işlemlerin dikkate alınması, bağın tespit edilebilmesi hususunda kötü niyetli borçlular tarafından alacaklılara zarar vermek amacıyla, üçüncü kişi üzerinden mal kaçırma gayesinin tespit edilmesi halinde, organik bağ müessesine gidilebileceği kuşkusuzdur. Ancak bu durumda yasal karinenin borçlu, dolayısıyla alacaklı yararına olduğu uyuşmazlıklar değerlendirilirken özellikle somut uyuşmazlığın çözümü için alanında uzman bilirkişi/bilirkişilerden hükme esas alınabilecek düzeyde; rapor alınması ve alınacak raporun dosyada mevcut diğer delillerle birlikte değerlendirilerek sonucuna göre istihkak iddiası ve organik bağ hakkında bir karar verilmesi gerekmektedir.

II. GÜNCEL YARGI KARARLARI

Hukuk Genel Kurulu 2019/808 Esas ve 2020/504 Karar

1. Taraflar arasındaki “alacak ve itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesince verilen asıl davanın kabulüne ve birleşen davanın reddine ilişkin karar, asıl davada davalı-birleşen davada davacı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı asıl davada davalı-birleşen davada davacı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369. maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373. maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek temyiz eden vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Asıl Davada Davacı İstemi:

4. Asıl davada davacı vekili 01.12.2011 tarihli dava dilekçesinde; müvekkili ile davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi Dış Tic. A.Ş. arasında ticari kredi sözleşmesi imzalandığını ve sözleşmeye istinaden kredi kullandırıldığını, ayrıca anılan davalının müvekkili ile dava dışı Derby Lastik Fabrikası A.Ş. arasında imzalanan ticari kredi sözleşmesini müşterek borçlu ve müteselsil kefil olarak imzaladığını, ancak hem davalının kendisinin kullandığı hem de davalının müşterek borçlu ve müteselsil kefil olduğu kredinin ödenmemesi üzerine hesabın kat edilerek davalıya ihtarname gönderildiğini, ihtarnamenin gönderilmesinden hemen sonra 25.01.2000 tarihinde diğer davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.'nin kurulduğunu, müvekkili tarafından yasal takiplere başlanılmadan önce kurulan davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.'nin esasında alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla kurulmuş olduğunu, zira davalıların ortaklık yapısının, ticaret unvanlarının ve adreslerinin aynı olduğunu, yönetim kurullarının aynı kişilerden oluştuğunu, davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.'nin kullandığı fabrikanın diğer davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.'ye kiralandığını, ayrıca davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.'nin taşınmazlarının diğer davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.'ye devredildiğini, bu durumun müvekkili tarafından açılan tasarrufun iptali davası ile sabit olduğunu, davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.’nin kurulmadan önceki diğer davalıya ait yapılan iş ve eylemleri sahiplenmek suretiyle kendi portföyü ve geçmişi içinde gösterdiğini, davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş. ile Tasarruf Sigorta ve Mevduat Fonu (TMSF) arasında imzalanan protokollere davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.’nin müteselsil kefil olduğunu ve bu davalı tarafından ödemeler yapıldığını, bununla birlikte asıl borçlu davalının borcuna istinaden davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.’nin yetkilisinin asıl borçlu davalının borcunun ödenmesi için müvekkili ile görüşmeler yaptığını ve Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş. tarafından asıl borçlu davalının borcuna istinaden toplam 625.000,00 USD yatırıldığını, yatırılan bu miktar üzerine müvekkili tarafından asıl borçlunun borcuna istinaden bloke konulduğunu, tüm bu hususların Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.’nin alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla kurulduğunun ve davalı şirketler arasında organik bağın bulunduğunun göstergesi olduğunu, tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanması suretiyle davalıların müvekkilinin alacağından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin talep hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 4.706.000,00TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek %120 temerrüt faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Asıl Davada Davalılar Cevabı:

5. Dava dilekçesi usulüne uygun olarak davalılara tebliğ edilmiştir.

5.1. Asıl davada davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Tic. A.Ş. vekili 24.01.2012 tarihli cevap dilekçesinde; müvekkilinin davacı bankaya olan tüm borçları için davacı tarafından icra takipleri yapıldığını ve davalar açıldığını, davacının aynı alacak için bu davayı açmada hukuki yararı bulunmadığını, ayrıca müvekkilinin diğer davalı ile organik bağının bulunmadığını ve diğer davalının müvekkili şirketin ortağı olmadığını, bu nedenle tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisinin uygulanamayacağını, davacının ileri sürdüğü hususların gerçeği yansıtmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

5.2. Asıl davada davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş. vekili 26.01.2012 tarihli cevap dilekçesinde; müvekkili ile asıl borçlu diğer davalı şirket arasında organik bağ bulunmadığını, davalı şirketlerin her ikisinin de yönetim kurulunun çoğunluğunun aynı kişilerden oluşmasının sebebinin diğer davalının TMSF ile yaptığı protokoller gereğince TMSF tarafından yapılan atamalardan kaynaklandığını, davacının ileri sürdüğü hususların gerçeği yansıtmadığını, bu nedenle tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisinin uygulanması için şartların gerçekleşmediğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Birleşen Davada Davacı İstemi:

6. Birleşen davada davacı vekili 10.04.2012 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı banka nezdindeki hesabına “Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.'nin protokol konusu borcuna istinaden” açıklaması ile 02.10.2006 ve 03.10.2006 tarihlerinde yatırdığı toplam 625.000,00 USD'nin 06.10.2011 tarihli talimata ve 01.11.2011 tarihli ihtara rağmen ödenmediğini, bunun üzerine müvekkili tarafından asıl alacak ve işlemiş faiz üzerinden icra takibi başlatıldığını, ancak başlatılan icra takibine davalı bankanın haksız yere itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaline, takibin devamına ve %40'tan az olmamak üzere icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.

Birleşen Davada Davalı Cevabı:

7. Birleşen davada davalı vekili 04.07.2012 tarihli cevap dilekçesinde; Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Tic. A.Ş.’nin müvekkiline borçlu olduğunu, davacının talebi doğrultusunda müvekkili tarafından Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Tic. A.Ş.’nin borcunun davacı tarafından nakden ve defaten ödenmesinin kabul edildiğini, bu nedenle davacı tarafından “Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.'nin protokol konusu borcuna istinaden” açıklaması ile 02.10.2006 ve 03.10.2006 tarihlerinde toplam 625.000,00 USD yatırıldığını, ancak davacı şirketin organsız kalması nedeniyle protokol imzalanamadığını, davacı ile Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş. arasında organik bağ bulunduğunu ve davacı şirketin alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla kurulduğunu, bu nedenle müvekkili tarafından davacının hesabındaki miktar üzerine bloke konulduğunu, geçen süre zarfında blokenin kaldırılmasının talep edilmediğini, davacının kötü niyetli olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini ve davacının kötü niyet tazminatına mahkum edilmesini istemiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

8. İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 06.10.2016 tarihli ve 2014/756 E., 2016/651 K. sayılı kararı ile; davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış. Tic. A.Ş.'nin takip dışı kalmış herhangi bir borcunun bulunmadığı, davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş. tarafından diğer davalının davacıya olan borçlarının ödenmesi girişiminde bulunulduğu ve 625.000 USD ödeme yapıldığı, ancak bu ödemenin yürürlüğe konulmamış protokol nedeniyle davalıya başlı başına borçlu sıfatı vermediği gibi aksine davalının tüzel kişilik perdesinin arkasına sığınarak mal kaçırma yahut alacağın tahsilini imkânsız hâle getirme yönünde eylemlerde bulunmadığı, ayrıca mevcut ipoteklerin varlığının da alacağın tahsili bakımından alacaklıyı güvence altına aldığı, önemli olan hususun davalıların tüzel kişilik yapısının korunması olduğu ve tüzel kişilik perdesinin aralanmasının istisnai hâllerde mümkün olduğu, tüzel kişilik perdesinin aralanması şartlarının oluşmadığı, bununla birlikte yatırılan paranın iyi niyetli olarak yapılmış bir işlem olduğu, davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş. tarafından ödenen miktarın kendisine iade edilmesi gerektiği gerekçesiyle asıl davanın reddine, birleşen davanın ise kısmen kabulüne karar verilmiştir.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

9. İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl davada davacı-birleşen davada davalı vekili istinaf isteminde bulunmuştur.

10. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesinin 01.03.2017 tarihli ve 2017/46 E., 2017/67 K. sayılı kararı ile; davalı şirketlerin geri planda aynı kişiler tarafından temsil ve idare edildiği ancak resmiyette farklı tüzel kişilik altında aynı adreste ve aynı sektörde faaliyet gösterdikleri, davalıların ayırt edilemeyecek kadar benzer olan ticaret unvanı kullandıkları, davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.’nin asıl borçlu davalı şirkete hesap kat ihbarnamesinin gönderilmesinden hemen sonra kurulduğu ve asıl borçlu davalı şirketin kullandığı fabrikanın davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.’ye kiralandığı, ayrıca asıl borçlu davalı şirketin taşınmazlarının davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.’ye devredildiği, davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.’nin diğer davalı şirketin geçmişine ait ticari ve teknik bilgileri sahiplendiği, bu sebeple asıl borçlu şirketin atıl ve borçlarını ödeyemez hâle getirildiği, davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.’nin davacı ile anlaşarak diğer davalının borcuna istinaden açıklaması ile 625.000,00 USD yatırdığı, ayrıca anılan davalı şirketin TMSF ile diğer davalı şirketin yaptığı protokollere müteselsil kefil olduğu ve ödemelerin davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş. tarafından yapıldığı, İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2004/633 E. sayılı tasarrufun iptali davasında davalı şirketlerin ilişkili şirketler olduğunun tespit edildiği, yine İstanbul 11. İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/374-375-376-377 E. sayılı istihkak davalarında davalılar arasında organik bağın bulunduğunun tespit edildiği, bu mahkeme kararlarının kuvvetli delil niteliğinde olduğu, tüm bu hususlar gözetildiğinde tüzel kişilik perdesinin aralanması şartlarının oluştuğu ve her iki davalı şirket arasında organik bağ bulunduğunun sabit olduğu, bu nedenle davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Ticaret A.Ş.'nin diğer davalının davacı bankadan gerek asaleten gerekse kefaleten almış olduğu kredilerden kaynaklanan borçtan sorumlu olduğu, davacının davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.'den olan tüm alacakların farklı takiplere konu edildiği ve bu davalıdan alacak talep etmesinde hukuki yararı bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin asıl ve birleşen dosya yönünden istinaf isteminin kabulü ile ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına, asıl davada davalı kredi borçlusu Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Ticaret A.Ş. hakkındaki davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine, davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Ticaret A.Ş. hakkındaki davanın kabulü ile tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla 4.706.000,00TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek %80 oranında akdi faizi ve faizin %5'i oranında gider vergisi ile birlikte bu davalıdan tahsiline, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
 

Özel Daire Bozma Kararı:

11. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl davada davalı-birleşen davada davacı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat Tic. A.Ş. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

12. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 04.04.2019 tarihli ve 2017/2384 E., 2019/2653 K. sayılı kararı ile; “…Somut uyuşmazlık bakımından asıl davada davacı ...Ş. vekili, dava konusu genel Kredi Sözleşmelerinden birinin tarafı ve dava dışı Derby Lastik Fabrikası A.Ş. ile imzalanan kredi sözleşmesinin kefili olan Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış. Tic. A.Ş. ile diğer davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş arasında organik bağ bulunduğunu, şirket ortakları ve yöneticilerin aynı şahıslar olduğunu, bankanın alacağının tahsil edilmesini engellemek üzere Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim Tic. A.Ş'nin kurulduğunu, davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş’nin müvekkili bankanın kredi borçlusu olan firmanın devamı olduğunu, onun portföy, iş ve çevresinden açıkça yararlanmak ve borçlulardan kurtulmak amacı ile salt başka bir isim ve tüzel kişilik altında hareket ederek, borçların tasfiyesini imkansız kılma gayretinde olduğunu, müvekkili banka tarafından açılan tasarrufun iptali davasında da taşınmaz satışına ait tasarrufun müvekkili lehine iptaline karar verildiğini, şirket adreslerinin aynı olduğu, Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş’nin borçlu Madencilik firmasının borçlarının yapılandırılması ve tasfiyesi için kefil olmayı taahhüt ettiğini ileri sürerek, perdeyi kaldırma teorisi uyarınca Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.’nin müşterek borçluluğunun kabulüne karar verilmesini talep etmiş ise de yukarıda ifade edildiği üzere tüzel kişilik perdesinin aralanması ilkesinin sınırlı sorumluluk ilkesinden kötüniyetle yararlanmak isteyen şirket ortaklarına yönelmeyi sağlayan bir teori olduğu davacı bankanın işbu davada davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.’nin ortaklarına karşı böyle bir talepte bulunmadığı, adres ayniyetlerinin organik bağın varlığı için yeterli olmayacağı, şirketlerin unvan benzerliği ve ortaklık yapısının doğrudan doğruya perdenin aralanması teorisinin uygulanmasını sağlamayacağı, kaldı ki davalı şirketlerin ortaklık yapısı ve yönetim kurulu yapısının kuruluş aşamasında farklı olduğu, yönetim kurulundaki benzerliklerin şirketin yönetim kurulu üyelerinden Ali Avni Balkaner’in hakim ortak olduğu dava dışı banka ve dava dışı şirketlerin TMSF’ye devrinden sonra ve 2006 yılında TMSF ile davalılar arasında yapılan protokol çerçevesinde oluştuğu, davalının tüzel kişilik perdesinin arkasına sığınarak mal kaçırma ya da alacağın tahsilini imkansız hâle getirme yönünde eylemde bulunduğu iddia edilmiş ise de ortada asıl borçluyu gizleyen bir perde (örtü) bulunmadığı, asıl borçlu Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş. yanında yeni kurulan Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş’nin de borcun tasfiyesine yönelik iradesini ortaya koyup kefil olmayı kabul ettiği, kötü niyetle ve mal kaçırma gayesi ile mevcudu eksiltmeye yönelik tasarruflarla ilgili olarak yasal şartların varlığı hâlinde tasarrufun iptali, muvazaa nedeniyle işlemin iptali gibi hukuki sürecin işletilmesinin mümkün olduğu ve davacı bankanın da zaten bazı taşınmazlar için tasarrufun iptali davası açtığı, yukarıda ifade edildiği üzere “Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması Teorisi”nin belirli ve sınırlı durumlarda sakınılarak kullanılması gereken bir yol olduğu ve somut uyuşmalık bakımından perdenin aralanması koşullarının oluşmadığı nazara alınmadan yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.

