KARARLAR

İdari Davalarda Menfaat Bağının Eksik Değerlendirilmesi Sonucu Davanın Reddi

Bireyin kamu makamları tarafından kamu gücü kullanılarak hakkında gerçekleştirilen ve sonuçları itibarıyla hukuksal durumunu, dolayısıyla menfaatini etkileyen bir idari işlemle ilgili uyuşmazlığın mahkeme önünde incelenmesi imkânından yoksun bırakılması mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil edebilir.

Abone Ol

Derece mahkemelerinin dava konusu edilen işlemlerin iptal edilmesinde bireyin menfaati bulunup bulunmadığını değerlendirmesiyle ve buna dair usul kurallarını uygulamasıyla ilgili şekilci yorumlarının, bireyin hukuksal durumunu etkileyen idari işlemden doğan uyuşmazlığın mahkeme önünde karara bağlanmasını engellemesi halinde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilebilir.

İlgili Kararlar:

♦ (Levent Tütüncü, B. No: 2015/3690, 18/7/2018)
♦ (Kudusi Şerifte Kain Maryakop Ermeni Kilisesi Vakfı, B. No: 2016/14982, 12/9/2019)
♦ (Billur Solagay, B. No: 2018/3709, 11/2/2021)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BİLLUR SOLAGAY BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/3709)

 

Karar Tarihi: 11/2/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan y.

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Selçuk KILIÇ

Başvurucu

:

Billur SOLAGAY

Vekili

:

Av. Nurgül DAŞTAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, acele kamulaştırma kararının iptali istemiyle açılan davada menfaat koşulunun bulunmadığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 19/1/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuruya Konu İptal Davası Süreci

8. 19/10/2006 tarihli ve 2006/11296 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile İstanbul'un Fatih ilçesi Hatice Sultan Mahallesi'nde kâin 467 pafta, 2525 ada, 46 parsel sayılı taşınmazın acele kamulaştırma usulüyle kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karar 13/12/2006 tarihli ve 26375 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Anılan taşınmazın tapu kaydına göre taşınmazın hissedarlarından biri Murat oğlu İbrahim'dir.

9. Başvurucu, söz konusu taşınmazda pay sahibi olduğunu ileri sürerek 19/10/2006 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle Danıştayda dava açmıştır. Başvurucunun mahkemeye sunduğu ve İstanbul 16. Asliye Hukuk Hâkimliğince verilen 24/6/1969 tarihli veraset ilamına göre başvurucu, Emrullah oğlu İbrahim Solagay'ın mirasçısı olan Ahmet Hasan Solagay'ın mirasçısıdır.

10. Davaya bakan Danıştay Altıncı Dairesi (Daire) 14/7/2009 tarihli ara kararıyla taşınmazın tapu kaydında adı geçen Murat oğlu İbrahim ile başvurucunun sunduğu veraset ilamında adı geçen Emrullah oğlu İbrahim Solagay'ın aynı kişi olduğunu gösteren nüfus kayıt örneği vb. her türlü bilgi ve belgenin gönderilmesini istemiş ancak başvurucu herhangi bir belge ibraz etmemiştir.

11. Daire 8/2/2010 tarihli kararıyla davayı ehliyet yönünden reddetmiştir. Daire, başvurucunun tapu kaydında adı geçen Murat oğlu İbrahim ile kendisinin mahkemeye sunduğu veraset ilamında geçen Emrullah oğlu İbrahim Solagay'ın aynı kişi olduğunu ispatlayamadığını vurgulamıştır.

12. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 3/4/2013 tarihli kararıyla onanmıştır.

13. Bu süre zarfında başvurucu, tapu kaydındaki baba isminin tashihi talebiyle 11/5/2010 tarihinde İstanbul 14. Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu kaydının düzeltilmesi davası açmış; yine mirasçılık belgesi istemiyle 13/12/2012 tarihinde İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesine başvuruda bulunmuştur. Ayrıca başvurucu; uyuşmazlığa konu gayrimenkulün maliki olan dedesi İbrahim'in babasının adının tapuda sehven Murat olarak yazıldığını, dedesinin babasının gerçek isminin Emrullah olduğunu belirterek Emrullah oğlu İbrahim ile Murat oğlu İbrahim'in aynı kişi olduğunun tespitine karar verilmesi istemiyle 5/8/2013 tarihinde İstanbul 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde de tespit davası açmıştır.

