"Ey kardeş; sen fikirden ibaretsin. Ondan başka sende olan kemiktir, kıldır.”
Hz. Mevlânâ
Düşünmek, fikir üretebilmek, bir iddiada bulunabilmek, söyleyebilmek ve söylediğiniz sözün arkasında durabilmek kolay şeyler değildir. Öyle ki; ürettiğiniz fikir ve ifade edebilmişseniz bunu icra ederken takındığınız tavır ve üslup beraberinde sıkıntılara göğüs germenizi, zahmetler çekmenizi de gerektirecektir.
Fikirlerinizin değeri, anlamı ve kamuya sunduğu fayda ise doğrudan doğruya sizin insanlık nezdindeki kıymetinizin derecesine işaret edecektir.
İnsan, konuşan bir hayvan değildir. İnsan, diğerlerine hakaret eden, kin ve nefretini başkalarına kusan, ağzından çıkan sözlerle vicdansızlık yapan bir canlı hiç değildir. İnsan, özgür olduğunu savunarak ve bu aldatıcı giysiyi kendisine siper edinerek toplumun ve öncelikle de kendisinin yozlaşmasına, kendisi dışındaki diğer herkesin ezilip yok edilmesine yol arayan bir zavallı da değildir.
İnsan, aydınlatandır. Karartanlar ve karalayanlar, diğerlerini aşağılık hissine saplayıp da kendini bir basamak daha yükseltmeye çabalayanlar ise sadece bir bedenden, kemikten ve kıldan ibarettir.
Yaşanan nice insanlık ayıbından sonra bir hak olarak ifade özgürlüğünün tanınması ve kabulü ile; bireyin ve kamunun aydınlanması, zorbalıklara karşı durulabilmesi, dünyada barış ve adaletin sağlanması amaçlanmıştır. Bazılarının sandığının aksine bu hak, hiçbir kimseye bir diğerinin hak ve özgürlüklerini yok etme veya bunları sınırlandırmayı amaçlayan bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkı vermez. Bu nedenle, hakkın kapsamı ve amacı doğru bir biçimde anlaşılmalıdır.
‘Ifade özgürlüğü ne değildir?’ hakkında yazmak, bu yazıyı savunmak cesaret gerektirir. Kalıplaşmış ve şablon sözcükler yetersiz kalır çünkü ‘fikir’ ve ‘ifade’ kavramlarını anlatabilmeye… Belirtmeli ki sözlerimin hangi kalplere gireceğini, aydınlığa niyet eden düşüncelerimin hangi niyetlerle bir çırpıda söndürülmeye tevessül edileceğini kestirebilmem çok da zor değil.
Genel tanıma göre ifade özgürlüğü; insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmektedir. Bu tanıma göre ifade özgürlüğüne, kendimizi ve başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada, bu çerçevede başkalarıyla ilişkilerimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir gerçektir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de benzer şekilde, ifade özgürlüğünün "toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun asıl temellerinden birini" oluşturduğuna sıklıkla dikkat çekmektedir. AİHM'e göre "İfade özgürlüğü, 10. maddenin 2. fıkrasına bağlı olarak, yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi veya düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz" (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
Yukarıda yer alan ve gerek AIHM gerekse Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından tekrar tekrar ileri sürülen, ifade özgürlüğünün ne olduğuna yönelik genel kabullerin günümüzün değişken koşulları altında ne kadar etkili olabildiğinin yeniden irdelenmesi gerektiği kanaatindeyim.
Örneğin, Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Evet, bireylerin maddi ve manevi varlığına yönelik müdahalelere karşı etkili önlemler alınması konusunda Devletin pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır.
Bu yükümlülük, Devletin etkili bir cezai soruşturma ve kovuşturma yapabilmesini ve/veya üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunmasını hukuk muhakemesi yoluyla da sağlayabilmesini gerektirmektedir. Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür.
Görüldüğü üzere Devlet aynı zamanda hem ifade özgürluğünü hem de kişilerin maddi ve manevi varlıklarını koruyucu önlemleri almakla ve eğer bir hak ihlali mevcutsa bu defa ihlali hukuka uygun bir biçimde yaptırıma bağlamakla yükümlüdür.
