İnsanın yaradılışından kaynaklanan bazı haklar vardır. Bu haklar, Anayasamızda, temel hak ve özgürlükler başlığı altında yer almaktadır. Bu temel hak ve özgürlüklerden en önemlisi ve şu an oldukça tartışılan ifade ve basın özgürlüğü de, Anayasamızda ve temel insan haklarını düzenleyen evrensel sözleşmelerde, yerini almıştır.
Anayasa’mızın 26. maddesinde, ”Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.”
Anayasa’mızın 28. maddesinde, “Basın hürdür. Sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerin sağlayacak tedbirleri alır.”
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 19.maddesi aynen şöyledir.”Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak ve fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları olmaksızın malumat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını içerir.”
Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 10.maddesi “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerin bir izin rejimine tabi tutulmalarına engel değildir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Gerek Anayasamız, gerekse İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Bu itibarla da, demokrasinin, kurum ve kurullarıyla eksiksiz işlediği bir ülkede, ifade ve basın özgürlüğü ile ilgili yasal düzenlemeler, mutlaka Anayasa ve evrensel hukuk kurallarına uygun bir şekilde yapılmalı ve uygulama da aynı anlayış ve doğrultuda gerçekleştirilmelidir. Eğer düzenlemeler ve uygulamalar, Anayasa ve evrensel kuralları yok sayılarak gerçekleştiriliyorsa, o ülkede ifade ve basın özgürlüğü ve demokrasi tartışılır hale gelmiştir.
İnsanın yaradılışından kaynaklanan bir takım hak ve özgürlükleri vardır. Bu haklar temel hak ve özgürlükler başlığı altında yasalarda yer almaktadır. Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü de bu haklardandır. İnsan düşünür, düşündüklerini açıklayarak ifade eder. Düşünce özgürlüğü soyut bir kavramdır. Düşünceden kaynaklanan ifade ve basın özgürlüğü, bu soyut kavramı somutlaştırır. Aksi takdirde düşünme özgürlüğünün bir anlamı kalmaz. Çoğu zaman da, düşündüklerini yazıyla daha doğrusu basın yoluyla da ifade eder. Bu hakkın elinden alınması veya bu hakkının kullanılmasına engeller çıkarılması düşünce özgürlüğünün elinden alınması demektir. Ki o zaman düşünce özgürlüğü diye bir kavram ortada kalmaz. Bu bir anlamda, insanın en kutsal olan yaşama hakkına başlı başına bir müdahaledir. Böyle bir anlayışın demokrasinin olduğu bir ülkede kabul edilir, haklı bir yanı ve yönü olamaz.
Basın ve ifade özgürlüğü birbirini tamamlayan kavramlardır. Bu hak evrensel hukuk kurallarına göre temel hak ve özgürlükler içinde yer almaktadır. İfade ve basın özgürlüğü insan hayatının ayrılmaz bir parçası olduğundan, bir insana; şöyle yazacaksın veya böyle yazacaksın, şunu yaz, bunu yazma demek, düşünce ve ifade özgürlüğüne bir müdahaledir. Bu anlayış kişinin temel hak ve özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Bir ülkenin idare şekli demokrasi ise, bu anlayışın insan hakları ve evrensel hukuk kurallarıyla örtüştüğünü söylemek mümkün değildir.
Bir düşünür ve yazar, yazdıklarından konuştuklarından dolayı sürekli soruşturma ve kovuşturmaya maruz kalıyor. O yazara, sen konuştuklarından ve yazdıklarından dolayı soruşturma ve kovuşturma maruz kalıyorsun ve yapılan yargılama sonucu mahkum oluyor ve cezaevine giriyorsun, biraz kendine çeki düzen ver diyorlar. O yazar,” İyi ya, konuştuklarımdan ve yazdıklarımdan dolayı, beni hapse atıyorlar, konuşmasam ve yazmasam ben kendimi hapse atacağım, bu daha kötü” diyor. Bu olay ifade ve basın özgürlüğünü güzel ifade ediyor.
Basın özgürlüğü ile genel anlamda bir inceleme ve değerlendirme yapacak olursak; ülkeyi yönetenlerin idari işlem ve eylemlerinde yasa ve hukuka aykırılıkları, yanlışları, hataları haksızlıkları, yolsuzlukları olduğunda bunlar basın yoluyla halka anlatılır. Halk bilgilendirilir. Ve halkın gerçekleri öğrenmesine yardımcı olur. Bu basının bir anlamda denetim görevidir. Basın özgür değilse bu görevini yapamaz hale gelir. Eğer basın bu görevini yerine getirmiyorsa; genelde, ülkede olup biten haksızlıkları, hukuksuzlukları dile getirmiyorsa, o basın değildir.
