Bilindiği gibi, limited şirketlerde tasfiye süreci bitip tamamlandıktan sonra tasfiye sonuçlandırılıp, ticaret sicilinden kapanış işlemleri ve son dördüncü ilan diyebileceğimiz ilanın da yapılmasıyla şirketin ticaret sicilinden kaydı silinmektedir. Böylece, aslında şirketin tüzel kişiliği sonlanmaktadır. Ancak, daha sonra bu tüzel kişiliği sonlanan şirketle ilgili vergi dairesi muhtelif tarhiyatlar yapabilmektedir. Yapılan tarhiyatlarda genelde ihbarnamelerin üzerinde Tasfiye Halinde …. Ltd Şti. şeklinde bilgisayardan matbuu ihbarnameler yoluyla tebligatlar yapılmaktadır. Bu tebligatların bir kısmı şirketin eski tasfiye memuruna bazen de şirketin eski ortağına veya eski müdürüne tasfiyesi bitmiş şirkete ait ihbarname tebligatı yapılmaktadır. Doğal olarak ortada ciddi yanlışlıklar söz konusudur. Özellikle, şirketin tüzel kişiliği tamamlamış, bitmiş durumda yargının görüşü bu şirkete ceza kesilemeyeceği noktasında kararlar verilmektedir. (1).
2005 yılına ait olup, 2006 yılında verilmesi gerekli olan Ba-Bs formlarının süresinde verilmediği iddiasıyla vergi dairesi tasfiyesi 17 Ocak 2005 tarihinde biten şirkete özel usulsüzlük cezası kesmiştir. Mükellef, ortada olmadığı için, başka bir ifade ile şirket tüzel kişiliğinin sonlanması nedeniyle vergi dairesi tarafından kesilen cezaya karşı, eski şirket ortağı vergi mahkemesinde dava açmıştır. Bunun üzerine vergi mahkemesi şirketin tüzel kişiliğinin bitmiş olması nedeniyle, şirkete ceza kesilemeyeceğine ve fakat vergi dairesi tarafından ise düzenlenen ceza ihbarnamesinin “şirketin tüzel kişiliğinin bulunmaması nedeniyle söz konusu cezanın uygulanması ve hukuki sonuçlarını doğurması imkanı da bulunmamakta ve söz konusu ceza muhatap alınan şahıs yönünden hak ve çıkarlarını ihlal edecek bir işlem niteliği de göstermemektedir” şeklindeki gerekçe ile karara bağlanmıştır. Bu noktada hukuken çeşitli sorunlar ortaya çıkmaktadır(2).
Hukuksal sorun şudur: vergi dairesi tarafından kesilen ceza hukuken yanlıştır. Çünkü ortada tüzel kişiliği bitmiş, sonlanmış ve artık herhangi bir şirket yoktur. Diğer taraftan olmayan şirket adına kesilen bir ceza için, vergi dairesine karşı eski şirket ortağı daha doğrusu olmayan şirketin, olmayan ortağı vergi dairesine karşı dava açmaktadır. Burada bir kez ihbarnamenin kesilmesi ve tasfiyesi sonuçlanmış şirket adına tebligata çıkarılması hukuken hatalıdır. Bu hatalı tebligata karşı eski şirket ortağının dava açması hukuken tartışmalıdır. Şirketin tasfiyesi bitmiş olduğuna göre bu şirkete ceza kesilemez. Kesilse bile bu ceza hukuken geçersizdir. Ceza ihbarnamesine karşı ortak tarafından dava açılması bir bakıma ikinci bir hukuksal hatadır. Hukuksal hatalar vergi dairesinin ihbarname tebligatı ile olmayan şirkete ceza kesmek istemesi ile başlamaktadır. İkinci hata ise, şirketle ilgili olmayan artık eski ortak durumunda olan kişi tarafından bir şekilde vergi mahkemesinde dava açılmış bulunulmasıdır.