14. Başvurucu, uyuşmazlığa konu taşınmazın tapuda adına kayıtlı olduğu kişinin mirasçısı olduğunu ve uyuşmazlıkla menfaat ilişkisinin bulunduğunu ispatlamak amacıyla açtığı davaların bekletici mesele yapılması talebini de içeren 9/9/2013 tarihli dilekçeyle kararın düzeltilmesi isteminde bulunmuştur.

15. İDDK'nın 5/11/2014 tarihli ara kararıyla, başvurucunun murisinin pay sahibi olduğunu belirttiği acele kamulaştırmaya konu edilen taşınmazın tapuda adına kayıtlı olduğu kişinin mirasçısı olduğunu ispatlamak amacıyla tapudaki kaydın düzeltilmesi davası açtığı, öte yandan tapuda malik görünen kişinin başvurucunun nüfus kaydında ve veraset ilamında adı geçen murisi ile aynı kişi olduğunun tespit edilmesi amacıyla da tespit davası açtığı belirtilerek sözü edilen davalar hakkında karar verilinceye kadar dosyanın bekletilmesine karar verilmiştir.

16. İDDK tarafından 20/4/2016 tarihinde İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesine müzekkere yazılmış ve başvurucunun muris İbrahim Solagay'ın veraset ilamı ile ilgili olarak açtığı davada davanın kabulüne ilişkin 6/2/2013 tarihli kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 31/3/2014 tarihli kararıyla bozulması üzerine uyuşmazlık hakkında bir karar verilip verilmediği, verilmiş ise sonucu ile kararın bir örneğinin gönderilmesi, henüz bir karar verilmemiş ise davanın ne aşamada olduğunun bildirilmesi hususunda gereği rica edilmiştir. İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen 15/5/2016 tarihli cevapta Yargıtayın bozma kararı üzerine dosyanın yeniden esasa kaydedildiği ancak davanın takip edilmemesi üzerine 6/11/2014 tarihinde işlemden kaldırıldığı ve 3/4/2015 tarihinde de davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği belirtilmiştir.

17. Bekletme kararından sonra 25/10/2017 tarihinde İDDK tarafından 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 54. maddesinde yazılı nedenler bulunmadığı gerekçesiyle kararın düzeltilmesi isteminin reddine hükmedilmiştir.

18. Nihai karar, başvurucu vekiline 20/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu 19/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Mirasçılık Belgesi İstemine Yönelik Dava Süreci

20. Başvurucu, muris İbrahim Solagay'ın veraset ilamı talebiyle 13/12/2012 tarihinde İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. İlgili Mahkemece 6/2/2013 tarihinde talebin kabulüne karar verilerek 72pay olarak kabul olunan miras ilgili mirasçılar arasında paylaştırılmıştır. Mahkemece ayrıca, başvurucunun dedesi İbrahim Solagay'ın 9/12/1933 tarihinde vefatıyla mirasçısı olarak kalanlardan başvurucunun babası Ahmet Hasan Solagay'ın 31/7/1998 tarihinde vefat ettiği de belirtilmiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 31/3/2014 tarihli hükmüyle, taraf teşkili sağlanmaksızın işin esası hakkında karar verildiği gerekçesiyle bozulmuştur.

21. Bozma kararı üzerine tekrar esas numarası alan dava, takip edilmemesi üzerine ilgili Mahkemenin 6/11/2014 tarihli kararıyla işlemden kaldırılmış ve 3/4/2015 tarihinde de davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

C. Tespit Davası Süreci

22. Başvurucu tarafından 5/8/2013 tarihinde İstanbul 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tespit davasında 27/2/2018 tarihinde davanın kabulüne hükmedilmiş ve Emrullah oğlu İbrahim ile Murat oğlu İbrahim'in aynı kişi olduğunun tespitine karar verilmiştir.