Basın gerçekleri dile getirmelidir. Haberleri halka objektif olarak yansıtmalıdır. Doğruları ve yanlışları olduğu gibi topluma aktarmalıdır. Çoğu zaman bazı basın mensupları, ülkemizdeki ifade ve basın özgürlüğü konusunda, neme lazım anlayışı içinde hareket etmektedirler. Adam kılığında adamlar vardır. Bütün marifetleri duymadım, görmedim, bilmedim demek diye üç maymunu oynuyorlar. Bu duruma da işini bilmek diyorlar. Bu anlayışı benimseyenlere, yazar Celal Vardar üç satırda ağızlarının payını veriyor: “Suya dokunmazmış, sabuna dokunmazmış, pise bak.” diyerek, adam gibi adam ol diyor. Böyle olunca, suya sabuna dokunmadan yazı yazanlar içinde, sanırım onlar ben adam değilim diyorlar.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını incelediğimizde, basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğüne, mahkemenin bakışında geniş bir perspektifin olduğunu görürüz. Eleştiri ne kadar ağır olursa olsun, eleştiriye karşı büyük bir hoşgörü vardır. Eleştiri, şahsın kişilik haklarını büyük ölçüde zedelemiyorsa, eleştiride küfür, iftira ve haysiyet kırıcı sözler yoksa eleştiriyi eleştiri sınırları içinde kabul ediyor. Sonuçta manevi tazminat yanlısı bir anlayışı benimsiyor. Özellikle ceza yanlısı bir anlayışı, hiç ama hiç benimsemiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında bu anlayışın benimsenmesi ifade ve basın özgürlüğüne verdiği önemden dolayıdır.
Basın özgürlüğü konusunda ülkemizin karnesinin çok iyi olduğu söylenemez. Zaman zaman basına sansürün uygulandığı, kitapların yasaklanarak toplandığı dönemleri yaşadık. Sansür ve kitap yasaklama konusunda olumlu gelişmeler yaşansa dahi halen yazarların, gazetecilerin yayınladıkları kitaplardan, yazdıkları yazılardan dolayı soruşturmaya maruz kaldıklarını, soruşturma sonucunda tutuklandıklarını, uzun bir süre tutuklu kalmalarına rağmen, haklarında dava açılmadığını, mağdur edildiklerini görmekteyiz. Oysa Ceza Muhakemesi Kanunumuzun, getirdiği yeni sistemde, önce soruşturma aşamasında deliller toplanır, deliller toplandıktan sonra dava açılır. Ancak uygulamalara baktığımızda, kişiler suçlu varsayılarak ilk önce soruşturma açılmakta sonra delillerin toplanması yoluna gidilmektedir. Açıkçası, uygulamalar; yasa ve hukuka uygun bir şekilde gerçekleştirilmemektedir. Yasa ve hukuk adeta rafa kaldırılmaktadır.
Basın özgürlüğü konusunda, yazdıklarımın doğru olduğu, AB son ilerleme raporuyla tespit edilmiştir. AB ilerleme raporunda, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, temel hak ve özgürlükler konusunda, ülkemizdeki uygulamaların Avrupa birliği kriterlerine uygun olmadığı, bu konuda ciddi endişelerin bulunduğu, raporda yazılmıştır. Çağımız bilgi, teknoloji, elektronik çağıdır. Böyle olunca da uygulamalarımızın doğru olduğunu ve çağımıza yakıştığını söylememiz zordur.
Bugün için, ülkemizde yazı yazanlar, yazdıkları yazılardan dolayı korkuyor, endişe içinde ve kendilerini güvende hissetmiyorsa, orda basın özgürlüğünün olduğu söylenemez. Zira insan düşündüğünü, konuşarak yazarak ifade etmiyorsa başlı başına özgürlüğü kısıtlanmış olur. Demokrasinin bulunduğu bir ülkede, herkes düşündüğünü söylemeli ve fikrini açıklamalıdır. İfade ve basın özgürlüğü, bir insanın yaradılışının gereği olup bir fikrin ortaya çıkması bir düşüncenin ürünüdür. İfade ve basın özgürlüğünün olmaması sonuçta, bir başkasının fikrinden ve düşüncesinden faydalanmamaktır. Ola ki, birinin düşündüğünü, sizin düşünemediğinizi varsayarsak düşüncenin sonucu oluşan fikirden bir şeyler öğrenebilirsiniz. İnsanları bu haktan yararlandırmamak, hiçbir kimseye de fayda sağlamaz. Açıkçası, özgürlükleri sınırlandırmakla bir yere varılamayacağını herkesin bilmesi gerekir. Ayrıca şu hususu da açıklamakta fayda vardır. Ülkeyi yönetenler, toplumda korku yaratarak ülkeyi yönetecekleri sanıyorsa, onlar büyük bir yanılgı içindedirler. Ülkeyi yönetenler, verilmeyecek hesapları yoksa bu korku niye? İnsanlar, yalnız kaldıklarında, sıkıntı içinde olduklarında; korkularını yenmek için bazen ıslık çalarlar, bazen de türkü söylerler. Küçük yaşta bu özellik çok daha yaşanır. Bu, korkuyu yenmek için başvurulan bir yoldur. Bilmem ki, ülkeyi yönetenler de mi böyle bir korkuyu yenmek için basın ve ifade özgürlüğünden korkuyorlar acaba?
