Bu yazımızda iflas edenin iflas ettikten sonraki süreçte lehine veya aleyhine yürütülen dava ve takiplere ilişkin temsil yetkisinin kime ait olduğu ve bazı istisna temsil yetkileri hususunda değerlendirmelere yer verilecektir.
Bilindiği üzere 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu`nun 513/1. maddesi gereğince müflisin iflas etmeden önceki vekili ile yapmış olduğu avukatlık sözleşmesi şirketin iflası ile kendiliğinden sona ermiş olduğunu daha önce bahsetmiştik. (Bknz. https://www.hukukihaber.net/iflas-ile-veklet-sozlesmesinin-sona-ermesi)
Buna göre; İflas kararının verilmesi ile birlikte müflisin iflas idaresi kanalıyla temsili gerekmektedir. Zira İİK 226.maddesinde de masanın kanuni temsilcisinin iflas idaresi olduğuna yer verilmiştir. Temsil yetkisinin iflas dairesine ait olması durumu sadece İİK 218.maddesi gereğince basit tasfiye usulünün tatbik edildiği hallerde geçerlidir. Bu nedenle Davacı sıfatıyla açılmış bulunan ve davalı sıfatıyla takip edilen tüm işlemlerin de İflas kararının verilmesi ile birlikte müflisin iflas idaresi kanalıyla temsili gerekmekte olup; iflas idaresinin seçilmesinden önceki dönemde, temsil yetkisi basit tasfiye kararı verilmiş ise iflas dairesine ait olacaktır.
Burada bahsedilen temsil yetkisi sınırsız yetki anlamını taşımamakta birlikte; hem iflas idaresi hem de iflas dairesinin; tasfiye işlemlerinin başlaması, yürütülmesi ve tasfiyenin sonlandırılmasına kadar geçen sürede sadece masa tasfiyesini yürütmek konuları ile sınırlı olarak sorumlulukları bulunmakta olup, hem İflas idaresinin hem iflas dairesinin iflas masası adına takip ettiği iş ve işlemlerde müflis (iflas eden) adına hareket ettiklerinden bazı kurum ve kuruluşlarca yanılgıya düşülerek iflas idaresinde görev yapanların veya iflas dairesinde çalışan memurların şahsi hukukları muhatap alınarak işlemler yapılması, hatta tasfiye işlemlerinin yürütüldüğü ve tüzel kişiliği bulunmayan iflas dairesi adına da işlem yapılması doğru görülmemektedir. Zira İİK 227/son maddesi gereğince de İflas idaresini teşkil edenlerin Türk Ceza Kanununun uygulanmasında memur sayılmaları da tasfiye işlemlerinin devletin gözetim ve denetiminde gerçekleştirilen işlemler silsilesi olduğunu göstermekte, sayılan nedenlerle de hem iflas idaresi hem de iflas dairesinin müflis adına hareket ettiğinde şüphe bulunmamaktadır.
Konu ile alakalı Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 2020/6756 Esas, 2020/6925 sayılı 24/112/2020 tarihli kararında;
Dosya kapsamında iflas eden şirket vekilinin vekâletnamesinin bulunmakla beraber, şirketin iflasına karar verilmiş olması karşısında vekâletinin sona ermesi nedeniyle mahkemece, iflas masası tarafından, şirket vekiline verilen vekâletname varsa celp edilmesi; vekâletname bulunmaması halinde ise davalı şirketin iflas tarihi dava tarihinden sonra olduğundan, davalı şirket hakkında verilen iflas kararı nedeniyle, iflasın açılmasıyla dava takip yetkisi (ve taraf sıfatı), artık müflise değil, iflas idaresine ait olup, adi tasfiyede İİK'nun 226-229 maddeleri gereği iflas masasını temsil yetkisi iflas idare memurlarına, şayet basit tasfiye (İİK. Md.218) usulü benimsenmişse de bu temsil yetkisi İflas Müdürlüğüne (İflas Dairesine) ait olması nedeniyle, iflas müdürlüğünce yetkilendirilmiş kimseye tebligat yapılarak iflas eden... Elektrik İnş. Taah. San. ve Tic. Ltd. Şti.’ne tebligat yapılıp, davaya katılması ve kendisini temsil ettirmesi sağlanarak taraf teşkili yerine getirilmek suretiyle yargılamaya devam edilip, yargılamanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olmuştur. " şeklinde hüküm verilmiştir.
Yine aynı konuda Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 2020/5983 Esas 2021/803 Karar ve 03.02.2021 tarihli kararında da;
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 191. maddesi gereğince, borçlunun iflas açıldıktan sonra masaya ait mallar üzerinde her türlü tasarrufu alacaklılara karşı hükümsüzdür. Müflisin masa malları üzerindeki tasarruf yetkisi iflâs ile kısıtlandığından, aynı Kanun’un 226. maddesi uyarınca da masanın kanuni mümessilinin iflas idaresi olduğu hükmü kabul edilmiştir. Belirtilen hükümler gereğince; iflasın açılmasıyla taraf sıfatı ve dava takip yetkisi artık müflise değil, iflas idaresine ait olup, adi tasfiyede İİK'nın 226-229. maddeleri gereği iflas masasını temsil yetkisi iflas idare memurlarına, şayet basit tasfiye (İİK'nın m. 218) usulü benimsenmişse, bu temsil yetkisi İflas Dairesine aittir.