Vergi mahkemesi kararından çıkarılan sonuçlar kısaca şöyledir:
Olayımızda, vergi mahkemesi tarafından bakılan davada: “Olayda, adına dava açılan limited şirketin tüzel kişiliği, dolayısıyla dava ehliyeti, davanın açıldığı tarihten yaklaşık iki yıl önce, tasfiye sonucunun ticaret siciline tescil ve ticaret sicili gazetesinde ilan edildiği, 21.07.2005 tarihinde sona ermiş bulunmaktadır. aynı şekilde; şirketi temsil yetkisi sıfatı da, anılan tarihte ortadan kalkmış bulunmaktadır. Davanın açıldığı tarihte, hukuken var olmayan şirketin, yine hukuken var olmayan temsilcisi söz konusudur. Hukuken var olmayan şirketin, hukuken var olmayan temsilci tarafından açılan davanın da hukuken varlığı söylenemez. Bu bakımdan; hukuken olmayan bir davada esas hakkında karar verilmesi, yargı yerlerinin ancak bir dava ile harekete geçebilecekleri, hukuken geçerli bir dava olmadıkça bir uyuşmazlık hakkında karar veremeyecekleri yolundaki temel yargılama hukuku kuralına aykırıdır.
Bu durumda, tüzel kişiliği sona eren şirketin temsili de söz konusu olmayacağından, hukuk alemindeki varlığı sona eren şirketi temsilen tasfiyeye girişten önceki şirket yetkilisinin imza sirküleri eklenerek tasfiye memuru tarafından açılan davanın ehliyet yönünden reddi gerekmektedir.
Kaldı ki, özel usulsüzlük cezası kesilmesine ilişkin ihbarnamenin düzenlendiği 29.12.2006 tarihi itibariyle davacı şirketin tüzel kişiliği bulunmadığından, söz konusu cezanın uygulanması ve hukuki sonuçlarını doğurması imkanı da bulunmamakta ve söz konusu ceza muhatap alınan şahıs yönünden hak ve menfaatleri ihlal edecek bir işlem niteliği de göstermemektedir.
Açıklanan nedenlerle; 2577 sayılı İYUK’nun 15 (1/b) maddesi uyarınca davanın ehliyet yönünden reddine, aşağıda dökümü gösterilen …. TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, …. TL maktu karar harcının davacıdan tahsiline, posta avansından artan tutarın istemi halinde davacıya iadesine, bu kararın tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içinde İzmir Bölge İdare Mahkemesine itiraz yolu açık olmak üzere 28.12.2007 günü karar verildi.” şeklinde karara bağlanmıştır.
Diğer taraftan, yine benzeri bir olayda İzmir 4. Vergi Mahkemesi tarafından verilen bir kararda da belirtildiği üzere; tüzel kişiliği sona ermiş bir şirkete Ba ve Bs formlarını vermediği gerekçeleri ile kesilen özel usulsüzlük cezaları hukuka uyarlı bulunmamıştır. Bu nedenle, “bir şirketin hak sahibi olması veya borçlu kılınabilmesi, ancak tüzel kişiliği kazandığı tarih ile bu kişiliğin sona erdiği tarih arasındaki zaman diliminde olanaklı bulunmaktadır. TTK hükümlerine göre de, şirketlerin tüzel kişiliği fesihleri sonucu ticaret sicilinden silinmeleriyle sona ermektedir.” şeklinde karar verilmiştir(3).
Sonuç olarak, yukarıda yer verilen vergi mahkemesi kararında davada kimin kazandığı, kimin kaybettiği, idarenin bu davada ihbarname düzenleme işleminin doğru olup olmadığı bilinmemektedir, anlaşılamamıştır. Diğer taraftan tüzel kişiliği sonlanmış şirket adına kesilen cezanın dava açma bakımından muhatabının kim olacağı bilinmemektedir.
İYUK’na göre, taraflar, kararın kafi miktarda açık olmaması veya kararda birbirine aykırı hükümler bulunması halinde 29. maddeye göre kararın açıklanmasını veya hüküm fıkralarında var olan aykırılığın giderilmesini; kararda tarafların ad ve soyadları, sıfatları ve iddialarının sonucuna ilişkin yanlışlıklar veya hüküm fıkrasında hesap hatalar bulunması halinde de, anılan kanunun 30. maddesi uyarınca, söz konusu yanlışlıkların düzeltilmesini, kararı veren idari yargı yerinden isteyebilir. Amaç; idari yargı yerlerince verilen kararların doğru anlaşılıp, doğru uygulanmalarının ve kararın sonucunu değiştirmeyecek nitelikte olan maddi hataların, itiraz ya da temyiz başvurusuna gerek kalmaksızın, düzeltilmelerinin sağlanmasıdır(4).
Yukarıda yer alan kararın 2577 sayılı İYUK’nun 29. ve 30. maddelerine göre, kararı veren mahkemeye yapılması gerekmektedir.
