İNANÇLI İŞLEM VE NAM-I MÜSTEARA DAYALI TAPU İPTALİ İLE TESCİL DAVASI

Abone Ol

1.İnançlı İşlem ve Nam-ı Müstear Kavramları

İnançlı işlem; inananın, bir borca güvence oluşturmak veya idare olunmak üzere malvarlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki işlemlerden daha güçlü bir hukuki durum yaratmak amacıyla inanılana kazandıran, sonra da tekrar devretme yükümlülüğünü içeren işleme denir. Borçlandırıcı bir işlemdir.

Nam-ı müstear ise, gerçekte malik olmayan bir kişinin taraf olduğu hukuki nedenden dolayı malik olarak görünmesidir. Yargıtay'ın üç içtihadı birleştirme kararına (8.5.1941 gün, 29/5 sayılı; 5.2.1947 gün ve 20/6 sayılı; 7.10.1953 gün ve 7/8 sayılı) konu olan nam-ı müstear Yargıtay’ın E. 1953/8 K. 1953/7 T. 7.10.1953 sayılı içtihadı birleştirme kararında şu şekilde tarif edilmiştir; “...salahiyetli memur huzurunda gayrimenkul mülkiyetini iktisap etmesi kasdolunan şahsın isminin gizlenmesi böylece anın yerine mevhum bir isim veya hakiki akitlerden başka bir şahsın ismi kullanılarak akte yabancı olan bir kimse namına sicille tescil vaki olmuş ise (Namı müstear)...

Genellikle kişiler, inançlı işlem yolu ile sözleşme yapma yoluna, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Hukukumuzda inançlı işlemi düzenleyen bir kanun hükmü mevcut olmamasına rağmen, “sözleşme serbestisi” kuralı geçerli olduğundan, inanç sözleşmesi yapılabilir.

İnanç sözleşmesi kazandırıcı bir sözleşmenin tüm hüküm ve sonuçlarını doğurur. Bu sözleşmeye dayanan inançlı işlem ile inanç konusu taşınmaz mülkiyeti inananın mülkiyetinden çıkar ve inanılanın mal varlığına girer. Artık yeni malik konumuna gelen inanılan, malik hak ve yetkilerine sahip olur.

“...Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Bilindiği üzere Türk Hukukunda inançlı işlemleri doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Ancak uygulama ve öğretide, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 26. (mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 19) maddesinde yer alan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi kapsamında inançlı sözleşmelerin düzenlenebileceği ve geçerliliği kabul edilmektedir.

İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder...”[1]

“…İnançlı işlemleri doğrudan doğruya düzenleyen kanun hükümleri yoktur. İnançlı işlemler, kişinin kendisini gizlemek amacıyla yapılabileceği gibi teminat amacıyla veya alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla da yapılabilecek işlemlerdir.

İnançlı işlem, inanç sözleşmesi ve hakkın devri işlemi (kazandırıcı işlem olarak) olmak üzere iki temel unsurdan oluşmaktadır.

İnanç sözleşmesi, inançlı işlemin hukuki sebebini, inanılanın salahiyet sınırlarını ve kapsamını, inançlı işlemin sona erme nedenlerini, inançlı işlemin sonra ermesinden sonra inanç konusu şeyin inanana devredilme biçimi ve koşullarını belirler. Bir başka deyişle bu sözleşme inanç konusu şeyin yeniden inanılana devir edilmesinin temelini oluşturur. İnanç sözleşmesinin geçerliliği kural olarak, herhangi bir biçim koşuluna bağlı değildir. İnanç sözleşmesi, 818 Sayılı B.K. (B.K.'nun genel hükümlerine bağlıdır.

Diğer bir unsur ise kazandırıcı işlem (yani hakkın devri) işlemidir.

Kazandırıcı işlemle inançlı işlem konusu şey doğrudan inanan veya 3. bir kişi tarafından inanılana devredilir. Bu suretle, inanılanın mal varlığı zenginleşirken inananın mal varlığında aynı oranda azalma meydan gelmektedir.

İnançlı işlemde kazandırıcı işlemin şekli genel hükümlere tabidir. Bir başka anlatımla inanç konusunun devri, hakların devrine dair kurallara göre yapılır.

Kural olarak devir edilebilir nitelikteki tüm haklar inançlı işleme konu olabilir. Bu itibarla kişiye sıkı sıkıya bağlı olan kişisel haklarla aile miras hukukundan doğan hakların inançlı işlemle devredilmesine olanak yoktur.