Müflisin, iflâsın açılması ile hak ehliyetini kaybetmediği gibi, dava ehliyetini de kaybettiği söylenemese de, müflisin masa malları üzerindeki tasarruf yetkisi kısıtlandığından, masa ile ilgili davalar hakkındaki taraf sıfatı ve dava takip yetkisi artık müflise değil, iflâs idaresine ait olacaktır. İflâs idaresinin bu dava takip yetkisini kullanıp kullanmayacağını tespit edebilmek için, ilk önce iflâs organlarının oluşması ve her dava hakkında esaslı bilgi sahibi olunması gerekir. Bu ise, zaman isteyen bir husustur. İşte bu nedenle, İİK'nın 194. maddesi gereğince müflisin davacı ve davalı bulunduğu hukuk davalarının, iflâsın açılması ile belli bir süre için durması öngörülmüştür.
İİK'nın 194. maddesine göre; "Acele haller müstesna olmak üzere iflasın açılması ile kural olarak müflisin davacı ve davalı olduğu hukuk davaları durur ancak alacaklıların ikinci toplantısından on gün sonra devam olunabilir. "
İflâsın açılması ile duracak olan davalar, iflâstan önce açılmış olup da halen derdest bulunan ve iflâs masasına giren mal, alacak ve haklara ilişkin hukuk davalarıdır. Bunlar, müflisin açmış olduğu davalar ile müflise karşı açılmış olan davalardır. Davaların durduğu bu süre içinde, iflâs idaresi, duran davalar hakkında araştırma yapar ve bu davaların geleceği hakkında karar verir. Burada, müflisin davacı veya davalı olmasına göre, usul işlemleri farklılık arz eder.
Müflisin davacı olduğu davalarda; iflâs idaresi bir davanın başarı şansı olduğu kanısına varırsa, masanın bu davayı takip etmesine karar verir; bu karar ikinci alacaklılar toplantısının uygun bulması ile kesinleşir ve ikinci alacaklılar toplantısından sonraki on günlük süre geçince, bundan böyle davaya, davacı olarak iflâs idaresi tarafından devam edilir. İflâs idaresi ve ikinci alacaklılar toplantısı, davanın başarı şansı olmadığı kanısına varırlarsa, masanın davayı takip etmemesine karar verirler. Bu halde o davayı takip yetkisi, isteyen alacaklıya devredilir. (İİK md. 245). Hiçbir alacaklı davayı takip etmek istemezse, o zaman, müflisin dava takip yetkisi yeniden doğar ve müflis iflâsın kapanmasını beklemeden, davayı kendi adına devam ettirebilir.
Müflisin davalı olduğu davalarda ise; iflâs idaresi, alacakları tahkik ederken, (İİK md. 230 vd) müflise karşı dava açan alacaklının alacağının mevcut olup olmadığı hakkında bir karar vermez; sadece, bu alacağı davalı çekişmeli alacak olarak sıra cetveline geçirir. Bu alacağın, dolayısıyla davanın kabul edilip edilmeyeceği hakkındaki kararı, ikinci alacaklılar toplantısında karar verilir. İkinci alacaklılar toplanması davaya devam edilmesine karar verirse, iflâs idaresi, ikinci alacaklılar toplantısından on gün sonra davayı takip eder veya tayin edeceği bir avukat vasıtasıyla davayı takip ettirir. Bir hukuk davasının kayıt-kabul davasına dönüşmesi için davalının iflas etmesi, iflas idaresinin de dava konusu alacağı iflas masasına kabul etmemesi gerekir. Davalı tarafı dava sırasında iflas eden aleyhine iflastan önce açılan ve İİK'nın 194. madde hükmünde sayılan istisnalardan olmayan bir davaya bakan mahkemenin asıl dava konusu alacağın, ikinci alacaklılar toplanmasında, iflas masasına kaydedilip, alacağın masaca kesin olarak kabul edilip edilmediğinin araştırması ve şayet kesin suretle kayıt ve kabul edilmiş ise, konusu kalmayan davada hüküm tesisine yer olmadığına karar vermesi; masaya kayıt edilmesi istenip de alacak kısmen veya tamamen reddedilmiş ise ve kayıt-kabul davası ayrıca açılmamışsa, davaya alacağın iflas masasına kayıt ve kabulü davası olarak devam edilerek, varılacak sonuç dairesinde bir karar vermesi gerekir. Mahkemece, yukarıda açıklanan usullere göre yargılamaya devam edilip, sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ve yerinde olmayan gerekçelerle yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırıdır." demek suretiyle temsil yetkisine ilişkin tafsilatlı bir karar vermiş ve iflas masasında hangi hallerde temsil yetkisinin kimde olması gerektiğine açıklık getirmiştir.
