İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Dosya İade Kararı

Abone Ol
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi; 09.10.2017 tarihinde oybirliğiyle verdiği beş sahifeden ibaret kararla, Milletvekili Kadri Enis Berberoğlu hakkında İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin casusluk suçu işlediğinden bahisle verdiği mahkumiyet kararını dört başlık altında toplanabilecek sebeplerle, duruşma açmaksızın ve sair hususları incelemeksizin “gerekçe yokluğu” adı altında kesin kararla bozmuş, fakat tahliye kararı vermemiş idi. Dosyanın gönderildiği İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi ise ortada bir bozma kararının olmadığını, kendi karar gerekçesinin Ceza Muhakemesi Kanunu m.230’a uygun olduğunu, istinaf kanun yolunda Bölge Adliye Mahkemesi’nin bu şekilde bozma kararı veremeyeceğini söyleyerek, ortada usule uygun bozma kararı bulunmadığından, bu nedenle de duruşma açılamayacağından bahisle dosyanın Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verdi, yani mahkumiyet kararında ısrar ederken, tahliye kararı da vermedi. Yerel Mahkemenin bu yazının kaleme alındığı tarihte basına yansıyan karar gerekçesinde; ilk verdiği kararın CMK m.289 kapsamına giren hukuka kesin aykırılık hallerinden birisini taşımadığını, Yargıtay’ın temyiz denetimine bile direnilebilirken istinaf aşamasında bu usulün kabul edilmemesinin istinaf kanun yolunda ciddi sorunlara yol açtığını, ayrıca Yargıtay’ın son kararlarında bölge adliye mahkemelerinin bozma kararlarına direnilemeyeceği söylense de, bu kararların Kanuna uygun şekilde verilen bozma kararları ile sınırlı anlaşılması gerektiğinin de belirttiği görüldü.  Bu son gerekçe, kararının arkasında duran ve bozma sebebi olmadığına inanan Yerel Mahkemenin “direnme yasağına karşı direnmesi” olarak nitelendirilebilir. Esasen direnme yasağı sorunlu olsa da bu yasağın istisnası olmadığından ve bozma kararını değerlendirme yetkisi de ayrıca tanımlanmadığından, bu konuda son sözü yüksek görevli mahkeme olan Yargıtay’ın söylemesi gerektiği savunulabilir.

CMK m.284 incelendiğinde, bölge adliye mahkemelerinin bozma kararlarına yerel mahkemelerin direnme yetkileri bulunmamaktadır. Kural budur, Anayasa Mahkemesi de 26.07.2017 tarihli somut norm denetiminde CMK m.284’ün ve dolayısıyla direnme yasağının Anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi’nin bozma kararı gerekçelerini kısaca açıklamaya ve bozma gerekçelerinin usule uygun olup olmadığına değinmeden evvel; uygulamada yerel mahkemelerin, bölge adliye mahkemeleri tarafından verilen bozma kararlarından özellikle CMK m.289/1-g’de bulunan “Hükmün 230. madde gereğince gerekçe içermemesi” adlı hukuka kesin aykırılık halini geniş ve hatalı yorumladığını düşündükleri, bu noktada bozma kararlarına karşı görevsizlik kararları vermek suretiyle Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin meseleye müdahil olmasını istedikleri, ancak Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin direnme yasağı olduğunu, bölge adliye mahkemelerinin bozma kararlarına karşı herhangi bir kanun yoluna gidilemeyeceği, kesin bozma kararlarına karşı verilen görevsizlik kararlarının da yok hükmünde olduğunu belirterek, dosyaları yerel mahkemelere gönderdiği bilinmektedir.

Belirtmeliyiz ki; gerçekten de bölge adliye mahkemelerinin bozma kararlarına karşı direnme yasağının olduğu ve yerel mahkemelerin bozma kararları hatalı olsa bile, bunlara direnemeyip tekrar duruşma açmak suretiyle yeni karar vermeleri gerektiği, en azından yasal düzenleme nedeniyle doğrudur. Ancak bunun düzeltilmesi gerektiği, CMK m.289’da sınırlı şekilde öngörülen hukuka kesin aykırılık halleri olarak kabul edilen yargılama usullerine aykırılıkla sınırlı verilmesi gereken bozma kararlarında, kesin aykırılık hallerinden bilhassa “CMK m.230’a uygun gerekçe içermeme” kuralının geniş ve hatalı yorumlandığı, bu sebeple de yasal düzenleme yapılıp sınırlı da olsa direnme yetkisinin yerel mahkemelere tanınması gerektiği veya uygulamada bulunacak bir yöntemle bozma kararlarına denetim yolunun açılmasının isabetli olacağı, aksi halde bölge adliye mahkemelerinin iki dereceli yargılamada kendilerini sadece hukukilik denetimi yapan temyiz mercii gibi görmeleri anlayışının yerleşeceği söylenmektedir. Bu sorunun uygulama birliği veya Yargıtay kararları ile zaman içinde düzelmesi de beklenebilir, ancak görünen odur ki bölge adliye mahkemelerinin direnme yasağına karşı kararlarının arkasında duran ve gerekçe eksikliği içermediğini düşünen yerel mahkemeler bu durumdan rahatsız olmaktadırlar, çünkü gerekçenin CMK m.230’a aykırı yazılması başka, gerekçe içeriğinin ve dayanaklarının hatalı bulunması başkadır. Bu nedenle, yargılama kurallarının usule aykırı uygulanması hallerinin son derece sınırlı kabul edildiği bozma sebeplerinin tatbikinde maksat aşılmaması, gerekçenin hatalı olduğuna ve yanlış karar verildiğine dair tespitlerde bölge adliye mahkemelerince duruşma açılıp karar verilmesi isabetli olacaktır ki, bu kabul iki dereceli yargılamanın maksadına da uygundur.