Direnme Kararı:

13. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesinin 19.09.2019 tarihli ve 2019/1533 E., 2019/1217 K. sayılı kararı ile; davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Ticaret A.Ş.’nin asıl borçlu diğer davalı şirketin ticari faaliyeti için zorunlu olan tüm aktif değerlerini çeşitli sözleşmeler ile kısmen veya tamamen devraldığı ve faaliyetine asıl borçlu şirket ile aynı sektörde devam ettiği, bu sebeple borçlu şirketin borçlarını ödeyemez hâle getirildiği, yeni kurulan davalı şirket ile borçlu davalı şirket arasında organik bağın ötesinde gerek yönetimsel, gerekse mal varlığı açısından iktisadi bütünlük olup birbirinin devamı mahiyetinde oldukları, yeni kurulan davalı şirketin alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla ve kötü niyetle hareket ettiği, tasarrufları nedeni ile davacı alacağının tahsilinin kısmen veya tamamen imkânsız hâle geldiği, bu nedenle tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanması gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

14. Direnme kararı süresi içinde asıl davada davalı-birleşen davada davacı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat Tic. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

15. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı şirketler arasında organik bağ bulunup bulunmadığı ve tüzel kişilik perdesinin aralanması koşullarının oluşup oluşmadığı, buradan varılacak sonuca göre yeni kurulan Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat Tic. A.Ş.’nin asıl borçlu diğer davalı şirketin borcundan sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

16. Asıl dava, davalılar arasında tüzel kişilik perdesinin çapraz olarak aralanması suretiyle alacağın tahsili; birleşen dava ise itirazın iptali istemlerine ilişkindir.

17. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi” hakkında açıklama yapılması faydalı olacaktır.

18. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 125. (6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 137.) maddesi gereğince ticaret şirketleri tüzel kişiliği haiz olup, kanuni istisnalar haricinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 48. maddesi kapsamında bütün haklardan yararlanabilir ve borçları üstlenebilirler. Ticaret şirketleri tüzel kişiliğe sahip olduklarına göre, istisnalar hariç olmak üzere, şirket malvarlığının, aktif ve pasifiyle birlikte, sahibi tüzel kişidir (Poroy, Reha/ Tekinalp, Ünal/Çamoğlu, Ersin: Ortaklıklar Hukuku I, İstanbul, 2019, s.105).

19. Tüzel kişiliğin bu malvarlığı, kendine özgü, bir amaç birliği içinde ve kendisini oluşturan kişilerin malvarlığından bağımsız bir malvarlığı olarak ortaya konulmalıdır. Tüzel kişiliğin bu malvarlığının onu oluşturan kişilerin malvarlığından da bağımsız olması gerektiğini belirten bu temel ilkeye “mal varlığının bağımsızlığı” veya “mal ayrılığı” ilkesi denilmektedir (Antalya, Gökhan: Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması Teorisi, Erol Ulusoy (Editör), I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul, 2008, s. 146.). Ayrılık ilkesi gereğince, tüzel kişilik çatısı altında bir araya gelen, başka bir deyişle tüzel kişiliği oluşturan gerçek veya tüzel kişiler, oluşturdukları tüzel kişiliğin borçlarından sorumlu olmazlar.

20. Tüzel kişi ile üyeleri arasındaki bu ayrılık ilkesinin mutlak olarak her durum ve koşulda uygulanması bazı haksız durumların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Öğreti ve uygulamada, özellikle borç ve sorumluluktan kurtulabilmek amacıyla tüzel kişiliğin bir araç olarak kullanıldığı hâllerde, tüzel kişi ve üyeleri arasındaki bu ayrılığın kaldırılarak üyelerin sorumluluğuna gidilebileceği kabul edilmektedir (Pulaşlı, Hasan: Şirketler Hukuku Şerhi, C. I, Ankara, 2011, s. 468.). Bu durum öğreti ve uygulamada “tüzel kişilik perdesinin aralanması” olarak ifade edilmektedir.

21. Gerçekten de hukuk kuralları dolanılmak suretiyle kanuna karşı hile yapılması, ayrı tüzel kişilik kavramına sığınarak onun ardında yer alan kişilerin taraf oldukları sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini ihlal etmeleri ya da üçüncü kişilere zarar vermeleri, sonra da tüzel kişilik kavramının ardına gizlenmeleri dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı ilkelerine açıkça aykırı olup hukuk düzenince de korunamaz. Bu gibi durumlarda TMK’nin 2/2 maddesi gereğince hakkın kötüye kullanılması söz konusu olduğu için tüzel kişilik perdesi aralanmalı ve perdenin ardında yer alan kişiler gerektiğinde sorumlu tutulmalıdır (Sağlam, İpek: Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanmasına Genel Bir Bakış, Erol Ulusoy (Editör), I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul, 2008, s. 146.). Başka bir deyişle tüzel kişiye hukuk hayatında ayrı bir hukuki varlık tanınması ancak TMK’nin 2. maddesi kapsamında kurallara uygun hareket edilmesi ve tüzel kişiliğin ortakları veya yöneticileri tarafından kötüye kullanılmaması hâlinde söz konusu olabilir. İyi niyet kurallarına riayet edilmemesi ve tüzel kişiliğin kötüye kullanılması hâllerinde tüzel kişilik perdesi aralanarak, tüzel kişilik perdesinin arkasındaki gerçek duruma göre bir sonuca varılması gerekmektedir (Battal, Ahmet: Bir Alan Araştırması Işığında Sermaye Şirketlerinin Sorumluluğu Konusundaki Hukuki Bilgi Eksikliğinin Olumsuz Sonuçları ve Perdenin Kaldırılması Teorisi Yardımıyla Giderilmesi, Yargıtay Dergisi, C. 24, Ekim 1998, s. 659.).

