HUKUK DEVLETİ İLKESİ VE ÖLÇÜLÜLÜK İLKESİ

Abone Ol

1. HUKUK DEVLETİ İLKESİ

Demokrasi, devletleşme kademesindeki son aşamayı belirtir. Bu demokrasi özgürlükçü demokrasidir. Böyle bir devlette, devlet otorite ve ağırlık merkezi olma kimliğini yitirmiş, özgürlük ve güvenlik arasında arabulucu olmuştur[1]. Bir ülkenin demokratiklik seviyesi hak ve özgürlüklerin sınırlandığı alan olan Ceza Muhakemesi Hukuku ile değerlendirilir. Çünkü suçla mücadelede insan hak ve özgürlüklerini özüne dokunulması veya etkisiz hale getirilmesi bireylerin ve toplumun gelişmesini engeller.

Ceza muhakemesi hukuku açısından hukuk devleti ilkesinin anlamı, kanunen saptanmış ve bağımsız hâkimler önünde olacak yargılamanın açık temel kurallara göre yapılması ve temel hakların güvenceye alınmasıdır. Burada özellikle, şüphelinin yalın araştırma konusu olarak kabul edilmemesi, buna karşılık usule ilişkin haklara sahip bir muhakeme süjesi olarak ele alınması gerekmektedir. Ayrıca hukuksal olarak dinlenilme, özgür iradeyi sakatlayan müdahalelerde bulunma yasağı, ölçülülük ilkesi ve mahkûmiyet için her türlü kuşkudan arınmış biçimde suçun tüm unsurlarının ispatı zorunluluğu da hukuk devleti ilkesinin gerekleridir[2].

Ceza muhakemesi hukukunun temel ilkeleri ancak bir hukuk devletinde uygulama alanı bulabilir. Gerçekten hukuk devleti, diğer ilkelerin kaynağı ve aynı zamanda kalkanıdır[3]. Hukuk devleti, Anayasa’nın ve yasaların üstünde, yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkelerinin bilincinde olan devlettir[4]. Hukuk devleti ilkesi, ceza yargılamasında adalet ve eşitlik gibi ilkelerin yorumuna ışık tutmaktadır[5].

Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup, bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Hukuk Devletinde yasa koyucu, Anayasa ve Ceza Hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşulu ile kamu yararı, kamu düzeni gibi nedenleri gözeterek hangi eylemlerin suç sayılacağı ve bunlara verilecek cezaların tür ve miktarını saptayabileceği gibi, kimi suçlar için artırım nedenleri de öngörebilir. Yasa koyucunun, yasaklanan fiiller için, değişik cezalar ile kimi artırım nedenleri öngörmesi, yukarıda belirtilen takdir yetkisi içinde kalmaktadır. Öte yandan, yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden ayrı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmez. Bu ilke, birbiriyle aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kişi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Durum ve konumlarındaki değişik özellikler kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez[6].

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir. Hukuk devletinde ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerine ilişkin kurallar, Anayasa’ya aykırı olmamak üzere ülkenin sosyal, kültürel yapısı, ahlaki değerleri ve ekonomik hayatın gereksinimlerini göz önüne alan suç politikasına göre belirlenir. Kanun koyucu, izlediği suç politikası gereği bazı fiilleri ceza hukuku alanından çıkarabileceği gibi korudukları hukuki yararları ve neden olduğu sonuçları esas alarak birtakım suçları farklı yaptırımlara da tabi kılabilir. Hukuk devleti ilkesinin gereklerinden bir diğeri ise belirliliktir. Belirlilik ilkesi bireylerin hukuk kurallarını önceden bilmeleri, tutum ve davranışlarını bu kurallara göre güvenle belirleyebilmeleri anlamını taşımaktadır. Belirlilik ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Bir başka deyişle hukuk kurallarının belirliliğinin sağlanması yalnızca kanunla düzenleme yapılması anlamına gelmemektedir. Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla mahkeme içtihatları ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır[7].

2. ÖLÇÜLÜLÜK İLKESİ

Anayasa'da belirtilen "demokrasi" kavramı, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. "Demokratik toplumda gereklilik" ölçütü, Anayasa'nın 13. maddesi ile Avrupa İnsan hakları Sözleşme'nin "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ölçütünün bulunduğu 9. 10. ve 11. maddeleri arasındaki uyumu açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla, "demokratik toplumda gereklilik" ölçütü; çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temelinde yorumlanmalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları uyarınca, demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla, demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler[8]. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada esas alınan bir başka güvence de Anayasa'nın 13. maddesinde ifade edilen "ölçülülük ilkesi"dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir[9].

Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir[10].

Ceza kanunları ile korunan hukuki menfaatler olan kişiye özgürlüğü, malvarlığı, konut dokunulmazlığı, vücut dokunulmazlığı, cinsel dokunulmazlık gibi haklara yapılan sınırlamalarda Anayasa'nın orantılılık[11] prensibi göz önünde tutulmalıdır. Özellikle yeterli şüphenin olmadığı durumlarda kişilerin haklarına dokunan tedbirlere başvurulurken ölçülülük ilkesine göre hareket edilmelidir.

