Hayasızca Hareketler Suçu ve “Amca-Yeğen” Meselesi Hakkında Bir Görüş

Abone Ol
Son dönemde basında oldukça sık rastladığımız bir olaya ilişkin, Savcılık tarafından resen “Hayasızca Hareketler Suçu” sebebiyle soruşturma açıldığı bilgisi paylaşılmıştır. Söz konusu hadisede her ikisi de reşit olan amca ile yeğenin teknede cinsel ilişkide bulunduğu iddia edilmektedir. Konunun ensest yönü itibariyle toplumsal ahlaki algısı bir yana, bu yazıda bu şekilde bir eylemin Türk Ceza Kanunu anlamında suç teşkil edip etmeyeceği konusu irdelenecektir.
            
Hayasızca hareketler suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yedinci Bölümünde yer alan “Genel Ahlaka Karşı Suçlar” bölümünde 225. maddede düzenlenmiştir. Bu madde gereğince “Alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan kişinin altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı” öngörülmüştür. Madde metninden de görüldüğü üzere suçun maddi unsurları “alenen cinsel ilişkide bulunmak” ve “teşhircilik” yapmaktır. Maddenin gerekçesine bakıldığında “alenen cinsel ilişki”nin cinsel arzuların tatmini amacına yönelik her türlü davranışı ifade ettiği, “teşhircilik” konusunun ise kişinin cinsel organlarından ibaret olmadığı, vücut bölgelerinin, madde metniyle korunması amaçlanan hukukî değeri ihlâl niteliğindeki teş­hirinin bu suçun oluşumuna neden olacağı belirtilmiştir.

Bu açıklamalardan hareketle basının gündemini meşgul eden hadiseye bakıldığında kişilerin eyleminin bu suç kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği bu hareketin “aleniyet” şartını yerine getirip getirmediğine bağlıdır. Başka bir anlatımla, basına yansıyan fotoğraflardaki eylemlerin birden fazla kişi tarafından rahatlıkla görülebilecek, aleni bir yerde mi yoksa denizin çok açıklarında etrafta kimsenin olmadığından emin olunduğu bir yerde mi gerçekleştiği önemlidir. Bu kişilerin fotoğrafları çekildiğine göre ortamda üçüncü bir kişinin olduğu düşünülebilir ancak tek bir üçüncü kişinin bulunduğu yerin hukuken “aleni” olmayacağı kanaatindeyiz. Zira, madde gerekçesinde de aleniyet için aranan ölçütün “gerçekleştiği koşullar itibarıyla fiilin belirli olmayan ve birden fazla kişiler tarafından algılanabilir olması” olarak ifade edildiği görülmektedir.
            
Oysa, somut olayda yine basında çıkan haberlerden hareketle, erkek olan şüphelinin savunmasında vurgulanan hususun fiilin “aleni” olup olmadığı değil, cinsel davranışlarda bulunduğu kişinin yeğeni olmadığına yönelik olduğu görülmektedir. Bu noktada belirtmekte fayda vardır ki, reşit kişiler arasında ensest ilişkinin ahlaki yönü kenara bırakıldığında bu fiil 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak düzenlenmemiştir. Kanunumuzda Türk Medeni Kanunu gereğince  evlenme yasağı öngörülen akrabalık bağı cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda cezayı artırıcı bir unsur olarak görülmüş, ancak reşit olan iki kişinin (TMK gereğince evlenme yasağı bulunan kişilerin) karşılıklı rızaya dayalı cinsel ilişkisi suç olarak düzenlememiştir. Aralarında evlenme yasağı bulunan reşitler arasında rızayla gerçekleşen cinsel ilişkinin suç olarak düzenlenmesi veya düzenlenmemesinin hukuken yerinde olup olmadığı hususu  ayrı bir hukuki tartışma konusu olup bu yazının konusunu oluşturmamaktadır.
            
Yukarıda anlatılanlardan hareketle, aralarında evlenme yasağı bulunan reşit kişiler arasında rızayla gerçekleşen cinsel ilişki fiili TCK’da halihazırda suç olarak düzenlenmediğine ve Savcılık tarafından “Hayasızca Hareketler Suçu” sebebiyle soruşturma açıldığına göre bu hadisede Savcılık makamı tarafından araştırılması gereken husus fiilin aleni bir yerde gerçekleşip gerçekleşmediğine yönelik olmalıdır. Konunun toplumda ahlaki olarak tepki çekmiş olmasının, kişilerin suç olmayan bir fiilden ötürü, sırf toplumsal vicdanı rahatlatmak adına ceza yaptırımına tabi olması sonucunu doğurmayacağı aşikardır. Zira, Ceza Hukuku’nun temel ilkelerinden olan “Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi” gereğince bir kimsenin kanunda suç olarak tanımlanmamış bir fiilden ötürü cezalandırılabilmesi hukuken mümkün değildir. 

Av. Selin Kurt