22. Öğreti ve uygulamada kabul edilen tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi; bazı şartların varlığı hâlinde, tüzel kişilik ve mal ayrılığı ilkesi dikkate alınmadan, mevcut tüzel kişiliğin arkasına saklanan gerçek veya tüzel kişinin borçtan sorumlu tutulmasını ifade etmektedir. Bu teori, yalnızca ticaret hukukunda değil iş hukuku, vergi hukuku, icra ve iflas hukuku ve diğer hukuk dallarında da uygulama alanı bulmuş; hatta 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ve 5941 sayılı Çek Kanunu gibi kanunlarda kamu yararı gibi özel menfaatlerin korunması amacı güdülerek gerektiğinde bu teorinin uygulanması ve sorumluluğa karar verilebilmesi için bir takım düzenlemeler yapılmıştır. Elbette, kanundan kaynaklanan bu gibi durumlarda tüzel kişilik perdesinin aralanmasına ilişkin tartışmaya gerek bulunmamaktadır. Yine muvazaa, kanuna karşı hile gibi durumlarda da bazen tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi uygulanmadan da sorumluluğa hükmedilebilmektedir (Akıncı, Şahin: Alacaklılardan Mal Kaçırmak İçin Kurulan Yeni Şirkete Müracaat İmkânı Bakımından; Muvazaa, Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması ile Organik Bağ Kavramlarının Elverişliliği ve Yargıtay Uygulamaları, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 27, S. 3, 2019, s. 653.).

23. Hemen belirtilmesi gerekir ki, öğreti ve uygulamada özellikle vurgulandığı üzere; mal varlığının bağımsızlığı ve sınırlı sorumluluk ilkelerinin istisnası olan tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi ancak istisnai ve sınırlı durumlarda titizlikle uygulanması gereken bir teoridir. Bu teoriye ihtiyatlı bir biçimde yaklaşılmalı; istisnai bir teori olduğundan mümkün olduğunca dar yorumlanmalı ve bu teorinin uygulanmasına ancak tüzel kişilik kavramının arkasına saklanılarak dürüstlük kuralına aykırı davranıldığı, kendisine tanınan hakkın kötüye kullanılarak üçüncü kişilerin zarara uğratıldığı, zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır. Zira tüzel kişilik perdesinin aralanması, tüzel kişilerin borçlarından dolayı başkalarının sorumlu tutulamayacağı ilkesinin, özellikle şirketlerin sadece sermayeleri ile sorumlu olacakları ve tüzel kişilerin borçlarından dolayı ortakların sorumlu tutulamayacağı kuralının önemli bir istisnasını teşkil etmektedir (Çamoğlu, Ersin: Ticaret Ortaklıkları Bağlamında Perdenin Kaldırılması Kuramı ve Yargıtay Uygulaması, BATİDER, C. 32, S. 2, 2016, s. 12.)

24. Görüldüğü üzere tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi her somut olayın özelliği gözetilerek değerlendirilmeli ve TMK’nin 2. maddesi gereğince dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılma yasağı gözetilerek tüzel kişiliğin alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla kullanılıp kullanılmadığı, tüzel kişiliği düzenleyen normların dışına çıkılıp çıkılmadığı incelenmelidir. Bununla birlikte öğretide; tüzel kişi ile ortakların alanlarının organizasyon ve malvarlıklarının birbirine karışması, ortağın kendi fiil ve işlemleriyle üçüncü kişilere karşı sanki tüzel kişilik ile kendisi arasında bir ayrım yokmuşçasına işlemler yapması ya da ortağın kendi malvarlığı ile şirketin malvarlığı birmiş gibi davranması, yetersiz sermaye ile faaliyete devam edilmesi özellikle şirket tüzel kişiliğinin bilinçli (kötü niyetli) olarak üçüncü kişileri zarara uğratması hâllerinde perdenin aralanması gerektiğinden bahsedilmektedir (Öztek, Selçuk/Memiş, Tekin: Şirketler Hukuku ve İcra İflas Hukuku İlkeleri Karşısında Borçlu Şirketin Alacaklılarının Hakim Ortağa Karşı Korunması, Erol Ulusoy (Editör), I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul, 2008, s. 205 vd.;Akıncı, s. 662.).

25. Öğreti ve uygulamada tüzel kişilik perdesinin aralanmasının genel olarak üç değişik durumda mümkün olabileceği ifade edilmektedir. Birinci durum perdenin düz aralanması olarak ifade edilen şirketin borcu için şirkete ilave olarak ortakların da borçtan sorumlu tutulmasıdır. İkinci durum perdenin ters çevrilerek aralanması olarak ifade edilen ortağın borcu için ortağın yanında şirketin de borçtan sorumlu tutulmasıdır. Nihayet üçüncü durum ise somut uyuşmazlık bakımından tartışılması gereken ve perdenin çapraz aralanması olarak ifade edilen, borçlu şirketin yanında aynı ana şirkete bağlı bir kardeş şirketin sorumluluğu cihetine gidilmesidir (Öztek/Memiş, s. 199.). Perdenin çapraz aralanması sadece ana ve kardeş şirket için değil, aynı zamanda grup veya holding sistemi içinde yer alan kardeş şirketler arasında da söz konusu olmaktadır (Tekinalp, Gülören/Tekinalp, Ünal: Perdeyi Kaldırma Teorisi, Reha Poroy’a Armağan, 1995, s. 399.).

26. Tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanması genellikle kardeş şirketler arasında söz konusu olduğundan, ana şirket ile kardeş şirket ve ortaklar arasındaki karmaşık ilişkiler zinciri net bir şekilde ortaya konulmalıdır. Bu noktada bu şirketlerin ekonomik anlamda bağımsız şirket vasfında olup olmadığının araştırılması büyük önem taşımaktadır. Çünkü kardeş şirketler arasında perdenin aralanması teorisine başvurabilmek için tek bir iktisadi işletmenin yürütüldüğü farklı faaliyetler için birbirinden bağımsız tüzel kişiliklerin kurulmuş olması gerekmektedir. Hukuken iki farklı tüzel kişilik gibi görünen bu şirketler aslında özdeştir, alacaklılardan mal kaçırmak ya da sorumluluktan kurtulmak amacıyla kötü niyetli olarak iki farklı tüzel kişilik gibi kurulmuştur. Ayrıca bunların üretim, pazarlama ve ihracat faaliyetleri birbirini tamamlayıcı nitelikte olup, şirketler aslında tek ve aynı iktisadi işletmeye vücut vermektedir (Öztek/Memiş, s. 209.).

27. Tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanmasına benzeyen bir başka kavram organik bağ kavramıdır. Tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanmasında olduğu gibi organik bağ kavramında da bir tüzel kişinin borçlarından bir başka tüzel kişinin sorumluluğuna gidilmektedir. Bu hâliyle organik bağ kavramının da kaynağını TMK’nin 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı oluşturmaktadır (Öztek/Memiş, s. 210.). Ancak organik bağ kavramı, tüzel kişilik perdesinin aralanmasına göre daha geniş bir anlama sahip olsa da organik bağın varlığı, tek başına tüzel kişilik perdesinin aralanmasını gerektirmemektedir. Başka bir deyişle şirketler arasında organik bağ tespit edilse dâhi tüzel kişilik perdesinin aralanması ve alacağın perdenin arkasındakinden de istenebilmesi için sırf alacaklıdan mal kaçırmak ve onu zarara uğratmak amacıyla kötü niyetli işlemler yapıldığının da somut verilerle ispatlanması gerekmektedir.