(1) İzmir 4. Vergi Mahkemesinin vermiş olduğu 26/02/2010 gün ve E:2009/1467-K:2010/278 sayılı kararları. Bu karara göre de; tasfiye halinde VUK 162. madde hükmüne göre, tasfiye ve iflas kararları ile veya iflasın kapandığı durumlarda tasfiye memurlarının vazifelerinden söz edilmektedir. Buna göre, “….. olayda her ne kadar anılan şirketin tasfiye halinde olduğu dönemlerdeki sorumluluklarının tasfiyenin tamamlanmasından sonra da devam edeceği ve tasfiye memuru tarafından yerine getirileceği hususu açık olsa da, adına ceza kesme işlemi tesis edilen şirketin 24/03/2005 tarihinde tasfiye haline girdiği, 26/09/2008 tasrihinde tasfiyesinin kapandığı ve 10/10/2008 tarihinde ticaret sicilinden kaydının silindiği, bu tarih itibariyle de tüzel kişiliğinin sona erdiği görülmektedir. Bu tarihten sonra adı geçen şirketin haklara ve borçlara sahip olması mümkün değildir. Bunun sonucu olarak münfesih şirket sebebiyle tarh ve ceza kesme işlemleri tesis edilmeyeceğinden münfesih şirket adına düzenlenip tasfiye memuruna tebliğ olunan dava konusu ihbarnamede hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” şeklinde kararın gerekçesi yer almıştır.
(2) İzmir 3. Vergi Mahkemesi kararı E:2007/1035-K:2007/1351, karar tarihi:28.12.2007.
(3) İzmir 4. Vergi Mahkemesi, 27.05.2009 gün ve E:2008/1893-K.2009/804 sayılı kararları.
(4) Dnş. 7. D.nin 28.12.2002 gün ve E:2000/5740-K:2002/3843 sayılı kararlarında: “kararın açıklanması isteği ile amaçlarının, kararın belirsiz ve açık olmayan yanlarını ve birbirine aykırı görünen hüküm fıkralarını ortadan kaldırmak ve onun gerçek anlamını ortaya çıkarmak suretiyle, gereklerinin yerine getirilmesini kolaylaştırmak olduğu; böylece, kararın gerçek anlamı dışında yorumlanmasının ve anlamının değiştirilmesinin önlenmesinin sağlandığı; açıklama yolunun, daha önce verilen kararın değiştirilmesi sonucunu doğuramayacağı; dolayısıyla, daha önceki hüküm, değiştirilmiş olmadıkça, açıklama istemi üzerine verilen kararların 46. maddede tanımlanan anlamda nihai karar olarak kabul edilemeyeceği; bu nedenle, vergi mahkemesinin açıklama isteğinin reddine dair kararının, temyiz incelemesine konu edilemeyeceği hk.
2005 yılına ait olup, 2006 yılında verilmesi gerekli olan Ba-Bs formlarının süresinde verilmediği iddiasıyla vergi dairesi tasfiyesi 17 Ocak 2005 tarihinde biten şirkete özel usulsüzlük cezası kesmiştir. Mükellef, ortada olmadığı için, başka bir ifade ile şirket tüzel kişiliğinin sonlanması nedeniyle vergi dairesi tarafından kesilen cezaya karşı, eski şirket ortağı vergi mahkemesinde dava açmıştır. Bunun üzerine vergi mahkemesi şirketin tüzel kişiliğinin bitmiş olması nedeniyle, şirkete ceza kesilemeyeceğine ve fakat vergi dairesi tarafından ise düzenlenen ceza ihbarnamesinin “şirketin tüzel kişiliğinin bulunmaması nedeniyle söz konusu cezanın uygulanması ve hukuki sonuçlarını doğurması imkanı da bulunmamakta ve söz konusu ceza muhatap alınan şahıs yönünden hak ve çıkarlarını ihlal edecek bir işlem niteliği de göstermemektedir” şeklindeki gerekçe ile karara bağlanmıştır. Bu noktada hukuken çeşitli sorunlar ortaya çıkmaktadır(2).