Demokrasinin kurum ve kurallarıyla eksiksiz işlediği bir ülke de, temel hak ve özgürlüklerin en büyük teminatı, yargı bağımsızlığıdır. Yargı bağımsız değilse, yani hakim ve savcılar, birilerinin emir ve talimatı ile soruşturma, kovuşturma yapıyor ve karar veriyorsa o ülkede demokrasinin D’sinden söz etmek mümkün değildir. Açıkçası şunu söylemek istiyorum; siyaset mahkeme salonlarına girmemelidir. Eğer siyaset mahkeme salonlarına giriyorsa, O Mahkemede ne hak, ne hukuk, ne de adalet kalır. Onun için, yargı bağımsızlığı konusunda, evrensel hukuk kurallarına uygun yasal düzenlemeler mutlaka gerçekleştirilmeli, açıkçası, yargının bağımsız olması için herkes elinden gelen çabayı göstermesi, yargı bağımsızlığını, zihnine ve gönlüne iyiden iyiye yerleştirmesi lazım.
Son olarak şunu söylemek istiyorum. Korkuların bittiği ve herkesin kendini güvende hissettiği, çok yakın bir gelecekte, sosyal ve ekonomik sorunlarını çözmüş, insan hak ve özgürlüklerinde, üstün standartları yakalamış, eksiksiz demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve hukuk Devletini, bütünüyle ülke yönetiminde uygulamaya geçirmiş, önü aydınlık ve güçlü bir Türkiye’yi görmek ve birlikte yaşamak dileğiyle, saygılarımla…
Anayasa’mızın 26. maddesinde, ”Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.”
Anayasa’mızın 28. maddesinde, “Basın hürdür. Sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerin sağlayacak tedbirleri alır.”
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 19.maddesi aynen şöyledir.”Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak ve fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları olmaksızın malumat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını içerir.”
Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 10.maddesi “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerin bir izin rejimine tabi tutulmalarına engel değildir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Gerek Anayasamız, gerekse İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Bu itibarla da, demokrasinin, kurum ve kurullarıyla eksiksiz işlediği bir ülkede, ifade ve basın özgürlüğü ile ilgili yasal düzenlemeler, mutlaka Anayasa ve evrensel hukuk kurallarına uygun bir şekilde yapılmalı ve uygulama da aynı anlayış ve doğrultuda gerçekleştirilmelidir. Eğer düzenlemeler ve uygulamalar, Anayasa ve evrensel kuralları yok sayılarak gerçekleştiriliyorsa, o ülkede ifade ve basın özgürlüğü ve demokrasi tartışılır hale gelmiştir.
İnsanın yaradılışından kaynaklanan bir takım hak ve özgürlükleri vardır. Bu haklar temel hak ve özgürlükler başlığı altında yasalarda yer almaktadır. Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü de bu haklardandır. İnsan düşünür, düşündüklerini açıklayarak ifade eder. Düşünce özgürlüğü soyut bir kavramdır. Düşünceden kaynaklanan ifade ve basın özgürlüğü, bu soyut kavramı somutlaştırır. Aksi takdirde düşünme özgürlüğünün bir anlamı kalmaz. Çoğu zaman da, düşündüklerini yazıyla daha doğrusu basın yoluyla da ifade eder. Bu hakkın elinden alınması veya bu hakkının kullanılmasına engeller çıkarılması düşünce özgürlüğünün elinden alınması demektir. Ki o zaman düşünce özgürlüğü diye bir kavram ortada kalmaz. Bu bir anlamda, insanın en kutsal olan yaşama hakkına başlı başına bir müdahaledir. Böyle bir anlayışın demokrasinin olduğu bir ülkede kabul edilir, haklı bir yanı ve yönü olamaz.