İnançlı işlem, aynı zamanda bir kazandırıcı işlem olduğundan öteki kazandırıcı işlemlerin tüm hüküm ve sonuçlarını doğurur. İnanç konusu mülkiyet veya hak inananın mülkiyetinden çıkar, inanılanın mal varlığına girer. İnanılan, bir malikin ve hak sahibinin yapabileceği tasarrufları yapma yetkisini kazanır.

İnanılan, inanç sözleşmesiyle inanç konusunu iyi bir şekilde muhafaza ve idare etmek, beklenen koşullar oluştuktan sonra da inanana iade etmek borcu altına girmiştir. Ayrıca inanana karşı ileri sürebileceği bazı haklar elde etmiştir. İnanılan, inanç konusunu özenle muhafaza ve kullanma yükümlülüğü altındadır. İnançlı kazandırmayla inanılan inanç konusu hakkın sahibi veya o şeyin maliki olmuştur. Bu sebeple hak sahibinin veya malikinin tüm yetkilerini kullanabilecek durumdadır. Ancak inanılan, inanç konusunun idaresindeki kusurlu davranışlarından dolayı BK’nın 99’uncu maddesi uyarınca sorumludur.

İnançlı işlemlerle yapılan temlikler geçerli olup mülkiyet hakkı karşı tarafa geçmektedir. Bu itibarla inançlı işlem sebebiyle açılan davalarda davacı yolsuz tescile, başka bir anlatımla aynı hakka değil inanç sözleşmesinden kaynaklanan kişisel hakka dayanmaktadır. O halde davanın konusu taşınmaz olsa dahi bu dava ayni hakkı koruyan bir dava sayılmaz. Davada, inanç sözleşmesindeki kişisel hakka dayanıldığından, inançlı işleme dayanan davaların da zamanaşımına tabi olması gerekir…[2]

“...Nam-ı müstear, adını herhangi bir nedenle gizli tutmak isteyen bir kişinin, sözleşmeyi kendi hesabına, başka bir kişiye yaptırmasıdır. Tasarrufun iptali veya BK'nın 19. maddesine göre dava yönünden ise alacaklıdan mal kaçırmak isteyen borçlunun kendi adını gizli tutarak hukuki işlemi kendi hesabına, başka bir kişiye yaptırmasıdır. Bu tür işlemlerde amaç alacaklılardan mal kaçırma olduğundan alacağın bu muvazaalı işlemin yapıldığı tarihten önce doğmuş olması gerekir...”[3]

2.İnanç Sözleşmesinin İspatı

İnançlı işlem yazılı veya resmi şekle tabi bir temlik ise, HMK’nın 201. maddesine ve 05.02.1947 tarih 1945/20 Esas, 1947/6 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre, inançlı işlemin tarafları yönünden ancak yazılı delil ile ispatı mümkün olup, bu şekilde ispatı yapılmamışsa, dava dilekçesinde yemin deliline dayanılması şartıyla, yemin delili ile ispatlanabilir. Bu durumda tanık dinlenebilmesi için HMK’nın 202. maddesine göre delil başlangıcının bulunması gerekir.

Bu ispat kuralları inançlı sözleşmenin tarafları için geçerli olup, tarafların mirasçıları da halefiyet kuralları gereği inançlı sözleşmenin tarafına teb’an dava açtıklarından ve bu şekli ile sözleşmenin tarafı sayıldıklarından aynı kurallara tabidirler.

“…inanç sözleşmesinin yazılı olması koşulu bir geçerlilik şartı olmayıp ispat şartıdır. İnançlı işlemin yazılı delilini inanç sözleşmesi oluşturmaktadır. Kazandırıcı işlem resmî şekilde yapılsa dahi inanç sözleşmesinin resmi şekilde yapılması gerekli olmayıp sadece yazılı yapılması zorunlu ve yeterlidir.

Tapulu bir taşınmazın inançlı işlemle temlikinde, inançlı işlemin yazılı biçimde yapılması gerekli ve yeterli olup, yazılı şeklin bir ispat koşulu olduğu 05.02.1947 tarih, 20/6 Sayılı İnançları Birleştirme Kararının gereğidir.