28. Şirketler arasında organik bağ olup olmadığı; şirketlerin adreslerinin aynı olması, ortaklık yapılarının ve yönetim kurullarının benzer olması veya temsilcilerinin aynı olması, faaliyet alanları, hisse devirleri, muvazaalı işlemler gibi hususlar ve somut olayın özellikleri de gözetilerek tespit edilebilir. Ancak tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanmasında her iki şirketin faaliyet alanı, ortaklık yapısı, ortakları gibi konularda öyle büyük ve derin bir kesişme vardır ki; bu şirketlerle iş yapan kişiler nezdinde iktisadi bir bütünlük içerisinde tek bir şirketle iş yapılıyor algısı oluşmaktadır. Ayrıca üçüncü kişiler nezdinde uyandırılan bu algı neticesinde, ticaret yaparken güçlü bir yapıya sahip görüntüsü oluşturularak, şirketlerden birinin borca batırılması ya da içinin boşaltılıp iş alanının diğerine kaydırılması işlemleri tipik bir hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilmelidir.

29. Organik bağ ile tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanması arasında benzerlikler olduğu kadar farklılıklar da bulunmaktadır. Özellikle somut olayın niteliği gereği organik bağın tespitinde; şirketlerin aynı holdinge bağlı olması, yöneticilerinin veya kurucularının aynı olması, bir borç takibinden kurtulmak için hisselerin devredilmesi, muvazaalı işlemler yapılması, hatta belirli işlemlerin aynı şekilde ve aynı usulde yapılması bile rol oynayabilmekte iken; tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanması için iki şirket arasında alacaklıdan mal kaçırmak ve onu zarara uğratmak amacıyla kötü niyetli olarak işlemlerin yapıldığının ve bu nedenle asıl borçlu şirketten alacağın tahsil edilemediğinin somut verilerle ispatlanması gerekmektedir. Bununla birlikte bu iki kavram arasındaki en önemli fark ise; organik bağın varlığı hâlinde bir şirketin borçlarından dolayı bir başka şirketin mal varlığına el atılabilmekte iken tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanması hâlinde borçlu şirketin yanı sıra kardeş şirketin hatta talep hâlinde kardeş şirketin ortaklarının mal varlığına dahi el atılmasının mümkün olmasıdır (Öztek/Memiş, s. 210.).

30. Görüldüğü üzere aralarında bazı farklılıklar bulunmakla beraber organik bağ ile perdenin çapraz aralanması kavramları birbirinin alternatifi olan kavramlar değildir. Bu nedenle aynı olayda hem organik bağ hem de tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanması yolları işletilerek sonuca ulaşılabilmesi mümkündür.

31. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı banka ile davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış. Tic. A.Ş. arasında 27.06.1997 tarihli kredi sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşmede Ali Avni Balkaner ile Derby Lastik Fabrikası A.Ş.’nin müşterek borçlu ve müteselsil kefil olarak yer aldığı, yine davacı banka ile dava dışı Derby Lastik Fabrikası A.Ş. arasında 11.08.1997 tarihinde kredi sözleşmesi düzenlendiği ve bu sözleşmede davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış. Tic. A.Ş. ile Ali Avni Balkaner’in müşterek ve müteselsil kefil olarak yer aldığı, sözleşmeler gereğince kullanılan kredilerin geri ödenmemesi üzerine hesapların kat edildiği ve davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış. Tic. A.Ş.’ye kefalet borcu nedeniyle 14.01.2000 tarihinde, asıl borç nedeniyle 02.06.2000 tarihinde ihtarname gönderildiği anlaşılmaktadır.

32. Davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış. Tic. A.Ş.’nin kefalet ile ilgili borçlarından dolayı İstanbul 14. İcra Müdürlüğünün 2000/6500 E. sayılı dosyasında icra takibi yapıldığı, itiraz üzerine İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2002/1134 E. sayılı dosyasında itirazın iptali davası açıldığı ve davada bu kefalet ile ilgili hususun incelenerek davanın kabulüne karar verildiği ve kararın kesinleştiği, yine davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış. Tic. A.Ş.’nin kullandığı kredi nedeniyle oluşan alacağın tahsiline ilişkin ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla iki ayrı takip yapıldığı ve bu takiplerde istenilen miktarlar düşüldükten sonra geriye kalan kısım için İstanbul 2. İcra Müdürlüğünün 2007/5487 E. sayılı dosyasında icra takibi yapıldığı, itiraz üzerine İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2007/391 E. sayılı dosyasında itirazın iptali davası açıldığı ve davalı şirketin itirazını geri alması nedeniyle davanın konusuz kaldığından bahisle karar verilmesine yer olmadığına karar verilerek kararın kesinleştiği, böylece dava tarihi itibarıyla davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic A.Ş.’nin takip dışı kalmış herhangi bir borcunun bulunmadığı görülmektedir.

33. Dosya kapsamında yer alan bilirkişi raporuna göre; davacı bankanın davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.’den dava tarihi itibarıyla asıl alacak nedeniyle 38.415.248,04TL, kefalet nedeniyle 57.603.090,72TL olmak üzere toplam 96.018.338,76TL alacaklı bulunduğu ancak işbu davada 4.706.000,00TL talep ettiği belirlenmiştir.

34. Davalı Tekmar Mermer Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.’nin asıl borçlu Tekmar Mermer Madencilik ve Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.’ye 14.01.2000 tarihinde kat ihtarnamesi gönderilmesinden hemen sonra 25.01.2000 tarihinde Mıgırdıç Yeşilçimen, Silvan Yeşilçimen, Sıvrat Çiçekçi, Fuat Necdet Tüzmen ve Naime Zeynep Tüzman tarafından kurulduğu, merkez adresinin “Maslak Büyükdere Cad. Balkaner Plaza No: 31 Kat. 13 Şişli” olduğu ve bu tarihte asıl borçlu Tekmar Mermer Madencilik ve Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.’nin adresinin de “Maslak Büyükdere Cad. Balkaner Plaza No: 31 Kat. 14 Şişli” olduğu anlaşılmaktadır.

35. Davalı Tekmar Mermer Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.’nin kuruluşundan hemen sonra asıl borçlu davalı şirkete ait olan ve bu davalı tarafından işletilen Bilecik ilinde bulunan mermer-granit fabrikası içindeki tüm menkuller ile birlikte borcun doğumundan sonra ve fakat takip işlemlerine başlanılmadan çok kısa bir süre önce 13.03.2000 tarihli “Hasılat Kirası Sözleşmesi” ile davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Ticaret A.Ş.’ye kiralanmış ve bu mermer-granit fabrikası bu davalı tarafından işletilmeye başlanmıştır.

36. Davalı Tekmar Mermer Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş. ticaret unvanının asıl unsuru olarak asıl borçlu davalı şirket tarafından da kullanılan “Tekmar” ibaresini kullanmıştır. Ayrıca 20.07.2001 tarihinde “Tekmar” ve “Tekmar Cream” ibareli markaları Tekmar Grubu şirketlerinden devralarak “Tekmar” ibaresini hem ticaret unvanında hem de marka olarak aynı sektörde kullanmaya başlamıştır. Ayrıca davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Ticaret A.Ş.'nin, sonradan kurulmasına rağmen internet sitesinde diğer davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Ticaret A.Ş.'nin geçmişine ait ticari ve teknik bilgileri sahiplenerek köklü bir şirket olduğu izlenimini verdiği görülmektedir.

