Huzur Dersleri: Eğilmemek-Bükülmemek

Abone Ol

Gerisini Mehmet Akif’ten dinlemek gerekir:

“Çağırtalım mı?” demişler; “evet” demiş, Hünkâr;
Takım takım yola çıkmış hemen silâhşorlar.
Hüsâm Efendi henüz Dolmabahçe'lerde iken,
Gelip yetişmiş adamlar, üçer beşer, geriden.
— Efendimiz bizi gönderdi, çok selâm ediyor;
“Görüşmek istiyorum, kendi istemez mi?” diyor.
Uzun değil ki saray, işte dört adımlık yer;
Hemen dönün, gidelim, hiç düşünmeyin bu sefer!
Dönün, ricâ ederiz... — Dinleyin, sabırlı olun:

Ben elli beş senedir teptiğim yegâne yolun,
Henüz sonundan uzakken, tükendi gitti ömür;
Tutup da bir geri döndüm mü, yandığım gündür!

Bu son zamanlar o kadar çok insanın eğilip büküldüğünü gördükçe içim sızlıyor. Doğruyu söylemekten bile aciz olmak ne kötü, ne zor. Gönül ehlinin küçümsediği şu dünyaya, mala mülke ve makamlara eğilenleri gördükçe ne zor zamanları yaşadığımızı bir kez daha görüyorum. Saygı duyduğumuz, yaşını-başını almış, saçı-sakalı ağarmış insanların bükülmeleri ne acı. Adını aydın, düşünür ya da alim koyduğumuz insanların dosdoğru olamamaları, her şeyi tevil etmeleri, izaha kalkışmaları ne elem verici.
Gençlerin dik duruşu güzeldir ve nedendir dik duranlar hep gençtir. Gördüğüm, yaş ilerledikçe sadece sırtlar eğilmiyor, sadece beden kamburlaşmıyor, galiba içimizdeki dürüstlüğü temsil eden ‘elif gibi duruş’lar da bükülüyor.
Bu gece –nedendir bilmiyorum ama- hep Akif’ten geliyor aklıma anlatacaklarım. Belki de hiç eğilmediğindendir, hiç bükülmediğindendir. Yine zor zamanların yaşandığı bir dönemde Sebilürreşad Dergisinde oturan ve evden getirdiği kuru fasulyeyi yiyen Akif’in kapısı çalınır ve birisi girer içeri. Der ki, ‘Nazırın (bugün ki karşılığı ile bakanın) selamını getirdim, yazılarınızda o kadar ileri gitmemenizi rica ediyor’. Akif çok kızar, der ki, ‘Söyle Nazırına, ben kuru fasulye yemeye razı olduktan sonra, kimseden korkmam, bu gidiş böyle oldukça ben her zaman yazarım’.
Aralık ayının sonunda, soğuk ve karlı bir kış günü vefat ettiğinde, Akif’in töreninde devlet, sadece hafiyeleri ile kimlerin katıldığını fişlemek için bulunmuştu. Ne bundan Akif kaybetti ne de o gün devlet kazandı. Benim inancıma göre hepsi de gerçek dünyalarında o gün yaptıkları ile yüzleşiyorlardır.
Yapmamız gereken şey, iyiye iyi, kötüye kötü, dürüstlüğe dürüstlük, hakka hak, hırsızlığa hırsızlık demek. Bu kelimelerin ve kavramların içini boşaltmadan, hangi düşünce ile olursa olsun taraftarlık düşüncesi ile sapmadan saptırmadan doğruyu söylemek.

Sevgili dostlarım ve öğrencilerim.
En çok korktuğum eğilip bükülmek. Bahçeniz varsa bilirsiniz. Rüzgarlarda ağaçların yanına eğilip kırılmaması için bir destek koyarlar. Ya da beli bükülmüş ihtiyarların yanında ellerinden tutanları vardır. Dik durmasını, dik yürümesini sağlarlar.
Yaşım ilerliyor, umarım sadece sırtımız kamburlaşır, bükülen sadece belimiz olur. Yeter ki, içimizdeki değerlerimiz, doğrularımız eğilmez, kırılmaz. Bu zor zamanlarda eğilirsem, eğilirsek, el atın bana, el atalım bir birimize. Sırt sırta verip yaslanalım birbirimize ve dik duralım. Hayat serüvenimiz, ne yürüdüğümüz yola ihanet olsun ne de değerlerimize.
Eğer geri dönersek işte o gün, yandığımız gündür.
Bu akşam, Akif’i anlattım size ama içim yine hüzün doldu inanın. Yine bir başka şairin mısraları ile –Akif’e yakışan ve onu anlatan mısralarla bitirmek isterim bu yazıyı.
‘Son gün olmasın dostum, çelengim top arabam;     
Alıp beni götürsün tam dört inanmış adam!’   

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Tekin MEMİŞ tarafından sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)