23. Anılan kararın gerekçesinde özetle dava konusu İstanbul'un Fatih ilçesi Hatice Sultan Mahallesi, 467 pafta, 2525 ada, 46 parselde iken kamulaştırma sonrası tevhit edilerek 3039 ada, 1 parsel olarak tescil olan taşınmazın Emrullah oğlu İbrahim adına kayıtlı olduğu, Mahkemece tapu kütükleri üzerinde Osmanlıca konusunda uzman bilirkişi aracılığıyla yapılan incelemeden belgelerdeki Emrullah isminin Allah lafzı elif ve güzel he ile kısaltıldığı, baştaki elif görülmediği takdirde Murat isminin yazılımı ile Emrullah isminin yazılımının el yazısında karıştırıldığının anlaşıldığı ve davanın kabulüne Emrullah oğlu İbrahim ile Murat oğlu İbrahim'in aynı kişi olduğunun tespitine karar verildiği belirtilmiştir.

24. Bahsi geçen kararın taraflarca istinaf edilmemesi üzerine hüküm 6/6/2018 tarihinde kesinleşmiştir.

D. Tapu Kaydının Düzeltilmesi Davası Süreci

25. İstanbul 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 6/11/2018 tarihli kararıyla, İstanbul 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde toplanan deliller ve Mahkemeye getirtilen kayıtlar ile de tapu kaydındaki Murat oğlu İbrahim'in başvurucunun dedesi olduğu kanıtlanan Emrullah oğlu İbrahim olduğu anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

26. Söz konusu karara karşı taraflarca istinaf başvurusunda bulunulmuştur ve dava derdest durumdadır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

27. 2577 sayılı Kanun'un "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. İdari dava türleri şunlardır:

a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları..."

28. 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı 14. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Dilekçeler,

...

c) Ehliyet,

...

yönlerinden sırasıyla incelenir."

29. 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek karar" kenar başlıklı 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;

...

b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,

...

Karar verilir."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

31. İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Ali Diren, B. No: 2015/13108, 18/4/2018, §§ 26-29.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 11/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

33. Başvurucu; menfaat ilişkisini ispatlamak amacıyla davalar açtığını, karar düzeltme aşamasında taraf ehliyetini ispatlamaya yönelik davalar sonuçlanıncaya kadar dosyanın bekletilmesine karar verilmiş olmasına karşın bu karara riayet edilmeyerek ve herhangi bir bildirim yapılmayarak davanın usulden reddine hükmedildiğini, haksız şekilde yargı yolunun sonlandırıldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

34. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yukarıda yer verilen iddialarının adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

37. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).

38. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (AYM, E.2013/40, K.2013/139, 28/11/2013).

39. Bireyin kamu makamları tarafından kamu gücü kullanılarak hakkında gerçekleştirilen ve sonuçları itibarıyla hukuksal durumunu, dolayısıyla menfaatini etkileyen bir idari işlemle ilgili uyuşmazlığın mahkeme önünde incelenmesi imkânından yoksun bırakılması mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil edebilir (Levent Tütüncü, B. No: 2015/3690, 18/7/2018, § 40).

40. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu tarafından, murisinin pay sahibi olduğunu belirttiği taşınmazın acele kamulaştırılmasına ilişkin kararın uyuşmazlık konusu edildiği bir idari dava söz konusudur. Söz konusu idari işlemin iptali istemiyle açılan davada başvurucunun uyuşmazlığa konu taşınmazla olan menfaat ilişkisini açıkça ortaya koyamadığı gerekçesiyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim haklarına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

41. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

42. Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Yusuf Bilin, B. No: 2014/14498, 26/12/2017, § 53; AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 10).

43. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

44. Somut başvuruda, davanın esasının incelenmemesi yönündeki mahkeme kararının idari işlemlere karşı iptal davası açılabilmesi için öngörülen menfaat koşulunun bulunmadığı gerekçesine dayandığı görülmektedir. Belirtilen koşulun idari yargıya ilişkin usul hukuku kuralları kapsamında dava açma ehliyetinin unsurlarından biri olduğu ve bu müesseseyle ilgili düzenlemelere de 2577 sayılı Kanun'un 14. ve 15. maddelerinde yer verildiği görülmektedir. Dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

45. İdari makamlar tarafından gerçekleştirilen ancak bireyin menfaatini etkilemeyen, bir başka ifadeyle birey üzerinde herhangi bir hukuksal sonuç doğurmayan işlemlerin uyuşmazlık konusu yapılarak hem yargının hem de idarenin sürekli ve gereksiz bir biçimde meşgul edilip işleyemez hâle gelmesini engellemek, bu suretle gerek yargı hizmetinin gerekse idarenin asli görevi olan kamu hizmetlerinin hızlı, düzenli ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesiyle davacı ile arasında menfaat bağı kurulamayan işlemlerden doğan uyuşmazlıkların esasının incelenmemesi idari yargıya ilişkin bir usul kuralı olarak düzenlenmiştir (Levent Tütüncü, § 47).

46. Yargılama usullerinin düzenlenmesinde usul ekonomisinin gözetilmesi, bu suretle iyi adalet yönetiminin de sağlanarak kamu yararının gerçekleştirilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir. Dolayısıyla usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesi gözetilerek idari işlemlerin dava konusu edilebilirliğinin belli koşullara bağlanması mümkündür (Levent Tütüncü, § 48).

47. Somut olayda usul kurallarını yorumlayan derece mahkemesince, başvurucu tarafından dava konusu işlemin iptalini istemeye yönelik menfaatin açıkça ortaya konulamadığı gerekçesiyle idari işleme karşı açılan iptal davasının esasını incelememesinin yukarıda değinilen kamu yararının gerçekleştirilmesine yönelik meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.

 (3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

48. Anayasa Mahkemesi; bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

49. Ölçülülük ilkesi, elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

50. Ölçülülüğün üçüncü alt ilkesi olan orantılılık, hakkın sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin sağlanmasını gerektirmektedir. Öngörülen tedbirin bireyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenmemesi gerekmektedir (Levent Tütüncü, § 52).

51. Dava konusu edilen bir idari işlemin bireyin menfaatini ihlal edip etmediğini belirleme ve mevzuatı bu yönüyle yorumlama görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Derece mahkemeleri, önlerindeki uyuşmazlığın niteliğini ve ilgili mevzuat hükümlerini gözönünde bulundurarak dava konusu işlemin davacının hukuki durumu üzerinde yaratabileceği etki ve sonuçlardan hareketle menfaatini ihlal edip etmediğini değerlendirir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava konusu edilen işlemin başvurucunun menfaatini ihlal edip etmediğinin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, idari işlemin bireyin menfaatini etkilemediğiyle ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (Levent Tütüncü, § 53).

52. Derece mahkemeleri, dava konusu edilen işlemin bireyin menfaatini ihlal edip etmediğini irdelerken ve buna dair usul kurallarını uygularken söz konusu düzenlemenin getirilmesiyle ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin menfaatleri arasında adil bir denge gözetmelidir (Levent Tütüncü, § 54).

53. Bu kapsamda bireyin hukuki durumu üzerinde birtakım etki ve sonuçlar doğurduğu, dolayısıyla hak ve menfaatlerini etkilediği çok açık olan bir idari işlemi yargı mercileri önünde uyuşmazlık konusu etme olanağından yoksun bırakılması bu konuda mahkemeye erişimini imkânsız hâle getirebileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Levent Tütüncü, § 55).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Bireysel başvuruya dayanak olan davada uyuşmazlık konusu, başvurucu tarafından murisinin pay sahibi olduğu belirtilen taşınmazın acele kamulaştırılmasına ilişkin işlemdir. Daire, başvurucunun uyuşmazlığa konu taşınmazla olan menfaat ilişkisini açıkça ortaya koyamadığı gerekçesiyle ehliyet yönünden davanın reddine karar vermiştir.