Basın ve ifade özgürlüğü birbirini tamamlayan kavramlardır. Bu hak evrensel hukuk kurallarına göre temel hak ve özgürlükler içinde yer almaktadır. İfade ve basın özgürlüğü insan hayatının ayrılmaz bir parçası olduğundan, bir insana; şöyle yazacaksın veya böyle yazacaksın, şunu yaz, bunu yazma demek, düşünce ve ifade özgürlüğüne bir müdahaledir. Bu anlayış kişinin temel hak ve özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Bir ülkenin idare şekli demokrasi ise, bu anlayışın insan hakları ve evrensel hukuk kurallarıyla örtüştüğünü söylemek mümkün değildir.
Bir düşünür ve yazar, yazdıklarından konuştuklarından dolayı sürekli soruşturma ve kovuşturmaya maruz kalıyor. O yazara, sen konuştuklarından ve yazdıklarından dolayı soruşturma ve kovuşturma maruz kalıyorsun ve yapılan yargılama sonucu mahkum oluyor ve cezaevine giriyorsun, biraz kendine çeki düzen ver diyorlar. O yazar,” İyi ya, konuştuklarımdan ve yazdıklarımdan dolayı, beni hapse atıyorlar, konuşmasam ve yazmasam ben kendimi hapse atacağım, bu daha kötü” diyor. Bu olay ifade ve basın özgürlüğünü güzel ifade ediyor.
Basın özgürlüğü ile genel anlamda bir inceleme ve değerlendirme yapacak olursak; ülkeyi yönetenlerin idari işlem ve eylemlerinde yasa ve hukuka aykırılıkları, yanlışları, hataları haksızlıkları, yolsuzlukları olduğunda bunlar basın yoluyla halka anlatılır. Halk bilgilendirilir. Ve halkın gerçekleri öğrenmesine yardımcı olur. Bu basının bir anlamda denetim görevidir. Basın özgür değilse bu görevini yapamaz hale gelir. Eğer basın bu görevini yerine getirmiyorsa; genelde, ülkede olup biten haksızlıkları, hukuksuzlukları dile getirmiyorsa, o basın değildir.
Basın gerçekleri dile getirmelidir. Haberleri halka objektif olarak yansıtmalıdır. Doğruları ve yanlışları olduğu gibi topluma aktarmalıdır. Çoğu zaman bazı basın mensupları, ülkemizdeki ifade ve basın özgürlüğü konusunda, neme lazım anlayışı içinde hareket etmektedirler. Adam kılığında adamlar vardır. Bütün marifetleri duymadım, görmedim, bilmedim demek diye üç maymunu oynuyorlar. Bu duruma da işini bilmek diyorlar. Bu anlayışı benimseyenlere, yazar Celal Vardar üç satırda ağızlarının payını veriyor: “Suya dokunmazmış, sabuna dokunmazmış, pise bak.” diyerek, adam gibi adam ol diyor. Böyle olunca, suya sabuna dokunmadan yazı yazanlar içinde, sanırım onlar ben adam değilim diyorlar.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını incelediğimizde, basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğüne, mahkemenin bakışında geniş bir perspektifin olduğunu görürüz. Eleştiri ne kadar ağır olursa olsun, eleştiriye karşı büyük bir hoşgörü vardır. Eleştiri, şahsın kişilik haklarını büyük ölçüde zedelemiyorsa, eleştiride küfür, iftira ve haysiyet kırıcı sözler yoksa eleştiriyi eleştiri sınırları içinde kabul ediyor. Sonuçta manevi tazminat yanlısı bir anlayışı benimsiyor. Özellikle ceza yanlısı bir anlayışı, hiç ama hiç benimsemiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında bu anlayışın benimsenmesi ifade ve basın özgürlüğüne verdiği önemden dolayıdır.
Basın özgürlüğü konusunda ülkemizin karnesinin çok iyi olduğu söylenemez. Zaman zaman basına sansürün uygulandığı, kitapların yasaklanarak toplandığı dönemleri yaşadık. Sansür ve kitap yasaklama konusunda olumlu gelişmeler yaşansa dahi halen yazarların, gazetecilerin yayınladıkları kitaplardan, yazdıkları yazılardan dolayı soruşturmaya maruz kaldıklarını, soruşturma sonucunda tutuklandıklarını, uzun bir süre tutuklu kalmalarına rağmen, haklarında dava açılmadığını, mağdur edildiklerini görmekteyiz. Oysa Ceza Muhakemesi Kanunumuzun, getirdiği yeni sistemde, önce soruşturma aşamasında deliller toplanır, deliller toplandıktan sonra dava açılır. Ancak uygulamalara baktığımızda, kişiler suçlu varsayılarak ilk önce soruşturma açılmakta sonra delillerin toplanması yoluna gidilmektedir. Açıkçası, uygulamalar; yasa ve hukuka uygun bir şekilde gerçekleştirilmemektedir. Yasa ve hukuk adeta rafa kaldırılmaktadır.