Bu bakımdan gerek AIHS’nin 10. maddesinin 1. fıkrasında gerekse Anayasamızda belirtilen hak ve özgürlükleri kullanan herkesin ‘görev ve sorumluluklar’ üstlenmiş olduğu hususu kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır. Şeref ve itibar bağlamında, bu görev ve sorumluluklar arasına başkalarına karşı gereksiz tarzda hakaretamiz, dolayısıyla başkalarının haklarını ihlal eden ifadeler sarf etmekten mümkün olduğunca kaçınma yükümlülüğü de dahil edilebilmelidir. Bununla birlikte hoşgörüsüzlüğe dayalı nefreti haklı göstermeye, desteklemeye, teşvik etmeye ve yaymaya yönelik ifade biçimlerini cezalandırmanın ve dahi önlemenin demokratik toplumlarda gerekli olduğu kabul edilmelidir.
Bu bakımdan gerek AIHS’nin 10. maddesinin 1. fıkrasında gerekse Anayasamızda belirtilen hak ve özgürlükleri kullanan herkesin ‘görev ve sorumluluklar’ üstlenmiş olduğu hususu kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır. Şeref ve itibar bağlamında, bu görev ve sorumluluklar arasına başkalarına karşı gereksiz tarzda hakaretamiz, dolayısıyla başkalarının haklarını ihlal eden ifadeler sarf etmekten mümkün olduğunca kaçınma yükümlülüğü de dahil edilebilmelidir. Bununla birlikte hoşgörüsüzlüğe dayalı nefreti haklı göstermeye, desteklemeye, teşvik etmeye ve yaymaya yönelik ifade biçimlerini cezalandırmanın ve dahi önlemenin demokratik toplumlarda gerekli olduğu kabul edilmelidir.
Sonuna kadar ifade özgürlüğü demekle yetinen kişilerin şu hususu hatırlamaları gerekmektedir: kişiliğe yönelik soyut ve dayanaksız değer yargılarını içeren sözler ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez.
Ifade özgürlüğü adı altında hiçbir kimse bir diğerini sözleri ve fikirleri ile yargılayamaz, başkasını kendi değer yargıları ile sorgulayamaz ve o kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirmesini bu şekilde sınırlandıramaz. Aksi halde, AIHS`te tanımlanan özel hayata saygı ve Anayasamızda tanımlanan maddi ve manevi varlığın korunması haklarının içi boşaltılmış olur.
Özet olarak Devlet, ifade özgürlüğü kavramının ardına saklanılarak sarfedilen, okunduğunda ya da duyulduğunda bu kişilerde olumsuz bir his uyandıracak, sözleri önlemek ve eğer önleyememişse de gerekli yaptırımı hayata geçirmekle yükümlüdür.
Devlet, yargı yetkisi altında bulunan istisnasız her bireyin haklarını korumakla yü-kümlüdür. Bu bakımdan, söz konusu yükümlüklerini yerine getiren bir Devlette hiçbir kimse ifade özgürlügü adı altında bir başkasına hakaret edemez, başkasını tehdit edemez, onuru ve şerefine dil uzatamaz, o kişinin geçmişine, bugününe ve yarınına ilişkin olumsuz sözler sarfedemez.
Hukuk ve adalet, haksız hakaret veya nefret içerikli söylem seviyesine ulaşan söz ve fikirleri korumaz. Kaba, hakaret içerikli ve gerçeğe dayalı makul hiçbir dayanağı olmayan aşağılayıcı değer yargıları ifade özğürlüğü adı altında değerlendirilemez. Aksi durumda ortada ne hukuk ne de vicdanın varlığından söz edilebilir.
Saygıdeğer okuyucularım, son olarak vurgulamak isterim ki, sözleşmeler ve/veya anayasa-lar ile tanınan hak ve özgürlükler insanları birbirlerine karşı hoşgörüyle davranmaya ve birbirimizle barışık yaşamaya teşvik edici metinlerdir. Bu bakımdan bilinmelidir ki hiçbir hak ve özgürlük ve özellikle de ifade özgürlüğü ile bireyler arasındaki hoşnutsuzluğun arttırılması arzu edilmemiş ve amaçlanmamıştır. Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyor, mutlu bir hafta sonu diliyorum.
