Yukarıdaki başlık Yargıtay 1.HD. çok beğenilen 1976/9370 E.,1976/13138 K. Sayılı kararının gerekçesine aittir.
Yargıtay’da incelenen davanın konusu 90 yaşındaki bir kadının ölen oğlu ve torununa karşı açtığı ölünceye kadar bakma sözleşmesinin “fesih” edilmesi ve iki parça taşınmazının kendisine geri verilmesidir. Yerel mahkeme davayı reddetmiş, ancak bu karar Yargıtay 1. HD tarafından bozulmuştur. İşte bu bozma kararının gerekçesinde:
"Hâkim insana, tabiata, gerçeğe, olağana sırt çevirmeden ve katı kalıplar içinde sıkışıp kalmadan, uyuşmazlığa insan kokusu taşıyan bir çözüm getirmek zorundadır." Denilmekte ve şöyle devam etmektedir:
“Bugün ülkemizde ana ve babasına bakan evlat, dede ve ninesine bakmak zorunluluğun duyan torun sayısı azalmıştır. Esasen yasa ve ahlâk gereği bakma yükümlüsü olduğu halde bunu yerine getirmek gereğini duymayan bir kişinin bu borcu sözleşme konusu yapması takdirinde borçlu yönünden değişen bir şey yoktur. Tersine olarak bu gibi hallerde bakılması lazım gelen kimse yalnız bakılmamakla kalmamakta, elinden malı alınmak suretiyle daha kötü bir duruma düşmektedir. Ömrü boyunca dava nedir bilmeyen bir kimse, hayatının son demlerinde ve en zor döneminde kaptırdığı malı kurtarabilmek için mahkemelik olmaktadır.”
Yani sonuç olarak hâkimin insana dokunan, insan kokusu taşıyan bir karar olup ayrıca kararda özellikle insana, tabiata, gerçeğe, olağana sırt çevrilmemesi ve katı kalıplara sıkışıp kalmadan karar vermesi gerektiğini öngörmektedir.
1976 yılında verilen bu karar bize insana dokunan ve olağan olanı kabul eden bir yargı kararına karşı sayın Oktay Ekşi’nin 10 Temmuz 1999 yılındaki “Ayarını Kaçırmak” başlıklı bir yazısını anımsattı.
“Sayın Yargıç İzzet Doğan, tanınmış ses sanatçısı Emel Sayın'ın 6 yıldır haber alamadığı eşinden boşanmasına karar verirken, ‘‘Evlilik aşk demektir, sevgi demektir. Sevgi emektir, özveridir, paylaşmaktır, düşünmektir. Belki her insandan, sevdiğini bir ozan duyarlılığında ‘O şimdi ne yapıyor, nasıl, nerede, kederli mi mutlu mu' diyerek her an düşünmesi, araması beklenemez. Ne var ki yaşamın olağan akışına göre, insan eşini bir ozan duyarlılığında olmasa bile düşünmeli, anmalı, ona her an yanındaymış gibi bir duyguyu, bir güvenceyi yaşatabilmelidir’’ demiş.
Sayın Yargıç daha önce de bir diğer tanınmış sanatçı olan Sezen Aksu'nun boşanma davasında aynı türden görüşler dile getirmiş.
‘‘Ne var bunda?’’ derseniz, sizinle aynı dili konuşmadığımızı lütfen bilin. Denenlerin ‘‘doğru’’ olması ayrı, onların ‘‘yargı kararı’’ olması ayrı...
Kaldı ki bunda çok şey var... Örneğin bunda devletin kurallarını, törelerini korumakla ona boş vermek arasındaki tercih var.”
Görüldüğü gibi Yargıtay “olağana sırt çevrilmemesi ve katı kalıplara sıkışıp kalmadan” karar verilmesini belirtirken sayın Ekşi yargı kararında devletin kurallarını, törelerini öne çıkarmaktadır.