Uygulamada, açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa bile yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı taraf elinden çıkmış delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa, inanç sözleşmesinin "tanık" dahil her türlü delil ile kanıtlanabileceği kabul edilmiştir (Hukuk Genel Kurulunun 28.12.2005 tarihli ve 2005/14-677 E., 2005/774 K.; 14.11.2019 tarihli ve 2017/1-1254 E., 2019/1197 K. sayılı kararları).

Yazılı delil veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m. 188) yemin (HMK m. 225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır...

Tüm bu açıklamalardan görüleceği gibi eldeki davada dayanılan maddi olguların tamamı aynı zamanda dört ayrı ceza davasına konu edilmiş bulunmaktadır.

Hâl böyle olunca, yerel mahkemece ceza davalarına ait bütün dosyaların getirtilerek incelenmesi, eldeki dava ile dayanılan belgelere etkisinin tartışılması ve gerek görülür ise sonucu beklenerek bir karar verilmesi gerekirken...”[4]

“...Davacı ile eş ve çocuklar olarak beş kişilik aile bireyinden oluşan davalı Anonim Şirketin temsilcisi öz kardeştir. Kardeşler arasındaki hukuksal ilişki inanç sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği ve 5.2.1947 gün 20/6 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı’nda da belirtildiği üzere İnanç sözleşmesi, İnanç gösterilene bir hakkın kullanılmasında davranışlarını inanç gösterenin tesbit ettiği amaca uydurmak borcunu yükler. Eş anlatımla inanç gösterilen kişi, inanç gösteren namına yapılacak bir işlemden sonra taşınmazın mülkiyetini ona (inanç gösterene) geçirme yükümlülüğü altına girmiş ise, yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir. Kuşkusuz değinilen türdeki bir dava ancak yazılı delille kanıtlanabilir...”[5]

3.Zamanaşımı

İnançlı işlem nedeniyle açılan tapu iptali ile tescil istemli davalarda davacı, ayni hakka değil inanç sözleşmesinden kaynaklanan kişisel (şahsi) hakka dayanmaktadır. Bu nedenle zamanaşımına tabidir. Uygulanacak olan zamanaşımı süresi TBK’nın 146. maddesinde düzenlenen genel zamanaşımı süresi olan on yıllık zamanaşımı süresidir. Sürenin başlangıcı ise inanç konusu şeyin iadesinin gerektiği tarihtir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu aşağıdaki kararında ise, zamanaşımı süresinin davacının inanç sözleşmesi gereğince taşınmazın kendisine iade edileceği ümidinin bittiği anda başlar.

“...Dava, inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescil veya tazminat ve icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir... Davacının ikinci kademedeki alacak istemi yönünden ise; gerçekten, Borçlar Kanunu’nun 128. maddesi uyarınca zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihte başlar. Bu süre, mahkemece kabul edildiğinin aksine sözleşmenin yapıldığı tarih değil, alacağın muaccel hale geldiği tarihtir. Şahsi hak sahibi davacı, karşı tarafın ferağ talebinin reddini bildirmediği, başka bir deyişle ferağ umudunu taşıdığı sürece zamanaşımı işlemeye başlamaz. Davacı ifa olanağından umudunu davanın açıldığı tarihte yitirmiş olacağından zamanaşımının geçirildiğinin kabulüne olanak yoktur...”[6]

“...zamanaşımı başlangıcı 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 149. maddesi (818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 128. maddesi) uyarınca alacağın istenebilir hale geldiği tarih, başka bir deyişle iddiada bulunanın ferağ umudunu yitirdiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Davacı, ferağ umudunu davanın açıldığı tarihte yitirmiş sayılacağından dava zamanaşımı süresi dolmamıştır...”[7]

4.Depo Kararı

Yargıtay kararlarına göre kredi olarak alınan borç para ödenmeden TMK’nın 716/1. maddesine göre açılacak tapu iptali ile tescil davasında dava hemen reddedilmeyerek, davacıya aldığı borç parayı mahkeme veznesine depo etmesi için süre verilmeli, sonucuna göre karar verilmelidir.

“…Somut olayda, çözümlenmesi gereken husus, inançlı işlem gereğince davacının taşınmazın iadesini isteyebilmesi için taraflar arasındaki alacak-borç miktarının saptanması yönündedir.

Ne var ki, mahkemece alacak-borç miktarı konusunda iddia ve savunma doğrultusunda hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapılmadan, sadece yukarıda anılan icra dosyasında kapak hesabı yaptırılarak tespit edilen 118.679,55 TL yönünden depo kararı verilmek suretiyle sonuca gidilmiş olması doğru değildir.