Bölge adliye mahkemeleri dört çeşit karar verebilir: Birincisi, istinaf taleplerinin esastan reddi; ikincisi, esasa etkili olmayan hataların veya eksikliklerin kararda giderilmesi suretiyle taleplerin esastan reddi; üçüncüsü, hukuka kesin aykırılıklar adı altında CMK m.289’da sayılan sebeplerden birisinin varlığının tespiti halinde kesin bozma kararı verilmesi ve dördüncüsü de bunların olmadığı durumda duruşma açılması suretiyle istinaf taleplerinin duruşmalı yapılacak incelemede değerlendirilip yeni karar verilmesi. Yeni karar eski karara benzeyebileceği gibi, istinaf talebinin türüne göre sanığın lehine veya aleyhine de olabilir. Şartları varsa, bozma kararı dışında kalan kararlara karşı Yargıtay’a, yani temyize gidilebilir.

Berberoğlu kararında İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, 09.10.2017 tarihinde toplam dört başlık altında bozma kararı vermiş ve tüm bunları gerekçe yokluğuna, yani CMK m.230’a uygun şekilde gerekçeli kararın usule uygun düzenlenmemesine bağlamıştır. Daire bozma kararında birinci olarak, silahlı terör örgütüne yardım suçunun siyasi casusluktan tefrikini yanlış bulmuş ve siyasi casusluk kastının varlığının bulunup bulunmadığının örgüt davası ile birlikte değerlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir. Kararda ikinci olarak, şu an Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde temyiz incelemesinde olan ve bu dosya ile bağlantılı görülen bir başka dosyanın sonucunun beklenmesi bozma gerekçesi yapılmıştır. Kararda üçüncü olarak, siyasi casusluk maksadının ve saikinin açıklanmasında gerekçe zayıf bulunmuş ve bununla iddianın casusluk içermeyen Devlet sırrı ifşası kapsamında değerlendirilebileceği belirtilmek istenmiştir. Kararda son olarak, davaya konu Devlet sırrının “sır” niteliğinin suç tarihinde devam edip etmediğinin de değerlendirilmesi gerektiği söylenmiştir. Esas itibariyle, bu başlıklar altında verilen bozma kararının yerine duruşma açılıp işin esasına girilerek davanın Bölge Adliye Mahkemesi’nde görülmesi gerekirdi.

Yerel Mahkeme; hem bu bozma gerekçelerinin CMK m.289’un dışına çıktığını ve hem de tüm bunları kapsayacak şekilde karar yerinde tartışıp CMK m.230’a uygun düşecek şekilde gerekçeli karar verdiğini, bu aşamada gerekçenin beğenilmemesinin ve hatalı görülmesinin CMK m.289/1-g ve m.280/1-d kapsamında değerlendirilemeyeceğini söyleyerek, bozma kararı sonrası duruşma açmaksızın dosyayı yeni karar vermeye gerek olmadığından bahisle Bölge Adliye Mahkemesi’ne göndermiştir.
 
Şimdi ne olacak?

Birincisi; Bölge Adliye Mahkemesi dosyayı iade kararını, Yerel Mahkemenin bu şekilde dosya üzerinden karar verip kendisine gönderme yetkisi olmadığından bahisle yok hükmünde sayıp, dosyayı aynı Mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği diğer bir ilk derece mahkemesine gönderebilir.

İkincisi; Yerel Mahkemenin kararını görevsizlik kararı sayarak, kendisi de görevsizlik kararı vererek dosyayı Yargıtay 5. Ceza Dairesi’ne görev sorununu “müşterek yüksek görevli mahkeme” sıfatını taşıdığından bahisle gönderebilir. Ancak bu sırada sanığın tutukluluk hali devam ettiği için tutukluluk incelemesi zorlaşacaktır, çünkü dosyanın esas yerini bulması zaman alabilecektir.