Soruşturma ve kovuşturma işlemleri yapılırken özellikle gözlem altına alma ve tutuklama tedbirlerinin peşin bir ceza infaz biçimi olarak düşünülmemesi, ölçülü kullanılması gerekir. Somut olaya ilişkin yapılacak soruşturma ve kovuşturmaların belli standartlarının olması Cumhuriyet savcısı ve hâkime göre değişen görünümler arz etmemesi gerekir. Koruma tedbirinin gerekip gerekmediği iyi araştırılıp koruma tedbirlerinin uygulanmasına gerek olmayan hallerde bu yollara başvurulmaması, gereksiz arama ve el koyla tedbirlerinin uygulanmaması ölçülülük ilkesinin bir gereğidir.

Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir[12]. Ancak cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerle TCK’nın 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi çerçevesinde verilen cezanın eylemin ağırlığıyla da orantılı olması gerekir[13].

Sosyal bir hukuk devletinin aşırılığa kaçmaması, yani eylem ve işlemlerinde orantılı davranması gerekir. Bu noktada orantılılık ilkesi aşırılık yasağı ile çakışır. Ceza hukuku alanında eşitlik bazı hallerde orantılı olmayı da şart koşar. Çünkü öyle bazı ceza hukuk işlemleri vardır ki, bunlar, işlemin yapılması ile sağlanması beklenen yarar ve verilmesi imkân dâhilinde bulunan zarar arasında bir oranın bulunmasını, aksi halde işlemden vazgeçilmesini gerektirir[14]. Örneğin, şüphelinin cadde üzerindeki yüz adet evde bulunabileceği ihbarı üzerine yüz adet ev için arama kararı verilmesi ölçülülük ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.

DR. CENGİZ APAYDIN

İSTANBUL ANADOLU CUMHURİYET SAVCISI

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

HUKUK VE ADALET BİLİNCİ TV

cezahukukubilinci.org

----------------

[1] Calliess, 1342 (akt- Özbek ve diğerleri, 52).

[2] Ünver/Hakeri, 14. Baskı, 13.

[3] Özbek ve diğerleri,53.

[4] Anayasa Mahkemesi’nin, 12.03.2009 tarihli, 2009/42 esas ve 2009/50 sayılı kararı.

[5] Centel/Zafer, 13. Baskı, 47.

[6] Anayasa Mahkemesi’nin, 17.02.2004 tarihli, 2001/406 esas ve 2004/20 sayılı kararı.

[7] AYM’nin 15.05.2019 tarihli, 2018/151 esas ve 2019/36 sayılı kararı.

[8] Anayasa Mahkemesi’nin, 24.09.2008 tarihli, 2006/142 esas ve 2008/148 sayılı kararı.

[9] Bkz. Ünver/Hakeri, 14. Baskı, 13-14.

[10] AYM’nin, 27/5/2015 tarihli, 2014/176 esas ve 2015/53 sayılı kararı; AYM’nin, 22/6/2016 tarihli, 2016/13 esas ve 2016/127sayılı kararı.

[11] “Sanığın eylemi neticesinde, mağdurun duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine neden olacak şekilde yaralandığı aynı zamanda hayat fonksiyonlarını orta (3.) derecede etkileyen kemik kırığının meydana geldiği olayda, suçun işleniş şekli, meydana gelen zararın ağırlığı ve sanığın kastının yoğunluğu da dikkate alınarak, 5237 sayılı TCK'nin 61. maddesi gereğince temel cezaya hükmedilirken, TCK'nin 3. maddesindeki cezada orantılılık ilkesi de gözetilerek hakkaniyete uygun ve sonuca etkili olacak şekilde alt sınırdan uzaklaşılması gerektiğinin gözetilmemesi, bozmayı gerektirmektedir”. Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin, 07. 11. 2019 tarihli, 2019/13964 esas ve 2019/20189 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[12] Bkz. Ünver/Hakeri, 14. Baskı,14.

[13] Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında ise şöyle denilmektedir; “ Anayasanın 138/1. maddesi hükmü, TCK'nın 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerle TCK’nın 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi çerçevesinde; suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, konusunun önem ve değeri, meydana getirdiği tehlike ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik de göz önünde bulundurularak; hukuka, vicdana, dosya kapsamına uygun bir cezaya hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde fazla ceza tayin edilmesi, kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan hükmün bozulmasına, suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, bozma nedeni, verilen ceza miktarı ve tutuklulukta geçirilen süre dikkate alındığında sanığın tahliye talebinin reddine, 28.02.2019 tarihinde yürürlüğe giren 20.02.2019 tarih ve 7165 sayılı Kanunun 8. maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanunun 304. maddesi uyarınca dosyanın Nevşehir 2. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin bilgi için Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 26.12.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi”. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin, 26.12. 2019 tarihli, 2019/7465 esas ve 2019/8354 sayılı kararı. (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır). Yargıtay’ın orantılılık ilkesine ilişkin bir diğer kararında ise şöyle denilmektedir; “Anayasanın 138/1. maddesi hükmü, TCK'nın 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerle 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi çerçevesinde, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, konusunun önem ve değeri, meydana getirdiği tehlike ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik de göz önünde bulundurularak; hukuka, vicdana, dosya kapsamına uygun alt sınırdan makul düzeyde uzaklaşarak bir cezaya hükmedilmesi gerekirken, sanık hakkında teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek fazla ceza tayin edilmesi, kanuna aykırılık oluşturmaktadır”. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin, 25.12. 2019 tarihli, 2019/5043 esas ve 2019/8337 sayılı kararı. (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır)

[14] Özbek ve diğerleri, 53