Rahmetli babamdan bir hikaye ile başlayayım yine. Babam, annesini çok küçükken kaybettiğini ve hayal meyal hatırladığını söylerdi. Babam gittiği köy ilkokulundaki hatırasını yıllar sonra bile hüzünle anlatmıştı bir gün:
İlkokul üçüncü ya da dördüncü sınıftaydım. İlkokul öğretmenimiz Zühtü Hoca, “Öksüz Oğlak” isimli bir hikayeyi bize okutturuyordu. Sıra bana geldi okumaya başladım. Öksüz oğlağın annesi ölmüştü. Daha küçücüktü. Süt emmek için bir koyuna yaklaştı, o koyun onu süstü (kafası ile itekledi), sonra diğerine sonra diğerine ama hepsi o öksüz oğlağı kovalıyordu.
Babam diyor ki, tam hikayenin bu kısmına gelince ağlamaya başladım. Zühtü hoca anladı, geldi, beni öptü başımı okşadı, oğlum üzülme dedi “ben unuttum senin durumunu”.
Bu hikaye beni de hüzünlendirir hala.
Ben dünyada babaların kötü olabileceğini sıkça görmüşümdür, duymuşumdur ama annelerin kötü olabileceğini ise nerede ise ya duymadım ya da nadiren işittim.
Hatıralardan açılınca babamdan bir hatıra daha anlatmak istiyorum: Rahmetli dedem babama anlatmış ben de size anlatıyorum. Yine köy yerinde bir ağıl yanmış içinde dedemin çocuğu yani benim amcalarımdan biri. Dedem diyormuş ki, alev sarınca her yeri, ben giremedim, ama annesi hiç düşünmedi bile, daldı içeriye çıkardı çocuğunu. O zaman anladım ki, anne yüreği ile kimseler yarışamaz.
İlkokul günlerimde idim. İkinci ya da üçüncü sınıftayım, anneler gününü öğrenince –artık ne kadar harçlığım vardı ise ki, çok azdır eminim- gittim pastaneden küçücük bir pasta parçası aldım anneme, anneler günü hediyesi olarak. Bu arada belirteyim o dönemler pastayı yılda bir yersek ne mutluydu bize.
Pazar günü gelip de anneme verdiğimde ne çok sevinmişti ama ilginçtir ki annem bir küçük parçasını aldıktan sonra geri kalanını abimle bize yedirmişti. Önce nazlandık ama sonra yedik afiyetle. İşte anne bu. Hepimizin annesi gibi cefakar bir anne örneği işte.
O ilk hediyedir bugüne dair hatıram ve sonra babamın anlattıkları. Annemiz babamın hastalığı boyunca yanımızda ve görüyorum diye seviniyordum ki bu salgın dolayısıyla ziyaret bile edemez olduk. Uzaktan telefonla görüntüler kaldı bugün yanımızda ve korkularımız. Ben babamın hastalığında yanımda kaldığı her gün mutlu oldum annemle babamın. Dizleri rahatsız olduğu için ve yürümekte zorlandığı için arabayla geziyorduk annemle. Sahil kenarlarına gittik uzak yerlerini dolaştırdım İstanbul’un. Bir gün bana dedi ki, oğlum güzel yerlere gidiyoruz da biraz da insan görelim. Annemi alıp Ümraniye’nin kalabalık caddelerine götürdüm. Sonra alışveriş merkezlerine. Çok mutlu olmuştu.
İnsanın hangi yaşta olursa olsun annesinin olması kadar güzel bir şey yok. Ve anne ya da babasından biri gittiğinde bir insanın bir yanın göçüp gittiğini ta yüreğimde hissediyorum bugün.
Size yaşanmışlıklar anlatıyorum, bugün size hatıralar naklediyorum. İnanın satırlarda sonsuza kadar ışığı kalsın diye anne ve babanın çocuklarına olan sevgisine işaret diye.
Sevgili öğrencilerim ve dostlarım,
Yakınızdaysanız anne ve babanızın, elinden öperken benim için de öpün. Yanınızdayken ve dünyanın en büyük hazinesine sahipseniz kıymetini bilin. Her gününüzü birlikteliklerinizle ömrünüze bir elmas gibi takın.... Sonra çok çok arayacaksınız, inanın.
Vardır eminim kendilerine verecek küçük büyük hediyeniz. Ben bu gün gidemedim yanına bu salgın yüzünden. Bir küçük pasta parçası bile alamadım. Ama olabilseydi yıllar sonra küçük bir pasta parçası alıp en azından çoğunu annemin yemesi için ısrar ederdim.
Sevgili öğrencilerim sözün özü, anneler gününüzü tebrik ediyor, bütün annelerin elinden öpüyorum.