Hikaye meşhurdur. Şems-i Tebrizi ayrıldıktan sonra Mevlana çok üzülür. Her yerde arar onu. Sormadığı kimse kalmamıştır, aramadığı yer de. Ama bir haber yoktur Şems’ten. Sonra bir gün bir adam gelir ve der ki ‘Şems’i gördüm’. Çıkarır sırtından hırkasını, verir adama. Der ki yanındakiler Mevlana’ya, ‘adam yalan söyledi, siz de biliyorsunuz, buna rağmen neden hırkanızı verdiniz?’
Mevlana’nın cevabı da meşhurdur: ‘ben yalanına hırkamı verdim, doğru söyleseydi canımı verirdim’.
Bu söz, Mevlana tarafından Şems’e verilen kıymeti gösterir. Ama ben bundan bahsetmeyeceğim bugün. Bence bu hikayede bir gizli taraf daha var. O da karşısındakine inanmak...
Yalana bile inanan saf düşünceyi anlatıyor bu hikaye. Yalana bile hırka veren bir anlayışı, tabii Mevlana’yı da.
Kimle konuşsam hep, kendilerinin iyi niyetinin istismar edildiğinden bahsediyor bana. Kandırıldığından ve insanların güvenilmezliğinden. Herkesin aldatıldığı ve kandırıldığı elbette olmuştur.
Bence Mevlana tam da burada, herkesin çekince koyduğu noktada ayrılıyor. Yalana bile inanıyor. İnsanlarla ilişkilerimizde onlara inanmamak düşüncesi bizi kemirip duruyor içten içe. Karşımdaki ya beni kandırıyorsa? Tam da ben burada diyorum ki, buyursun kandırsın. Ben kanmaya çoktan razıyım.
Kim ne derse inandım hep. Elini uzatanın da elini tutmakta bir sakınca görmedim. İnsanların kafalarının arkasını okuyamadım hiç. Okumaya da çalışmadım.
Benim asistanım hep bana ‘hocam siz safsınız herkese inanıyorsunuz, bu yanınıza gelenler sizi sevmiyorlar, kandırıyorlar sizi’ diyordu. Olsun... İnanmak lazım ,gerekirse kanmak lazım.
Ben etrafımdakileri, insanları gerçekten seviyorum. Onların söylediği ne olursa olsun doğru olduğunu düşünüyorum.
Millet adına karar verenler, bir topluluğu temsil edenler ya da diğer insanların hakkını savunanlar, elbette dikkat edebilirler kanmamaya, aldanmamaya. Ben bu noktada değilim ki. Kandıran sadece beni kandırıyor.
Benim çabam kandırmamak için, aldatmamak için olmalı.
Galile, dünya dönüyor dediği için idamına karar verilmiş. İdam edilmeye götürülürken karısı ağlıyormuş. ‘Neden ağlıyorsun?’ diye sorar Galile. ‘Seni haksız yere asacaklar’ diye cevaplar karısı. Bunun üzerine Galile döner der ki, ‘ya haklı yere mi assalardı?’
Tam da işte bunun gibi. Kandırmaktansa kanmayı tercih etmeli insan.
Sevgili öğrencilerim ve dostlarım.
Herkesin size güvendiği ve kimsenin sizden korkmadığı insanlar olun. Ayaklarınızı yere sabitleyin ve herkese güvenin. Gelin inanmayı öğretelim, güvenmeyi öğretelim. Bu topraklara yeniden güven ekmeliyiz. Sizi bin kere kandıran bile, sizin kandırmayacağınızı bilmeli, öğrenmeli ve bir gün dönüp gelmeli artık sen de bana güvenebilirsin diye.
Bir ayna gibi tertemiz olun. Karşınızdakinin karanlığı karartmasın sizi. Saflığınızı ve ışıltınızı kaybetmeyin. Pırıl pırıl bir insan örneği olun.
Kandırılmaktan, aldatılmaktan dolayı yüreklerinizin kanayacağını biliyorum. Canınızın yanacağını da. Bazen göz yaşlarınız gönlünüzü ıslatacak, biliyorum. Ama gül yetiştiren hangi bahçevan şikayet edebilir dikenlerden?
Ben karşımdaki herkese inanıyorum. Hatta kandırmayı düşünen varsa ben buradayım, hazırım diyorum. Biliyorum ki siz öğrencilerim de yanımda.
Hırkalarımız mı?
Çıkardık sırtımızdan hırkalarımızı. Onları da vermeye hazırız çoktan.