Üçüncüsü; 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 35. maddesinin 1. fıkrasının 3. bendi kıyasen, ilgili dosya “gerekçe yokluğu” sebebine bağlı bozma kararları ile ilgili farklı bölge adliye mahkemeleri arasında birbirine ters yönde kararlar verildiği için bu konuda karar vermesi amacıyla, görüşü ile birlikte dosyayı Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderecektir ki, 35. maddenin ilgili hükmünün doğrudan bu konu ile ilgili olmadığını ve uyuşmazlık içeren benzer meselelerle ilgili, aynı bölgede hukuk ve ceza daireleri arasında ve farklı bölgelerde yer alan bölge adliye mahkemeleri arasında gerçekleşen uyuşmazlıkları ilgilendirdiğini ifade etmek isteriz. Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcısı da 35. maddeden kaynaklanan yetkisini kullanıp, Başkanlar Kurulu’na, uyuşmazlığı Yargıtay Birinci Başkanlığı’na götürmesini talep edebilir, hatta aynı talep hakkı istinaf kanun yoluna başvurma hakkı bulunana da tanınmıştır. Ancak belirttiğimiz üzere, 35. maddenin bahse konu hükmünün kabul nedeni, bölge adliye mahkemelerinin benzer konularla ilgili kesin nitelikli kararları arasında yaşanan uyuşmazlıkların giderilmesidir. Burada ise uyuşmazlık, Yerel Mahkeme ile Bölge Adliye Mahkemesi arasındadır. Bununla birlikte Başkanlar Kurulu, CMK m.230’a uygun gerekçe olmadığından bahisle verilen bozma kararlarında yeknesaklığın olmadığını, farklı uygulamaların olduğu ve bu konuda uyuşmazlıklar yaşandığını gerekçe göstererek, Yargıtay Birinci Başkanlığı’ndan bu uyuşmazlığın giderilmesini talep edebilir.

Yeri gelmişken, Bölge Adliye Mahkemesi Başsavcılığının bozma kararına “görüldü” işlemi sırasında şerh düştüğü ifade edilmektedir. Belirtmeliyiz ki; bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kesin nitelikli kararlarına karşı başsavcılıkların itiraz etme yetkisi, 05.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanunla tanınmıştır. Bu Kanunla CMK’ya eklenen m.308/A’da, bölge adliye mahkemesinin kesin nitelikli kararlarına karşı cumhuriyet başsavcılığına itiraz etme yetkisi tanındığından ve bozma kararı da kesin nitelikli olduğundan, bozma kararlarına karşı kararı veren aynı ceza dairesine sanığın aleyhinde 30 gün ve lehinde süreye bağlı olmaksızın itiraz edilebileceği fikri ileri sürülebilir. Görüleceği üzere sanığın aleyhine itirazda 30 günlük süre sınırı olup, bu süre kararın cumhuriyet başsavcılığına verildiği tarihten itibaren başlayacaktır. Cumhuriyet başsavcılığı bu yetkisini re’sen veya talep üzerine kullanabilir. Ancak bu inceleme, yine kararı veren daire tarafından yapılacaktır.

Dördüncüsü ise; 5235 sayılı Kanunun 35. maddesine eklenecek hükümle, yerel mahkemelere kısıtlı direnme yetkisi tanınıp, bu yetkinin kullanılması halinde bölge adliye mahkemelerinin başkanlar kurulları (ceza ve hukuk daireleri başkanlar kurulları ayrı olmak üzere) direnme kararları ile ilgili son sözü söyleme konusunda yetkili kılınabilirler. Bu yetki, yerel mahkemelerin ve bölge adliye mahkemelerinin müşterek yüksek görevli mahkemesi olarak Yargıtay ceza dairelerinden birisine veya Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na da tanınabilir. Bu yasal değişiklikten sonra hukuka kesin aykırılıklar konusunda yaşanabilecek sorunlar kısa zamanda çözüme kavuşabilecek ve içtihat birliğine varılabilecektir. Ancak direnme hakkı ve yetkisi geniş olmamalı, CMK m.289’da sayılan hukuka kesin aykırılık hallerine açıkça aykırı verilen bölge adliye mahkemesi kararları ile sınırlı kullanılabilmelidir.

Temelde CMK m.289’da öngörülen sınırlı sayıda hukuka kesin aykırılık hallerinin zamanla kapsamlarının belirlenmesi, dosyanın esasına girecek şekilde bu sebeplerin genişletilmemesi ve özellikle hükmün CMK m.230 gereğince gerekçe içermemesi kuralının ve CMK m.230’un 1. fıkrasının (b) bendinde yer alan sebebin dar ve amacına uygun tatbiki isabetli olacaktır. Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi hususunun, benimsenmeyen gerekçe derecesine vardırılması suretiyle verilen bozma kararları isabetli olmayacaktır.

Bozma kararları konusunda bir dengenin oluşması ve yargı mercilerini rahatlatacak bir yasal değişikliğin ve/veya tatbikatın benimsenmesi, bu şekilde bilhassa tutuklu işlerde yaşanabilecek mağduriyetlerin de önüne geçilmesi gerekmektedir.


 
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)