Nasıl bir rastlantıdır ki aynı karar hakkında sayın yazarla aynı soyadını taşıyan Prof. Dr. Nuray Ekşi ise yazdığı bir önsözde aynı karar için:
“Sayın İzzet Doğan’ı Sarıyer 2.Asliye Hukuk hakimliği yaptığı sırada 1999 yılında verdiği Emel Younes (Sayın)-David Tanios Younes kararı ile tanıdım. Karar kaleme alınış tarzı ve içeriği itibariyle o zamana kadar okuduğum mahkeme kararlarından oldukça farklıydı. Kararda önce evliliğin felsefi ve sosyolojik temelleri üzerinde durulmuş, evlilik müessesesinin öneminin vurgulandığı cümleler ünlü filozoflardan alınan öncü tümcelerle zenginleştirilmişti.
Evlilik müessesesinin kutsallığına ilişkin felsefi ve sosyolojik gerekçelere dayanan açıklamalar, evliliğin boşanma yoluyla sona ermesi açıklanırken sürdürülmüştü.
Kararda, temelinden sarsılan bir evlilik birliğini ayakta tutmak için uğraş vermenin de nafile olduğu son derece hoş bir anlatımla ifade edilmişti.” denilmektedir. (1)
Bu iki görüş arasındaki değerlendirmeyi sevgili okurlara ve hukukçulara bırakıyorum.
Şimdi içinde insan kokan yargı kararların gerekçelerinden birkaçını birlikte okuyalım:
"Eşlerden biri alacaklının takibi dolayısıyla korkulu rüya görürken ötekinin rahat uyuduğu düşünülemez."
"Saf bir köylü kadını olan davacının gözlerinin iyi görmediği, ara sıra yatağını bile pislediği, çeşitli değerdeki; paraları fark edemediği, bazen yakını olan kimseleri bile tanımakta zorluk çektiği anlaşılmaktadır. Aksi ileri sürülmeyen ve kanıtlanamayan bu bulgulara göre davacı yaşı ve fizyolojik durumu itibariyle nerede ise yeteneksizlik sınırlarına dayanmış bir kişidir.
Davacının "yaşlı" olduğu kadar "yalnız" olduğu da sezilmektedir."
"Yaşlılık ve yalnızlıktan ötürü hayatını tek başına sürdürmek zorunluluğunda kalan, kalabalık olan dünyada Robenson gibi etrafsız bir kişi durumuna düşen davacının esaslı bir sıkıntı -müzayaka- içinde bulunduğu şüphesizdir."
"Öte yandan davacının temlik tarihinde ileri derecede yaşlı, hasta ve okuma yazma bilmeyen cahil bir köylü kadını olduğu; yalnızlık, yaşlılık ve hastalık gibi bu durumlarından ötürü manevi müzayaka içerisinde bulunduğu, dinlenilen tanık sözleri ile sabittir."
"Ömür boyu taşınmazlarını satmayan bir kimsenin, dünyadan gider ayak olduğu bir arada satması anlamlı bir davranıştır."
"Davacıların dinlettikleri tanıklardan ikisi miras bırakanla davalı arasında "aşki" bir bağlantı mevcut olduğunu söylemişlerdir. Yaşlı bir kimse olan miras bırakanın, yasa dışı ilişkiyi sürdürebilmek amacıyla dava konusu taşınmazı davalıya temlik ettiği açıktır."
"Eskiden insanlar dağınık ve mesafeli bir ortamda daha sakin yaşarlardı. Günümüzde ise sosyo-ekonomik koşulların büyük çapta değişip gelişmesi ve tekniğin aşırı bir hızla ilerlemesi sonunda insanlar konserve kutusundaki sardalyeler gibi birbirine yapışmak ve burun buruna yaşamak durumuna geldi. Dün orta halli bir kasabada veya büyük bir mahallede birkaç bin kişi otururken bugün aynı sayıda insan bir gökdelende barınmakta veya çalışmaktadır. Hızlı teknik ilerlemenin sonucu olarak çağımızda birlikte yaşamayı zorlaştıran, ağırlaştıran sorunlar ve nedenler gün geçtikçe artmaktadır. Artık jet uçaklarının ıslık sesleri, reklam levhalarının ışıkları, motorlu araçların egsoz dumanları ve kornaları... gibi sayısız birçok nedenler yalnız "insanı" değil, "doğayı" bile rahatsız etmekte ve hatta insan yaşamını tehlikeye düşürmektedir."