Hal böyle olunca; iddia, savunma, icra dosyası ve tarafların bildirdikleri delillerin değerlendirilmesi, taraflar arasındaki alacak-borç miktarı konusunda bilirkişi raporu alınması, böylece Türk Borçlar Kanunun 97. maddesi hükmü gereğince borç miktarının tespit edilmesi, ondan sonra belirlenen miktarı depo etmesi için davacıya süre verilmesi, yatırdığı takdirde tapu iptal ve tescil isteğinin kabul edilmesi, aksi halde davanın reddine karar verilmesi gerekirken, icra dosyasındaki kapak hesabına göre depo kararı verilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir…”[8]

5.Görevli Mahkeme

Tapu iptali ile tescil istemli davalar taşınmazın aynına (mal varlığına) yönelik davalardır. Bu nedenle görevli mahkeme, HMK’nın 2. maddesine göre “Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.”

“...Dava; tapu iptal ve tescil, mümkün olmazsa tazminat istemine ilişkindir... Somut uyuşmazlıkta, davacı dükkân niteliğinde bir bağımsız bölüm satın almıştır. Bu durumda ticari nitelikte bir uyuşmazlık bulunmadığından söz konusu davaya bakma görevi asliye hukuk mahkemelerinindir. Mahkemece, görevsizlik kararı verilerek dava dosyasının re’sen görevli ve yetkili asliye hukuk mahkemesine gönderilmesi gerekirken...”[9]

6.Yetkili Mahkeme

Yetkili mahkeme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu’nun 12. maddesine göre davaya konu taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkili mahkemedir. Farklı yargı çevrelerinde bulunan birden fazla taşınmazın tescili istenilmişse, dava bu taşınmazlardan birinin bulunduğu yer mahkemesinde açılabilir. Dava açıldıktan sonra artık o mahkeme kesin yetkili mahkeme halini alacaktır. Bu yetki kuralı kesin olup, aksine yetki sözleşmesi yapılamaz ve HMK’nın 19. maddesine göre “Yetkinin kesin olduğu davalarda, mahkeme yetkili olup olmadığını, davanın sonuna kadar kendiliğinden araştırmak zorundadır; taraflar da mahkemenin yetkisiz olduğunu her zaman ileri sürebilir.”

“...taşınmazın aynına ilişkin davalar taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılır. Bu maddedeki taşınmazın bulunduğu yerden maksat “taşınmazın il ve ilçe sınırı bakımından fiilen bulunduğu” yerdir. Yoksa tapuda kayıtlı olduğu yer değildir. Bu yetki kuralı kamu düzenine ilişkin ve kesin olup, mahkemece kendiliğinden (re’sen) gözetilmesi zorunludur.

Somut olayda dava konusu taşınmaz tapuda Amasra İlçesi K… Köyü Ç.. mevkiinde kayıtlı olup, yapılan keşifte sınır krokisi uygulanmış ve fen bilirkişisi taşınmazın K… köyü sınırları içinde kaldığını rapor etmiştir...”[10]

Aydın Tekdoğan

Avukat

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi

2. Hukuk Dairesi Emekli Başkanı

-----------

Ayrıntılı bilgi için: Tekdoğan A., Ayni ve Şahsi Haklardan Kaynaklı Tapu İptali ile Tescil Davaları, 1. Baskı, Seçkin Yayınevi, Nisan 2025, 1504 Sayfa.

[1] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2019/14-737 K. 2020/1021 T. 9.12.2020

[2] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2019/14-737 K. 2020/1021 T. 9.12.2020

[3] Yargıtay 17. Hukuk Dairesi E. 2016/1858 K. 2019/1299 T. 12.2.2019

[4] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2019/14-737 K. 2020/1021 T. 9.12.2020

[5] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 1990/14-325 K. 1990/492 T. 17.10.1990

[6] Yargıtay 14. Hukuk Dairesi E. 2016/10116 K. 2018/9215 T. 19.12.2018

[7] Yargıtay 14. Hukuk Dairesi E. 2014/5256 K. 2014/5809 T. 5.5.2014

[8] Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2022/154 K. 2022/6985 T. 25.10.2022

[9] Yargıtay 14. Hukuk Dairesi E. 2016/11370 K. 2019/1135 T. 11.02.2019

[10] Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2011/12793 K. 2012/787 T. 6.2.2012