Hukuk, Kardeşlik ve Real Politik: Kıbrıs Davası'nda Semerkant İkilemi

Abone Ol

Uluslararası hukuk ve diplomasi, semboller üzerinden okunur. Bu semboller bazen en güçlü antlaşmalardan daha derin anlamlar taşır. Türk dünyasının kalbi Semerkant, yakın tarihte bu gerçeği acı bir ironiyle yüzümüze vurdu. Kasım 2022'de bu kadim şehir, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Zirvesi'nde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) gözlemci üye statüsü verilmesiyle tarihi bir kardeşlik anına sahne oldu. Bu karar, Kıbrıs Türklerinin “Türk dünyasının ayrılmaz bir parçası” olduğunun ve en doğal haklarının tanındığının tescili olarak değerlendirildi.

Ancak bu birlik ruhu, aynı sembolik şehirde kısa bir süre sonra, Nisan 2025'teki Avrupa Birliği-Orta Asya Zirvesi'nde ağır bir yara aldı. TDT üyesi Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve gözlemci Türkmenistan, AB ile imzaladıkları ortak bildiride, Rum-Yunan tezlerinin yanında saf tuttu.

Bu yazının yazılmasına neden olan son gelişme ise, bu ikili politikanın acı bir tekrarı oldu. Kısa süre önce Brüksel'de imzalanan Avrupa Birliği-Özbekistan Gelişmiş Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması'na eşlik eden ortak bildiride, Özbekistan bir kez daha KKTC'yi "ayrılıkçı bir hareket" olarak tanımlayan ve Türkiye'nin varlığını "işgal" olarak ima eden 541 ve 550 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına "güçlü bağlılığını" teyit etti. Bu hamle, 2022'deki kardeşlik ruhunu siyaseten yok sayarak, Kıbrıs meselesinde reelpolitik çıkarların ağır bastığını yeniden gösterdi.

Müdahalenin Hukuki Meşruiyeti Göz Ardı Edilemez

Özbekistan ve diğerlerinin attığı adımın vahametini anlamak için Kıbrıs davasının hukuki temelini hatırlamak gerekir. Türkiye'nin 1974'teki müdahalesi, uluslararası propagandada ısrarla "işgal" olarak nitelense de, 1960 Garanti Antlaşması'ndan doğan meşru ve zorunlu bir hakkın kullanılmasıdır.

Bu müdahale, adadaki Türk toplumuna yönelik yıllardır süren ve "Akritas Planı" gibi belgelerle kanıtlanmış sistematik etnik temizlik girişimlerine, "Kanlı Noel" gibi katliamlara ve nihayetinde adayı Yunanistan'a bağlamayı amaçlayan 15 Temmuz 1974'teki EOKA darbesine karşı yapılmış zorunlu bir operasyondu. Avrupa Konseyi'nin 29 Temmuz 1974 tarihli kararı ve Atina Temyiz Mahkemesi'nin 1979 tarihli kararı dahi, Türkiye'nin antlaşma uyarınca müdahale hakkının bulunduğunu teyit etmiştir. Dolayısıyla Kıbrıs'taki Türk varlığı bir "işgal" değil, uluslararası hukuk temelinde bir garantörlük görevinin ifasıdır.

Semerkant'taki Vehamet: 541 ve 550 Sayılı Kararların Bedeli

İşte Semerkant'taki zirvede ve hemen ardından Brüksel'de yaşananlar, bu hukuki ve tarihi gerçekliği hiçe saymıştır. Özbekistan ve diğer Türk devletleri, AB'nin sunduğu 12 milyar avroluk yatırım paketi gibi ekonomik teşvikler karşılığında bu adımı attı. Özbekistan için AB, halihazırda üçüncü büyük ticaret ortağıdır ve DTÖ üyeliği gibi hedefleri için Brüksel'in desteği kritik önemdedir.

