15 Temmuz gecesi ülkece yaşadığımız büyük travmadan sonra ne yazılır, nasıl yazılır bilemiyorum esasında. Hepimizin söylemek istediği çok fazla şey olmasına karşın, bir o kadar da soru işaretleriyle doluyuz. Bana sorarsanız, hiçbir şey bilmiyoruz.
Hepimiz az çok kendi aramızda, sosyal medyada tahminler yorumlar yaptık, yapmaktayız. Aynı şeyleri tekrarlamak istemiyorum.
Bir tek şunu söylemek istiyorum; her ne kadar her türlü darbenin karşısında isek de, bütün dünyaya rezil olduk ve ülkenin yarısından fazlası bu durumu “demokrasi” adı altında kutladı.
16 Temmuz’da 2745 hakim ve savcı açığa ve gözaltına alındı biliyorsunuz. Bana da bu konuda soranlar oldu; “Bu nasıl olabiliyor? Bu kadar cemaatçi olması mümkün mü?” gibi.
Mümkün.
Hatta bu rakamın yarı yarıya az olduğu duyumunu aldım. Yani bunun en az iki katı kadar daha var.
Çünkü; evet, cemaat yapılanması iktidardan dahi önce var olan, son derece ciddi ve köklü bir yapılanma. Evet, cemaat bu ülkeye çok fazla zarar verdi. Evet, cemaat yargıyı ayaklar altına aldı. Evet, yargı, bağımsızlığını lekeleyen her türlü yapılanmadan arınmalı. Lakin bu, başka bir yapılanmaya zemin yaratmak üzere ve yargı bağımsızlığını engelleyecek şekilde kullanılmamalı.
16 Temmuz günü paldır kültür bu kadar çok hakim-savcı nasıl gözaltına alınabildi?
Cevabı biliyorsunuz, listeler zaten hazırdı.
Nitekim “Yüksek Yargıya Neşter”, “Yüksek Yargıda Darbe” başlığıyla duyurulan bir değişiklik oldu geçtiğimiz günlerde. Birçoğumuzun bundan haberi yok zira, o vakitlerde bayram tatilinden istifade etmekteydik.
Ne oldu o değişiklikle?
Bu “Yüksek Yargı Tasarısı” İstinaf Mahkemelerinin devreye girmesiyle, Yüksek Yargının –yani Yargıtay ve Danıştay’ın- iş yükünün azaldığını bu sebeple daire ve üye sayısının azaltılmasını öngörüyordu. Buna göre; Danıştay’daki daire sayısı 17’den 10’a, üye sayısı 195’ten 90’a; Yargıtay’daki daire sayısı 46’dan 24’e, üye sayısı 516’dan 200’e düşürülecek, Yargıtay ve Danıştay’daki mevcut iş yükü dikkate alınarak daire ve üye sayıları üç yıllık bir süre zarfında kademeli olarak azaltılacak. Bu amaçla Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten sonraki beş gün içinde Yargıtay birinci başkanı, birinci başkan vekili, cumhuriyet savcısı, cumhuriyet başsavcı vekili, daire başkanları, Danıştay başkanı, başsavcısı, başkan vekili ve daire başkanları hariç tüm mevcut Yargıtay ve Danıştay üyelerinin üyeliği sona erecek. Bu üyeler arasından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca Yargıtay ve Danıştay üyesi seçimi yapılacak.
Görüldüğü üzere, bu değişiklikle Yüksek Yargı’nın yapısı baştan sona değişmiş olacak.
İşte bu tasarı geçtiğimiz günlerde kabul edildi.
Haber verilirken, diğer yandan şunlar da konuşuldu: Bu değişiklikle, yargıda cemaat ve sosyal demokrat temizliği yapılacak, listeler hazır.
Yani evet, listeler hazırdı zaten. 16 Temmuz sabahı da derhal devreye sokuldu. Ama dediğim gibi, tahminen bir bu kadarı daha duruyor. Arada sosyal demokrat var mı, bilemiyoruz, hep birlikte göreceğiz.
Bununla birlikte, hakim ve savcıların hangi şartlarla açığa alınabileceği Hakim ve Savılar Kanunu’nda yazılıdır. Ayrıca “gözaltı” işlemi içerisinde “yakalama”yı barındıran bir kurumdur ve suçüstü hallerinde uygulanır. “Suç örgütü” durumu söz konusuysa suçüstü hali uygulanması pek mümkün olmadığından yine bu kurum işletilebilir. Fakat burada, Kanun’un tanıdığı bu hakkın kötüye kullanılmaması gerekir. Devamla, gözaltına alınan kişiler uzatma gerektiren haller dışında en geç 24 saat içerisinde hakim karşısına çıkarılmalıdır. Eğer ki, CMK m.100 gereği kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller ve bir tutuklama nedeni var ise, kişi tutuklanmalı, aksi halde serbest bırakılmalıdır. Zira, hukukumuzun en önemli ilkelerinden biri olan “Masumiyet Karinesi” gereği; bir suçla itham edilen kişi, suçlu olduğu ispat edilene kadar suçsuz sayılır ve özgürlüğü kısıtlanamaz.
2745 hakim-savcı belli ki “suç örgütü” kapsamında gözaltına alınmıştır. Lakin, devamında da yukarıda bahsettiğimiz kurallara uygun davranmak, yakalama-gözaltı-tutuklama müesseselerini keyfi ve hukuka aykırı şekilde işletmemek Anayasa’nın ve hukuk devleti olmanın bir gereğidir.
Hukuk mu kaldı arkadaşım? derseniz, siz de haklısınız, derim, ne diyeyim..
Darbenin hukuku olmaz diyenler de var; fakat buna katılmak mümkün değil, aksi takdirde şu olur; bu hengamede cemaatçi adı altında suçsuz sudursuz bir dolu kişinin başı yanar. Mevcut durumda bu çok mümkün ve bizim temel endişemiz de bu..
Son olarak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; bizler fiili uygulamada hakim-savcı açığı sebebiyle hali hazırda zaten sıkıntı çekiyorduk. Dosyalar zaten sürekli bir aksama halindeydi. Şimdi bu 2745 hakim-savcı açığını nasıl kapatmayı düşünüyorlar çok merak ediyorum. Aksi halde önümüzdeki yıl boyunca işlerin duracağı anlamına geliyor bu durum..
* * *
Bunca şaşkınlığın arasında, en şaşırdıklarımdan birisi de “idam” meselesi oldu. Darbe girişiminde bulunanlar için idam isteyen koca bir güruhun bu talebine yönelik olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Değerlendiririz, bunun için izne gerek yok” dedi. Bu cevabın objektif bir cevap olmadığı açık. İdam cezası, bu ülkenin yasalarında 2004 yılından beri istisnasız olarak “yok”. Geri gelmesi de mümkün değil. Tartışılması dahi abesle iştigal. Nitekim altına imza attığımız gırla uluslararası sözleşme var. İdam cezasının “ceza” kavramına dahi aykırı olduğunu düşünen biri olarak, bu talebin değerlendirileceğinin dile getirilmesinin dahi “insan hakları” bilincine zarar verdiğini düşünüyorum.
Düşüncemiz, umrunda olması gereken kişilerin umrunda mı?
Bu sorunun cevabını sizlere bırakıyorum..
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Tuba TORUN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)