Öte yandan, yukarıda bahsedilen Yargıtay kararında tafsilatlı bahsedilen durumlara istisna olarak temsil yetkisi olarak 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 534 inci maddesinde bulunan; müflisin haklarına ilişkin Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 2016/27365 Esas, 2016/25152 Karar ve 12.12.2016 tarihli kararında; iflasına karar verilen şirket, medeni haklardan istifade ve medeni hakları kullanma ehliyetini kaybetmiş olmaz. Sadece, İİK'nun 191. maddesi gereğince, iflas masasına giren hak ve mallar hakkında tasarruf hakkını kaybeder. Bir başka deyişle, anılan mallar üzerindeki tasarruf yetkisi, iflas masasına geçer. Bu durumda ihalenin feshinin talep edilmesi ile, müflis şirketin, o mal üzerinde tasarrufta bulunduğu sonucuna varılamaz. Türk Borçlar Kanunu'nun 513. maddesinin 1. fıkrası gereğince; işin niteliğinden aksi anlaşılmadıkça, vekâlet verenin iflası ile vekâlet sözleşmesi kendiliğinden sona erer. 6102 sayılı TTK'nun 534. maddesine göre; "İflas halinde tasfiye, iflas idaresi tarafından İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılır. Şirket organları, temsil yetkilerini, ancak şirketin iflas idaresi tarafından temsil edilmediği hususlar için korurlar." Müflis şirketin, icra takibinde borçlu olması nedeniyle, İİK'nun 134. maddesine göre ihalenin feshi isteminde bulunma hakkı vardır. Bu hakkın kullanılması, yukarıda da belirtildiği üzere, İİK'nun 191. maddesinde belirlenen mallar üzerinde tasarrufta bulunulduğu anlamına gelmediğinden, borçlu şirket iflas etse dahi, icra mahkemesinde bu şikayeti yapabilir. Şikayet sırasında borçlu şirketin iflas etmesi halinde, 6102 sayılı TTK'nun 534. maddesi uyarınca, şirket organları, ihalenin feshi istemi yönünden temsil yetkilerini koruduğundan, verilen vekalet de son bulmaz. Müflisin kullanabileceği hakları, vekili, onun adına kullanabilir. " hükmü ile müflis şirket adına olmamak kaydıyla sadece müflis şirket yetkililerinin şirket organı sıfatıyla temsil yetkilerini masa mal varlığında tasarruf anlamına gelmeyecek durumlar için kullanabileceklerini belirtmiştir.
Sonuç olarak ;
İflas kararının verilmesi ile birlikte müflisin iflas idaresi kanalıyla temsili gerekmekte olup; iflas idaresinin seçilmesinden önceki dönemde, temsil yetkisi basit tasfiye kararı verilmiş ise iflas dairesine ait olacağı,
Hem iflas idaresi hem de iflas dairesinin; masa mal varlığına dahil mal, hak ve alacakların paraya çevrilmesi, alacak taleplerinin değerlendirilip bir sıra cetveli yapılması ve bu sıra cetveline göre tayin edilen tutarların dağıtılarak tasfiyenin kapatılması ile sınırlı olarak tasfiye işlemlerinin başlaması, yürütülmesi ve tasfiyenin sonlandırılmasına kadar geçen sürede sadece masa tasfiyesini yürütmek konularında sorumlulukları bulunduğu,
Hem İflas idaresinin hem iflas dairesinin iflas masası adına takip ettiği iş ve işlemlerde müflis şirket adına hareket ettiklerinden bazı kurum ve kuruluşlarca yanılgıya düşülerek iflas idaresinde görev yapanların veya iflas dairesinde çalışan memurların şahsi hukukları muhatap alınarak işlemler yapılmasının hatta tasfiye işlemlerinin yürütüldüğü ve tüzel kişiliği bulunmayan iflas dairesi adına da işlem yapılmasının doğru olmadığı,
Müflis adına olmamak kaydıyla sadece müflis şirket yetkililerinin şirket organı sıfatıyla temsil yetkilerini ancak şirketin iflas idaresi tarafından temsil edilmediği hususlar için masa menfaatine aykırı olmamak üzere ve her ne ad altında olursa olsun şirketin mal, hak ve alacakları üzerinde tasarruf anlamı taşımaması şartıyla koruyabilecekleri ve Yargıtay kararında bahsedilen bazı haklarını hem kendileri hem de vekilleri vasıtasıyla kullanabilecekleri anlaşılmaktadır.
Söz konusu paylaşımlarımız iflas hukukuna dair Yargıtay kararları ışığında kendi yorum ve değerlendirmelerimiz olup, ilgili olan herkese yararlı olması dileğiyle.
Kaynaklar:
- 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu ilgili maddeleri
- Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 2020/6756 Esas, 2020/6925 sayılı 24/112/2020 tarihli kararı
- Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 2020/5983 Esas 2021/803 Karar ve 03.02.2021 tarihli kararı
- Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 2016/27365 Esas, 2016/25152 Karar ve 12.12.2016 tarihli kararı