Hukuksal sorun şudur: vergi dairesi tarafından kesilen ceza hukuken yanlıştır. Çünkü ortada tüzel kişiliği bitmiş, sonlanmış ve artık herhangi bir şirket yoktur. Diğer taraftan olmayan şirket adına kesilen bir ceza için, vergi dairesine karşı eski şirket ortağı daha doğrusu olmayan şirketin, olmayan ortağı vergi dairesine karşı dava açmaktadır. Burada bir kez ihbarnamenin kesilmesi ve tasfiyesi sonuçlanmış şirket adına tebligata çıkarılması hukuken hatalıdır. Bu hatalı tebligata karşı eski şirket ortağının dava açması hukuken tartışmalıdır. Şirketin tasfiyesi bitmiş olduğuna göre bu şirkete ceza kesilemez. Kesilse bile bu ceza hukuken geçersizdir. Ceza ihbarnamesine karşı ortak tarafından dava açılması bir bakıma ikinci bir hukuksal hatadır. Hukuksal hatalar vergi dairesinin ihbarname tebligatı ile olmayan şirkete ceza kesmek istemesi ile başlamaktadır. İkinci hata ise, şirketle ilgili olmayan artık eski ortak durumunda olan kişi tarafından bir şekilde vergi mahkemesinde dava açılmış bulunulmasıdır.
Vergi mahkemesi kararından çıkarılan sonuçlar kısaca şöyledir:
Olayımızda, vergi mahkemesi tarafından bakılan davada: “Olayda, adına dava açılan limited şirketin tüzel kişiliği, dolayısıyla dava ehliyeti, davanın açıldığı tarihten yaklaşık iki yıl önce, tasfiye sonucunun ticaret siciline tescil ve ticaret sicili gazetesinde ilan edildiği, 21.07.2005 tarihinde sona ermiş bulunmaktadır. aynı şekilde; şirketi temsil yetkisi sıfatı da, anılan tarihte ortadan kalkmış bulunmaktadır. Davanın açıldığı tarihte, hukuken var olmayan şirketin, yine hukuken var olmayan temsilcisi söz konusudur. Hukuken var olmayan şirketin, hukuken var olmayan temsilci tarafından açılan davanın da hukuken varlığı söylenemez. Bu bakımdan; hukuken olmayan bir davada esas hakkında karar verilmesi, yargı yerlerinin ancak bir dava ile harekete geçebilecekleri, hukuken geçerli bir dava olmadıkça bir uyuşmazlık hakkında karar veremeyecekleri yolundaki temel yargılama hukuku kuralına aykırıdır.
Bu durumda, tüzel kişiliği sona eren şirketin temsili de söz konusu olmayacağından, hukuk alemindeki varlığı sona eren şirketi temsilen tasfiyeye girişten önceki şirket yetkilisinin imza sirküleri eklenerek tasfiye memuru tarafından açılan davanın ehliyet yönünden reddi gerekmektedir.
Kaldı ki, özel usulsüzlük cezası kesilmesine ilişkin ihbarnamenin düzenlendiği 29.12.2006 tarihi itibariyle davacı şirketin tüzel kişiliği bulunmadığından, söz konusu cezanın uygulanması ve hukuki sonuçlarını doğurması imkanı da bulunmamakta ve söz konusu ceza muhatap alınan şahıs yönünden hak ve menfaatleri ihlal edecek bir işlem niteliği de göstermemektedir.
Açıklanan nedenlerle; 2577 sayılı İYUK’nun 15 (1/b) maddesi uyarınca davanın ehliyet yönünden reddine, aşağıda dökümü gösterilen …. TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, …. TL maktu karar harcının davacıdan tahsiline, posta avansından artan tutarın istemi halinde davacıya iadesine, bu kararın tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içinde İzmir Bölge İdare Mahkemesine itiraz yolu açık olmak üzere 28.12.2007 günü karar verildi.” şeklinde karara bağlanmıştır.
Diğer taraftan, yine benzeri bir olayda İzmir 4. Vergi Mahkemesi tarafından verilen bir kararda da belirtildiği üzere; tüzel kişiliği sona ermiş bir şirkete Ba ve Bs formlarını vermediği gerekçeleri ile kesilen özel usulsüzlük cezaları hukuka uyarlı bulunmamıştır. Bu nedenle, “bir şirketin hak sahibi olması veya borçlu kılınabilmesi, ancak tüzel kişiliği kazandığı tarih ile bu kişiliğin sona erdiği tarih arasındaki zaman diliminde olanaklı bulunmaktadır. TTK hükümlerine göre de, şirketlerin tüzel kişiliği fesihleri sonucu ticaret sicilinden silinmeleriyle sona ermektedir.” şeklinde karar verilmiştir(3).