"Ey kardeş; sen fikirden ibaretsin. Ondan başka sende olan kemiktir, kıldır.”
Hz. Mevlânâ
Düşünmek, fikir üretebilmek, bir iddiada bulunabilmek, söyleyebilmek ve söylediğiniz sözün arkasında durabilmek kolay şeyler değildir. Öyle ki; ürettiğiniz fikir ve ifade edebilmişseniz bunu icra ederken takındığınız tavır ve üslup beraberinde sıkıntılara göğüs germenizi, zahmetler çekmenizi de gerektirecektir.
Fikirlerinizin değeri, anlamı ve kamuya sunduğu fayda ise doğrudan doğruya sizin insanlık nezdindeki kıymetinizin derecesine işaret edecektir.
İnsan, konuşan bir hayvan değildir. İnsan, diğerlerine hakaret eden, kin ve nefretini başkalarına kusan, ağzından çıkan sözlerle vicdansızlık yapan bir canlı hiç değildir. İnsan, özgür olduğunu savunarak ve bu aldatıcı giysiyi kendisine siper edinerek toplumun ve öncelikle de kendisinin yozlaşmasına, kendisi dışındaki diğer herkesin ezilip yok edilmesine yol arayan bir zavallı da değildir.
İnsan, aydınlatandır. Karartanlar ve karalayanlar, diğerlerini aşağılık hissine saplayıp da kendini bir basamak daha yükseltmeye çabalayanlar ise sadece bir bedenden, kemikten ve kıldan ibarettir.
Yaşanan nice insanlık ayıbından sonra bir hak olarak ifade özgürlüğünün tanınması ve kabulü ile; bireyin ve kamunun aydınlanması, zorbalıklara karşı durulabilmesi, dünyada barış ve adaletin sağlanması amaçlanmıştır. Bazılarının sandığının aksine bu hak, hiçbir kimseye bir diğerinin hak ve özgürlüklerini yok etme veya bunları sınırlandırmayı amaçlayan bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkı vermez. Bu nedenle, hakkın kapsamı ve amacı doğru bir biçimde anlaşılmalıdır.
‘Ifade özgürlüğü ne değildir?’ hakkında yazmak, bu yazıyı savunmak cesaret gerektirir. Kalıplaşmış ve şablon sözcükler yetersiz kalır çünkü ‘fikir’ ve ‘ifade’ kavramlarını anlatabilmeye… Belirtmeli ki sözlerimin hangi kalplere gireceğini, aydınlığa niyet eden düşüncelerimin hangi niyetlerle bir çırpıda söndürülmeye tevessül edileceğini kestirebilmem çok da zor değil.
Genel tanıma göre ifade özgürlüğü; insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmektedir. Bu tanıma göre ifade özgürlüğüne, kendimizi ve başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada, bu çerçevede başkalarıyla ilişkilerimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir gerçektir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de benzer şekilde, ifade özgürlüğünün "toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun asıl temellerinden birini" oluşturduğuna sıklıkla dikkat çekmektedir. AİHM'e göre "İfade özgürlüğü, 10. maddenin 2. fıkrasına bağlı olarak, yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi veya düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz" (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
Yukarıda yer alan ve gerek AIHM gerekse Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından tekrar tekrar ileri sürülen, ifade özgürlüğünün ne olduğuna yönelik genel kabullerin günümüzün değişken koşulları altında ne kadar etkili olabildiğinin yeniden irdelenmesi gerektiği kanaatindeyim.
Örneğin, Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Evet, bireylerin maddi ve manevi varlığına yönelik müdahalelere karşı etkili önlemler alınması konusunda Devletin pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır.
Bu yükümlülük, Devletin etkili bir cezai soruşturma ve kovuşturma yapabilmesini ve/veya üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunmasını hukuk muhakemesi yoluyla da sağlayabilmesini gerektirmektedir. Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür.
Görüldüğü üzere Devlet aynı zamanda hem ifade özgürluğünü hem de kişilerin maddi ve manevi varlıklarını koruyucu önlemleri almakla ve eğer bir hak ihlali mevcutsa bu defa ihlali hukuka uygun bir biçimde yaptırıma bağlamakla yükümlüdür.