55. Başvurucu, uyuşmazlığa konu taşınmazın tapuda adına kayıtlı olduğu kişinin mirasçısı olduğunu ve uyuşmazlıkla menfaat ilişkisinin bulunduğunu ispatlamak amacıyla 11/5/2010 tarihinde İstanbul 14. Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu kaydının düzeltilmesi davası açmıştır. Başvurucu ayrıca 13/12/2012 tarihinde İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesinde veraset ilamı talepli dava ile 5/8/2013 tarihinde İstanbul 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde dedesinin babasının gerçek isminin Emrullah olduğu ve bu nedenle Emrullah oğlu İbrahim ile tapuda sehven yazılan Murat oğlu İbrahim'in aynı kişi olduğunun tespiti istemiyle dava açmış ve bu hususları kararın düzeltilmesi dilekçesinde belirterek anılan davaların bekletici mesele yapılması talebinde bulunmuştur.

56. İDDK'nın 5/11/2014 tarihli ara kararı ile sözü edilen davalar hakkında karar verilinceye kadar dosyanın bekletilmesine kararın düzeltilmesi aşamasında karar verilmiştir. İDDK tarafından 20/4/2016 tarihinde İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesine müzekkere yazılarak başvurucunun muris İbrahim Solagay'ın veraset ilamı ile ilgili olarak açtığı davanın durumu hakkında bilgi istenmiş; ilgili Mahkeme, takip edilmemesi nedeniyle söz konusu davanın 6/11/2014 tarihinde işlemden kaldırıldığını ve 3/4/2015 tarihinde de davanın açılmamış sayılmasına karar verildiğini bildirmiştir. İDDK 25/10/2017 tarihinde bekletme kararıyla ilgili herhangi bir gerekçe ve açıklamaya yer vermeksizin 2577 sayılı Kanun'un 54. maddesinde yazılı nedenler bulunmadığı gerekçesiyle kararın düzeltilmesi isteminin reddine hükmetmiştir.

57. Bireyin menfaatini etkilemeyen uyuşmazlıkların esası hakkında karar verilmemesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesinin sağlanarak kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt ise orantılılıktır. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.

58. Somut olayda başvurucu tarafından, uyuşmazlığa konu taşınmazla olan menfaat ilişkisini kanıtlayabilmek için gerekli tüm yargısal süreçlerin işletildiği ve bunun üzerine İDDK tarafından sözü edilen davalar hakkında karar verilinceye kadar dosyanın bekletilmesine karar verildiği görülmektedir. Bununla birlikte İDDK'nın bekletme kararında haklarında karar verilinceye kadar beklenileceğini belirtmesine karşın başvurucunun uyuşmazlığa konu taşınmazla menfaat ilişkisini ortaya koyacak esas davalar olan tapu kaydının düzeltilmesi ve tespit davalarına yönelik herhangi bir inceleme yapmadan, söz konusu davaların sonuçlarını beklemeden ve bu hususa yönelik herhangi bir açıklamaya da yer vermeden, sadece veraset ilamına yönelik davanın açılmamış sayılmasına karar verildiğinin tespiti üzerine kararın düzeltilmesi isteminin reddine hükmettiği anlaşılmaktadır.

59. Buna göre başvurucunun iddiasını kanıtlamak ve menfaat durumunu ortaya koyabilmek için açtığı, kanıt olarak belirttiği ve İDDK tarafından da kanıt olarak değerlendirilerek haklarında karar verilinceye kadar bekleneceği belirtilen yargısal süreçlerin sonuçlanmasının beklenilmemesi nedeniyle başvurucunun uyuşmazlığa konu taşınmazla olan menfaat ilişkisine yönelik belirsizliğin bütün açıklığıyla giderilemediği ve bu kapsamda davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle başvurucuya ağır bir külfet yüklendiği değerlendirilmiştir.

60. Bu sebeple başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.

61. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Engin YILDIRIM ve M. Emin KUZ bu görüşe katılmamışlardır.

