İddianamede sevk maddesi gösterilmesi zorunlu mu?

Abone Ol
Ceza soruşturması başlatma ve sonuçlandırma göre ve yetkisi, cumhuriyet savcısına aittir. 

Soruşturma, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre yürütülüp tamamlanır. Suçun işlendiğine dair en azından basit bir şüphenin varlığı ile başlatılan soruşturma, ya kamu davası açmak için hazırlanması gereken iddianamenin esasını teşkil edecek yeterli delile ulaşılmadığından bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla veya yeterli delile ulaşıldığı için kamu davasının esasını ve yol haritasını teşkil eden iddianamenin hazırlanması ile son bulur. Bu aşamadan sonra, takipsizlik kararı ve iddianame için tatbiki gereken usul kuralları devreye girer.

Burada yapacağımız açıklama; takipsizlik kararı ile ilgili olmayıp, kamu davasını açmakla görevli cumhuriyet savcısının en azından suçun işlendiğine ve bundan şüphelinin sorumlu olduğuna dair yeterli delile dayalı olarak hazırlanan iddianamede sevk maddesinin, yani cumhuriyet savcısı tarafından hukuki nitelendirmesi yapılan maddi vakıanın hangi ceza kanununun hangi maddesini ihlal ettiğinin gösterilmesinin zorunlu olup olmadığı ile ilgilidir.

İtham sisteminde “iddianame” olmazsa olmaz niteliğinde bir belge veya duruşma tutanağına geçen suçlamadır. Ortada iddiasını hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilen somut delillerle kanıtlamak zorunda olan bir iddiacı bulunmalı, bu iddiacı yargılamayı yapacak hakim ve mahkemenin dışında bir süje olmalı, yargılamayı tahrik etmeli, iddia ve savunmanın karşı karşıya geleceği, delillerin ortaya koyulup tartışılacağı duruşma salonuna ve bundan sonuca ulaşacak mahkemenin önüne, önce iddiaları gösteren ve aleni yapılacak yargılamada okunacak iddianame gelmelidir.

Bağımsız ve tarafsız mahkeme, iddia eden tarafça hazırlanacak iddianameye müdahale edemez, yani iddianame eksiksiz, net ve herhangi bir tartışmaya sebebiyet vermeyecek şekilde sanık ve savunma tarafınca anlaşılabilir açıklıkta düzenlenmelidir. Bu yükümlülük, dürüst yargılanma hakkının bir unsurudur. İtham sisteminin temelini, mahkeme dışında bir kişinin hazırladığı suçlama belgesinin oluşturduğu doğrudur. Bunun yanında, suçlananın ve savunma tarafının anlayabileceği, dolayısıyla savunma yapabileceği netlikte suçlamayı öğrenme hakkı olduğu, bu hakkın da itham sisteminin bir diğer temelini teşkil ettiği gözardı edilmemelidir.

Bu açıklamalar ışığında; soruşturmayı hukukçu yapmakta, emrinde bulunan kolluk marifetiyle soruşturma tasarruflarını yerine getirse de sonuçta iddianameyi ve bu belgenin varlığından bahsedebilmek için kanun koyucunun aradığı unsurları cumhuriyet savcısı hazırlamaktadır. Çünkü sonuçta; bir iddianame cumhuriyet savcısının eli mahsulü olup, onun sorumluluğundadır.

İddianamenin unsurlarının önemli bir kısmı “Kamu davası açma görevi” başlıklı CMK m.170’de ve iddianamenin iadesi yönünden de birkaç unsuru “İddianamenin iadesi” başlıklı CMK m.174’de öngörülmüştür. Bunların tümü emredici unsurlardır. Bu zorunluluk, CMK m.174’ün lafzında net bir şekilde ortaya koyulmuştur.

Cumhuriyet savcısının hazırlayacağı iddianamede, yüklenen suçun ve uygulanması gereken kanun, yani sevk maddelerinin gösterilmesi gerekir. Bu husus, CMK m.170/2-h’de açıkça ifade edilmiştir. İddianamede bu unsurun eksik bırakılması, CMK m.174/1-a’ya göre iddianamenin iadesi sebebi sayılmıştır. İddianamenin iade edilmeyeceği hal ise; CMK m.174/2 tarafından “Suçun hukuki nitelendirilmesi sebebiyle iddianame iade edilemez.” olarak gösterilmiş olup, bununla sınırlı tutulmuştur.

