HUKUKUN EKOLOJİSİ

Abone Ol

Ekoloji, Yunanca ev anlamına gelen “Οίκος” ve bilim demek olan “Λόγος” sözcüklerinden türetilen ve insan da dahil olmak üzere doğadaki tüm canlıları inceleyen bilim dalına verilen isimdir.

Yunanlıların bu bilim dalına “ev bilimi” demelerinin nedeni, doğayı kendi evleri olarak görmeleri ve kabul etmeleridir. Esasen doğayı korumanın en başta gelen ilkesi, doğayı kendi evimiz olarak görmemiz ve kendi evimiz gibi korumamızdır. Esasen ekoloji bilimi de bunu öngörmekte, bunu emretmektedir.

O nedenle, oldukça geniş bir inceleme alanı olan bu bilimin yol göstericiliği sayesinde, tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan dünya kaynaklarını koruyabilir, bizden önceki nesillerden devir aldığımız ve mirasçısı olduğumuz bu kaynakları, bizden sonraki nesillere aktarabiliriz.

Ekoloji bilimi, sadece bu yönüyle, yani dünya kaynaklarının korunmasıyla ve gelecek nesillere aktarılmasıyla ilgili bir bilim değil, aynı zamanda hukuki yönü, içeriği ve boyutu da olan bir bilimdir. Bu bağlamda, hukukun da bir ekolojisi, ekolojinin de bir hukuku vardır.

Her ne kadar hukukun ekolojisi ya da ekolojik hukuk kavramı çevre hukuku ile benzerlik göstermekte ise de, her iki hukuk dalı birbirlerinin aynı değildir ve farklıdır. Öyle ki, çevre hukukunun, insanlıkla doğal çevre arasındaki etkileşimin düzenlemesi üzerine olmasına ve insanın çevre üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak için insan faaliyetlerini sınırlamayı veya engelleme yoluyla azaltmayı amaçlamasına karşın ekolojik hukuk, toplumun yaşayış biçimiyle devletlerin ve şirketlerin gücünü belirleyen yasaların mevcut mekanist görüşün ürünleri olmaktan çıkarılmasını ve ekolojik ilkeler ışığında yeniden ve bizzat topluluklar tarafından oluşturulmasını savunmaktadır.  

Nitekim bilim insanı Amerikalı Fritjof Capra ile yine Amerikalı hukukçu ve akademisyen Ugo Mattei, doğa ve toplumla uyumlu bir hukuk sisteminin nasıl inşa edileceği üzerine düşünmüşler ve kendi uzmanlık alanlarındaki bilgilerini, birikimlerini, deneyimlerini bir araya getirerek “Hukukun Ekolojisi” üzerine bir kitap yazmışlardır. 

Bilimsel olarak en mutlak anlamıyla ekoloji, ekolojik bir topluluğun üyeleriyle içinde bulundukları doğal ortam arasındaki ilişkilerin bilimidir. (Fritjof Capra, Ugo Mattei, “Hukukun Ekolojisi”, Koç Üniversitesi Yayınları, sayfa 33) Dolayısıyla, bu anlam çerçevesinde hukukun ekolojisi, ekolojinin temel ilkeleriyle tutarlı, bu ilkeleri dikkate alan bir hukuk düzenini, hukuki kurumların, özel mülkiyetin ve devlet otoritesinin mekanist işleyişi altında birer doğal kaynak sömürme mekanizması olmaktan çıkıp, ekolojik topluluklara dayalı kurumlara dönüştürülmesi sürecini ifade eder, dahası hukukun ekolojisi, gelecek kuşakların çıkarına ve genel olarak bütün insanlığın hayatta kalması adına doğaya bakılmasını ve doğanın korunmasını amaçlayan bir yöntem arayışındadır. (Fritjof Capra, Ugo Mattei, “Hukukun Ekolojisi”, Koç Üniversitesi Yayınları, sayfa 33-34)    

Özel mülkiyetin ‘doğal hak’ sayıldığı, doğal kaynakların yeryüzünde yaşayan tüm canlıların müşterek varlığı olması gerekirken yağmalanıp sömürüldüğü bu düzen daha fazla devam edemez” düşüncesinden hareket eden ve “artık bu düzeni değiştirmenin zamanı geldi” diyen kitaba konu tartışmanın odağını, “günümüzde küresel çapta yaşanan çevresel, sosyal ve ekonomik krizin dünyayı bir  ‘makine’ olarak gören ve insanları da bu makinenin sahibi ilan eden mekanist görüşten kaynaklandığı” görüşü oluşturmaktadır. 

Bu görüşe karşı çıkan kitabın yazarları, “doğa bilimleri ile hukukun antikçağdan beri paralel ilerlediği ve bu iki disiplinin birbiri üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğu” noktasından hareket etmekte ve bunu değiştirmenin yolunun, “toplumun yaşayış biçimiyle devletlerin ve şirketlerin gücünü belirleyen yasaların mevcut mekanikçi görüşün ürünleri olmaktan çıkıp ekolojik ilkeler ışığında yeniden ve bizzat topluluklar tarafından oluşturulmasından geçtiğini” savunmaktadırlar.