37. Davalı Tekmar Mermer Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.’nin kurulmasından hemen sonra 13.04.2000 tarihinde asıl borçlu davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş. adına Muğla, Kavaklıdere, Çayboyu köyü 599 ve 1433 sayılı parsel ile Kavaklıdere, Derebağ Köyü 428 sayılı parselde kayıtlı toplam üç adet taşınmaz, davalı Tekmar Mermer Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic. A.Ş.’ye satış yoluyla devredilmiştir. Davacı banka tarafından İstanbul 14. İcra Müdürlüğünün 2000/6500 E. sayılı dosyası kapsamında devredilen taşınmazlar için davalı şirketler aleyhine İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2004/633 E. sayılı dosyası ile tasarrufun iptali davası açılmış, İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 25.09.2006 tarihli ve 2004/633 E., 2006/325 K. sayılı kararı ile davalı şirketlerin takip borçlularının kontrolünde ilişkili şirketler olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, taraflarca temyiz edilmemesi üzerine karar kesinleşmiştir.

38. Davacı banka tarafından asıl borçlu davalı şirket aleyhine başlatılan İstanbul 14. İcra Müdürlüğünün 2000/6500 E. sayılı dosyası kapsamında yapılan hacizler sonucunda davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic A.Ş.’nin istihkak iddiası üzerine İstanbul 11. İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/374-375-376-377 E. sayılı dosyaları ile istihkak davası açıldığı, yargılama sonucunda mahkemece, davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş. ile yeni kurulan davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic A.Ş. arasında organik bağın bulunduğu gerekçesiyle davaların reddine karar verilmiştir. Kararların temyiz üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesi tarafından anılan kararların onandığı anlaşılmaktadır.

39. 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 14. maddesi gereğince Yurtbank A.Ş.’nin yönetimi ve denetimi 21.12.1999 tarihinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (Fon) devredilmiştir. Yurtbank A.Ş.’nin Fon’a devrinden sonra Fon İdare Meclisinin 14.02.2000 tarihli kararı gereğince, Yurtbank A.Ş.’nin yönetim ve denetimini doğrudan ve dolaylı olarak elinde bulunduran ortaklarından Ali Avni Balkaner, Muzaffer Hakan Balkaner, Fatma Pelin Balkaner, Derby Lastik Fabrikası A.Ş. hesaplarına blokeler konulmuş ve takibe alınmıştır. Bu kapsamda davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.’nin ve bazı Tekmar Grubu şirketlerinin %50 hissesinin Ali Avni Balkaner, Fatma Pelin Balkaner, Muzaffer Balkaner adına kayıtlı olması ve Tekmar Grubu şirketlerinin kullandığı krediler nedeniyle Fon tarafından Tekmar Grubu şirketlerinin Yurtbank A.Ş.’nin kaynaklarının Balkaner Grubu şirketlerine aktarılmasına aracılık ettiği kabul edilmiş ve 30.06.2005 tarihinde Tekmar Grubu şirketlerinin yönetim ve denetim kurullarına üyeler atanmıştır. Davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic A.Ş.’nin ortakları arasında Balkaner Grubunun bulunmamasına rağmen Fon tarafından bu şirkete de yönetim ve denetim kurulu üyeleri atanmış, bu atamalar sonrasında davalı şirketlerin yönetim kurulları aynı kişilerden oluşmuş ve Yetkin Berberoğlu her iki şirketi de temsile yetkilendirilmiştir.

40. Fon Kurulunun 15.12.2005 tarihli kararına istinaden aralarında asıl borçlu davalı şirketin de bulunduğu Tekmar Grubu şirketleri ile 30.12.2005 tarihli protokol ve 29.12.2009, 30.06.2011 tarihli ek protokoller imzalanmış, bu protokoller davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic A.Ş. tarafından müşterek borçlu müteselsil sıfatıyla imzalanmıştır.

41. Dosya kapsamında yer alan bilirkişi raporunda davalı şirketlerin ticari defterleri üzerinde yapılan incelemeler sonucunda; Fon ile yapılan protokoller sonucunda ödemelerin davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic A.Ş. tarafından yapıldığı ve bu ödemelerin davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş. hesabına borç olarak kaydedildiği, ayrıca asıl borçlu şirketin gayri faal olduğu ve sadece kira gelirinin bulunduğu tespit edilmiştir.

42. Asıl borçlu davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.’nin temsilcisi Yetkin Berberoğlu tarafından davacı bankaya gönderilen 17.04.2006 tarihli yazı ile; şirketin asıl borcu ile kefaletten kaynaklanan borcunun yapılandırılması talep edilmiş, yapılacak protokolün davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic A.Ş. tarafından kefil sıfatıyla imzalanacağı ve ödemelerin de bu şirket tarafından yapılacağı belirtilmiştir. Bunun üzerine davacı banka tarafından asıl borçlu şirkete borcun yapılandırılmasına yönelik ödeme tablosu örneği gönderilmiş, Yetkin Berberoğlu tarafından davacı bankaya gönderilen 25.09.2006 tarihli yazı ile ödeme tablosunda revize yapılması hâlinde 625.000 USD peşin ödeme yapılacağı belirtilmiştir. 02.10.2006 ve 03.10.2006 tarihlerinde toplam 625.000 USD davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic A.Ş. tarafından “Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.’nin protokol konusu borca istinaden” açıklaması ile yatırılmıştır. Ancak geçen süre zarfında davacı banka ile asıl borçlu şirket arasında borcun yapılandırılmasına ilişkin bir protokol imzalanmadığı anlaşılmaktadır.

43. Sonuç itibariyle yukarıdaki açıklamalar dikkate alındığında; sonradan kurulan davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic A.Ş.’nin asıl borçlu davalı şirketin aktif değerleri ile aynı sektörde faaliyetine devam ettiği, asıl borçlu şirketin ise gayri faal ve borçlarını ödeyemez durumda olduğu, bu itibarla yeni kurulan davalı şirket ile asıl borçlu şirket arasında organik bağın ötesinde gerek yönetimsel, gerekse mal varlığı açısından iktisadi bütünlük olup birbirinin devamı mahiyetinde oldukları gözetildiğinde, sonradan kurulan davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic A.Ş.’nin asıl borçlu davalı şirketin alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla ve kötü niyetle kurulduğunun kabulünü gerektirmektedir.

44. O hâlde somut olay bakımından kesinleşen kararlar ve yukarıda açıklanan tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde, tüzel kişilik perdesinin çapraz olarak aralanması koşullarının oluştuğu, artık hukuki bakımdan mevcut olan duruma göre değil de fiili duruma göre karar verilmesi gerektiği, davalı şirketlerin farklı tüzel kişiliklere sahip olduğu yolundaki savunmaların hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, bu itibarla asıl borçlu davalı Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.’nin davacı bankaya olan borcundan dolayı diğer davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic A.Ş.’nin de sorumlu olduğunu tartışmasız hâle getirmiştir. Bununla birlikte birleşen dava yönünden de Tekmar Mermer Madencilik Sanayi ve Dış Tic. A.Ş.’nin bankaya olan borcundan dolayı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic A.Ş.’nin sorumluluğuna hükmedilmesi sonucunda artık banka tarafından bloke konulan 625.000 USD’nin geri istenemeyeceği açıktır.

