1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu yerini, 12.01.2011 tarihinde TBMM’de kabul edilen 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na bırakmıştır. Hukuk Muhakemeleri Kanunu birçok önemli değişikliği ve yeni kurumları beraberinde getirmiştir. Bunlardan bir tanesi de çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır.
HUMK döneminde yargılama usulü olarak yazılı yargılama, sözlü yargılama, basit yargılama ve seri yargılama usulleri benimsenmiştir. HMK dönemimde ise temelde iki yargılama usulü benimsenmiştir. Bunlardan birisi, Kanunun asıl yargılama usûlü olarak düşündüğü ve daha geniş uygulama alanı olan yazılı yargılama usûlü; diğeri ise, uygulandığı dava ve işlerin özel olarak belirtildiği basit yargılama usulüdür.[1] Kanun HUMK döneminde uygulanan diğer usullerin terk edildiğini Hmk 447. Maddesinde “Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.” belirtilmiştir.
Dava dosyasındaki hukuki uyuşmazlığın tabi olduğu yargılama usulünün doğru seçilmemesi yapılacak olan yargılamanın usul kurallarının önemli bir kısmını değiştirmektedir. Bundan dolayı bu iki yargılama usulü arasındaki farkların neler olduğunu, konuya ilişkin Yargıtay kararlarını ve bu konuda hakkındaki görüşlerimizi paylaşarak çalışmamızı sonlandıracağız.
1-YAZILI YARGILAMA USULÜ İLE BASİT YARGILAMA USULÜ ARASINDAKİ FARKLAR
a) Dilekçeler Aşaması Ve İddianın/Savunmanın Değiştirilmesi Ve Genişletilmesi Yasağı
Bildiğiniz üzere, mahkemeye iletilecek/verilecek bir dilekçe ile dava açma süreci başlıyor. Bu durum HMK 118.maddesinde düzenlenmiştir. Dava açıldıktan sonra yazılı yargılama usulünde davacı taraf dava ve replik (cevaba cevap dilekçesi) dilekçesi verebilirken, davalı taraf ise cevap ve düplik (ikinci cevap) dilekçesi verebilir. (HMKm.136/1).
Basit yargılama usulünde ise, dilekçeler aşaması, davacı tarafça dava dilekçesi davalı tarafça ise cevap dilekçesi verilerek tamamlanır. (HMKm.317/1). Ayrıca, tarafların cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi veremeyeceği hususu da kanunda belirtilmiştir. (HMKm.317/3).
İddianın ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı yazılı yargılama usulünde, davacı yan açısından cevaba cevap dilekçesinin verilmesi ile davalı yan açısından ise ikinci cevap dilekçesinin verilmesi ile başlar (HMK m.141/1).
Basit yargılama usulünde ise, bu yasak davacı açısından dava dilekçesinin verilmesi davalı açısından cevap dilekçesinin verilmesi ile başlar (HMK m.319).
b) Dosyanın İşlemden Kaldırılması ve Davanın Açılmamış Sayılması Kararı Verilebilmesi
HMK’nın 150/1 maddesinde “Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflar, duruşmaya gelmedikleri veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.” denmiştir. Yazılı yargılama usulüne tabi bir davada, dava dosyası en fazla iki defa işlemden kaldırılabilir. Eğer iki defadan fazla işlemden kaldırılırsa HMK m.150/6 gereği dava hakkında açılmamış sayılmasına karar verilir.
Basit yargılama usulüne tabi bir davada, dava dosyası en fazla bir defa işlemden kaldırılabilir. Eğer bir defadan fazla işlemden kaldırılırsa, HMK m.320/4 gereği dava hakkında açılmamış sayılmasına karar verilir.
c) Ek Cevap Süresi Açısından
Yazılı yargılama usulüne tabi bir davada, davalı tarafın başvurusu üzerine davalıya bir ayı geçmemek üzere ek bir süre verilebilir. (HMK m.127) Basit yargılama usulüne tabi bir davada, davalı tarafın başvurusu üzerine davalıya iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verebilir. (HMK m.317/2).
d) Tarafların delillerini sunmaları açısından
7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe girmiş işbu kanunla birlikte HMK da birtakım değişiklikler yapılmıştır. Bahsi geçen kanun yürürlüğe girmeden önce yazılı yargılama usulüne tabi davalarda, ön inceleme duruşmasında tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verileceği belirtilmekteydi.
Kanun değişikliği ile birlikte artık taraflar ön inceleme duruşmasına davet edilirken, “Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği.” hususu belirtilmeye başlandı. (HMK m.139/ç) Yani ön inceleme aşamasında verilen iki haftalık süre artık duruşma öncesine çekilmiş oldu. Bu değişiklik yazılı yargılamanın geçerli olduğu davalarda delil bildirme süresi açısından önemli farklılığı ortadan kaldırmış oldu.