Bilimde 16.ve 17. Yüzyıllarda başlayan mekanist paradigmanın: Galileo Galilei’nin nicelleştirme vurgusunu; Francis Bacon’un savunduğu, insanın doğaya hakim olduğu düşüncesini; Rene Descartes’in ileri sürdüğü, maddi dünyanın zihinden ayrı bir makine olduğu görüşünü; Isaac Newton’un nesnel, değişmez “doğa kanunları” bulunduğu düşüncesini ve John Locke’un ileri sürdüğü akılcı, atomcu toplum görüşünü içerdiğini, yine hukuk kuramı alanında Hugo Grotius ile Jean Dumar gibi 17.Yüzyıl hukukçularının geliştirdiği akılcı ve mekanist  paradigmanın, gerçekliği birbirinden ayrı, tanımlanabilir bileşenlerden, bireysel hakları devlet tarafından korunan mülk sahiplerinden oluşan bir bütün olarak gördüğünü (Fritjof Capra, Ugo Mattei, “Hukukun Ekolojisi”, Koç Üniversitesi Yayınları, sayfa 23)  ifade eden yazarlar, son otuz yıl içinde bilimin ön saflarında bütünüyle yeni bir paradigmanın ortaya çıktığını ileri sürmektedirler.

Her iki yazara göre, mekanist dünya görüşünden bütünlükçü ekolojik dünya görüşüne doğru evrilen bu paradigma değişikliğinin temelinde, bambaşka bir metafor vardır ve bu metafor dünyanın bir makine gibi görülmesi yerine ağ olarak anlaşılmasıdır. (Fritjof Capra, Ugo Mattei, “Hukukun Ekolojisi”, Koç Üniversitesi Yayınları, sayfa 23)  

Yaşamı ağlara dayanarak anlamanın, ilişkilerle ve örüntülerle düşünme becerisini gerektirdiğini, bilimde bu yeni düşünme biçiminin, “sistem düşüncesi” ya da “sistematik düşünce” olarak bilindiğini, buna bağlı olarak doğanın, yaşamı sömürmeye değil üretmeye yönelik bir dizi ekolojik ilkeyle ayakta tuttuğunu anladığımızı, ancak hukuk kuramında ya da kamuoyunun hukuk anlayışında buna karşılık gelen bir paradigma değişikliğinin yaşanmadığını (Fritjof Capra, Ugo Mattei, “Hukukun Ekolojisi”, Koç Üniversitesi Yayınları, sayfa 23)  ileri süren Fritjof Capra ve Ugo Mattei, bu noktadan hareketle böyle bir değişikliğe ihtiyaç olduğu fikrindedirler. Zira onlara göre, bugün yaşanan ve hepsi de birbirine bağımlı ve birbirleriyle bağlantılı olan büyük sorunlar sistemden kaynaklanan sorunlardır, dahası küresel düzeyde yaşanan kriz de bir ekolojik krizdir.  

Sonuç olarak kitapta, hukuksal paradigmalarda yeni bir “hukuk ekolojisini” beraberinde getirecek köklü bir değişikliğe gitme çağrısında bulunulmakta ve bu yeni ekolojik hukuksal düzenin temelinde, toplumsal gerçekliğin, bireysel “yapıtaşlarından” oluşan bir kümenin değil, toplumsal ağ ve topluluklardan müteşekkil bir bütün olarak görülmesi düşüncesi bulunmakta, bu bakış açısına göre, hukuk nesnel bir yapı olarak değil, yurttaşların ve yasal toplulukların kendi içlerinde örgütlenip hukuki kimlik kazanarak etkili bir faaliyet göstermesini öngörmektedir. (Fritjof Capra, Ugo Mattei, “Hukukun Ekolojisi”, Koç Üniversitesi Yayınları, sayfa 24)       

Geliştirilen bu fikre ve çağrıya uygun olarak kitapta, “bilim ile hukuk ve yargı sistemleri arasındaki ilişki; doğa kanunları ve insan eliyle yapılmış kanunlar, yani pozitif hukuk arasındaki ilişki; hukuk ve bilimin modern dünya görüşü ile modernitenin bugünkü küresel krizine olan katkıları; bilimde yakın zamanda yaşanan paradigma değişikliği ve ekonomik bir hukuksal düzen geliştirmek için, hukukta da benzer bir değişikliğe duyulan ihtiyaç” (Fritjof Capra, Ugo Mattei, “Hukukun Ekolojisi”, Koç Üniversitesi Yayınları, sayfa 24) konuları ayrı ayrı ele alınmakta ve incelenmektedir.  

Hukukun Ekolojisi” kavramının hukuk metodolojisi yönünden önemi ve değeri, bilimde yakın zamanda yaşanan paradigma değişikliğinin hukuk alanında da paradigma değişikliklerine yol açıp açmayacağı, yol açması durumunda buna göre kurulacak yeni hukuk düzeninin metodolojisinin ne yönde gelişeceği ve şekilleneceği, mevcut metodoloji anlayışını hangi noktalarda etkileyeceği ve değiştireceği noktasındadır.

O nedenle, bireylerin ve toplumların ama en başta hukukçuların, bu bağlamda yargıçların, avukatların, savcıların ve hukuk akademisyenlerinin bunu öngörmeleri ve buna göre pozisyon almaları gerekir.