45. Bu itibarla mahkemenin asıl ve birleşen dava yönünden direnme kararı usul ve kanuna uygundur. Ne var ki, Özel Dairece asıl ve birleşen davaya yönelik miktar ve yargılama giderleri yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekmektedir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme uygun olup, davalı Tekmar Mermer ve Maden İşletmeleri Üretim İhracat ve Tic A.Ş. vekilinin asıl ve birleşen davaya yönelik miktar ve yargılama giderlerine ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 01.07.2020 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2021/1000 Esas ve 2021/4980 Karar

Davacı üçüncü kişi vekili, asıl dosyada Antalya 16. İcra Müdürlüğünün 2011/12906 sayılı takip dosyasında yapılan 09.10.2012 günlü haczin 3.kişinin faaliyette bulunduğu adreste gerçekleştirildiğinden bahisle istihkak iddiasının kabulü ile haczin kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiş, birleşen dosyada İİK'nin 97. maddesinin uygulanmasına yönelik olarak şikayette bulunmuştur.

Davalı alacaklı vekili, borçlu şirket ile üçüncü kişi şirketin ortakları arasında akrabalık bulunduğunu, borçlu şirketin alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla hareket edildiğini belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece toplanan delillere göre; “Borçlu şirket ile üçüncü kişi şirketler arasında organik bağ bulunduğu, istihkak iddiasında bulunan şirket ortakları ile borçlu şirket ortaklarının aynı kişiler ya da aynı soyadı taşıyan kişiler oldukları, aynı iş kolunda faaliyet gösterdikleri, borçlu şirket çalışanlarının bir kısmının davacı şirkette çalışmaya devam ettikleri, davacı şirket ile borçlu şirketin muvazaalı olarak alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla hareket ettiği “ gerekçesi ile asıl dosyada davanın reddi ile birleşen dosyada İİK’nin 97. maddesinin uygulanmasına yönelik şikayetin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı üçüncü kişi tarafından temyiz edilmiştir.

Dairemizin 22.04.2015 tarihli ve 2014/26655 Esas 2015/9158 Karar sayılı ilamı ile birleşen davaya yönelik temyiz talebinin hükmün kesin olması nedeniyle reddine, asıl dosyaya ilişkin temyiz talebinin kabulü ile karar tarihinden sonra 17.01.2014 tarihinde icra dosyasının infazen kapatılması nedeniyle, konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve davanın açıldığı tarihte haklılık durumunun taraf defterleri, SGK, ticaret sicil ve vergi kayıtları üzerinde yapılacak inceleme sonucu belirlenerek, maktu karar ve ilam harcı ile dava değeri üzerinden hesaplanacak nispi vekâlet ücretinin davanın açılmasına neden olan tarafa yükletilmesi için kararın bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bozma sonrası yapılan yargılamada, davacı üçüncü kişi şirket yetkilisi Tayfun Aydın'ın borçlu şirket yetkilisi Atilla Altan'ın dayısı olduğu, bu nedenle borçlu şirket ile üçüncü kişi şirket arasında organik bağ bulunduğu, aynı iş kolunda faaliyet gösterdikleri, borçlu şirket çalışanlarının bir kısmının davacı şirkette çalışmaya devam ettikleri ,davacı şirket ile borçlu şirketin muvazaalı olarak borçlulardan mal kaçırmak amacıyla hareket ettikleri kabul edilerek, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı üçüncü kişi vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1. Mahkemece; her ne kadar bozma ilamına uyulmasına karar verilmiş ise de bozma gerekleri yerine getirilmemiştir.

Şöyle ki, 17.01.2014 tarihinde dosyanın infaz edilmesi nedeni ile dosyadaki tüm hacizlerin fekkine karar verildiği görülmüştür. İstihkak davalarında geçerli bir haczin bulunması dava şartı olup, haciz ortadan kalktığına göre, davanın konusuz kaldığı dikkate alınmadan işin esasına yönelik yazılı biçimde karar verilmesi isabetli olmamıştır.
Mahkemece yapılması gereken iş, davanın reddi yerine konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına karar vererek, maktu karar ve ilam harcı ile dava değeri üzerinden hesaplanacak nispi vekâlet ücretinin davanın açılmasına neden olan tarafa yükletilmesinden ibarettir.

2. Mahkemece, davanın açıldığı tarihte tarafların haklılık durumunun değerlendirilmesine yönelik olarak esasa ilişkin inceleme yapılmış ise de bozma ilamı tam olarak yerine getirilmemiştir. Daire bozma ilamında borçlu ve üçüncü kişi şirket arasında muvazaanın tespit edilememesi halinde üçüncü kişinin sunduğu faturaların gerçekliği, bunların mahcuzlara uygunluğu, konuları keşif ve bilirkişi incelemeleri ile tespit edilmeli, bu sırada alıcı ve satıcı firmaların ticari kayıtlarına, ödeme vb. hususlara da bakılmasının gerektiği belirtilmesine rağmen, Mahkemece muvazaa iddiası yönünden borçlunun defterlerine ulaşılamadığı gerekçesiyle üçüncü kişi defteri incelenmeksizin ,üçüncü kişi ve borçlu arasındaki ilişkinin tespit edilemediği belirtilerek, diğer delillerin değerlendirilmesi sonucu alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı işlemler yapıldığı kanaatiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Buna göre, Mahkemece davalı üçüncü kişi şirket vekilinin mahcuzlara ilişkin olarak sunduğu faturaların defterlerinde kayıtlı olup olmadığı (açılış ve kapanış tasdiklerinin yapılmış olması göz önünde bulundurularak), faturaların gerçekliği, bunların mahcuzlara uygunluğuna ilişkin mali müşavir bilirkişiden Yargıtay denetimine elverişli rapor hazırlaması istenerek, bu doğrultuda elde edilen bilgilerin dava dosyasında bulunan diğer delillerle birlikte değerlendirilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken bozma ilamına aykırı olarak eksik inceleme ve araştırma sonucu karar verilmesi doğru görülmediğinden hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı üçüncü kişi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün İİK'nin 366. ve 6100 sayılı HMK'nin Geçici 3. maddesinin yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca İİK'nin 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 10.06.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2019/6775 Esas ve 2021/4491 Karar