Basın özgürlüğü konusunda, yazdıklarımın doğru olduğu, AB son ilerleme raporuyla tespit edilmiştir. AB ilerleme raporunda, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, temel hak ve özgürlükler konusunda, ülkemizdeki uygulamaların Avrupa birliği kriterlerine uygun olmadığı, bu konuda ciddi endişelerin bulunduğu, raporda yazılmıştır. Çağımız bilgi, teknoloji, elektronik çağıdır. Böyle olunca da uygulamalarımızın doğru olduğunu ve çağımıza yakıştığını söylememiz zordur.
Bugün için, ülkemizde yazı yazanlar, yazdıkları yazılardan dolayı korkuyor, endişe içinde ve kendilerini güvende hissetmiyorsa, orda basın özgürlüğünün olduğu söylenemez. Zira insan düşündüğünü, konuşarak yazarak ifade etmiyorsa başlı başına özgürlüğü kısıtlanmış olur. Demokrasinin bulunduğu bir ülkede, herkes düşündüğünü söylemeli ve fikrini açıklamalıdır. İfade ve basın özgürlüğü, bir insanın yaradılışının gereği olup bir fikrin ortaya çıkması bir düşüncenin ürünüdür. İfade ve basın özgürlüğünün olmaması sonuçta, bir başkasının fikrinden ve düşüncesinden faydalanmamaktır. Ola ki, birinin düşündüğünü, sizin düşünemediğinizi varsayarsak düşüncenin sonucu oluşan fikirden bir şeyler öğrenebilirsiniz. İnsanları bu haktan yararlandırmamak, hiçbir kimseye de fayda sağlamaz. Açıkçası, özgürlükleri sınırlandırmakla bir yere varılamayacağını herkesin bilmesi gerekir. Ayrıca şu hususu da açıklamakta fayda vardır. Ülkeyi yönetenler, toplumda korku yaratarak ülkeyi yönetecekleri sanıyorsa, onlar büyük bir yanılgı içindedirler. Ülkeyi yönetenler, verilmeyecek hesapları yoksa bu korku niye? İnsanlar, yalnız kaldıklarında, sıkıntı içinde olduklarında; korkularını yenmek için bazen ıslık çalarlar, bazen de türkü söylerler. Küçük yaşta bu özellik çok daha yaşanır. Bu, korkuyu yenmek için başvurulan bir yoldur. Bilmem ki, ülkeyi yönetenler de mi böyle bir korkuyu yenmek için basın ve ifade özgürlüğünden korkuyorlar acaba?
Demokrasinin kurum ve kurallarıyla eksiksiz işlediği bir ülke de, temel hak ve özgürlüklerin en büyük teminatı, yargı bağımsızlığıdır. Yargı bağımsız değilse, yani hakim ve savcılar, birilerinin emir ve talimatı ile soruşturma, kovuşturma yapıyor ve karar veriyorsa o ülkede demokrasinin D’sinden söz etmek mümkün değildir. Açıkçası şunu söylemek istiyorum; siyaset mahkeme salonlarına girmemelidir. Eğer siyaset mahkeme salonlarına giriyorsa, O Mahkemede ne hak, ne hukuk, ne de adalet kalır. Onun için, yargı bağımsızlığı konusunda, evrensel hukuk kurallarına uygun yasal düzenlemeler mutlaka gerçekleştirilmeli, açıkçası, yargının bağımsız olması için herkes elinden gelen çabayı göstermesi, yargı bağımsızlığını, zihnine ve gönlüne iyiden iyiye yerleştirmesi lazım.
Son olarak şunu söylemek istiyorum. Korkuların bittiği ve herkesin kendini güvende hissettiği, çok yakın bir gelecekte, sosyal ve ekonomik sorunlarını çözmüş, insan hak ve özgürlüklerinde, üstün standartları yakalamış, eksiksiz demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve hukuk Devletini, bütünüyle ülke yönetiminde uygulamaya geçirmiş, önü aydınlık ve güçlü bir Türkiye’yi görmek ve birlikte yaşamak dileğiyle, saygılarımla…
Avukat Aziz Canatar
(Bu köşe yazısı, sayın tarafından sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)