Bu bakımdan gerek AIHS’nin 10. maddesinin 1. fıkrasında gerekse Anayasamızda belirtilen hak ve özgürlükleri kullanan herkesin ‘görev ve sorumluluklar’ üstlenmiş olduğu hususu kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır. Şeref ve itibar bağlamında, bu görev ve sorumluluklar arasına başkalarına karşı gereksiz tarzda hakaretamiz, dolayısıyla başkalarının haklarını ihlal eden ifadeler sarf etmekten mümkün olduğunca kaçınma yükümlülüğü de dahil edilebilmelidir. Bununla birlikte hoşgörüsüzlüğe dayalı nefreti haklı göstermeye, desteklemeye, teşvik etmeye ve yaymaya yönelik ifade biçimlerini cezalandırmanın ve dahi önlemenin demokratik toplumlarda gerekli olduğu kabul edilmelidir.
Bu bakımdan gerek AIHS’nin 10. maddesinin 1. fıkrasında gerekse Anayasamızda belirtilen hak ve özgürlükleri kullanan herkesin ‘görev ve sorumluluklar’ üstlenmiş olduğu hususu kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır. Şeref ve itibar bağlamında, bu görev ve sorumluluklar arasına başkalarına karşı gereksiz tarzda hakaretamiz, dolayısıyla başkalarının haklarını ihlal eden ifadeler sarf etmekten mümkün olduğunca kaçınma yükümlülüğü de dahil edilebilmelidir. Bununla birlikte hoşgörüsüzlüğe dayalı nefreti haklı göstermeye, desteklemeye, teşvik etmeye ve yaymaya yönelik ifade biçimlerini cezalandırmanın ve dahi önlemenin demokratik toplumlarda gerekli olduğu kabul edilmelidir.
Sonuna kadar ifade özgürlüğü demekle yetinen kişilerin şu hususu hatırlamaları ge-rekmektedir: kişiliğe yönelik soyut ve dayanaksız değer yargılarını içeren sözler ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez.
Ifade özgürlüğü adı altında hiçbir kimse bir diğerini sözleri ve fikirleri ile yargılayamaz, başkasını kendi değer yargıları ile sorgulayamaz ve o kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirmesini bu şekilde sınırlandıramaz. Aksi halde, AIHS`te tanımlanan özel hayata saygı ve Anayasamızda tanımlanan maddi ve manevi varlığın korunması haklarının içi boşaltılmış olur.
Özet olarak Devlet, ifade özgürlüğü kavramının ardına saklanılarak sarfedilen, okunduğunda ya da duyulduğunda bu kişilerde olumsuz bir his uyandıracak, sözleri önlemek ve eğer önleyememişse de gerekli yaptırımı hayata geçirmekle yükümlüdür.
Devlet, yargı yetkisi altında bulunan istisnasız her bireyin haklarını korumakla yü-kümlüdür. Bu bakımdan, söz konusu yükümlüklerini yerine getiren bir Devlette hiçbir kimse ifade özgürlügü adı altında bir başkasına hakaret edemez, başkasını tehdit edemez, onuru ve şerefine dil uzatamaz, o kişinin geçmişine, bugününe ve yarınına ilişkin olumsuz sözler sarfedemez.
Hukuk ve adalet, haksız hakaret veya nefret içerikli söylem seviyesine ulaşan söz ve fikirleri korumaz. Kaba, hakaret içerikli ve gerçeğe dayalı makul hiçbir dayanağı olmayan aşağılayıcı değer yargıları ifade özğürlüğü adı altında değerlendirilemez. Aksi durumda ortada ne hukuk ne de vicdanın varlığından söz edilebilir.
Saygıdeğer okuyucularım, son olarak vurgulamak isterim ki, sözleşmeler ve/veya anayasa-lar ile tanınan hak ve özgürlükler insanları birbirlerine karşı hoşgörüyle davranmaya ve birbirimizle barışık yaşamaya teşvik edici metinlerdir. Bu bakımdan bilinmelidir ki hiçbir hak ve özgürlük ve özellikle de ifade özgürlüğü ile bireyler arasındaki hoşnutsuzluğun arttırılması arzu edilmemiş ve amaçlanmamıştır. Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyor, mutlu bir hafta sonu diliyorum.
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Meltem BANKO tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)