B. Diğer İhlal İddiaları

62. Başvurucu; başvuruya konu davada henüz taraf ehliyeti dahi sağlanmadan haksız bir şekilde karar verildiği belirtilerek mülkiyet, konut ve etkili başvuru hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

63. Somut başvuruya konu mahkeme kararının Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna varıldığından başvurucunun bu iddiaları hakkında ayrıca değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

65. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi ve 10.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

66. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

67. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

68. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

69. İncelenen başvuruda başvurucunun açtığı davanın menfaat koşulunun bulunmadığı gerekçesiyle esasının incelenmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Daire kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

70. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Danıştay Altıncı Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

71. Anayasa Mahkemesinin yukarıda aktarılan değerlendirmesi ve vardığı sonuç yalnızca mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin olup davanın esasına ilişkin bir tespit içermemektedir.

72. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Engin YILDIRIM ve M. Emin KUZ'un karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Diğer ihlal iddialarının incelenmesine GEREK BULUNMADIĞINA,

D. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Danıştay Altıncı Dairesine (E.2009/1769, K.2010/1159) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

F. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna (E.2013/4326, K.2017/3236) GÖNDERİLMESİNE,

I. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/2/2021 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

2018/3709 numaralı başvuruda azınlıkta kalan üye Sayın M.Emin Kuz’un karşı oyunda yazmış olduğu gerekçelerle çoğunluk görüşüne katılmadım.

Başkan y.

 Engin YILDIRIM

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Acele kamulaştırma kararının iptali talebiyle açılan davada, menfaat şartının bulunmadığı gerekçesiyle ihtilafın esası incelenmeden verilen red kararından dolayı mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

Kararın gerekçesinde; başvurucunun, iddiasını kanıtlamak ve menfaat durumunu ortaya koymak için tüm sorumluluklarını yerine getirmesine karşın, kanıt olarak sunduğu ve temyiz merciince de kanıt olarak değerlendirilen belgelerin elde edileceği yargı süreçlerinin beklenilmemesinden dolayı söz konusu belirsizliğin giderilemediği ve davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle başvurucuya ağır bir külfet yüklendiği belirtilerek anılan hakka yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.

Söz konusu ölçülülük değerlendirmesi için öncelikle başvuru konusu iptal davası sürecinin incelenmesi gerekir.

Kararın dava sürecine ilişkin açıklamalar kısmında da belirtildiği gibi, 2006 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile acele kamulaştırma usulüyle kamulaştırılmasına karar verilen bir taşınmazda hisse sahibi olduğunu iddia ederek 19/10/2006 tarihinde Danıştay’da iptal davası açan başvurucu, Danıştay Altıncı Dairesinin 14/7/2009 tarihli ara kararıyla, tapu kaydında adı geçen kişi ile veraset ilamında adı geçen kök murisinin aynı kişi olduğunu kanıtlayacak her türlü bilgi ve belgenin gönderilmesinin istenmesine rağmen herhangi bir belge sunmamış ve anılan Dairenin 8/2/2010 tarihli kararıyla dava ehliyet yönünden reddedilmiştir.

Başvurucu bu kararı temyiz etmiş ve bu arada (yukarıda sözü edilen ara kararından yaklaşık on ay ve iptal davasının reddedilmesinden üç ay sonra) 11/5/2010 tarihinde asliye hukuk mahkemesinde, tapu kaydının düzeltilmesi talebiyle dava açmış; bu tarihten yedi ay sonra da 13/12/2012 tarihinde mirasçılık belgesi talebiyle sulh hukuk mahkemesine müracaat etmiştir.

Açtığı iptal davası sonucunda Danıştay Altıncı Dairesinin verdiği red kararına ilişkin temyiz talebinin Danıştay İdarî Dava Daireleri Kurulu (İDDK) tarafından 3/4/2013 tarihinde reddedilerek daire kararının onanmasından dört ay ve sulh hukuk mahkemesinden mirasçılık belgesi talep etmesinden de yaklaşık sekiz ay sonra başvurucu 5/8/2013 tarihinde asliye hukuk mahkemesinde, dayandığı veraset ilamında ve tapu kaydında farklı isimlerle belirtilen kişinin aslında aynı kişi olduğunun tespitine karar verilmesi talebiyle bir dava daha açmıştır.