Sonuç olarak, yukarıda yer verilen vergi mahkemesi kararında davada kimin kazandığı, kimin kaybettiği, idarenin bu davada ihbarname düzenleme işleminin doğru olup olmadığı bilinmemektedir, anlaşılamamıştır. Diğer taraftan tüzel kişiliği sonlanmış şirket adına kesilen cezanın dava açma bakımından muhatabının kim olacağı bilinmemektedir.
İYUK’na göre, taraflar, kararın kafi miktarda açık olmaması veya kararda birbirine aykırı hükümler bulunması halinde 29. maddeye göre kararın açıklanmasını veya hüküm fıkralarında var olan aykırılığın giderilmesini; kararda tarafların ad ve soyadları, sıfatları ve iddialarının sonucuna ilişkin yanlışlıklar veya hüküm fıkrasında hesap hatalar bulunması halinde de, anılan kanunun 30. maddesi uyarınca, söz konusu yanlışlıkların düzeltilmesini, kararı veren idari yargı yerinden isteyebilir. Amaç; idari yargı yerlerince verilen kararların doğru anlaşılıp, doğru uygulanmalarının ve kararın sonucunu değiştirmeyecek nitelikte olan maddi hataların, itiraz ya da temyiz başvurusuna gerek kalmaksızın, düzeltilmelerinin sağlanmasıdır(4).
Yukarıda yer alan kararın 2577 sayılı İYUK’nun 29. ve 30. maddelerine göre, kararı veren mahkemeye yapılması gerekmektedir.
(1) İzmir 4. Vergi Mahkemesinin vermiş olduğu 26/02/2010 gün ve E:2009/1467-K:2010/278 sayılı kararları. Bu karara göre de; tasfiye halinde VUK 162. madde hükmüne göre, tasfiye ve iflas kararları ile veya iflasın kapandığı durumlarda tasfiye memurlarının vazifelerinden söz edilmektedir. Buna göre, “….. olayda her ne kadar anılan şirketin tasfiye halinde olduğu dönemlerdeki sorumluluklarının tasfiyenin tamamlanmasından sonra da devam edeceği ve tasfiye memuru tarafından yerine getirileceği hususu açık olsa da, adına ceza kesme işlemi tesis edilen şirketin 24/03/2005 tarihinde tasfiye haline girdiği, 26/09/2008 tasrihinde tasfiyesinin kapandığı ve 10/10/2008 tarihinde ticaret sicilinden kaydının silindiği, bu tarih itibariyle de tüzel kişiliğinin sona erdiği görülmektedir. Bu tarihten sonra adı geçen şirketin haklara ve borçlara sahip olması mümkün değildir. Bunun sonucu olarak münfesih şirket sebebiyle tarh ve ceza kesme işlemleri tesis edilmeyeceğinden münfesih şirket adına düzenlenip tasfiye memuruna tebliğ olunan dava konusu ihbarnamede hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” şeklinde kararın gerekçesi yer almıştır.
(2) İzmir 3. Vergi Mahkemesi kararı E:2007/1035-K:2007/1351, karar tarihi:28.12.2007.
(3) İzmir 4. Vergi Mahkemesi, 27.05.2009 gün ve E:2008/1893-K.2009/804 sayılı kararları.
(4) Dnş. 7. D.nin 28.12.2002 gün ve E:2000/5740-K:2002/3843 sayılı kararlarında: “kararın açıklanması isteği ile amaçlarının, kararın belirsiz ve açık olmayan yanlarını ve birbirine aykırı görünen hüküm fıkralarını ortadan kaldırmak ve onun gerçek anlamını ortaya çıkarmak suretiyle, gereklerinin yerine getirilmesini kolaylaştırmak olduğu; böylece, kararın gerçek anlamı dışında yorumlanmasının ve anlamının değiştirilmesinin önlenmesinin sağlandığı; açıklama yolunun, daha önce verilen kararın değiştirilmesi sonucunu doğuramayacağı; dolayısıyla, daha önceki hüküm, değiştirilmiş olmadıkça, açıklama istemi üzerine verilen kararların 46. maddede tanımlanan anlamda nihai karar olarak kabul edilemeyeceği; bu nedenle, vergi mahkemesinin açıklama isteğinin reddine dair kararının, temyiz incelemesine konu edilemeyeceği hk.