Bu "stratejik ortaklığın" bedeli olarak, imzaladıkları bildirilerin 4. maddesiyle BMGK'nın 541 ve 550 sayılı kararlarına "güçlü bağlılıklarını" teyit ettiler.

Hukuki açıdan bu, TDT'nin kendi kararıyla çelişen bir durumdur. Zira 1983 tarihli 541 sayılı karar, KKTC'nin bağımsızlık ilanını "hukuken geçersiz" sayar. 1984 tarihli 550 sayılı karar ise daha da ileri giderek KKTC'yi "ayrılıkçı bir hareket" olarak tanımlar ve Türkiye'nin varlığını "işgal" olarak ima eder. Yani bu devletler, sadece Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni (GKRY) tanımakla kalmamış; TDT çatısı altında gözlemci olarak kabul ettikleri KKTC'yi gayrimeşru ilan eden, Türkiye'nin garantörlük hakkını sorgulayan ve Rum-Yunan tezlerini temel alan yasal çerçeveyi resmen onaylamışlardır.

Bir Karşı Duruş Modeli: "Bakü Standardı"

Bu hayal kırıklığı tablosunda Azerbaycan'ın duruşu, hukuka ve kardeşliğe sadakatin ne anlama geldiğini gösteren bir "Bakü Standardı" oluşturmaktadır. Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in "KKTC'li kardeşlerimiz emin olsun ki, ülkelerinin bağımsız bir devlet olarak uluslararası toplum tarafından tanınması için her zaman yanlarında olacağız" şeklindeki net taahhüdü, konjonktürel çıkarların ötesinde stratejik bir ittifakın ilanıdır.

Bu duruş sadece söylemde kalmamıştır. Azerbaycan Milli Meclisi'nde "Azerbaycan-KKTC Parlamentolar Arası İlişkiler Çalışma Grubu" kurulması, resmi heyetlerin ziyareti ve en önemlisi, Azerbaycan'ın GKRY'de büyükelçilik açmayacağını net bir dille deklare etmesi, Özbekistan ve diğerlerinin pragmatizmiyle taban tabana zıt, ilkeli bir tavırdır. Kendi toprağı Karabağ'da yıllarca işgalin acısını çeken Azerbaycan, Kıbrıs davasının varoluşsal niteliğini ve Türkiye'nin İkinci Karabağ Savaşı'ndaki desteğinin stratejik önemini herkesten iyi anlamaktadır.

Sonuç: Bir Tercih Anı

Özbekistan'ın son hamlesi, TDT'yi bir yol ayrımına getirmiştir. Teşkilat, ortak kader birliği üzerine inşa edilmiş jeopolitik bir ittifak mı, yoksa üyelerinin kısa vadeli ekonomik çıkarlar uğruna temel ilkeleri feda edebileceği sembolik bir yapı mı olacak? Kıbrıs, bu sorunun turnusol kâğıdıdır.

Türkiye'nin bu duruma tepkisi, hasmane bir kopuş değil, "aile içi" bir sitem ve derin bir hayal kırıklığının ifadesi olmalıdır. Ancak bazı ailevi meseleler, halı altına süpürülemeyecek kadar hayatidir. Sorulması gereken soru şudur: Neden Bakü'nün onurlu ve stratejik yolu değil de Brüksel'in ekonomik vaatlerinin yolu tercih edilmiştir?

Kardeşlik, en zor zamanda belli olur ve Kıbrıs, o zor zamanın ta kendisidir. Bu sınavda başarısız olmak, sadece bir milli davayı zayıflatmakla kalmaz, aynı zamanda Türk dünyasının ortak geleceğine duyulan güveni de onarılması güç bir şekilde zedeler.

Kaynak:

Zentürk, Ardan. "TÜRK" DEDİĞİMİZ BUNU YAPARSA, KİME KIZABİLİRİZ? ÖZBEKİSTAN -YİNE- KKTC'Yİ İŞGAL BÖLGESİ GÖRDÜ..." YouTube videosu, 8:24. 30 Ekim 2025. https://youtu.be/_PKVXYl0XDo.