Başvurucunun temyiz talebinin reddedilmesinden sonra karar düzeltme talebinde bulunması üzerine Danıştay İDDK 5/11/2014 tarihli ara kararı ile, başvurucunun yukarıda sözü edilen davaları hakkında karar verilinceye kadar beklenmesine karar vermiş; ancak başvurucu tarafından uzun süre bilgi verilmemesi ve bir talepte bulunulmaması üzerine İDDK tarafından 20/4/2016 tarihinde resen yazılan müzekkereye cevaben sulh hukuk mahkemesince verilen 15/5/2016 tarihli cevapta, davanın takip edilmemesi sebebiyle 6/11/2014 tarihinde (yani İDDK’nın mezkûr ara kararından bir gün sonra) dosyanın işlemden kaldırıldığı ve 3/4/2015 tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği bildirilmiştir. Sulh hukuk mahkemesinin bu cevabından sonra da yaklaşık birbuçuk yıl bekleyen İDDK 25/10/2017 tarihinde karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir.

Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, 2006 yılında açılan iptal davası sürecinde, başvurucunun sunduğu veraset ilamı ile tapu kaydında geçen isimler arasındaki fark sebebiyle ortaya çıkan belirsizliğin giderilmesi için Danıştay tarafından ilki davanın açılmasından üç yıl sonra (14/7/2009 tarihinde), ikincisi de sekiz yıl sonra (5/11/2014 tarihinde) davacıya (başvurucuya) iki defa imkân tanındığı, ancak başvurunun ilk ara kararından sonra tamamen hareketsiz kalarak hiçbir belge ibraz etmediği, ikincisinde de sulh hukuk mahkemesinde açtığı davayı takip etmeyerek müracaata bıraktığı ve sonunda davanın açılmamış sayılmasıyla sonuçlanmasına yol açtığı, karar düzeltme incelemesi sırasında 2014 yılında verilen ara kararının ardından üç yıl beklendikten sonra da 2017 yılında karar düzeltme talebinin reddedildiği tartışmasızdır.

Böylece, başvurucunun iptal davasını açtığı 2006 yılından çok uzun bir süre önce vefat eden kök murisinin -1969 yılında alınan veraset ilamındaki- isminin tapu kaydındakinden farklı olmasına rağmen, takip eden yıllarda tapu kaydında düzeltme yapılması için murisi veya kendisi tarafından hukukî yollara müracaat edilmediği gibi iptal davasının konusunu oluşturan ve adından da anlaşılacağı üzere acil bir mahiyet taşıyan acele kamulaştırma işlemiyle ilgili uyuşmazlıkta, önce Danıştay Altıncı Dairesinin sonra da İDDK’nın -ara kararlarıyla uzun süreler vererek- istediği belgeleri de (sadece bu belgelerin temini için tanınan) yaklaşık sekiz yıl boyunca Danıştaya sunmadığı, bu konuda gerekli davaları makul süreler içinde açmadığı ve mirasçılık belgesi için açtığı davayı da takip etmeyerek müracaata bıraktığı ve sonunda davanın açılmamış sayılmasına yol açtığı açıktır. Başka bir anlatımla, başvurucunun iddiasını kanıtlama ve menfaat durumunu ortaya koyma hususunda özen yükümlülüğüne uygun davrandığı söylenemez.

Bu sebeplerle, başvurucunun davadaki ehliyetini, yani menfaat durumuna ilişkin iddialarını kanıtlamak için sorumluluklarını gereği gibi yerine getirmediği, -uyuşmazlığın acele kamulaştırma işlemine ilişkin olmasından dolayı acil mahiyet taşımasına rağmen Danıştayın başvurucuya yeterince süre tanıdığı da dikkate alındığında- müdahalenin ölçülü olduğu, dolayısıyla mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği düşüncesiyle, çoğunluğun aksi yöndeki değerlendirmelerine ve ihlal kararına katılmıyorum.

Üye

 M. Emin KUZ