Bu tespit ve açıklamalar ışığında iddianamede; suçlanan kişinin kimliği, yani suçun kime isnat edildiği, suçun delillerinin ne olduğu hususlarının ortaya koyulmasının yanında, yüklenen suçu oluşturan eylem ile delillerin ilişkilendirilmeli ve suçun sübutuna etki edeceği mutlak sayılan deliller yer almalı, CMK m.170 ve 174’de sayılan diğer unsurlarla birlikte, şüpheliye yüklenen suç ve şüpheli hakkında uygulanması talep edilen kanun maddelerinin neler olduğu da gösterilmelidir.

Bu düzenleme; “ceza sorumluluğunun şahsiliği”, “cezanın bireyselleştirilmesi” ilkelerinde olduğu gibi, “suçlamanın/iddianın bireyselleştirilmesi” ilkesi olarak adlandırılabilir. Bu yaklaşım doğrudur, şüpheli sayısının birden fazla olduğu iddianamelerde ön plana çıkacak “bireyselleştirme”, elbette şüpheli sayısının bir veya daha fazla kişiden oluştuğu iddianame ve davalarda asıl olarak savunmayı korumayı, iddianın muğlaklığını gidermeyi, itham sisteminde şüpheli ve sanığın ne ile suçlandığını net olarak bilmeyi, iddianameyi okuyup inceleyen ve hukuku bilmek zorunda olmayan kişinin karamsar bir tabloya mahkum edilmesini önlemeyi, elbette ulusal veya ulusüstü hukuk kurallarında yer alan “herkes, kendisine karşı yöneltilen suçlamayı ve sebebini öğrenme, kendisini savunma hakkına sahiptir”  ilkesini gözetmeyi hedefler.

Bir iddianame; tartışmasız bir şekilde suçlanana karşı ileri sürülen suçlamayı, bunun konusunu teşkil eden eylemin anlatımını, yani öykülemeyi, bu maddi vakıa tespitine denk düşen suçun adını, yani hukuki nitelendirmeyi ve cumhuriyet savcısının bakışı ile ifade edilen suçun kanun maddesi veya maddelerini de kapsamalıdır. Ancak bu halde, hakkında suçu işlediğine dair yeterli delile ulaşıldığından bahisle suçlanan bir kişi, yani soruşturmada “şüpheli” ve kovuşturmada “sanık” sıfatını alan kişi dürüst yargılanma hakkı ve bu hakkın kapsamına giren savunma hakkı bakımından kendisini güvende hisseder. Bu nedenledir ki kamu davasının yol haritası olan iddianamenin; karmaşık, uzun, anlaşılmaz, daha sonradan, yani kovuşturma aşamasında değişme ihtimali bulunsa dahi hukuki nitelendirmeye sahip olmayan her bir şüpheliye ve sanığa göre bireyselleştirilmemiş suçlamadan, yani öyküleme ve anlatımdan, bununla beraber suçun adı ve kanun maddelerinden yoksun düzenlenmemesi gerekir.

Özetle; bir iddianame sevk maddesi gösterilmeyip, yalnızca suça konu eylemin anlatımından, yani öykülemeden ibaret hazırlanmışsa, hatta bu hazırlıkta her bir şüpheli bakımından suçlama ayrıştırılmış, fakat suçun adına veya kanun maddelerine yer verilmemişse, bu iddianamenin kabulü mümkün müdür? CMK m.170’e bakıldığında, suçun adı veya uygulanması gereken kanun maddelerinin eksik bırakılması halinde bu iddianamenin kabulü mümkün gözükmemektedir.

Cumhuriyet savcısının bu unsurları iddianamesine yazıp da, yaptığı soruşturmaya göre ve kendi hukuki değerlendirmesi ile ortaya koyduğu suça ilişkin nitelendirmenin, savunma makamı veya ilk incelemede mahkemece kabul görmemesi, elbette bir yargılama sorunu ve tartışmayı gerektireceğinden, iddianamenin iadesi sebebi ve bir usulsüzlük olarak görülemez.