"Günümüzde, yaşadığımız toplumda genellikle kardeşin kardeşe günahını bile bağışlamadığı, tereke uyuşmazlıklarının mirasçılar ve kardeşler arasında kıyasıya bir savaşa yol açtığı herkesçe bilinen bir gerçektir."
“Komşuların daima iyi geçinmeleri ve birbirlerine karşı anlayışlı ve saygılı olmaları istenilir. Toplumumuzun bu konudaki yargısı ata sözlerimizde dile gelmiştir. "Mal alma, komşu al" ve "kötü doktor candan, kötü komşu maldan eder" gibi sözlerle alınan maldan çok komşunun iyi olması lazım geldiğine işaret edilmek istenilmiştir. Saygısız ve hoyrat bir komşu insanı mal aldığına pişman eder, birlikte yaşamaktan insana bezginlik ve usanç gelir. Komşuluk hakkının çok önceden tespit ve teslim edilen bu değerinin bugün yukarıda açıklanan nedenlerle daha büyük ve hayati bir önem kazandığı kuşkusuzdur.”
'Koca karı davası' ne demektir bilir misiniz?
"Ülkemizde ileri yaşlılık dönemine girmiş bulunan kişilerin birçok sorunları vardır. Bunlardan biri de "vaktühali" yerinde olan yaşlıların mal varlıklarına karşı yönelen, özel hukuk çerçevesine giren "tasallut"lardır. Yaşlı, varlıklı ve yalnız olan bu gibi kişilerin son dönemlerinde, çevrelerinde bir "etraf" oluşur. Çok kez akraba ve yakınlardan kurulan bu "etrafın" tek amacı, yaşlı kimsenin en değerli mal varlığını bazı tertiplerle ele geçirmektir. Çeşitli tertip yöntemlerinden biri, yaşlı kimseden alınan bir vekaletnameden yararlanmak suretiyle ona ait bir taşınmazın vekilin akraba ve yakınlarına aktarılması şeklidir. Dikkati çekecek kertede yoğunluk kazanan bu eğilim karşısında yargı kuruluşlarının gerektiğinden daha fazla uyanıklık ve titizlik göstermesi zorunluluğu vardır. Aksi takdirde yaşlı kimselerin son demlerinde perişanlığa düşmelerine yol açılmış olur. Dairenin, son yıllardaki açık ve sürekli, kararlı uygulaması sonunda bu tür tertiplerin etkisiz duruma getirildiği söylenebilir. Hatta daire, bu tertiplere çoğunlukla yaşlı kadınların hedef olmalarından ötürü bu gibi davalara "koca karı davası" adını vermek gereğini duymuştur."
Yönetimi ve bürokrasiyi eleştiren kararlarda vardır:
"Türkiye'nin önemli sorunlarından biri yönetiminin iyi çalışmaması, bürokrasinin yurttaşı canından ve malından usandıracak bir kerteye varmasıdır. Yönetimin yersiz ve yanlış uygulamaları -idarece çözülmesi gereken konularda bile vatandaşı mahkemelere başvurmak mecburiyetinde bırakmakta, yalnız bu neden, önemli miktarda işin mahkemelerce görülmesi sonucunu doğurmaktadır. Yönetimin iyi çalışmadığı yerlerde mahkemeler, ister istemez vatandaşların başvuracağı en son merci durumuna gelmektedir."
"Ülkemizde son çeyrek yüzyılın sosyo-ekonomik koşulları köyden kente yönelen göçü hızla artırmıştır. Hemen her türlü denetimden uzak ve etkili bir düzenlemeden yoksun olan bu insan akını nedeniyle kentler yamrı-yumru ve başı boş denilebilecek şekilde yapılıp genişlemeye başlamıştır."
Son olarak Medeni Kanunumuzda aile konutu düzenlemesinin gerekçesinde kimine göre törelere aykırı ama içinde de mis gibi buram buram insan kokan şu cümlenin yer aldığını anımsatalım:
“Aile konutu, eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alandır. “
-------
(1) Bknz: DOĞAN izzet, Milletlerarası Aile ve Milletlerarası Usul Hukuku. Seçkin Yayınları.2010