Basit yargılama usulünde ise, yazılı yargılama usulünde farklı olarak ön inceleme ve tahkikat işlemleri de basitleştirilmiştir. Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.[2] (HMK m.320/1) Basit yargılama usulünde yazılı yargılama usulüne nazaran delillerin bir an önce toplanması ve işlemlerin hızlı bir şekilde yapılması amaç edinilmiştir. Bu yüzdendir ki, ön incelemeden sonra tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikatın yürütülmesi için en fazla 2 duruşma öngörülmüş ve bu duruşmalar arası da en fazla bir ay olacak şekilde belirlenmiştir. (HMK m.320/3)
2-YARGITAY’IN KONUMUZ İLE İLGİLİ VERMİŞ OLDUĞU KARARLARI
- “…Öte yandan; itirazın iptâli davası olup, HMK'nın 105. maddesinde düzenlenen eda davası niteliğinde olması ve HMK'nın 118 ve devamı maddelerinde düzenlenen yazılı yargılama usulüne tâbi olmasına rağmen, yargılamanın 23.11.2011 tarihli oturumunda eda davası olduğu ve basit yargılama usulüne tâbi olduğunun, 22.02.2012 tarihli oturumunda ise davanın inşai dava olduğu ve basit yargılama usulüne tâbi olduğunun belirlenmesi doğru olmamıştır.”[3]
- “…Somut olayda, davanın 6100 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonra açıldığı ve dava dosyasının ilk kez 04.11.2014 tarihli celsede takipsiz bırakıldığı, sonrasında davacı süresinde başvurarak dosyanın kaldığı yerden devam etmesini talep ettiği, dilekçe uyarınca yeniden yenileme tensip tutanağı hazırlanarak davacı ve davalı vekili adına duruşma gün ve saatini bildirir davetiyenin usulüne uygun olarak tebliğ olduğu ve duruşmalara devam edildiği, 21.10.2015 tarihli celse ise tarafların duruşmaya gelmemesi üzerine tekrardan işlemden kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemece 6100 sayılı Kanun'un 320/4. maddesi gereği davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekirken, işin esası hakkında hüküm kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.”[4]
- “…Her iki davanın yargılama usulleri farklı olup, basit yargılama usulü Kanunun sınırlı olarak saydığı hallerde uygulanır. Bu yargılama usulüne tabi yargılama ve işlerde kanun yargılamanın daha basit ve çabuk yürütülmesini amaçlamıştır. Kooperatifler hukukundan kaynaklanan birleşen dava Kooperatifler Kanunu’nun 99. maddesi gereğince basit yargılama usulüne tabi olup, asıl dava ise genel usul kurallarına göre yazılı yargılama usulüne tabidir. Bu itibarla; yargılama usulleri farklı olan davaların birlikte görülmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan, davaların tefrik edilerek, ayrı ayrı sonuçlandırılması gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir. “[5]
- “…Davalı şirket tarafından açılan tazminat davası yönünden ise tasarrufun iptali davasının basit yargılama usulüne, tazminat davasının ise yazılı yargılama usulüne tabi olması nedeniyle her iki davanın birlikte görülemeyeceğinden bu davaların ayrılmasına karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme sonucu her iki davanın reddine karar verilmesi doğru bulunmamıştır”.[6]
SONUÇ:
Gerek mahkeme Hakiminin tensip zaptı ile uyuşmazlığın tabi olduğu yargılama usulünü belirlerken gerekse de Avukatların hukuki ihtilafın hangi yargılama usulü ile çözümlendiğini konusunda karar verirken dikkat etmesi gerektiği açıkça ortadır. Uyuşmazlığın tabi olduğu yargılama usulünün yanlış bilinmesi veya mahkemece yanlış seçimi ne derece büyük farklıklar meydana getirdiğini izah etmeye çalıştık. Dolasıyla tarafların hak kaybına uğramaması için bu hususa dikkat etmesi, yargılama usulünün mahkeme Hakimi tarafından yanlış seçimi durumunda mahkemeye bildirimde bulunak mevcut yanlışın giderilmesi gerektiği hususunu da belirterek çalışmamızı sonlandırıyoruz.
------------------------------
[1] Prof. Dr. Muhammet ÖZEKES, “HMK Bakımından Dava Dilekçesinde Eksiklik Halinde Yapılması
Gereken İşlemler”, “Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi”, Cilt:16, Yıl:2014, Sayı: Özel Sayı, (Haziran 2015), s.268
[2] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara, Yetkin Basımevi, 2015, s.510
[3] Y. 15. HD, 13.02.2014 - E. 2013/5649, K. 2014/968.
[4] 9. Hukuk Dairesi 2017/18714 E. ,2020/15611 K.
[5] 23. Hukuk Dairesi 2013/3784 E. , 2014/55 K.
[6] 17. Hukuk Dairesi 2013/20014 E. , 2014/2621 K.