Sırf hukuki nitelendirme farkından dolayı dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğini ve savunma hakkının sakatlandığını söylemek de pek mümkün değildir. Bu konuda bariz hata yapılmışsa, örneğin suça konu maddi vakıa ve deliller ile yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri arasında ciddi tutarsızlık varsa veya sehven hata yapıldığı tespit edilmişse, yani suçlama ile suçun adı ve uygulanması talep edilen kanun maddeleri birbirinden farklı veya çelişkili ise, bu durum hukuki nitelendirmede anlayış farkı olarak kabul edilemez. Bu çelişki de bizce bir iddianamenin iadesi sebebi sayılabilir, çünkü CMK m.170; ister istemez suçlama, yüklenen suçun adı ve uygulanması gereken kanun maddeleri arasında suça konu maddi vakıa ve korunan hukuki yarar yönünden bir ahengi aramıştır. Bunun aksi de düşünülemez.

Bir an için bunun aksi düşünüldüğünde ve mahkemenin CMK m.174/2’nin geniş yorumundan hareketle iddianameyi kabul ettiği varsayıldığında, acaba bu sorun CMK m.226’da öngörülen “ek savunma” ile aşılabilir mi? Bakıldığında; suçlamanın, yüklenen suçun adı ve karşılık gelen kanun maddelerinin birbiri ile uyumluluğu, yani tutarlığının olmadığı, esasında bir iddianame hatasından kaynaklanan suçun hukuki nitelendirmesinde değişkenlik olduğu görülmektedir. Kanunun lafzından hareket edildiğinde; iddianame iade edilmeden, bu husus CMK m.174/2 ve 226/1 uygulanarak çözülebilir. Bizce, bu uygulama doğru değildir, yukarıda yer alan açıklamalarımız, itham sisteminin özelliği, dürüst yargılanma hakkı ve bu hak kapsamına giren savunma hakkının korunması, CMK m.226’da düzenlenen “ek savunma” müessesesinin kovuşturmanın sonu veya en azından ilerleyen aşaması ile ilişkili olması sebebiyle, daha kamu davasına geçilmeden anlaşılan ve yargılamanın ilerleyişinde sorun çıkarabilecek hatanın baştan “iddianamenin iadesi” usulüne başvurularak halledilmesi, yani iddianamede yer alan çelişkinin giderilmesi isabetli olacaktır.

Sonuç olarak; aleni, sözlü ve yüze karşı yapılan kovuşturmada her bir sanık ne ile suçlandığını, suçun adını ve hakkında uygulanması talep edilen kanun (sevk) maddelerini, yani hangi suçla itham edilip ceza ile cezalandırılmasının talep edildiğini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde sorguya çıkmadan önce, yani iddianamenin kendisine usule uygun tebliği ile öğrenmelidir (CMK m.176).

Bu yaklaşım şekilci ve yargılama sürecini uzatmaya yönelik görülebilir. Zaten Usul Hukuku şekilden ibarettir ve bu şekil basit de değildir. Her bir şekil kuralının çıkış sebebi, mantığı, amacı ve fonksiyonu vardır. Bunlar inkar edilemez ve görmezden gelinemez.

Karşı görüş belki; her bir sanık bakımından suça konu eylemin anlatımının, yani öykülemesinin yapılması ile aşılabileceği, eğer iddianameden net bir şekilde sanığa yöneltilen suçlama anlaşılabilmekte ve hatta sonuçta da sanığın hangi suçla itham edildiği ortaya koyulmuş ise, sorununun yüklenen suçun adı ve uygulanması gereken kanun maddelerine indirgenmesi suretiyle büyütülmemesi gerektiğini ileri sürebilir. Anayasa m.138/1 ve CMK m.170 ile 174 karşısında, bu tür bir görüşün benimsenmesi elbette mümkün değildir ve bu görüş geçerli bir hukuki dayanağa da sahip değildir. Bu sübjektif yaklaşımın bir sonu ve somut bir ölçütü de bulunamaz.

Usul kurallarının keyfi, farklı veya eksik tatbikine göz yumulduğunda, başta “hukuk devleti” ilkesi olmak üzere dürüst yargılanma ve hukuk güvenliği hakları ile yeknesaklık tartışmaya açılacaktır. Bu anlayış tehlikelidir. Kanun neyi emretmekte ise, o uygulanmalıdır. Bu anlayışımız şekli bir bakış açısını, yani kanuncu mantığı temsil etmemektedir. Tartışma konumuzda gündeme gelen, şüpheli ve sanık haklarının kamu otoritesi karşısında korunmasıdır.  Çünkü her sanık ne ile suçlandığını, isnada konu suçun adını ve sevk maddelerini bilmek zorundadır. Aksi halde sanığın, savunma hakkını etkin şekilde kullanabildiğinden bahsedilemez.


Kaynak: haber7.com