Davacı üçüncü kişi vekili, borçlu aleyhine yapılan takipte haczedilen malların dava dışı ... Gemi ... Ltd. Şti.den satın alındığını, borçlularla aralarında organik bağ olmadığını, borçluların gerçek kişiler olduğunu ve gerçek kişilerin borcu nedeniyle şirketin mallarının haczedilemeyeceğini, ortakların kar payı veya tasfiye paylarının haczedilebileceğini ileri sürerek, haczin kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı alacaklı vekili, davanın süresinde açılmadığını ve usulden reddi gerektiğini, borçlulardan ... ile ...'ın ... Group firmasının sahibi olduklarının öğrenildiğini, haciz mahallinde sekreter tarafından yetkilinin ... olduğunun beyan edildiğini, evrak araştırmasında ... Grup ... yazılı teslimat fişinin olduğunu, borçluların davacı üçüncü kişi şirketi yönettiklerini, davacı ve borçlular arasında organik bağ olduğunu ve mal kaçırma amacıyla muvazaaı olarak ... şirketini kurduklarını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi tarafından, borçlulardan ... ve ...'ın haciz mahallinde bulunması, haciz mahallinde borçlulara ve ... Grup'a ait evrakların, yine sekreteryada bulunan telefonun üzerinde Suphi ve ...'ın dahili numaralarının yazılı olması, haciz sırasında ...'in 2015 yılında iş yerini satın aldıklarına ilişkin beyanı, haciz konusu vinci satan ... ... Ltd. Şti. ile satın alan davacı üçüncü kişi ...... Ltd. Şti.nin adreslerinin aynı olması, ... … Ltd. Şti.nin yetkili ortaklarının borçlular Suphi ve ... olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiş,hükme karşı davacı üçüncü kişi vekilince istinaf yoluna başvurulmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesince, borçluların ... Pazarlama...A.Ş, ... İçecek ... A.Ş, ..., ... ve ... olduğu, haciz adresinin borçlulara ödeme emrinin tebliğ edildiği adres olmadığı, haciz adresinin üçüncü kişinin sicil adresi olması nedenleriyle mülkiyet karinesi üçüncü kişi lehine değerlendirilmiş, karinenin aksinin davalı alacaklı tarafından ispatlanacağı kabul edilmiştir.

Alacaklının sunduğu belgelerin doğrudan üçüncü kişi ile borçlu arasında organik bağ bulunduğuna ve muvazaalı işlemler yapıldığın ispata elverişli olmadığı, dava dışı ... Grubun borçlu sıfatının bulunmadığı, davacı şirketin haciz yapılan adresi dava dışı ... Grup'tan devraldığını iddia ettiği, davacı şirketin kuruluş tarihinin borcun doğumundan önce olup, üçüncü kişi şirketin ortakları veya kurucularının borçlular olmadığı belirtilerek, borçlunun ortağı olduğu şirket üzerinden organik bağ kurulamayacağı gerekçesiyle istinaf talebinin kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı alacaklı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava, üçüncü kişinin İİK’nin 96 ve devamı maddelerine dayalı istihkak iddiasına ilişkindir.

Alacaklı vekilince 15.4.2010 tarihinde yapılan takibe borçluların itiraz etmiş olması nedeniyle 29.09.2016 tarihinde yapılan hacizde borçlulardan ...’ın işleri nedeniyle adresten geçici olarak ayrıldığı, ...’ın ise toplantıda olabileceği beyan edilerek telefonla sekreter tarafından arandığı haciz tutanağından anlaşılmaktadır. ... ... Ltd. Şti ortaklarının gerçek kişi borçlular ... ve ... olması nedeniyle haciz adresinde bulunuyor olmaları hayatın olağan akışına uygun kabul edilebilir ise de şirketin ticaret sicil kayıtları uyarınca 10.03.2016 tarihinde haciz adresinden ayrılmış olmasına rağmen 29.09.2016 tarihli hacizde hala adreste bulunuyor olmalarının sebebi açıklanamamıştır. Davacının iş yerini devraldığını beyan ettiği dava dışı ... … Ltd. Şti. 2009 tarihinden 10.03.2016 tarihine kadar haciz adresinde faaliyette bulunmuştur. Davacı üçüncü kişi şirket ise 2009 yılında haciz adresinde kurulmuş ve hala faaliyetine adreste devam etmektedir.

Dolayısıyla davacı şirket ile dava dışı ...… Ltd. Şti.nin uzun yıllar aynı adreste aynı konuda faaliyet göstermiş oldukları da dikkate alındığında davanın reddi yerine kabulü doğru olmamıştır.

SONUÇ: Davalı alacaklı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi kararının yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK'nin 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK'nin 371. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 27.05.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2017/15069 Esas ve 2020/517 Karar


Alacaklı vekili, borçlu ... ve ... San. Ltd. Şti. aleyhine ilamsız icra takibinde bulunduklarını, takibin kesinleşmesi üzerine, borçlunun adresinde haciz işlemi uygulandığını ve bu sırada davalı üçüncü kişi tarafından istihkak iddiasında bulunulduğunu, ancak borçlu şirketin faaliyet konusu ile istihkak iddiasında bulunan şirketin faaliyet konusunun aynı olduğunu, şirketin ortaklarının aynı aileden olduğunu, şirketler arasında organik bağ bulunduğunu açıklayarak, 28.01.2015 tarihli istihkak iddiasının kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı üçüncü kişi yetkilisi, davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Davalı borçlu vekili, vekil edeni şirketin ortak ve yetkililerinin üçüncü kişi şirket ortaklarının çocukları olduğunu, vekil edeni şirketin borcu için üçüncü kişi şirket adresinde haciz yapılamayacağını belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemenin 30.06.2015 tarihli kararı ile dava konusu istem şikayet olarak nitelendirilerek şikayetin reddine karar verilmiş; hükmün alacaklı vekili tarafından temyizi üzerine Dairemizin 21.10.2015 tarihli ve 2015/15738 Esas, 2015/18742 Karar sayılı ilamı ile istemin istihkak davası olarak vasıflandırılması gerektiği gerekçesi ile bozulmuştur.

Mahkemece bozma ilamına uyularak yeniden yapılan yargılamada, haciz sırasında borçluların haciz mahallinde bulunmaması ve borçlu şirket adına evrak bulunmaması nedeniyle ispat külfetinin alacaklı tarafta olduğu, alacaklı tarafça da organik bağa ilişkin ispata yarar herhangi bir delil sunulamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Hüküm, davacı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, alacaklının İİK’nin 99. maddesine dayalı istihkak iddiasının reddi talebine ilişkindir.

Mahkeme gerekçesinde üçüncü kişi ve borçlu şirketler arasında organik bağ bulunmadığı değerlendirmesi yapılmışsa da; ticaret sicil kayıtlarına göre, borçlu ... Kundura ve Dericilik San. Tic. Ltd. Şti'nin ortak ve yetkilileri ... ile ... ’ın üçüncü kişi, şirketin ortak ve yetkilisi ... ile şirket yetkilisi ve aynı zamanda haciz mahallinde hazır bulunan ... ’ın çocukları oldukları; ... ve ... ’ın borçlu şirketin eski ortakları oldukları; üçüncü kişi şirketin borç doğum tarihinden ve takip tarihinden sonra kurulduğu; faaliyet konusunun borçlu ile aynı olduğu ve her iki şirketin ünvanlarının benzer olduğu görülmektedir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınarak davalı üçüncü kişinin istihkak iddiası yerinde olmadığından, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken; yazılı şekilde reddine karar verilmesi usul ve Yasa'ya aykırı olduğundan hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün İİK’nin 366 ve HUMK’un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, taraflarca İİK'nin 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 22.01.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.